Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35| GECEDEN SABAHA DAMLAYAN KÖTÜLÜK

@saniyesolak

Sellam❤️

 

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın olur mu?❤️

 

Keyifli okumalar diliyorum😽

 

💎🎭

 

YAZARDAN:

 

Kararan havayla birlikte, sokak lambalarının ışığının altında İzel'in arabasının uzaklaşmasını izledi Gece Hancı. Üzerinden bir yük kalkmış gibi hissediyordu kendini.Görevden sağ salim çıkmaktan ya da başarılı olmaktan öte, iki gündür İzel'in masum, çocuksu heyecanına şahit olmaktı bunu sağlayan. Küçük kardeşinin yüzüne, hüzün ve acıdan çok uzak bir mutluluk ekebildiği içindi.

 

Belki büyük bir hata yapıyor, her şeyi riske atıyorlardı ama İzel'in o gülümsemelerine, o mutluluğuna değerdi.

 

Henüz kendi bile farkında değildi ama o herife aşık olmuştu. İçine daldığı bu okyanusta şimdi kendini özgür hissediyordu ama o okyanusun dalgaları onu karaya taşıdığında, karada onu bekleyen tek şey acı olacaktı. İzel bunu göze alıyordu, gelecek olan o acıları şimdiden göğüslemeye hazırdı ve o zaman geldiğinde Gece Hancı, onun sırtını yaslayıp güç alacağı o dağ olmak için orada olacaktı.

 

Fakat şimdi görev yüzünden ertelediği şeylere dönme vaktiydi.

 

Sokak kapısı, İzel'in arabasının geçişinden sonra usulca kayarak kapanırken arkasını dönüp eve girdi Gece. Salonu dolduran savaş naraları, Damla'nın izlediği diziden geliyordu. Ayakları onu salona taşıdı ve sormadan koltukta Damla'nın yanına oturdu.

 

O pür dikkat diziyi izlerken Gece Damla'ya baktı. Artık ona baktığında çok daha fazlasını görebiliyordu. Gerçekten kardeş olabilirlerdi. Öz, aynı rahimde büyüyen ikiz kardeşler... Bu düşünce dudağının kıvrılmasına neden oldu. Öz ya da değil bu Gece için fark etmiyordu tabi, Damla her halükarda onun için çok değerliydi ama... Ailesinin bir parçasını bulma hissi onu heyecanlandırıyordu. Ona dayatılandan değil de kendi gerçekliğinden bir parça bulmak...

 

"Kendini nasıl hissediyorsun? Ağrın var mı?" Dikkatli gözleri yaranın olduğu kısma kaydı. Sanki bandajın altını görebilirmiş gibi... Bu yara bile o gün o iki kadın olmasa bittiklerinin resmiydi. Kahraman Hancı'nın fütursuzca hareketleri ve darbe kabul etmeyen egosunun, sonları olacağının uzun zamandır farkındaydı ama sanki o adam bunu öne çekiyor gibiydi. Aptal birkaç dosya için girdikleri o riske asla değmezdi. Daha en başından, tilkilerin kendi ofisine girmesine izin vermeden onları ortadan kaldırmalı, Rauf denen o adamın egosunu hiç beslememeliydi. O gün o toplantıda söyledikleri, ne kadar kandırılmış da olsa, egosunun fazlasıyla beslendiğinin en büyük kanıtıydı.

 

Ayrıca, her zaman olanın aksine polisler falan devreye girmemişti bu kez, olayın üzeri öylece kapatılmıştı. Ve binadaki her ceset bizzat Rauf Karan'ın adamları tarafından temizlenmişti.

 

Nasıl bir görevden geçtikleri belirsizdi ama sonuca odaklanılırsa hâlâ hayattaydılar ve canlarına okunmamıştı. En azından üçünün birden. Damla arada kaynayan kişi olmuştu.

 

Ve KittyWhite ile tanışmak... Onu iş üstündeyken izlemek... Bu, Gece Hancı için o gecenin en önemli olayıydı.

 

Damla sıkılmış gibi nefesini dışarı verdiğinde düşüncelerinden sıyrılıp yeniden ona odaklandı. Başını koltuğa yaslayan genç kız, büktüğü dudaklarıyla "Gayet iyiyim..." diye mırıldandı. "Evde çok sıkıldım artık. Yarın okula gidebilir miyiz?"

 

Gece bir elini uzatıp onun sarı saçlarını karıştırırken "Yarın uyandığında hâlâ aynı şekilde düşünüyor olursan gideriz." diye cevapladı onu. Dudakları mutlulukla kıvrıldı Damla'nın. "Kesinlikle aynı şekilde düşünüyor olacağım." Mavilerini çevirip yeniden diziye döndü.

 

Gece onu izlemeye devam ederken duruşunu dikleştirip boğazını temizledi. "Benim dışarıda küçük bir işim var, yalnız idare edebilir misin?" Gözleri bir kez daha kolundaki sargıya kaydığında sesi ister istemez tereddütlü çıkmıştı. İzel gider gitmez bunu yapıyor olmak kendini bir miktar kötü hissetmesine neden olsa da artık bazı şeylerin vaktinin geldiğinin farkında olmak geri adım atmasına engel oldu.

 

Damla yeniden Gece'ye döndü, gözlerinde sorgulayıcı bir bakış vardı. "Gerçekten mi Gece?" diye sordu hafif alay hafif sitemle harmanlanan bir sesle, tek kaşını kaldırarak. "İzel gider gitmez mi yani?"

 

Gece sevimli bir gülümseme ile bakıp ellerini iki yana kaldırdı ve omuz silkerek cevap verdi. Bu hareketi Damla'nın gözlerini devirmesine neden olmuştu. Genç kız yaslandığı yerden doğrulup orta sehpaya doğru uzandı. Kolundaki dikişler, hareket ettiği için gerildiğinden hafifçe yüzünü buruşturmuştu. Sehpanın üzerindeki boş cam şişeyi alıp yeniden arkasına yaslandı ve şişeyi Gece'ye uzatıp "Buna su doldurduktan ve bana büyük boy bir bol sütlü bir soğuk kahve yaptıktan sonra istediğin yere gidebilirsin Gece'ciğim." dedi en masum çıkan sesiyle.

 

Gece, Damla'nın elindeki şişeyi alırken Damla, aklına bir şey daha gelmiş gibi gülümsedi ve alttan alttan Gece'ye bakarken "Bir de..." diye mırıldandı, kollarını karnının üzerine sarmıştı. "Sanırım biraz acıktım, bana bol yeşillikli bir salata da yapabilir misin gitmeden önce?"

 

Damla Gece'yı kıvrandırmak için eline geçen bu zamanı sonuna kadar, en verimli şekilde kullanmakta kararlıydı çünkü çok keyif alıyordu.

 

Gözlerini devirdi genç adam. "Daha yarım saat önce yemek yedik..."

