Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32| KURŞUNUN ROTASI

@saniyesolak

Hellö✨

 

Bölüme geçmeden önce oyunuzu alayım😽

 

Bol bol yorum yapın olur muuu❤️

 

Keyifli okumalar🥂

 

YAZARDAN;

 

"Sadece merakımdan soruyorum. Toplantı bitiminde o kodoman piçlerin servisçi kızlara neler yaptıklarını biliyor musunuz?"

 

Bu kez cevap veren biri olmadı ama bu sessizlik zaten en büyük cevaptı.

 

"Bende öyle düşünmüştüm..." dedi bunun üzerine Yazgı. Ardından ekledi. "Öldürmek ve kalıcı hasar vermeksizin, aklınıza gelebilecek her türlü pisliğe alet ederler kızları. Her türlü fantezilerini onların üzerlerinde denerler. Kobay gibi kullanırlar onları..."

 

Bomba etkisi yaratan bu sözleri Damla da duymuştu. Kalbi korkuyla kasılırken masanın etrafını saran adamlarda gezindi gözleri. İlk an onu taciz eden adamın sürekli imalarla ve iğrenç sırıtmalarla bakıp durmaları şimdi anlam kazandı. Toplantı bitiminde yapacağı şeyleri düşünüyordu çünkü. Dışarıda ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu Damla'nın ama bildiği tek bir şey vardı, o da toplantının bitmek üzere olduğuydu.

 

💎🎭

 

İzel duyduklarıyla nevrinin döndüğünü hissetti "Bu ne demek?" diye sorarken içinde patlayan sinir sesiyle birlikte dışına da yansıyordu.

 

"Eğer..." dedi karşısındaki kadın. İzel'in aksine sesi kayıtsız çıkıyordu. "Arkadaşın oradan hemen çıkmanın bir yolunu bulmazsa, muhtemelen onu bir daha göremezsin Küçük Kız. Çünkü toplantının başladığı saati bilen biri olarak söylüyorum ki toplantı muhtemelen bitmek üzeredir."

 

Bu açıklama İzel'i sakinleştirmekten çok, daha da öfkelenmesine neden oldu. Burnundan sert soluklar dökülürken "Sakin ol İz..." diyen Gece'nin sesini duydu. "Damla'ya hiçbir şey olmayacak, şu anki önceliğin görevi tamamlamak. Buradan eli boş dönemeyiz. Sen ilerle, üç kat daha çıktıktan sonra kasanın olduğu koridora çıkacaksın. Koridor şu anlık boş, bunu değerlendirmen gerekiyor tamam mı?"

 

İzel duyduklarına inanamıyormuş gibi gözlerini karşısındaki kadından çekip kameraya baktı. Sanki Gece'nin yosun tutmuş denizleri karşısındaydı. Sanki o sözleri sarf ederken o elalarda şekillenen ifadeleri görebiliyordu. Kayıtsızca sarf ettiği bu sözcükler İzel'de bir yıkım etkisi yaratıyordu. Bu sözleri duyan Damla'nın ise sadece dudağının bir köşesi buruk bir gülümsemeyle kıvrılmıştı, Gece'den daha fazlasını beklemiyordu zaten. O böyleydi...

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye sordu İzel, sert ses tonundan akan öfke en çok kendini yakıyordu. Sonra adımları istemsizce kameraya doğru yaklaştı, sinirden kızaran gözleri öfkesini net bir şekilde belli ediyordu. "Damla'nın tehlikede olduğunu söylüyorlar. Bunu riske mi atacaksın gerçekten?"

 

"Hiçbir şeyi riske attığım falan yok İzel." dedi Gece. Ses tonundan, sorgulanmanın verdiği hoşnutsuzluk akıyordu. "Eğer durup sorgulayarak vakit kaybetmek yerine, harekete geçersen görevi tamamlaman beş dakikana bile mâl olmayacak. Damla'nın bulunduğu odanın önünde en az on tane tilki bekliyor, şu an gitsen bile yaptığın tek şey kendini de riske atmak olur. Mantıklı düşün, duygusal davranmayı kes ve harekete geç."

 

İzel'in parmak uçları avuçlarına gömüldü. Yine duygularından vuruluyordu, duygusal oluşundan... Duygusal davrandığı falan yoktu, gayet mantık çerçevesinde bakıyordu olaya ve Damla'yı o heriflerle yalnız bırakmanın mantığa dayanan hiçbir noktasını göremiyordu. Şu an öncelikleri görev değil Damla olmalıydı.

 

"Hey, üst koridorda kalan üç tilki de sizden tarafına doğru geliyor. Acele etmek zorundasınız."

 

Bu sözlerin sahibi Maya'ydı. Derin bir nefes aldı İzel. Bugün ne de çok derin nefeslere muhtaç kalmıştı öyle. Ne kadar solursa solusun havayı, asla yeterli gelmiyordu sanki, içindeki o sıkıntı gitmiyordu bir türlü.

 

Kameraya arkasını döndü ve basamakları hızla tırmanmaya başladı. Elinden gelse görevi yarıda bırakıp Damla'nın yanına gitmek için her şeyi yapardı ama herkes kendi görev alanı ile ilgili bilgilendirilmişti. Bu yüzden Damla'nın şu an tam olarak hangi noktada olduğunu bilmiyordu ve Gece'nin yönlendirmesi olmadan bulması uzun sürebilirdi. Her şey için geç kalabilirdi.

 

Peşinden Yazgı'nın da geldiğini fark ettiğinde durmadan ilerlemeye devam ederken "Senin yardımına ihtiyacım yok demiştim." dedi. Hayatını kurtarmış olabilirdi ama yine de ona güvenmek için hâlâ bir nedeni yoktu.

 

"Ve bunu söyledikten yalnızca birkaç saniye sonra, ben olmasam başın gövdenden ayrılıyordu."

 

"Sen olmasan o an orada duruyor da olmayacaktım."

 

"Ben olmasaydım, karşılaştığın ilk tilkiden kaçmaya çalışırken daha çok tilkinin kucağına düşecektin ve sonuç; yine başın gövdenden ayrılmış olacaktı."

 

İzel ilerlemeye devam ederken omzunun üzerinden, hemen arkasında olan kadına ciddi misin sen der gibi baktı. Yazgı ise son derece rahat bir tavırla, dudağının köşesinde kendinden emin bir gülümsemeyle "On dakikadan kısa bir süre içinde hayatını iki kere kurtardığımı inkâr edemezsin Küçük Kız." dedi. Sesi de gülümsemesi kadar kendinden emindi. Bu İzel'in daha da sinirlenmesine neden oldu. Bu özgüveni nereden buluyordu bu kadın? Hem Tanrı aşkına neden küçük kız diyip duruyordu?

 

"Benim hayatımı kurtarırken iki kişinin canını aldın. Tek bir an bile düşünmeden. Bir an sonra beni öldürmeyeceğinin garantisi var mı?"

 

Yazgı İzel'in yanından sıyrılıp önüne geçti ve önden yürümeye başladı. Birilerini takip eden taraf olmaktan nefret ederdi.

 

"Üzerine alınma Küçük Kız, önüme gelen herkesi öldürüyor değilim. Kriterlerim var."

 

Bu sözler İzel'in gözlerini şokla irileştirmesine neden oldu. Birilerini öldürürken kriterleri mi vardı? Kaç kişiyi öldürmüştü şimdiye kadar ki kriter belirleyecek noktaya gelmişti?

 

"Şu ana kadar kaç kişiyi öldürdün sen?" diye sormaktan alamadı kendini ama sorarken sesi tereddütlüydü. Cevabı duymayı istediğinden o kadar da emin değildi. "Saymadım..." cevabını almak ise düşündüğünden çok daha kötüydü ona göre. Belli bir rakama kadar saymana bile gerek yoktu, o sayı kendi kendine zihninde şekillenirdi ama sayının değeri arttıkça şekiller bozulur bir yerden sonra ise kaybolurdu. Sayamayacağı kadar çok kişiyi öldürmüştü yani...

 

"Nesin sen, kiralık katil falan mı?" diye sordu İzel, şimdi sesi önceye nazaran daha soğuk ve daha mesafeliydi.