 

"Yani..."

 

"Yanisi... Benim Damla'mın bu kadar kısa sürede acıkması mümkün değil. Sırf beni kıvrandırmak için yaptığını anlamıyorum sanma."

 

Damla, üstünlüğü avuçlarında tutan birinin özgüveniyle "İzel'i mi aramalıyım yani?" diye sordu gözlerini kısarak ve Gece'nin cevap vermesine fırsat vermeden konuşmaya devam etti. "Muhtemelen, Savaş'ın evine henüz gitmemiştir, yani arasam beş on dakika içinde burada olur ve beni ihmal ettiğini düşünüp gitmekten vazgeçer. Onun için çok önemli olan bu plan iptal olduğu için de ömrünün geri kalanını senden nefret ederek geçirir. Bilirsin, İzel nefret etme konusunda oldukça başarılıdır."

 

Gece dehşete düşmüş bir ifadeyle baktı karşısındaki kadına. Dudaklarından alaylı bir 'hah' sesi çıkarken başını iki yana salladı ve arkasını dönüp mutfağa doğru ilerledi. Bir yandan da "İzel resmen giderken bir küçük versiyonunu burada bırakıp öyle gitmiş..." diye homurdandı Damla'nın duyacağı şekilde. "Cadı olan İzel, sen masum olansın Damla Hancı."

 

Genç kızın dudaklarından bir kahkaha kaçtı ama kolundaki yaranın sızlamasıyla kahkahası yarım kaldı ve diğer eliyle kolunu tutup hoşnutsuz bir ifadeyle yüzünü buruşturdu. "Masumum diye aptal mı olmalıyım yani? Bizi saatlerce koşturup arkamızdan arabayla kovaladığın günleri unutmadım ben Gece Hancı." Kolundaki acı, anın eğlencesini çıkarmasına engel değildi.

 

Gece homurdana homurdana Damla'nın salatasını ve kahvesini yapıp suyunu doldurduktan sonra başka bir şey var mı diye bakmış, ve baktığına kesinlikle pişman olmuştu. İlk an bir yastık istemişti Damla, O yastık geldiğinde bir battaniye, battaniye geldiğinde pijamalarını, pijamaları geldiğinde bir yastık daha ardındansa bakım ürünlerin içine özenle sıraladığı büyük kutuyu...

 

Gece tam anlamıyla çıldırmanın eşiğine geldiğinde, genç kız sinsi sinsi gülüp onu özgür bırakmıştı ve nihayet Gece Hancı, odasına kendisi için çıkıp, üzerini değiştirip, alması gerekenleri de aldıktan sonra evden çıkabilmişti.

 

Takip ettiği sinyalin onu getirdiği adrese baktı. Büyük müstakil bir evin önündeydi şimdi. Şifreli sistem ile kilitlenen büyük demir kapının arasındaki boşluklardan bahçeye ve bahçenin ortasında dikilen büyük müstakil eve baktı. Dubleks evin bu yüzünde herhangi bir ışık yoktu. Bahçeye serpiştirilen küçük lambaların haricinde evi aydınlatan tek bir ışık bile yok denebilirdi. Bahçe kapısının şifresi ile uğraşmadı Gece, büyük demir kapının üst demirlerini kavrayıp bedenini zorlanmadan yukarı çekti ve ayağını, demirler arasındaki boşluklardan birine sokup, bir bacağını kapının üstünden diğer tarafa attı ve kendini aşağı bıraktı. İki ayağının üzerinde yere indiğinde başını kaldırıp bir kez daha baktı. Bu evi tanımlayacak bir kelime varsa o da şeytanın iniydi.

 

Gizlenme gereği görmeden bakımlı bahçede ilerleyip sağa sola bakındı, tek bir hareketlilik bile yoktu. Gördüğü o kadar şeyden sonra, sağdan soldan birilerinin fırlayıp üzerine atlamasını falan bekliyordu doğruyu söylemek gerekirse. Ama hiçbir şey, ses seda yoktu.

 

Bileğini kaldırıp saatindeki ekrana baktı. Sinyal hâlâ bu evden geliyordu ama bir sorun vardı. Tek bir noktadan değil beş farklı noktadan...

 

Adımları durdu. Başını kaldırıp ölüm kadar sessiz olan havayı dinledi. İçinde kötü bir sesin doğuşunu anbean hissetti. Adımları geri geri gitmeye başladı ve yeniden saatine baktı. Sinyalin merkezini işaret eden noktalar şimdi sabit değildi, yanıp sönüyordu.

 

Elbette...

 

Dudağının bir köşesi kıvrılırken o kadar da aptal değillermiş diye düşündü ve yönünü çevirip kapıya doğru koşmaya başladı. Tam o an evin arka tarafında kalan bir noktadan yüksek sesli bir patlama duyuldu ve boğuk bir duman kütlesi havaya firlarken dumanla birlikte çatının kopan parçaları da fırlamaya başladı. Hemen akabinde yan kanatların ikisi de aynı anda patladı, artık dumanların arasından fırlayan tek şey beton parçaları değil, alevlerdi. Gece hızla kapıya tırmanırken en tepeye çıktığında ön kısımda iki yerden patladı. Gece Hancı yere atlayamadan oluşan hava akımıyla havada savruldu, yere sertçe çarpan bedeni birkaç metre boyunca yerde yuvarlanmıştı.

 

Derin bir nefes aldı, çarpmanın etkisiyle sızlayan bedenini görmezden gelip ayağa kalktı. Giydiği deri ceket, kafasını ve yüzünü korumak için kendine siper ettiği kollarını korumuş olsa da ellerinin üst kısmındaki eklem yerleri sıyrıklar ve açılmalarla dolmuştu. Umursamadı, başını kaldırıp karşısında oluşan manzaraya baktı. Biraz önce tüm görkemiyle ayakta duran dubleks evin yerini şimdi cayır cayır yanan bir enkaz almış, bahçe de evle birlikte alev altında kalmıştı. Eğer birkaç saniye daha duraksayıp, geç kalsa şu an bedeni de o alevlerin arasında olacaktı.

 

Bu düşünceyle dudaklarının arasından bir kahkaha kaçtı. Saniye farkla ölüme kafa atmıştı.

 

Sakin adımlarla arabasının yanına yürüdü tekrar ve kapısını açıp bedenini sürücü koltuğuna bıraktı. Saatinde artık görünmeyen o sinyali tabletinden kontrol etmek için tableti aldı ama durum onda da aynıydı. Bekliyorlardı. Gece Hancı'nın onlar için geleceğini biliyorlardı ve ona göre hazırlık yapmışlardı. Yeniden güldü Gece.

 

Başı iki yana doğru sallanırken telefonuna uzanıp her ihtimale karşı Damla'yı aradı. Bu patlama ona sürpriz olmuştu ve şimdi Damla'yı evde savunmasız bırakmış gibi hissediyordu.

 

Neyse ki Damla ilk çalışta açtı telefonu ve göğsüne bir rahatlama çekti.

 

"Efendim Gece."

 

Arabayı çalıştırıp hızla olay yerinden uzaklaşmaya başlarken "Nasılsın diye bir kontrol etmek istedim." diye cevap verdi genç adam. Onu telaşlandırmayacaktı.

 

"Son bıraktığından bu yana yani yirmi üç dakikadır gayet iyiyim."

 

Gece, dört yol ağzında kırmızı ışığa yakalanmadan geçmeyi başarırken "Evde kalmaktan mıdır nedir, iyice huysuz bir şey oldun çıktın sen başıma." diye alay etti gülerken. Arabayı sürüyordu ama nereye gideceğini kestiremiyordu. Elinde birkaç adres vardı tabi ama kesin olarak hangisinde olabilirdi, bir mantık yürütmesi gerekiyordu. Eğer hepsini kontrol etmeye kalkarsa sabaha kadar bitiremezdi ve bu evde olduğu gibi bir sürprizle karşılaşması da çok olasıydı.

 

"Çok sıkıldım ne yapayım?" diye cevap verdi Damla. Sesinden bu net bir şekilde anlaşılıyordu.

 

Gece alt dudağını ısırıp, telefonu omzu ile kulağı arasında sıkıştırırken tabletini alıp adresleri kontrol etti. Nerede olabilirlerdi?

 

Sonra aklına bir şey geldi. "Bugün güzelce dinlen, yarın okula gider oradan da bir AVM geçer senin için alışveriş yaparız sıkıntın falan kalmaz. Anlaştık mı?" Damla'nın bu hayatta bir zaafı varsa o da alışverişti. "Anlaştık." derken bile sesi anında canlanmıştı, güldü Gece. Bir yandan arabayı kullanırken diğer yandan, aklına gelen o adrese bakıyordu.

 

Tableti yeniden yan koltuğa koyup telefonu eline aldı ve sesinin tonunu aynı alaylı tonda tutmaya gayret ederek "Şimdi kapatmam gerek; bir şey olursa beni ara, hemen gelirim. Ne için olduğu fark etmez, seni tedirgin edecek en ufak şeyde beni aramanı istiyorum." dedi.

 

"Ne bu ciddiyet Gece Hancı? Sanırsın peşimde seri katiller var."

 

Anlaşılan sesini alaylı çıkarmakta o kadar da başarılı olamamıştı. Seri katiller diye düşündü genç adam. Başını iki yana salladı. Hayır o iki psikopat bundan çok daha kötüsüydü. Yine de Damla'yı korkutmamak adına sesli bir şekilde güldü. "Sadece iyi olduğundan emin olmaya çalışıyorum güzelim. İzel giderken, seni gözümün önünden ayırmamamı o kadar çok söyledi ki... Ve sen şu an gözümün önünde değilsin. Başına küçücük bir şey gelse İzel benim başımı gövdemden ayırır."

 

"İyiyim." diye cevap verdi Damla. "Eğer telefonu kapatırsan en heyecanlı yerinde durdurmak zorunda kaldığım dizime dönmek istiyorum."

 

Ve telefon kapandı. Gece ana yoldan bir ara sokağa geçtiğinde yana bıraktığı tableti yeniden alıp dizinin üzerine koydu. Artık Damla'nın en ufak bir seste kendisini arayacağından emindi ve ara ara kameralardan da evi kontrol ettiği sürece onun güvenliği garanti altına alınmış olacaktı.

 

Büyük lüks sitenin önüne geldiğinde güvenlik kulübesinin önünde arabayı durdurdu. Ona sorgulayan gözlerle bakan güvenlik görevlisine "Güney Kalkavan." demekle yetindi. Adam kulağına yasladığı telefona birkaç bir şey söyledikten sonra yeniden Gece'ye döndüğünde Gece adamın sormasına izin vermeden "Gece Hancı, ona konunun Yasemin Koçer olduğunu söyle." diyerek kestirip attı.

 

Yalnızca birkaç dakika içerisinde kapıdan geçmiş, sitenin içindeki lüks apartmanların arasında ilerliyordu Gece. Aradığı binayı gördüğünde arabayı önünde park edip eşyalarını aldı ve çıktı arabadan. Sonbaharın ardından gelecek olan kış, sanki daha gelmeden varlığını hissettirmek istiyormuş gibiydi, sertçe esen bir rüzgar yüzünü yalayıp geçti.

 

Ana kapı hafif aralıktı, iterek açıp içeri girdi ve asansörlere yönelip üst kata çıktı. Güney Kalkavan kapıda onu bekliyordu. Üzerinde sadece siyah bir eşofman vardı ve terden ıslanan saçları alnına yapışmıştı. Ellerine sarılı beyaz bandajlardan ne yaptığını tahmin etmek çok da zor değildi.

 

Kollarını göğsünde bağlayıp gövdesiyle tüm girişi kapladı. Mavilerindeki soru işaretleriyle Gece'yi süzerken "Ne istiyorsun?" diye sordu asabi bir sesle. Her halinden Gece'nin orada olmasından hoşnut olmadığı belli oluyordu.

 

Hemen hemen aynı boydaydılar; karşılıklı olarak birbirlerine bakarlarken, dışarıdan gören biri her an birbirlerinin üzerine atlayacaklarını düşünürdü.

 

"Kavga etmeye gelmedim." dedi Gece sakin bir sesle. Güney Kalkavan şu an ona fazlasıyla lazımdı ve ittifakına ihtiyacı vardı.

 

"Yasemin ile bir bağlantım kalmadı Gece Hancı, biz ayrılalı çok oldu."

 

(İkisi de G harfiyle başlıyor, her an karıştırabilirim isimleri sgjzbxknx)

 

Gece tek kaşını kaldırıp baktı Güney'e. "Ama onu en iyi tanıyanlardan biri sensin öyle değil mi?"

 

Güney'in kafası karışmıştı, alnı o karışıklıkla kırıştı. Doğruyu söylemek gerekirse Yasemin'in son yaptığı şey yüzünden burada olduğunu düşünmüştü ama görünen o ki konu farklıydı. Bakışları apartman boşluğunda gezindi ve kapının önünden çekilip Gece'ye geçmesi için yer açtı.

 

Birlikte salona geçtiler önce ardından Güney birkaç dakikalığına ortadan kaybolup, üzerine bir tişört geçirmiş ve ellerindeki bandajlardan kurtulmuş bir halde salona girdi. Elleri eşofmanının cebinde öylece salonun ortasında dikilirken "Konu ne?" diye sordu.

 

"Yasemin Koçer... Onu arayıp nerede olduğunu sorman gerekiyor."