 

Bu kez omzunun üzerinden dönüp bakan taraf Yazgı oldu. Adımları daha da hızlanırken "Oradan bakınca kiralanabilir gibi mi duruyorum?" diye sordu.

 

İzel o an ardında bıraktıkları iki cesede bakma ihtiyacı hissetti. Omzunun üzerinden baktığında artık cesetlerin görüş açısından çıkmış olduğunu gördü. Ama bu, baktığı köşede sanki iki tane kızıl saçlı kadın cesedi varmış gibi hissetmesine mani değildi.

 

Başını iki yana sallayıp kafasından bu düşünceyi atmaya çalıştı. Onlar ölmeseydi ölen kendisi olacaktı, bunu ilk karşılaştığı tilkinin gözlerine baktığında görmüştü. O öldürmeye hazırdı, gözünü bile kırpmadan... Yeniden konuya odaklanmak için boğazını temizleyip "Yani..." diye cevap verdi. "Katilsin, öldürdüğün kişilerin sayısını bilmiyorsun, öldürürken kriterlerin var... Aslına bakarsan tam olarak öyle duruyorsun."

 

Yazgı gülerken başını iki yana sallayıp "Hayır Küçük Kız..." diye cevap verdi. "Birilerinin beni kiralayabileceği kadar ucuz değilim, insanları öldürmeyi meslek edinip kazancımı bundan sağlayacak kadar zavallı hiç değilim."

 

Bu sözler İzel'in kafasını karıştırmıştı. Yüzünü gizleyen maskeyi düzeltti. Tulumu artık bedenini sıkıyormuş, nefes alamıyormuş gibi hissediyordu genç kız.

 

"O zaman neden öldürüyorsun?" diye sordu önünden yürüyen kadının sözlerine karşılık. Konuştukları konunun saçmalığı öldürmek kelimesi dudaklarından döküldüğü anda zihnine dank etti. Havadan sudan bahseder gibi konuştukları şey, bir insanın hayatıydı...

 

"Çünkü yoluma çıkıyorlar..."

 

İzel cevap vermek için dudaklarını araladı ama kulaklığından gelen ses onu durdurdu.

 

"Sohbetinizi bölmek istemem ama tilkiler cesetleri gördü. Yukarı doğru çıkmaya başlıyorlar şimdi. Ve diğerlerine de haber verdiler. Alt koridordaki beşlide merdivenlere doğru geliyor. Acele etmeniz gerek..."

 

Maya'nın sözünü Gece devraldı ve devam etti.

 

"İz, bir üst koridorun sonundaki büyük kapı, kasanın olduğu odaya açılıyor. Onlar size ulaşmadan oraya girmeniz gerek."

 

Bunun üzerine İzel kısa bir anlığına trabzanlara tutunup aşağı baktı. Aynı anda aşağıdaki kadınlardan biri de yukarıyı kontrol ediyordu ve İzel baktığında göz göze geldiler. Aralarında üç kat vardı. Battı balık yan gider diye düşündü İzel ve maskeden dolayı onların göremeyeceğini bile bile dudaklarını iki yana kıvırırken elini öne doğru uzatıp ona bakan kadına orta parmağını gösterdi. Kadının yüzündeki değişime bakmadan doğrulup kalan basamakları ikişer üçer koşarak çıktı. Hemen önünde olan ve İzel'in ne yaptığı gören Yazgı başını iki yana sallamıştı gülerek.

 

"Yaramaz küçük bir kız ha?" derken sesi bundan hoşlandığını belli ediyordu. Yaramaz küçük kızları severdi Yazgı, kendilerini savunmayı, korumayı bilirdi onlar.

 

Basamaklar bittiğinde önlerindeki kapıyı iterek açıp koridora geçtiler. Kapının ortasındaki camdan gördükleri kadarıyla, hâlâ tilkiler onlara yetişememişlerdi ama gelmeleri an meselesiydi. Yazgı hızla kapının üzerindeki kilidi çevirip kapıyı kilitledi. Uzun süreli bir çözüm olmasa da onları en azından bir süre oyalardı.

 

Uzun, beyaz led ışıklarla aydınlatılmış koridor boyunca belirli aralıklarla dizilen bir düzine kapı vardı ve koridoru kesen duvarda da diğer kapılardan farklı büyük bir kapı vardı. Çelik kapıyı andıran bir kapı... Gece'nin bahsettiği kapı bu olmalıydı. Hızla o tarafa doğru koştular. Bir ara omzunun üzerinden geriye baktığında Tilkilerin kapıya dayanmış olduğunu gördü İzel. Bu iyi değildi. İçeriye girseler bile geri çıkışları nasıl olacaktı? Damla'yı nasıl çekip alacaklardı o akbabaların elinden?

 

(Just cool don't panic darling😽)

 

Onlar kapıya yetişemeden kulakları sağır edecek bir silah sesi patladı koridorun içinde ve camın tuzla buz oluşunu resmen beyninin içinde hissetti İzel. Başını çevirip bir kez daha baktı omzunun üzerinden ve tilkilerden birinin kırdığı camdan elini içeriye doğru uzatmış olduğunu gördü. Kapının kilidini açıyordu. Ama dikkatini çekip durmasına neden olan bu olmadı genç kızın. Hemen yanında duran Yazgı, patlayan silah sesiyle birlikte önüne geçmişti. Sıktığı dişlerinin arasından "İlk silahı ben patlatmadığıma göre bu bebekleri rahatça kullanabilirim." dediğini duyduğunda, belindeki kemerde duran iki silahtan birini de çoktan çektiğini gördü.

 

"Yap şovunu..." diyen bir kadın sesi kulaklığından dolduğunda silah da patlamaya başladı. Tilkiler daha içeriye giremeden yoğun bir kurşun yağmuruna maruz kalıyordu. Şaşkınlık dolu bakışları Yazgı'ya kilitlendi. Sadece sırtını, yüzünün küçük bir kısmını ve öne doğru uzanıp silahı sıkan elini görüyordu. Duruşu dik, yüzü görebildiği kadarıyla kayıtsızdı. Korkusuz bir duruşla ne yaptığını çok bilen biri gibi görünüyordu. Gibisi fazla... O ne yaptığını çok iyi biliyordu. Silahı tutan eli asla titremiyor, rastgele sıkmıyordu o silahı. Attığı hiçbir kurşun boşa gitmiyordu. Görmek için bakmaya ihtiyacı yoktu İzel'in. Tilkiler değil onlara yaklaşmak, daha koridora adım attıkları anda Yazgı tarafından vuruluyorlardı.

 

İzel'in gözleri onlara kaydı, tam o sırada Yazgı sıradaki geleni alnının ortasından vurmuştu ve tilki; alnının ortasındaki delikten kan sızarken dizlerinin üzerine düşüp, ondan önce vurulanların üzerine devrilmişti. Bir gariplik vardı... Onlar neden silahlarına davranmıyor bunu anlayamıyordu İzel. Öleceklerini bile bile koridora dalıyorlar, kendilerini sakınmak için hiçbir hamlede bulunmuyorlardı. Sanki... Sanki kurşunlara meydan okuyabilirlermiş gibi, kurşun onları hiç etkilemiyormuş gibi davranıyorlardı. Kurşun onları öldüremezmiş gibi... Programlı birer robota benziyorlardı ya da birbirinin aynı olan bir klon sürüsüne...

 

Sekizinci tilki de arkadaşlarının vurulduğunu gördüğü hâlde geri çekilmek ya da silahını çıkarıp sıkmak yerine koridora daldığında Yazgı bir kez daha patlattı silahı ve onu da tam kalbinden vurdu. Kan, her yerdeydi... Tilkilerin beyaz tenleri, ateş gibi yanan bakır rengi saçları, beyaz olan kapı, bordo alt tabanlı altın rengi detaylarla süslenmiş duvar kağıdı, siyah parlak fayanslarla döşenmiş zemin... Her yer kanla yıkanmıştı sanki.

 

Bu İzel'in alışık olduğu bir manzara değildi. Evet kötü şeylere maruz kalarak bu yaşına gelmişti ama bir günde bu kadar çok insanın gözlerinin önünde öldürülmesi onun için bir ilkti. Berbat bir ilk...