 

Kaşlarını çattı Güney. "Ne yapacaksın onu?" diye sorarken ister istemez sesi olması gerekenden daha sert çıkmıştı. Gece'nin dudakları yavaşça iki yana kıvrıldı. Yüzündeki ifade bu gülümsemeye birleşince ortaya korkutucu bir görüntü çıkmıştı, psikopatça görünüyordu. Bir sır verirmiş gibi bir adım Güney'e doğru yaklaştığında cevabı fazlasıyla netti.

 

"Onu öldüreceğim!"

 

Odanın orta yerine bomba misali düştü bu iki kelime. Güney'in ceplerine sıkışan eli yumruk halini alırken aldığı nefeslerle burun delikleri genişledi. Şimdi gözleri çok daha sert bakıyordu.

 

"Ne dedin sen?" diye sordu ama ne dediğini gayet iyi duymuştu.

 

"Ne dediğimi gayet iyi duydun." diye karşılık verdi Gece Hancı. O kadar rahat görünüyordu ki... "Sadece onu değil, yanındaki beyazlı piçi de öldüreceğim."

 

Mavi gözleri yavaş yavaş kararmaya başlayan genç adam, bir kaşını yukarı doğru kaldırıp tehditkâr bir tavırla bakmaya devam etti karşısındaki adamın yüzüne. "Ve bende sana yardım edeceğim öyle mi?" Dudaklarından alaylı bir 'hıh' sesi çıkarken dudağının bir köşesi hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Öyle bir ifadeydi ki bu, altında yatan anlam çok açıktı. Ne olursa olsun Yasemin'in saçının teline zarar gelsin istemiyordu içinden atamadığı, ona tutkun olan bir parçası ve Gece'nin sözleri, o parçanın ölümcül bir virüs gibi tüm bedenine yayılmasına neden oluyordu. Onu zehirliyordu...

 

Gece bir adım daha yaklaştı Güney'e. "O kadar yıldır birliktesiniz..." dedi kısık bir sesle. "Ama onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun öyle değil mi, onu aslında hiç tanımıyorsun?"

 

Bu sözler üzerine Güney'in burnundan sert bir nefes döküldü, konuşmak için dudaklarını araladı ama Gece elini kaldırıp onu susturdu ve kendisi konuşmaya devam etti.

 

"Biraz önce evine gittim. Onu yakaladığımı hissediyordu, onun için geleceğimi biliyordu. Bu yüzden, biraz önce kendi evini havaya uçururken hedeflediği şeyin beni öldürmek olduğunu düşünüyorum. Ama uyuşmayan bir şey var Güney Kalkavan. Onu aramak için evin içine girecektim, o anı bekleyebilir beni gerçekten öldürebilirdi. Yapmadı, ben daha bahçeye yeni girmişken patlattı bombaları. Yani amacı beni öldürmek değil, gözdağı vermekti. Neden biliyor musun? Çünkü çok daha büyük bir şey planlıyor."

 

Güney'in bakışları şüpheyle kırılırken "Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordu. "Ne patlaması?" Son cümlesinde sesine hafif bir telaş yapışmıştı.

 

"Yasemin Koçer, kendi evini patlattı. Endişelendiğin buysa eğer, kendi içindeyken patlatacak kadar salak biri değildir diye düşünüyorum. Sevgilisi ile kaçmış olmalı ve sen bana onun yerini öğreneceksin."

Bir bomba daha düştü ama odanın içine değil Güney'in göğsünün tam ortasına. Gece'nin kurduğu o kadar cümle içinden yalnızca bir kelimeye odaklanmıştı istemsizce.

 

Sevgilisi...

 

Bu kelime, kırmızı alarm etkisiyle Güney'in zihnimde çınlamaya başlarken Gece sözlerine devam ediyordu. "Öylelerini iyi bilirim Kalkavan, İzel Yasemin'de mimlendi. İntikam isteyecek, istediği o intikamı almadan da durmayacak..."

 

Güney onu duymuyordu bile, zihninde zikreden bu kelime tüm acımasızlığıyla uğulduyordu beyninin kıvrımları içinde. Elini kaldırıp Gece'yi durdurdu ve işkenceden farksız olan o sesi susturmak için "Sevgilisi derken... Ne demek istedin?" diye sordu.

 

Anlamayı reddettiği şeyler kapıya dayanmış, zihninin en kuytu köşelerine sızmak için adeta onunla savaş veriyordu.

 

Gece el hareketiyle değil ama sorusuyla sustu. Şimdi gözlerinde gerçek bir zavallıydı Güney Kalkavan. Başını iki yana sallayıp sehpanın üzerine bıraktığı tablete uzandı. "Sen gerçek bir zavallısın biliyor musun? Yıllarca ayakta uyutulmuşsun ama ruhun bile duymamış..."

 

Gerçeği tüm çıplaklığıyla Güney'in önüne sererken son derece acımasızdı Gece Hancı, gözlerinde en ufak bir duygu kırıntısı bile yoktu. Gerçeğe kör kalmayı seçen insanlar, dünyanın en büyük zavallılarıydı.

 

Güney'in gözleri tabletin ekranına kilitlenmişken gece elalarını bir an bile Güney'in yüzünden ayırmadan ekranı kaydırmaya başladı. Bir dolu, fazlasıyla müstehcen resim gözlerinin önünde kaymaya başladığında kaşları daha da çatıldı Güney'in. Yüzleri maskeli bir erkek ve bir kadın vardı resimlerde. Erkek olanın saçları beyazdı ve kadın olanınkiyse uzun koyu kahverengi...

 

"Beyaz saçlının Aksel olduğunu anlamışsındır zaten. Bir zamanlar sevgilin olan kadını da tanı bir zahmet."

 

Gece'nin sözleriyle resimler anlam kazanmaya başladı, kadın olanda takılı kalmıştı mavileri. Defalarca kez dokunduğu, her noktasını ezbere bildiği o beden... İlk resimler bulanık ve kamera açısına uzaktı ama ekran döndükçe her şey netlik kazanmaya başlıyordu. Bakışları, yerini ezbere bilip defalarca kez öptüğü, belinin kenarını süsleyen bene kaydı. Oradaydı. Saçları, duruşu, her şeyi Güney'in gözünde Yasemin'in bir imzası gibiydi.

 

Kapı paramparça oldu, Güney savaşı kaybetti. Anlamak istemedikleri bir sis gibi zihnine dolup her odaya sızdı, her duvarı paramparça etti.

 

Perde kalktı...

 

Aksel'in sürekli etraflarında olmasının nedeni buydu.

 

Yasemin'in Aksel'i etrafında tutmasının nedeni...

 

İkisi birlikteydi...

 

Ne zamandır beraberlerdi? Ne kadar zamandır onu aptal yerine koyuyorlardı?

 

Nefes alamadığını hissetti Güney, derin bir acı için için yakmaya başladı onu. Tableti almak için uzanmak istedi ama kollarını kaldıracak dermanı kalmamıştı bir anda. Biraz kum torbasını tüm enerjisiyle yumruklarken şimdi ayakta bile zor duracak duruma gelmişti.

 

Resimler kaymaya devam etti bir süre, sonra resimlerin yerini videoya bıraktığını fark etti. Sadece kapak resimleri görünüyordu. Bir tane geçti, iki tane geçti, üçüncüye geldiğinde Gece geçmeden önce, gücünü toplayıp tableti almak için uzandı ama Gece durumun farkına varıp cihazı hızla kapatarak geri çekti.

 

"Seni temin ederim o görüntüleri görmek istemezsin. Zira bu gördüklerin sevgilinin en masum haliydi. Şimdi ara onu ve yerini öğren..."

 

Ama Güney Gece'yi duymuyordu. Kafasının içindeki savaştan başka hiçbir şeyi duyamıyordu. İhanete uğramış olmanın verdiği acı, ruhunu darma duman ediyordu. Ayakta duruyordu ama yer ayaklarının altından kayıyordu. Her an... Aksel'in hayatlarına girdiği andan sonraki her an gözünün önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Yasemin'in işimiz var diyerek genç adamı yanlarından gönderdiği her an... Onları yan yana gördüğü her an... Ne zaman başlamıştı bu? Üç yıl önce girmişti o herif hayatlarına, üç yıldır birlikte miydiler yani? Yoksa sonradan mı gelişmişti? Ne kadar zamandır bu siktiğimin aldatmacası içinde ihanete uğruyordu?

 

Nefes alamadı... Yıkım... içindeki zelzelenin tarifi buydu.

 

Savaşı kaybetti.

 

Kalbinin kırıkları buldukları her noktaya saplanmaya başladığında bıraktıkları his artık ihanete uğramışlık hissinden çok uzaktı. Acı vardı ama acının yanına eklenen öfke daha yoğundu.

 

"Videolar... Onları aç!"

 

Sesi bir buz dağı kadar sert ve soğuktu. İhtiyatlı gözlerle onu süzen Gece başını iki yana salladı. "Videoları unut, dediğimi yap. Yapmak zorundasın Güney. Kendin için değilse bile kuzenin için yapmak zorundasın. Yasemin durdurulmazsa eğer İzel'e zarar verecek. Buna izin vermem. Öyle ya da böyle onu bulacağım, sadece kolay bir yolu varken zor olana girmeyi reddediyorum. Şimdi söyle, dediğimi yapacak mısın?"

 

💎🎭

 

Güney'in bende geleceğim söylemlerinden zorlukla kurtulup, ki bu noktada onu bayıltmak zorunda kalmıştı, yola koyuldu. En son ihtiyacı olan şey, duygusal olarak yıpranmış birinin ayak bağı olmasıydı ki Güney, bu gece kesinlikle duygusal bir çöküş yaşıyordu.

 

Şehri arkasında bıraktığında neredeyse bir saattir yoldaydı genç adam. Ara ara evdeki kameraları kontrol ediyordu ve bir hareketlilik görmemek onu rahatlatıyordu. Güney'in tarif ettiği yol ayrımına geldiğinde durup gökyüzünde asılı duran dolunaya baktı. Şanslı günündeydi, eğer ay ışığı olmasaydı yürümek zorunda kalacaktı. Arabanın farlarını kapatıp yol ayrımından toprak yola girdi. Güney'in söylediğine göre, istikameti olan o köy, tamamen terk edilmiş ve insanlar tarafından unutulmuştu. Bu yüzden bir arabanın far ışığı çok dikkat çekerdi.

 

Yasemin'i aramamıştı Güney, onun burada olduğundan emin olduğunu söylemişti. Çünkü burası kimse tarafından bilinmiyordu ve terk edilen bir köy olduğundan dikkat de çekmiyordu. Kafa dinlemek için genelde burayı seçtiğini de eklemişti. Ama Gece'nin düşüncesi daha farklıydı. Yasemin gibi biri için... Hayır yanlış! Aenean gibi birisi için mükemmel bir seçimdi bu yer. Köyden ormana girdikten sonra, yüz metre kadar derinlikte bir dağ evi olduğunu söylemişti. Yetmiş yıldır terk edilen bir köy... Belki haritada bile yoktu... Kesinlikle tam olarak Aenean'a uygundu.

 

Ay ışığının altında karanlık silüetlerden ibaret olan dağın yamacındaki köye girdi. Fazlasıyla ürkütücü bir atmosferi vardı ama asıl ürkütücü olan şey burada değil, köyün bitimindeki ormandaydı. Tüm dikkatini yola vererek karanlığın içinde yavaşça ilerledi Gece. Köy evlerinden bazıları hâlâ ayakta dursa da büyük bir çoğunluğu yıkılmak üzere ve harap haldeydi. Yanından geçtiği her ev bir öncekinden daha harap geliyordu gözüne ve karanlık, bu görüntüleri destekliyordu

 

Nihayet evlerin bittiği bir noktaya geldiğinde arabayı durdurdu. Yol hâlâ önünde uzanarak ormanın içinde kayboluyordu. Orman ve köyün sınırı, kuru çalı parçalarıyla belirlenmeye çalışılmış, ama üzerinde geçen yıllar yüzünden çalılar artık yok olmaya yüz tutmuştu. Arabadan indi. Karanlığın serin havası tenini anında yuttu. Uzaklardan gelen bir baykuş sesi, havayı daha da gererken Gece gayet rahat bir tavırla arabanın kapısını kapatıp bagaj kısmına dolandı. Bagajdaki çantanın içinden aldığı silahın şarjörünü kontrol ettikten sonra, ne olur ne olmaz diyerek küçük bir çakıyı da cebine atıp bagajı kapattı.

 

Kalan yolu yaya olarak yürüyecekti. Ormanın içine daldığında adının hakkını verircesine, sık çam ağaçlarından geçemeyen ay ışığından ötürü zifiriye yakın derecede karanlık olan geceye uyum sağlamıştı.

 

Botları, yere serilen kuru çam yapraklarını ezerken tek bir an bile tereddüt etmeden ilerliyordu. Çok değil, birkaç dakika sonra Güney'in bahsettiği o dağ evi görüş alanına girdi. Arada hâlâ mesafe olsa da evi görmesini sağlayan şey aydınlatmasıydı. Gözlerini kısarak dikkatle baktığında ön verandadaki karanlık kadın silüetini seçebildi.

 

Telefon ile konuşuyordu ve gözleri sanki Gece'nin oradaki varlığını biliyormuş gibi Gece'nin olduğu yerdeydi. Evin önünde bir araba görünmüyordu. Yalnız mıydı yoksa Aksel de yanında mıydı bilmiyordu Gece ama fark da etmiyordu.