 

"Ne kadar çok bakarsan o kadar çok hafızana kazınır Küçük Kız. Silah sesleri toplantı odasından duyulmasa bile otoparktakiler duymuştur, daha fazla ceset görmek istemiyorsan acele et."

 

İzel zorlukla ayırdı gözlerini ceset yığınından ve Yazgı'ya çevirdi bakışlarını. Hiçbir duygu kırıntısı yoktu gözlerinde, sanki su içmek, nefes almak kadar doğaldı yaptığı. Belki ona doğal geliyordu bu ama İzel için durum kesinlikle çok farklıydı. Midesinin bulanmaya başladığını hissetti genç kız, içinde bir sarsıntı başlıyordu sanki. Hiçbir şey söylemedi sadece arkasını döndü ve yoluna devam etti.

 

Büyük kapının önüne geldiklerinde koridorun sağ tarafa doğru uzandığını ve en sonunda asansör kapılarının olduğunu gördü.

 

Gözlerini yeniden kapıya dikti, tam ortasında küçük bir şifre kutucuğu bulunuyordu.

 

"Gece..." dedi kulaklığına doğru. Sesi bir an kendi kulağına bile yabancı gelmişti. "Şifre ne?" Gece'nin tek söylediği "2707." oldu.

 

İzel şifreyi girmek için elini kaldırdığında ancak fark edebildi parmaklarının titrediğini. Hissettiği gerginlik ve yoğun stresti ona bunu yapan. Birkaç kez parmaklarını sıkıca avuç içlerine gömüp geri açtı. Bunu yaparken de el hareketiyle orantılı nefes alış verişleriyle kendini sakinleşmeye zorladı. Hayatı boyunca katıldığı en garip görev net buydu. İlk kez bir görevlerinde gerçekten kan dökülmüştü.

 

"Bu kadar hassassan bu işlere hiç bulaşmamalıydın Küçük Kız..."

 

Hemen yanında duran ve omzunu duvara yaslamış bir halde onu izleyen kadına döndü. Ses tonunun ve söylediklerinin aksine, yeşile çalan ela gözleri samimi bakıyordu.

 

"Hassas değilim." dedi net ve emin çıkması için çaba gösterdiği bir ifade ve ses tonuyla. Hassas değildi... Hassas olmak onun için bir lüksken o lükse ulaşma şansı ona hiç verilmemişti. "Ayrıca bana Küçük Kız deyip durmayı kes..."

 

Ve önüne dönüp şifreyi girdi. Acilen kendine gelmesi gerekiyordu. Aptal ve zayıf biri görünümünü çizmeyi istemiyordu. Aptal değildi... Zayıf değildi... Sadece afallamıştı ve bunun her şeyi mahvetmesine izin veremezdi.

 

Kısık bir tıs sesiyle hafifçe aralanan kapıyı ittiği sırada Yazgı'nın "Peki... Küçük Kız." dediğini duydu. Gözlerini devirip duymazdan gelmeye karar verdi. Ne derse desin, ne yaparsa yapsın bundan vazgeçmeyeceği belliydi, çocuk gibi inatlaşmanın bir mantığı yoktu.

 

Odaya adımını atar atmaz, oda otomatik sensörlü lamba ile aydınlandı. Beyaz ışık her şeyi görüş alanına sermişti. Duvarlarda asılı olan, farklı şekillerde ve farklı boyutlarda, ışığın altında parlak metallerinin parıl parıl parladığı onlarca kılıç kını ile birlikte asılı duruyordu.

 

"Rauf Karan'ın keskin oyuncak koleksiyonuna hoş geldiniz. Tam olarak aradığınız nedir?" diye dalga geçercesine konuşan Yazgı'ydı.

 

Adımları odanın içine doğru ilerledi İzel'in. Odanın tüm duvarları boyunca ilerleyen camdan yapılma bir tezgah vardı. Tezgaha yaklaştığında, tezgahın içine yerleştirilmiş ve üzeri camla kapatılmış düzinelerce bıçak ona göz kırpıyordu. Farklı şekillerde, bazıları oymalı, bazıları kıvrımlı, kabzaları taşlarla ve şekilli işlemelerle süslenmiş, çoğunlukla hançerleri andıran bir yığın bıçak.

 

Ama bir sorun vardı... Bu odada bıçaklardan ve kılıçlardan başka bir şey yoktu. Dosya ya da belge falan yoktu.

 

💎🎭

 

Öte yandan Damla geçen her dakikada daha büyük bir telaşın içine sürükleniyordu. Artık masanın etrafını dolduran adamlar onun gözünde canavarlaşıyordu. Gece'den henüz bir ses yoktu ve araya karışan adını bilmediği o kadının söylediği her cümle kafasının içinde dönüp duruyordu. Kafasında dönen cümlelerin yerini bir yerden sonra görüntüler alıyordu. Korkunç, mide öz suyunun boğazına tırmanmasına neden olan görüntüler... Ve o adamın bakışları bir türlü çekilmiyordu üzerinden.

 

Oyunculuk becerisini son derece profesyonel bir şekilde konuşturup ifadesiz kalmayı başarıyordu ama içinde büyük fırtınalar kopuyordu. Ağlama isteği iliklerine kadar sarıyordu onu. Bu telaşının ve korkusunun gereksiz olduğunu biliyordu, Gece'de İzel'de onu asla burada bırakmazdı ama elinde değildi.

 

Ve Gece...

 

Önündeki ekrandan binanın her noktasını karış karış geziyor, en uygun noktaları saptamaya, Damla hangi noktada kaçmaya başlamalı, hangi yolları kullanmalı onu bulmaya çalışıyordu.

 

Maya ise arkasına yaslanmış, bir elinde tuttuğu silah ile şakağını kaşırken bir yandan Gece'nin ne yaptığına bakıyor bir yandan da Yazgı'yı izliyordu. Silah, Gece'yi dizginlemek içindi. Yanındaki adama güvenmiyordu ve onun da kendisine güvenmediğini biliyordu. Sessiz kalmasının nedeninin içerdeki kızlar olduğunu da biliyordu Maya. Şimdiye kadar atağa geçmemesinin nedeninin... Sormak istedikleri vardı. Maya'nın ürettiği sistemi nasıl çözdüğünü merak ediyordu. Virüsler aynı değildi onu anlamıştı. Gece kendi virüsünü üretmişti ama üretirken rol model olarak Maya'nın virüsünü almıştı. Doğruyu söylemek gerekirse Maya bundan etkilenmişti ama bunu söyleyecek değildi. Çünkü her ne kadar virüsü üretme konusunda başarılı olsa da Maya'ya göre hâlâ bir amatördü Gece.

 

Yazgı tilkileri kurşun yağmuruna dizmeye başladığı sırada artık dayanamayıp "Çok amatörsün..." dedi Gece'ye bakarak. Gece bunu duysa da duymazdan geldi. Hiç tanımadığı, onu hiç tanımayan birinin sözlerine kulak asacak değildi.

 

"Bu ilk işiniz değil belli..." diye devam etti Maya. "Ama bu zamana kadar nasıl yakalanmadınız merak ediyorum doğrusu. Kızların başarılı olduğundan hiç şüphem yok, biri toplantı salonuna sızacak kadar iyi bir oyuncu, diğeri otoparktan geçerken hiçbir adamın ruhu duymadı, sanki bir hayalet gibiydi. Ayrıca merdivenleri o koştu ama burada benim nefesim kesildi. Kondüsyonu mükemmel olmalı, ondan çok iyi bir öğrenci olurdu. Ama sen... Burada oturuyorsun ve tek işin kontrol etmek ve yön vermek... İçeride bile değilsin ama kızlar kadar saydam, görünmez olmayı başaramıyorsun."

 

Gece kulaklığına dokunup İzel'in sorusuna "2707." diye cevap verdi ve parmaklarını yeniden klavyeye yerleştirip hızla klavyenin üzerinde gezdirirken "Bu sözleri ciddiye alacağımı nereden çıkardın da kendini yorup konuşma zahmetine giriyorsun sen?" diye sordu.