 

Uzaktan gelen sesinden, zor da olsa "Emin misin?" diye sorduğunu işitti Gece Hancı. Durmuş öylece onu izliyordu. Genç kızın bakışları Gece'nin olduğu yerde bir şey arıyormuş gibi görünüyordu. "Burada hiçbir şey görünmüyor."

 

Dudağı kıvrıldı Gece'nin. Elbette geldiğinden haberi olmuştu. Muhtemelen köyün içi de dahil, orman kamera sistemi ile donatılmıştı.

 

"Bağırma bana Aksel! Duştaydım o yüzden duymadım." diye bağıran bu kez Yasemin oldu. Bağırdığı için söylediklerini duyup anlamakta zorlanmamıştı. Birkaç saniye karşısındaki Aksel'i dinleyip yeniden bağırdı. "Senin aptallığın! Bombaları erken patlatmışsın. Evin içinde geberip gitmeliydi..." derken arkasını dönüp verandadan eve girdi.

 

Gece başını kaldırıp ağaçlarda gizlenen kameraları görmeyi umdu ama göremedi. Aksel, şu an burada durduğunu görebiliyor muydu? Onlar için gelen tehlikeyi hissedebiliyor muydu?

 

Omuzlarını esnetip elinde duran silahın emniyetini açtı ve adımlarını hızlandırdı. Yasemin, Aksel ile telefonda konuştuğuna göre şu an evde yalnız olmalıydı. Gecenin karanlığındaki en büyük tehlike kendisiymiş gibi omuzları dik, adımları kendinden emindi genç adamın.

 

Gece'nin aldığı eğitim, İzel'lerinkinden farklıydı. Amaçları farklıydı bir kere. Bir projeydi onlar ve bu projede İzel ve Damla'nın payına düşen çalmakken Gece'nin payına düşen öldürmekti. Eğitimlerinin merkezine kaçma eylemi otururken Gece'ninkine savaşmak da eklenmişti. Hava karanlıktı ama bu Gece'ye hiç dokunmuyordu. O karanlığın içinde ilerlemeyi uzun zaman önce öğrenmişti.

 

Yasemin eğlenmek için öldürüyordu, Gece ise görevi olduğu için. Arada çok büyük bir fark vardı. Yasemin'in kurbanları, hiçbir zaman kendilerini savunabilecek kadar güçlü olmamışlardı, güçlülerse bile bilinçli olarak zayıflatılmış, altın tepside sunulmuşlardı Yasemin'e. Yasemin hiç birini gerçekten yakalayıp öldürmemişti, Gece'nin ise şimdiye kadar öldürdüğü herkesi önce yakalaması gerekmişti. İlk cinayeti olan; sandalyede bağlı, başlarına çuval geçirilmiş o adam ve kadın hariç...

 

Acelesiz adımlarla çıktı verandanın basamaklarını ve beklemeden kapıya sert bir tekme indirdi. Ahşap kapı gürültüyle sarsıldı ama kilitli olduğu için açılmadı. Bir tekme daha attı ve bir tekme daha... Üçüncü tekmede, havaya fırlayan kilidin diliyle birlikte arkasında kalan duvara çarparak açıldı kapı.

 

Gözleri önüne serilen salona kaydı, köşedeki şömine yanmaya devam ediyor, orta sehpanın üzerinde boş bir kadeh ve açılmayı bekleyen bir şampanya şişesi duruyordu. Ortamda duyulan tek ses, kapının menteşelerinden gelen gıcırtıydı. Yasemin Koçer ortalarda görünmüyordu. Parmakları silahı daha sıkı kavrarken salona doğru ilk adımını attı ama daha atar atmaz kafasına inen sert bir darbeyle beyninin sarsıldığını hissetti.

 

Refleksi dikkatiyle iş birliği yaparken, sarsılıp zonklamaya başlayan beynini görmezden gelip hızla darbenin geldiği tarafa döndü ve tam zamanında Yasemin'in ikinci bir darbeyi savurmak için kaldırdığı elini bileğinden havada yakaladı. Gür saç diplerinin arasına yayılmaya başlayan ıslak sıcaklığı hissedebiliyordu.

 

Burnundan sert bir soluk dökülürken ela gözleri Yasemin'in telaşa kapılmaya başlayan yüzünden eline, elinde tuttuğu seramik vazoya kaydı. Öfkeli bakan gözleri usulca yeniden artık iyiden iyiye telaşın kurbanı olan yüzüne döndü, tuttuğu bileği sertçe sıktığında Yasemin'in yüzü acıyla buruşmuş, seramik vazo parmaklarınım arasından kayarak yere düşüp parçalara ayrılmıştı.

 

Kanın ensesine doğru ince bir çizgi şeklinde indiğini hissediyordu genç adam. "Yasemin Koçer..." diye tısladı kızın bedenini sertçe itip arkasındaki duvara çarparken. Yasemin'in bu kez sadece yüzü buruşmamış, çarpmanın etkisiyle kırılırcasına acıyan kemikleri yüzünden dudaklarının arasından bir çığlık kaçmıştı. Hep duymaktan zevk aldığı o acı dolu çığlık, şimdi kendi boğazından kopmuştu ve hissettiği bu acı, çektirdiği acıların yanında henüz hiçbir şeydi.

 

Gece'nin gözlerinin önünden izlediği şeyler gelip geçiyordu sanki, kulaklarında Aenean'ın kurbanlarından duyulan yalvarmalar, yakarışlar, acı dolu çığlıklar yankılanıyordu. Bir annenin gözleri önünde, yeni doğan bebeğini canlı canlı yakışı ve anneyi bu anı izlemeye zorlayışı... On on iki yaşlarındaki bir çocuğun kemiklerini yavaş yavaş kırıp çocuğa çektirdiği o dayanılmaz acı... Bir adamın tırnaklarını söküşü, derisini canlı canlı yüzüşü... Ve daha sayabileceği bir dolu vahşet! Gözlerinin karardığını hissederken Yasemin'in bileğini bırakıp vakit kaybetmeden parmaklarını boynuna sararak onu bir kez daha duvara çarptı tüm acımasızlığıyla.

 

"Ya da Aenean mı demeliyim?"

 

Boğazındaki elin baskısına rağmen duyduklarıyla dudakları iki yana kıvrıldı Yasemin'in. "Hangisi daha çok hoşuna gider?" diye konuştu zorlukla ama dudaklarındaki gülümsemeden de gözlerindeki ifadeden de zerre ödün vermiyordu. Bu hareketi Gece'yi daha da öfkelendirdi. Yüzüne doğru "Ruh hastası!" diye tısladı parmaklarının altındaki boynu daha sıkı kavrarken.

 

Yasemin'in yüzü anlık buruştu, ciğerlerine girmeyen hava yüzünden benzi kızarmaya başlamıştı. Yine de ifadesini hemen toparlayıp ellerini Gece'nin elinin üzerine koyarken dudaklarını kıvırdı. "Bu da yanlış sayılmaz tabi..." diye konuşmaya çabalıyordu ama sesi varla yok arasındaydı. "Söylesene Gece Hancı... hepimiz biraz ruh hastası.... değil miyizdir?" Gece'nin elini çekiştirip tutuşu altında kıpırdanarak nefes almaya çalıştı. "Sadece... bazıları bunu kabullenecek kadar cesur... bazılarıysa korkak..."

 

Ve birden dizini Gece'nin bacak arasına sertçe geçirdi. Konuşurken amacı onun dikkatini dağıtmaktı ve keza başarılı da olmuştu.

 

Aldığı darbeyle bacak arasından tüm bedenine şiddetli bir acı yayılan Gece'nin parmakları gevşedi ve tekleyen nefesiyle iki büklüm olup Yasemin'i bıraktı. Derin nefesler eşliğinde kendini hızla toparlamaya çalışıp doğruldu ama Yasemin, bir anlık yarattığı bu boşluğu değerlendirip salonun ilerisine doğru koşmaya başlamıştı. Girişi Gece'nin bedeni kapattığı için girişten kaçması mümkün değildi.

 

Gece boğazından hırlarcasına çıkardığı bir sesle silahı Yasemin'in sırtına doğrultup beklemeden ateşledi ama aynı anda Yasemin sol tarafa döndüğü için ıskalamış ve silahtan çıkan kurşun, karşı duvarı parçalayarak oraya saplanmıştı. Durmadı Gece, Yasemin'in arkasından koşmaya başladı, döndüğü noktadaki merdiveni tırmanıp üst kata çıktı. Son anda Yasemin'in koridorun sonundaki bir odaya girdiğini görmüş ve adımları o tarafa yönelmişti.

 

Kapının önüne geldiğinde kapalı kapıyı sert bir tekmeyle açtı, Yasemin balkondaydı, elinde kendini savunmak için bir başka biblo vardı ve bir çıkış arıyordu. Gece'nin odaya girdiğini gördüğünde öfkeli bakan gözleri üzerine doğrultulan silahla, bir endişe dalgasıyla dalgalandı. Elinde tuttuğu bibloyu sertçe Gece'ye doğru fırlattı, Gece bu darbeden eğilerek kurtulurken Yasemin hızla balkon trabzanlarına tutunup bacağını üzerinden atarak karşı tarafa geçip beklemeden aşağıya atlamıştı.

 

Genç adamın adımları balkona yönelirken, "Kaçmak seni kurtarmayacak Yasemin Koçer!" diye bağırdı. Aşağı baktığında genç kızın hafifçe topallayarak ormana doğru koştuğunu gördü. Bir kez daha doğrulttu silahı ve bir gözünü kapatıp nişan aldı. Silah patladığında eş zamanlı olarak Yasemin'in dudaklarından bir çığlık kopmuş silah sesiyle birlikte ormanın içinde yankılanmıştı o çığlık. Omzundan vurulan kızın ileriye doğru savrulup yere düştüğünü, ağaçların arasına doğru yuvarlandığını gördü genç adam. Dudağının bir kenarı kıvrıldı. Beklenmedik misafirler insanı hep hazırlıksız yakalardı, Yasemin burada güvende olduğuna o kadar inanıyordu ki en savunmasız halinde Gece'ye yakalanmıştı. Gece merdiveni dolanma gereği görmedi, bir an aşağı baktı. Her halükarda buradan atlayabilirdi. Bir elini duvara yaslayıp trabzanın üstüne çıktığında ince ahşap baskısıyla gıcırdadı. Eğildi, diğer elinin parmaklarını trabzanın üst kısmına dolayıp bedeni aşağı bıraktı. Bir an havada sallanırken, parmaklarını çözmesiyle diğer an yere yumuşak bir iniş gerçekleştirmişti.

 

Acelesiz adımları ormana doğru ilerledi. Bir noktaya geldiğinde havayı hafif bir kan kokusu sarmıştı, Yasemin'in kanının kokusu. Akıttığı o kanların yanında bu kan neydi ki? İzel'den akıtmak istediği kanın yanında...

 

Boğuk bir inilti duyduğunda gözleri sesin geldiği noktaya kaydı, adımları da o tarafa yönelmişti. Bir dalın çıtırtısını duydu, pes etmiyordu Yasemin Koçer. Tıpkı avcısından kaçmaya çalışan yaralı bir ceylan gibi...

 

Ormanın içine ilk adımını atmışken "Av konumunda olmak nasıl bir duygu Aenean?" diye bağırdı önünde uzanan karanlığa doğru.

 

"Senin beni avlayabilmen için daha çok çalışman gerek Hancı."

 

Ses, biraz önce duyduğu boğuk iniltiden daha uzak gelmişti, yaralı birine göre hayli hızlı ilerliyordu. Kurşun saplanmamış sıyırmış olsa gerek diye düşündü genç adam. Sorun değildi, onun canını hemen almak istemiyordu zaten, bu onun gibi biri için ödül olurdu. Çok daha fazlasını hak ediyordu, yaşattığı tüm acıları yaşaması gerekiyordu.

 

Karanlık ormanın içinde ilerlerken, "Yolun sonuna geldiğini hissetmiyor musun?" diye karşılık verdi. Keskin gözleri dikkatlice ormanı tarıyordu.

 

"Yolun sonu; ben belirlediğim zaman gelir, sen değil. Ben bitti demeden bitmez, siz bunu hâlâ anlayamadınız mı?"

 

Zorlukla konuşuyordu, cümlelerinin arasında dudaklarından kaçan kısık inlemeleri işitebiliyordu Gece ama yerini belli etmek pahasına cevap vermekten geri durmuyordu. Adımlarını hızlandırdı, oyalanırsa bu ormanın içinde onu kaybetme ihtimali vardı ve bunu göze almıyordu.

 

Bir yandan yürüyor bir yandan da genç kızı görmek umuduyla etrafını tarıyordu ki kısa bir an bir ağacın arkasına saklanarak ilerlemeye çalışan silüetini gördü. Ormanın derinliklerine gitmiyordu, Gece'nin geldiği yönün tam tersine gidiyordu. Aksel'e çoktan haber uçurduğuna emindi Gece, oralarda bir yerlerde ikinci bir yol olmalıydı ve Yasemin Koçer o yola ulaşmaya çalışıyordu.

 

Daha da hızlandı. Tam tahmin ettiği gibi, birkaç sıra ağacın ardından engebeli, taşlı, kayalıklı, dik bir alan çıkmıştı önlerine ve Yasemin, omzunu tutarak o alandan aşağı doğru iniyordu.

 

Yamacın başında durup bir kez daha kaldırdı silahını ve bir kez daha nişan alıp ateşledi. Yasemin'den ikinci bir çığlık koparken sendeleyen adımlarıyla birlikte aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. Ay ışığının altında kendini belli eden toprak yolu görebiliyordu genç adam ve Yasemin'in yuvarlanan bedenini de. Yolun kenarına kadar yuvarlanıp bir taş parçasına çarparak durabildi ancak.