 

Maya artık elinde tutmaktan sıkıldığı silahı küçük masanın üzerine bıraktı ve kollarını göğsünde toplayıp "Sistemini kopyaladığın birini ciddiye almaman seni komik duruma düşürür." dedi dudakları büyük bir keyif ile kıvrılırken. Beyaza yakın gri saçlarından önüne dökülen birkaç tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı ve Gece'nin tepkilerini izledi. Hızla hareket eden parmakları durdu önce. Profilinden kaşlarının kalktığını gördü. Ardından başı Maya'ya döndü.

 

"Ne dedin sen?"

 

Maya yüzündeki gülümsemeyi korurken tek kaşını kaldırdı. Ne dediğimi duydun der gibi baktı karşısındaki adama.

 

Gece önüne dönüp duyduklarını kafasında tartmaya başladı. Sistemini kopyaladığın biri diyordu. Gece Hancı bu zamana kadar yalnızca bir kişinin çalışmalarını yakından takip etmiş, sistemini kopyalama gereği görmüştü.

KittyWhite kullanıcı adıyla bilinen birinin...

 

Yeniden Maya'ya döndüğünde göz bebekleri duyduklarına inanamıyormuş gibi büyümüştü.

 

"Bu mümkün değil..." diye solurken zihni söylediklerini yalanlamak üzerine kurulmuş bir mekanizma gibi düşünceleri gün yüzüne çıkarmaya başladı.

 

Ayıldığında gördüğü bu kadın, sisteme son derece hâkim bir şekilde her şeyi hiç zorlanmadan, bocalamadan kontrol ediyordu. O an İzel'in içine düştüğü tehlike yüzünden dikkat etmediği bu ayrıntı şimdi dank ediyordu kafasına. Bu sistemi hiç bilmeyen biri, bu kadar kısa sürede çözüp hakimiyet kuramazdı.

 

"Sen..." dedi Gece, ama ne söyleyeceğini bilememenin vermiş olduğu şey yüzünden duraksadı.

 

"İkimiz aynı anda binanın güvenlik sistemine aynı yöntem ile sızmaya çalıştık..." diyerek onun kafasındaki soru işaretlerini gidermek adına konuşmaya başladı Maya. "Sadece sen benden birkaç saniye önce başladığın için saldığın virüsler benimkinden daha hızlı yayıldı ve benim bilgisayarıma da bulaştı ilk an bunu anlayamadım, çünkü dediğim gibi aynı sistem, hayalet virüsler... Fark ettiğimdeyse her şey için geç kalmıştım. Bilgisayarım artık benim kontrolümde değildi. Ve sende çok iyi biliyorsun ki sen virüslerini geri çekene kadar da asla kontrolü ele geçirmenin bir yolu yoktur. Başka biri olsa ruhu bile duymaz, kendisi kullanıyor zanneder ama ben sistemimi tanıyorum. Resmen kendi silahım ile vuruldum."

 

Şimdi Gece'nin zihnindeki taşlar yerine oturuyordu. Sadece birkaçı hariç... Yine de takıldığı başka bir konuyu dile getirdi Gece Hancı. Bu onun için soru işaretlerinden daha önemliydi. "Yani o kadar da amatör değilim." derken sesindeki kendini beğenmişliği duyumsadı Maya. Anlamaması imkânsızdı zaten, neredeyse elle tutulur cinstendi.

KittyWhite'a göre amatör kaldığını kabul edebilirdi Gece. Ama küçük bir lig farkı vardı sadece, çok diye adlandırılacak bir fark, bir amatörlük değildi bu.

 

Maya'nın "Hayır çok amatörsün, ardında bir sürü iz bırakarak ilerliyorsun..." cevabı ise onu bozguna uğrattı. Gözleri kısılırken bir kez daha ekrana, ekranda akan sayılara ve harflere kaydı bakışları istemsizce. Yıllardır bu işi yapıyordu ve iz falan bırakmıyordu. Zaten iz bıraksa şimdiye kadar çoktan yakalanmış olurlardı.

 

Onun ekrana attığı bakışı kaçırmayan Maya, kollarını çözüp bir elini ileri doğru uzattı ve ekrandaki bir noktaya tırnağının ucuyla vurup "Bunu görüyor musun?" diye sordu. İşaret ettiği yerde, iki karakterin arasında bir boşluk vardı. "Bu boşluk parazit demek. Ne kadar çok boşluk olursa o kadar açık bırakırsın. Seni araştıran ben olmadığım için şanslısın. Bulmam birkaç dakika bile sürmezdi."

 

Gece, ekranda Maya'nın gösterdiği noktaya baktı önce. Ardından yosun tutmuş denizleri ekranda dolaşmaya başladı başka öyle bir boşluk var mı diye, yalnızca iki noktada daha vardı.

 

Başını yeniden Maya'ya çevirdiğinde gözleri meraklı bakıyordu ve dudaklarında meydan okuyan bir gülümseme vardı. Tek kaşını kaldırıp "Bir de seni görelim bakalım..." dedi o meydan okumaya dayanan ses tonuyla.

 

Gece uyandığında değiştirdikleri yeri bir kez daha değiştirdiler ve ana bilgisayarın başına Maya geçti. Parmakları, yuvasına dönen kartal gibi coşkuyla klavyede dolaşmaya başladığında tek bir an bocalamadan Gece'nin kaldığı yerden devam etti işe. Öyle hızlı ve kendinden emindi ki parmakları resmen tuşlarla dans ediyordu. Gece hayranlıkla izlemeden edemedi. Yanındaki bu kadın, içinde bulunduğu Dünya'da adını duyurmuş, korku salmış, çok başarılı bir hackerdı. Deep web dünyasında adını duyurmak ya da korku salmak hiç kolay değilken o bunu başarmıştı. İsteyip de bulamadığı, ağına takılıp da kurtulabilen hiç kimse yoktu onun.

 

Gece'nin hayran olduğu tek isimdi o. Kahraman Hancı bile onu ekibinde istemişti ama ulaşmanın bir yolunu bulamamıştı. Ve şimdi Gece onunla yan yana oturmuş bilgisayar üzerinde nasıl hakimiyet kurduğunu izliyordu.

 

Görevde olmasalardı saatlerce hiç sıkılmadan bu manzarayı izleyebilirdi Gece ama riskleri yüksek bir görevin tam ortasındaydılar. Bu nedenle Maya'yı izlemeyi kesip önündeki bilgisayara döndü ve koridordaki bilançoya baktı. Tilkilerden oluşan bir ceset yığını kapının girişinde minik bir dağ oluşturmuştu. Kasanın içinde kamera olmadığı için İzel'in ne durumda olduğunu göremiyordu ama otoparktaki hareketlenmeyi görebiliyordu. Sigara molasında olan tüm korumalar da otoparka girmişti şimdi. Silah seslerini duymamış olacaklar ki hiçbiri üst katlara çıkmak için hamlede bulunmuyorlardı ama bir terslik olduğunu anlamaları uzun sürmezdi. Ve toplantı salonunun önündeki grup... On tilki...

 

Belki onlar silah seslerini duyar ve ayrılırlar oradan diye düşünmüştü ama onlar da put gibi dikilmeye devam ediyorlardı. En azından onlar kapıdan çekilseler, Damla'yı oradan çıkarmak çok daha kolay olurdu.

 

Gözleri bir ekranda kilitli kaldı. Bu ekran, toplantı odasını gösteren kameranın görüntülerinin yansıdığı ekrandı. Odanın bir kısmı karanlık olduğu için görüntü çok da kaliteli değildi, sadece toplantı masasını ve etrafını dolduran köpekbalığı sürüsünü görebiliyordu. Damla karanlık olan kısımda kaldığından nasıl bir halde olduğunu göremiyordu ama korktuğunu ve üzgün olduğunu biliyordu. Onu oradan en basit şekilde nasıl çıkarabilirdi ki?

 

"Gece..." diyen İzel'in sesi düşüncelerinin arasına sızdığında dikkatini ekrandan çekmek zorunda kaldı Gece. Eli kulaklığına giderken "Söyle güzelim." dedi sakin bir ses tonuyla. İzel'in şu an ne denli öfkeli olduğunu bildiğinden elinden geldiğince yumuşak konuşmaya çalışıyordu.

 

"Burada dosya falan yok." dedi İzel sert bir sesle ki bu ses, Gece'nin yumuşak konuşma çabalarının hiçbir işe yaramadığını gösteriyordu. Yarasa şaşırırdı zaten Gece. Gözleri masanın bir köşesindeki kroki çizime kaydı, "Bu imkânsız..." derken bir parmağı, İzel'in şu an içinde olduğu odanın üzerine yerleşmişti. "Bütün gizli dosyalar o odada saklanıyor, iyice bak, her yeri ara."

 

İzel'in derin bir nefes aldığını işitti. Bu çileden çıkmak üzere olduğunun ve sabır dilendiğinin işaretiydi. "Sorun da bu ya..." dedi İzel sesi hafif yükselirken. "Bu lanet olası odada aranacak hiçbir yer yok. Sadece bir yığın bıçak ve kılıç var, başka hiçbir şey yok."

 

Bunun üzerine gözlerini devirdi Gece Hancı. "Gerçekten..." diye homurdanırken iki parmağı ile burun kemerini sıktı. "Potansiyelinin altında düşündüğün zamanlarda gerçekten katlanılmaz oluyorsun İz... Öyle önemli dosyaları tabi ki normal bir şekilde raflara dizmeyeceklerdi, gizli bölmeler falan olmalı. O odayı iyice ara. Aradığımız şeyler o odada çünkü." Planda hesaplayamadıkları bir şeyler olabilirdi ama dosyaların yeri bunlardan biri değildi.

 

İzel önündeki tezgâhlara baktı. Altlarında dolap falan yoktu. Burada kalıp daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu, tek istediği Damla'yı bulmak ve bu binadan defolup gitmekti. Sakince birkaç nefes alıp, "Boşuna vakit kaybediyoruz..." dedi. "Bu odada dosya falan yok, görevi iptal edip Damla'yı bulmalı ve eve dönmeliyiz." Gece onu göremese bile kaşlarını inatla çattığına, sinirle dişlerini sıktığından yüz hatlarının daha da sertleştiğine emindi.

 

"Bu kadar kolay pes ediyor olman beni hayal kırıklığına uğratıyor İz, bundan daha dirençlisin sen. Damla'yı halleceğiz güzelim ama senin önceliğin görevi tamamlamak."

 

"İnan bana Damla yerine sen olsaydın, hayatınla çok rahat oynardım bu kumarı Gece. Ama ne yazık ki değilsin..."

 

Bunlar İzel'in söylediği son cümleler oldu ve hemen ardından bir metalin yere çarpan sesine karışan İzel'in sarfettiği küfür sesi duyuldu.

 

"İletişiminize hayran kaldım..." diye yorumunu ortaya koyan Maya'yı duymazdan gelip yeniden bilgisayar ekranına döndü ve toplantı salonunun görüntüsünü koridorun görüntüsü ile değiştirdi. Bir yolu olmalıydı. O toplantı bitmeden Damla'yı o odadan çıkaracak bir yol olmalıydı.

 

"Arkadaşını çıkarmanın yolunu mu arıyorsun hâlâ?" dedi Maya bu kez, gözleri ekranda parmakları klavyedeyken. Gece'nin sessizliği onun için yeterli bir cevaptı, başın iki yana doğru salladı. "Siz erkekler..." derken sesi hayıflanır gibi çıkıyordu. "Neden biraz pratik zekâlı olamıyorsunuz ki?" Ardından tüm kontrolü dervalıp klavyedeki bir tuşa basılı tuttuğu parmağıyla birlikte, "Damla, bebeğim beni duyuyorsan nefes sesini duymamı sağla..." dedi.

 

Damla ilk kez duyduğu bu kadının sesiyle irkildi. Tam olarak neyin içine düştüklerini, bu yabancı kadınların kim olduğunu bilmiyordu ve tedirgindi. Gece neredeydi? Damla o kadının söylediğini yapmalı mıydı? Yaparsa bir tuzağın içine düşerler miydi? Belki de çoktan o tuzağa düşmüşlerdi.

 

"Damla... İyi misin?" diye hafif bir telaşla seslenen bu kez Gece olduğunda Damla kadının istediğini verip derin bir nefes aldı.

 

"Ne kadar da güzel..." diye hayıflandı bunun üzerine Maya. "Hiçbirimiz birbirimize güvenmiyoruz ama birlikte hareket ediyoruz..." Ardından ellerini klavyeden çekti.

 

"Toplantı salonundan çıkmanın en risksiz yolu burnunu kanatman. Bunu yapabilir misin?"

 

Kaşları çatıldı Damla'nın. Bu tam olarak nasıl buradan çıkmasını sağlayacaktı ki? Şüphelenmezler miydi?

 

Sessiz kaldığı bu kısa sürede Gece söze girdi. "Güzelim görüş açımız toplantı masası ile sınırlı, sen karanlıkta kalıyorsun, seni göremiyorum. Yapabilirsen iki derin nefes al."

 

Düşündü. Burnunu nasıl kanatabilirdi ki kimseye fark ettirmeden? Gece'ye istediğini verip iki derin nefes alırken bunu düşünüyordu. Öyle ki duvara kafa atmayı bile düşündü. Adamlar hâlâ bir şeyler konuşuyorlar ve içmeye devam ediyorlardı. Musa denen adam ise ona bakıp duruyordu ama iyiden iyiye sarhoş olmaya başladığı da aşikârdı. Bu Damla'yı daha da korkuttu. Birazdan servis sırasının ona geçeceğini de biliyordu, tabi toplantıyı bitirmeye karar vermezlerse. Toplantının bitmesi demekse daha büyük bir sorun demekti.

 

"Elinde kalem gibi bir cisim yoksa eğer, parmağını burnuna olabildiğince derin ve sert bir şekilde sok." diyerek düştüğü çıkmazdan onu kurtaran, tanımadığı o kadın oldu. Pekâlâ diye geçirdi içinden ve yavaşça bir adım geriye çekilip bedenini duvara yasladı. Bu sayede hemen yanında dikilen kızın ardına gizlenmişti. Bir elini yavaşça yukarı kaldırıp, işaret parmağını ileri uzatarak diğer parmaklarını avucuna doğru kapattı ve derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp yaşayacağı acıyı düşünmeden parmağını hızla burnuna soktu.

 

Uzun ve sivri olan tırnağı işini kolaylaştırmış ve ucu burun içindeki deriyi kesmişti, acıyı hissedebiliyordu, kanayacağını biliyordu. Parmağını hızla çekti burnundan ve hemen akabinde dudağının üzerine doğru akan ılıklığı hissetti. Yeniden eski yerine geçerken elini o ıslaklığa sürüp kanı parmak uçlarında hissetti. Kan çoktan dudağının kenarından çenesine doğru akmaya başlamıştı bile. Elini burnunun altına tutup öne doğru hafifçe eğildiğinde, toplantı masasında oturanların dikkatini çekmeyi başardı.

 

"Ne oluyor orada?" diye soran Rauf Karan'dı. Damla öyle gergindi ki az daha Türkçe cevap verecekti buna ama neyse ki son anda rolünü hatırlayıp cevap vermedi. O Türkçe bilmiyordu, o Rusça'dan başka bir dil bilmiyordu.

 

Rauf Karan yemi yuttu, Rusça bir şekilde Damla'ya "Buraya gel." diye seslendi. Damla aldığı komutla elini burnundan çekmeden toplantı masasına doğru yürüdü. Parmaklarının arasından sızan kanlar yere damlıyordu. Gözleri sırayla adamlarda dolaştı bir an ama korku duygusuyla doldurduğu için bakışlarını, kimse neden baktığını anlamadı. Damla adamların yüzlerindeki iğrenti ifadesini gördü, hoşnutsuzluğu.

 

Adamların tepkileriyle birlikte Damla'yı görmeye başlayan Maya, neden bunu istediğini açıklamak için bir kez daha klavyedeki tuşa basıp konuşmaya başladı.

 

"Aynen öyle bebeğim. Burnunun kanamasından hoşlanmadılar çünkü kanamasına neden olan onlar değil, üzerinin lekelenmesinden iğreniyorlar çünkü lekelerin mimarı onlar değil. Şimdi seni temizlenip toparlanman için tuvalete gönderecekler bir tilkiyle birlikte. O tilkiyi hakladığın sürece Yazgı gelene kadar orada güvende olursun."

 

Aynen söylediği gibi oldu Maya'nın Rauf Karan yanına gelen kızın yüzüne baktıktan sonra hemen önünde duran telsize uzanıp üzerindeki tuşa bastı ve sadece "Linda..." dedi. Birkaç saniye içinde toplantı odasının büyük kapısı açıldı ve içeri kızıl küt saçlı, siyah tulumlu bir kadın girdi. Belindeki kemeri gören Damla ürkmüştü doğrusu. Bu kadını nasıl haklayacaktı ki?

 

"Bu kızı al ve tuvalete götür, kendini toparlasın. Kapıdakilerden birine de söyle temiz kıyafet bulsun kıza. Bu şekilde kimseye sunamam onu. Ayrıca üst kattakilerle irtibata geç, bu kapının önüne sizin yerinizi dolduracak iki kişi gelsin hemen. Bu kapıdaki güvenlik, onun altına düşmeyecek."

 

(Bulursan geçirirsin kanka shkdhxlzhz)

 

Tilki bir kez başını aşağı eğerek onayladı Rauf Karan'ı ve keskin bakışlarını Damla'ya çevirip kapıyı daha da açarak koridoru işaret etti eliyle. Damla elini burnunun altında tutmaya devam ederken, onun için açılan kapıdan geçip toplantı odasından çıktığında rahat bir nefes almaya çalıştı ama burnu kanarken bu biraz zor olmuştu. Gözlerinin görebildiği kadarıyla kapının iki yanında dizilmiş, Linda denen kadınla aynı görünen bir sürü kadın daha vardı. Linde eliyle birine işaret verip yanına çağırdı.

"Git bu kıza uygun kıyafet bul gel." derkes sesi tek düze çıkıyordu. Diğeri hiçbir şey söylemedi sadece başı ile onaylayıp ileriye doğru yürüdü. Bu sırada Damla'nın gözleri diğer kızlara kaymıştı. Hepsi birbirinin aynıydı bu kadınların. yüz hatlarında hatırı sayılır bir değişiklik olsa da boyları ve kilolarına kadar aynı duruyorlardı.

 

Tilki Damla'nın kolundan tutup onu yürütmeye başladığından Damla gözlerini ancak çekebildi o gruptan.

 

"Damla..." dedi bir kez daha tanımadığı o kadın sesi. "Onun yukarıdakilerle iletişime geçmesini önlemen gerek. Çünkü yukarıda iletişime geçebileceği kimse yok. Anında cevap gelmezse anlar ve otoparktakilerin üst katlara dolmasına neden olur. Bu her şeyi zorlaştırır."

 

Bu sözlerle Damla'nın gözleri yanındaki kadına kaydı. Eli kulaklığına doğru gitmişti bile çoktan ve "Anya..." diye seslenmişti bile.

 

Geç kaldıklarını anladılar, çünkü Linda ikinci kez seslenme gereği bile görmeden Damla'nın kolunu bırakıp bileğindeki saate yöneldi ve saatin kenarındaki bir tuşa basıp "Üst katlara adam yollayın, bir terslik var." diye çağrısını yaptı. Damla hiçbir şey yapamamıştı çünkü hâlâ diğerlerine çok yakınlardı ve korkuyordu.

 

Linda omzunun üzerinden geride bıraktığı kızlara bakıp "Bu kapının önünde kuş dâhi uçurmayacaksınız." dedi sert bir sesle. Bu komutla birlikte tilkiler kapının önünde duvara resmen set kurar gibi yerlerini alıp bir ellerini bellerindeki bıçaklardan birinin, diğer ellerini de silahın üzerine koyup saldırıya hazır konuma geçtiler. Tanrım, duyguları alınıp robotlaştırılmış bir insan sürüsü gibiydiler. Bu Damla'yı daha çok korkuttu.

 

Koridor boyunca yürüyüp sola döndüklerinde karşılarına çıkan tuvaletin kapısını Linda açtı ve Damla'yı içeri itip kapıyı geri kapattı. Damla hızla peçeteliğe uzanıp aldığı bir miktar peçeteyi burnuna bastırdı. Sesi duyulur diye konuşmaya bile korkuyordu.

 

"Şimdi tek yapman gereken orada beklemek bebeğim." dedi Maya yatıştırıcı bir sesle. "Çünkü ortalık karışmak üzere ve o kadının bir kez daha seni kontrole gelebileceğini düşünmüyorum."

 

Tam olarak nasıl bir şeyin içine düşmüşlerdi, buradan nasıl çıkacaklardı, dışarıda neler oluyordu? Hiçbir şey bilmiyordu genç kız. Sadece içindeki yükselen ve asla inmek bilmeyen o korkuyu biliyordu. Ve korkuyla birlikte yükselen, kötü bir şeyler olacakmış hissini...

 

💎🎭

 

Tilkinin verdiği bu talimatla otoparktaki adamların asansöre doğru hareket edişini büyük bir şaşkınlıkla izliyordu Gece. İkinci bir sesleniş yok muydu yani? Diğer tilkinin haber vermesini bekleyiş... Evet haber alamadığı taktirde bunun olacağını biliyordu ama bu kadar çabuk olması ona da sürpriz olmuştu.

 

Öte yandan, tüm bunlardan habersiz olan İzel, köşe bucak arıyordu odanın içini, belki gizli bir dolap ya da çekmece bulurum umuduyla. Yazgı ise bir kenarda durmuş onu izliyor, yardım isteyeceği anı bekliyordu ama bu inatçı kız asla yardım istemiyordu.

 

Duvardaki kılıçları yere deyim yerindeyse fırlatmış, tezgâhı kaplayan camı kırmış, bıçakların altına serilen beyaz saten örtüyü bıçaklarla birlikte söküp atmış, yine de bir şey bulamamıştı. Odanın biraz önceki düzenli halinden eser kalmamış, adeta savaş alanına dönmüştü her yer.

 

İzel en sonunda pes edip nefes nefese ortada durduğunda Yazgı yaslandığı köşeden doğrulup İzel'in yanına doğru yürüdü ve tam yanında durup eserine bakarken "Yardımıma ihtiyacın olmadığından emin misin?" diye sordu.

 

Odaya ilk geldiklerinde ve ona ne aradığını sorduğunda senin yardımına ihtiyacım yok cevabına bir göndermeydi bu soru.

 

İzel kısacık bir an Yazgı'nın yüzüne bakıp pes edercesine omuzlarını düşürdü ve "Pekâlâ, sen kazandın..." dedi. Bundan asla memnun olmadığı her halinden belliydi. "Yardım et bakalım."

 

Yazgı, hiçbir şey söylemeden ileri doğru yürüyüp uzun tezgâhın baş tarafına geçti ve elini tezgâhın üst kısmına yerleştirip ileri doğru itti. İzel, tezgâh çukur olduğu için bu hareketin bir işe yarayıp yaramadığını göremediğinden Yazgı'nın yanına doğru yürüdü hızlı adımlarla ve Bingo... Zemin ileri doğru kaymış, altındaki siyah karton bir dosya kapağı gözler önüne serilmişti.

 

İzel hayretle Yazgı'ya baktı ve "Şaka yapıyor olmalısın..." diye tısladı. "Madem biliyordun neden en başında söylemedin?"

 

Yazgı omuz silkti.

 

"Yardımıma ihtiyacın olmadığını söyledin. Ve yardımıma ihtiyacın olduğunu kendi kendine kanıtlamış oldun."

 

İzel bu yenilgi karşısında hiçbir şey söyleyemedi. Pekâlâ haklı olduğu apaçık ortadaydı.

 

Belindeki çantanın alt kısmında bulunan fermuara uzanıp zorlanmadan açarken kulaklığından Gece'nin sesi doldu kulağına. İki haberi taşıyordu ona bu ses. Biri iyi biri kötü...

 

Damla toplantı odasından çıktı, şu an güvende diyordu önce. Ardından ekliyordu. Otoparktaki korumaların bir kısmı asansör ile sizin kata çıkıyor, bir kısmı merdivenlere konuşlanıyor.

 

Yani asıl parti şimdi başlıyordu...

 

Aynı cümleleri duyan Yazgı İzel'e dönüp, "Acele et, ne alıyorsan al ve ben söyleyene kadar sakın bu odadan dışarı çıkma." dedi katı bir sesle. Ardından yere eğilip birkaç tane bıçak aldı ve kemerine sıkıştırdı. Elinde uzun bir kılıçla yeniden doğrulduğunda İzel'in kaşları havalanmıştı. "Sen ne yapacaksın?" diye sorarken aslında ne yapacağını anlamıştı.

 

Yazgı omuz silkti.

 

"Biraz eğleneceğim."

 

Ve odadan çıkıp kapıyı kapattı. Tam o an asansörün durduğunda çıkardığı o ses duyuldu kulağına ve kapılar kayarak iki yana açıldı. Elindeki kılıçla dimdik ve korkusuz bir şekilde, asansörden inen adamlara baktı. Dört kabinden aynı anda bir dolu adam inmiş ve boş koridoru doldurmuşlardı. Otuza yakın adam vardı karşısında Yazgı'nın.

 

Yazgı'yı gören belindeki silahı çıkarıp Yazgıya doğrultuyordu ama bu Yazgı'yı hiç etkilemiyordu. Adamların ortasından sıyrılıp ileri çıkan, tanıdık yüzü gördüğünde dudağının bir köşesi yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Selim..." derken sesinden akan alay elle tutulur cinstendi. Selim, Rauf Karan'ın en güvendiği adamlardan biriydi. Bir piramit düşünürseniz, en tepede Rauf Karan, bir alt katmanda ise Selim ve üç kişi daha vardı. Rauf Karan hakkında her şeyi bilir, tüm işlerini organize ederler ve onu güvende tutarlardı. Yakalandıkları taktirde onlardan bilgi almak imkânsızdı. Zira Selim'in yüzünün sağ kısmını kaplayan yanık izi bunun en büyük örneğiydi. Yazgı'nın eseriydi o iz...

 

Selim denen adam öfkeyle Yazgı'ya bakarken "Tahmin etmeliydim bir sorun olduğunu söylediklerinde altından senin çıkacağını." dedi. Adeta burnundan soluyordu. Öyle nefret ediyordu ki Yazgı'dan. Eğer şansı olsa o dakika içinde öldürürdü Yazgı'yı.

 

Yazgı, keyifli bir halde uzun kılıcı kaldırıp düz tarafını boş olan avucuna yerleştirdi ve yüzündeki ifadeyi korurken "Bence de etmeliydin." diye karşılık verdi.

 

Selim'in bakışları Yazgı'nın elindeki kılıca kaydığında kaşları alayla kalktı. "Ne o?" diye sordu. "İlkel yöntemlere yönelmeye mi karar verdin?"

 

Arkasında kalan adamların hepsi hâlâ silah doğrultmaya devam ediyordu. Yazgı'nın başı sağ omzuna doğru düştü. Dudaklarındaki alayın doğurduğu gülümseme büyürken "En azından sıkamayacağımı bildiğim halde kimseye silah doğrultmuyorum Selim." dedi. Hiçbirinin o silahları patlatamayacağını bilmenin rahatlığı vardı üzerinde. Yazgı Deha Yaman, bu adamlar karşısında iki nedenden dolayı dokunulmazdı.

 

Yazgı'nın söylediğiyle adamların hâlâ silah doğrulttuğunu fark eden Selim, gözlerini Yazgı'dan ayırmadan "İndirin silahlarınızı, o Yazgı Deha Yaman..." diye bağırdı.

 

Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine bakarlarken yavaşça silahları indirmeye başladılar. Yazgı'nın en sevdiği kısımlarıdan biriydi bu. Adamlar onun kim olduğunu anlıyor ve gözlerindeki ifadeler değişiyordu. Alaylı bakışlar yerini korkuyla karışık ciddiyete bırakıyordu.

 

"Şimdi nasıl yapalım Selim?" diye sordu Yazgı kılıcın pürüzsüz yüzeyini inceler gibi yaparken "Siz mi yolumdan çekilirsiniz yoksa ben mi çekeyim?" diye mırıldandı. Sonra kılıcı hızla iki yanındada döndürüp ucunu adamlara doğru uzattı.

 

Selim hissettiği tüm nefreti gözlerine yansıtarak Yazgı'ya bakıp "Canlı yakalayın..." dedi adamlara ve geriye doğru yürürken ekledi, "Benden sonra hepinizin onu becermesine izin vereceğim." Aldıkları emir karşısında bir an bile tereddüt etmeden ileri doğru atılmaya başlayan adamlara karşı tek tepkisi elindeki kılıcı bir kez daha iki yanında döndürmek oldu Yazgı'nın ve bir saniye sonra ona ulaşan ilk adamın boğazında derin bir kesik açıldı. Kesikten akmaya başlayan kanın ilk damlası Yazgı'nın yüzüne sıçramıştı.

 

Yere devrilip şiddetli titremelerle can veren adamın üzerinden atlayarak gelen ikinci, Yazgı'nın salladığı kılıç darbesinden kurtulmayı başarsa da, belindeki kemerdeki bıçaklardan birini boştaki eliyle çekip hızla adama fırlattığında, bıçak tam olarak gözüne saplandı. Acı dolu bir çığlıkla dizlerinin üzerine çökerken eli yüzüne kapanmıştı. Diğerleri adamı umursamadan genç kadının üzerine çullanmaya başladığında durmadı Yazgı. Kılıç, parmaklarının arasında ustaca dönerken tek ayağının üzerinde, kendi etrafında dönüp ona yetişen dört adamı aynı anda kesti. Yüzüne ve tişörtüne sıçrayan kanların ılık kayganlığını teninde hissediyor, acı dolu iniltiler havada uçuşuyordu.

 

Ona doğru sallanan yumruktan eğilerek kurtulup bir kez daha kılıcını salladı, adamın beyaz gömleği boydan boya yırtılırken kesilen derin yarıktan fışkıran kanlar doğrudan Yazgı'nın üzerine gelmişti. Şimdi o kanın yoğun dokusu her yerindeydi.

 

Gözüne çarpan bir görüntüde, adamlardan birinin, gözüne bıçak saplanmış adamı tutup gözündeki bıçağı çekip çıkardığını gördü. Havaya yayılan çığlığın kaynağıydı bu. Adamın ne yapacağını anlayan genç kadın, hemen önündeki adamın göğsüne sert bir tekme atarak adamı geriye doğru savurup önünden çekti ve belinden çıkardığı bir başka bıçağı, diğer adamdan hızlı davranarak ileri fırlattı. Bıçak havada dönerek ilerleyip adamın tam boğazına saplanmıştı.

 

Adamın birinin ona salladığı yumruğu son anda fark edip geriye çekilerek gelecek olan darbeden de son anda kurtuldu ve hiç düşünmeden kılıcı kaldırıp sert bir darbeyle adamın bileğine doğru indirdi. Adamın eli bileğinden ayrılıp yere düştüğünde adam ilk an bunu fark edememiş, öylece kan fışkıran koluna bakmıştı. Ardındansa tiz bir çığlıkla koridoru inletmişti.

 

O adamla ilgilenirken karnına doğru gelen darbeyi fark edemedi ve mide boşluğuna doğru sert bir tekme yedi. Bu genç kadının geriye doğru sendelemesine neden oldu. Onun sendelemesinden yararlanmak isteyen adamlar daha bir hırsla saldırmaya çalıştılar ama Yazgı buna fırsat vermedi. Anında toparlanıp, ilk gelenin göğsüne ayağını bastırıp yerinde sıçradı ve havada dönüp adamın suratına sert bir tekme savururken bir diğer adamın göğsünü boydan boya kılıçla kesti.

 

Ne Yazgı pes etti ne de adamlar vaz geçti. Yerler kesilen bedenlerle, kopan uzuvlarla dolup kan gölüne dönerken, Yazgı baştan sona kırmızıya bulanmış bir halde cesetlerin ortasında elinde sımsıkı tuttuğu kılıcıyla duruyordu. Başını kaldırıp asansöre doğru ilerleyen Selim'e baktı. Delirmiş gibi tuşlara basıyor, asansörü çağırmaya çalışıyordu. Yazgı buradaki adamların Rauf Karan'ın adamları olduğunu biliyordu, diğer kodomanların köpeklerinin, sahiplerinden emir gelmeden yerlerinden kıpırdamayacağını...

 

"Sana en son görüşmemizde ne söyledim ben Selim?" diye sordu Yazgı. En son görüşmelerinde Selim'in yüzünü yanan bir ateşe bastırmış ve canını bağışlamıştı.

 

Adımları cesetlerin arasından yerdeki kanlarda ayakizini bırakarak Selim'e doğru ilerlediğinde devam etti sözlerine. "Bir daha karşıma çıkarsan bu son olur... Ve sen ne yaptın Selim? Karşıma çıktın."

 

Tam asansörün kapısı açıldığında Selim'in yanına yetişti ve o içeriye giremeden saçlarından kavradığı gibi onu asansörden uzaklaştırdı. "Yapma..." dedi Selim can havliyle. Yazgı'nın elinden kurtulmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Yazgı Selim'in bacağının arkasına vurarak diz çökmeye zorladığında, bastıramadığı bir iniltiyle dizlerinin üzerine çöktü.

 

"Ne diyordun Selim?" diye sordu bu kez Yazgı onun saçlarını sertçe çekip başını geriye doğru yatırırken. "Adamlarına neyin sözünü veriyordun sen? Bir daha söyle..."

 

Korku dolu gözlerle ona üstten bakan kadına bakarken ağlamaklı bir sesle "Özür dilerim, lütfen canımı bağışla." diye yalvardı. Peki yalvarması neye yarıyordu? Koca bir hiç...

 

"Sana... Bir daha... Söyle dedim." dedi Yazgı duygulardan yoksun sesiyle.

 

Selim yutkundu... Bu kadının şakasının olmadığını bilecek kadar tanıyordu onu. Merhametinin olmadığını da...

 

Ağlamaya başladığı o noktada "Sen kimsin ki beni becerebileceğini, dahası adamlarına da bunu yaptırabileceğini düşünüyorsun?" dedi Yazgı onun söylemediği cümleleri dile getirerek.

 

"Özür dilerim..." dedi Selim bir kez daha ama hiçbir faydası yoktu, zira söylediği son cümle bu olurken Yazgı bir an bile düşünmeden kılıcı boğazına dayayıp onun nefesini kesti. Açtığı derin kesikten kanlar akmaya başlarken başından iterek artık nefes almayan bedenin yere düşmesini sağladı.

 

Ardında bıraktığı kan ve etten oluşan yola bakarken "Toplantı bitti..." diyen sesini duydu Maya'nın. "Orada olduğun Rauf Karan'a haber verildi. Şimdi apar topar herkes toplantı salonundan çıkıyor.

 

Yazgı Selim'in çağırdığı asansörün düğmesine yeniden basıp kapıların açılmasını sağlarken "Çıkabilirsin Küçük Kız." diye bağırdı ileriye doğru. Ardından "Ama akıl sağlığın için gözlerini kapat öyle çık, ya da en azından yere bakma." diye ekledi ve kabine girdi.

 

İzel duyduğu sesle yutkundu. Sabahtan beri duyduğu seslerden dolayı onu nasıl bir manzaranın beklediğini az çok tahmin ediyordu ve bu durum onu ürkütüyordu. Sonsuza kadar burada kalamayacağının bilincinde olarak açtı kapıyı ve koridora doğru ilk adımını attı. Anında yoğun bir kan kokusu burnumdan içeriye dolmuştu. Mide bulandırıcı bir kokuydu... Bakmamak imkânsızdı... Her yer cesetlerle doluydu, derin kesikleri olan... Kopmuş uzuvları olan... Surat ifadesini sabit tutmaya gayret ettiği her an bu daha da zorlaşsa da yine de güçlüydü İzel. Başardı.

 

"Bitmek üzere İzel..." dedi Gece yatıştırıcı bir sesle. "Gidiyorlar." Bu İzel'in rahatlaması için yeterliydi. Gözleri doğrudan ileri doğru bakarken, "Damla?" diye sordu. "O iyi... Tuvalette sizin gelişinizi bekliyor. Kapısının önünde bir tilki vardı, o da haber gelince hızla oradan ayrılmak zorunda kaldı."

 

Başını sallamakla yetindi İzel. Hızlı adımlarla Yazgı'nın kapısını açık tuttuğu asansöre girdi. Yazgı üçüncü katın tuşuna basıp kapıları kapatırken "Nerede Maya?" diye sordu sadece.

 

"En son o çıktı toplantı odasından. Tilkiler ve korumalarla birlikte asansörlerin önünde bekliyorlar."

 

"Güzel..."

 

İzel gözlerini dikmiş öylece Yazgı'ya bakıyordu. Kılıç hâlâ elindeydi. Baştan aşağı kana bulanmıştı. Öldürdüğü adamların kanına... Yargılamıyordu İzel. En azından o odadan nasıl çıkacağız düşüncesinden kurtulmuştu.

 

Asansör durdu. Kapılar kayarak açılmaya başladığında dışarıdan bir dolu tetik çekme sesi de geldi eş zamanlı olarak ve kapılar tamamen açıldığında yukarıda ölenlerden daha fazlasının burada, karşılarında buldular.

 

Yazgı'nın gözleri doğrudan, etten bir duvarla çevrelenmiş Rauf Karan'ın gözlerine dikildi.

 

"O kadar korkaksın ki..." dedi sadece Yazgı başını iki yana sallayarak. Ardından ileri doğru bir adım attı. Adamlar silahlarını indirmeseler de Yazgı'nın bu hareketiyle onlar da birer adım geriye gitmişti.

 

"Ama bu etten duvarlar, zamanın dolduğunda seni kurtarmaya yetmeyecek Rauf Karan. Şimdi şu göstermelik silahları indirip siktirolup gidin buradan."

 

Diğer kodomanlar da hemen Rauf Karan'ın arkasından olan biteni izliyorlardı. Yazgı'nın sözleriyle birlikte bir grup asansörün önünden ayrıldı ve merdivene yöneldi. Onların hemen ardından diğerleri de o tarafa doğru ilerlemeye başladığında geride sadece Rauf Karan ve tilkileri kalmıştı. "Yakalayalım mı efendim?" diye sordu içlerinden biri. Konuşabildiğine göre o Linda olmalıydı.

 

Rauf Karan Yazgı'nın gözlerinin içine uzun uzun baktıktan sonra "Geri çekilin." demekle yetindi ve o da arkasını dönüp merdivene doğru ilerledi. Tilkiler istemeye istemeye takip ettiler sahiplerini.

 

Yazgı ve İzel koridorda yalnız kaldıklarında Gece, Damla'ya da haber verdi ve Damla tuvaletten çıkıp boş koridorda koşarak İzel'in yanına geldi. Birbirlerini gördükleri an sarılmaları kaçınılmazdı.

 

Yalnız olduklarını sanıyorlardı. O dakikada, görevin bittiğini zanneden Gece ve Maya sadece İzel, Yazgı ve Damla'yı gösterem kamerayı izliyorlardı. Onlara adım adım yaklaşan tehlikeyi kimse fark etmedi.

 

Bir tilki, koridorda elinde birkaç parça kıyafetle ilerlerken onları fark ettiğinde İlk Maya'nın gözüne takıldı o tilki. Maya hızla tuşa uzanıp Yazgı'ya haber vermek için harekete geçti ama buna gerek kalmadan Tilki hızla belindeki kemerdeki iki silahtan birini çekip onlara doğru ateş ederek varlığını belli etti.

 

İzel irkilerek sesin geldiği yöne doğru bakarken, Yazgı hâlâ belinde duran silahı çıkarıp tilkiye doğru ateş açmaya başladı. İlk kurşunla ileri doğru savrulan tilkiye diğer kurşunlar da isabet ediyor ve onu delik deşik ediyordu.

 

Silahtaki kurşunlar bittiğinde ancak durdu Yazgı ve asıl bilanço o zaman ortaya çıktı. Durduğu yerde sarsılan damla

elini acıyla yanan kısmına bastırdığında parmaklarına bulaşan kanla sarsıldı.

 

O tek kurşunun rotası Damla olmuştu, Damla vurulmuştu...

💎🎭

Bölümü nasıl buldunuz?

Bana çok sövmeyin olur mu🥲

Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler😽

Loading...
0%