 

Onun kıpırtısız bedenine bakıp "Kim inandırdı seni yolun sonlarını senin belirlediğine?" diye mırıldandı kendi kendine Gece ve Yasemin'in bedeninden gözlerini ayırmazken dik yamacı inmeye başladı.

 

Ama tam o an beklemediği bir şey oldu. Yolu aydınlatan beyaz bir far ışığının ardından beyaz bir araba göz hizasına girdi. Toprak yolda hız sınırlarını bir hayli zorlayan arabanın kime ait olduğunu elbette anlamıştı Gece Hancı. Keyfi kaçarken adımlarını hızlandırdı ama bir arabayla yarışabilmesi mümkün değildi. Aksel arabayı Yasemin'in bedeninin yanında durdurup arabadan inmeden yolcu koltuğuna geçerek Yasemin'in bedenine uzandığında Gece de ilerlemeyi kesti.

 

Silahı bir kez daha kaldırıp nişan aldı ama hem arabanın kapısı görüş hizasını kapattığı için hem de arkadaki mesafeden dolayı Aksel'i de vuramayacağını anladı. Yine de durmadı, arabaya doğru kurşun yağdırmaya başladı, art arda patlayan silah sesi havada yankılanıyordu. Arabanın ön camı, kurşunlar yüzünden paramparça olurken Gece, şarjörü boşaldığında ancak durabildi.

 

Öylece izlemek zorunda kaldı Aksel'in saniyeler içinde Yasemin'in bedenini arabaya çekip kapıyı bile kapatmadan hızla uzaklaşmasını. İkinci kurşunun karnına isabet ettiğini görmüştü Gece, ayrıca yuvarlanırken arazideki taşlardan pek çok darbe aldığından da emindi. Yani Yasemin için fazla kritik dakikalara girilmişti, yine de öldüğünü kendi gözleriyle görmeden onu ölmüş saymayacaktı. Kediler dokuz canlı olurdu şeytanlar ise sınırsız...

 

Tüm keyfi kaçmışken arkasını dönüp geldiği yolu gerisin geri tepti. Işıkları hâlâ yanmakta olan ahşap eve geldiğinde etrafı kurcaladı ama bulabildiği pek bir şey olmadı. Bilgisayar ya da benzeri bir şey bulmayı beklemişti oysaki.

 

Başarısız olmanın vermiş olduğu sinirle evden ayrılıp yeniden köyün girişine, arabasının yanına geldi. Eh en azından Aksel bu tarafa uğramamıştı. Bu tarafa gelmiş olsaydı arabasını bu kadar sağlam bulmayacağından emindi Gece.

 

💎🎭

 

Eve döndüğünde saat bir hayli geç olmuştu. Damla'yı koltukta uyur bir halde bulmuş, onu kucaklayıp odasına yatırdıktan sonra bilgisayarının başına geçip Aksel ve Yasemin ile ilgili bir iz aramıştı ama elbette bir şey bulamamıştı.

 

Saat üçün üstüne devrilirken aldığı bir duşun ardından -bu noktada başındaki yarayı hatırlasa da önemli bir şey olduğunu düşünmediğinden herhangi bir şey yapma gereği görmedi- yatağına girip yatmıştı. Bedenen değil ama zihnen fazlasıyla yorgundu Gece. Ve pişmandı. O eve girdiği ilk an, o kızın boynu parmaklarının arasına kıstırılmışken beynini paylatmalıydı. Beklememeliydi... Biraz da olsa acı çekmesini istemişti; biraz olsun sürünsün, canı yansın... İstememeliydi, doğrudan gebertmeliydi onu. Ya da peşinden giderken daha seri davranmalıydı mesela...

 

Yaptığı basit hatalar bir araya gelip zincirin halkaları gibi birleşerek ayağına dolanıyordu. Kaçırmıştı elinden... Evet kritik yaralar bırakmıştı onda ama öldüğünün bir garantisi yoktu ne yazık ki. Kendi gözleriyle görmemiş, ölümünü kendi avuçlarından hissetmemişti.

 

Saatlerce yatakta dönüp güç bela daldığı uykusundan iki saat sonra uyandı. Saate baktı, yediye geliyordu. Üzerine geçirdiği basic tişört ve kot pantolonun ardından odasından çıktı. Damla'nın odasının önüne geldiğinde içeriden gelen yumuşak notalara sahip bir müzik sesi, kızın uyanık olduğunu gösteriyordu genç adama. Kapıyı tıklatıp aldığı gel komutunun ardından kapıyı açtı ve içeri girdi. Damla üzerine geçirdiği uzun, beyaz renkli bornozu ve saçına doladığı bornozun eşi olan havluyla birlikte, makyaj masasına oturmuş yüzüne krem sürüyordu.

 

Kaşlarını çatıldı Gece'nin. "Duş mu aldın sen?" Sormasına da gerek yoktu aslında, odanın içi buram buram böğürtlenli şampuan ve duş jeli kokuyordu. Damla parmaklarıyla kremi yüzüne yedirmeye devam ederken oturduğu koltukta dönüp Gece'ye tatlı tatlı gülümsedi. "Evet... Ama koluma hiç su değirmedim."

 

Ela gözlerini kısarak şüpheci bakışlarla baktı karşısındaki kadına ve bir parmağını kaldırıp üzerini işaret etti. "Üstünü giyin, yaranı kontrol edeceğim." Odadan çıkmak için hareketlendi ama sonra aklına gelen bir şeyle durup yeniden Damla'ya baktı. "Kahvaltıyı dışarıda yapmaya ne dersin?"

 

🎭💎

 

Okula geldiklerinde ve Damla Hazal'ı arayıp Gece'yi yalnız bıraktığında, Gece de kahvesini alıp her zamanki köşesine geçti ve bakışlar eşliğinde bilgisayarını kurcalamaya başladı. Öğle saatine kadar da Damla'yla bir daha karşılaşmadılar ama mesajla onu sürekli kontrol etmeyi ihmal etmedi.

 

Öğle saati geldiğinde Damla kantine yanında Hazal ile girmiş, Hazal Gece'yi gördüğünde çekinse de Damla'nın ısrarıyla masaya oturmuştu ve birlikte yemek yemişlerdi. Damla kolunu hâlâ eskisi gibi kullanamıyordu ve ağrı kesici almadığında da şiddetli bir ağrıyla karşı karşıya kalıyordu ama ağrı kesici aldığı taktirde bir sıkıntı yaşamıyordu.

 

Şu an üçü aynı masada oturmuş kahvelerini yudumlarlarken Damla internette gördüğüm bir videoyu Hazal'a izletiyordu, Gece ise her zaman olduğu gibi bilgisayarına gömülmüş durumdaydı. Hastane ve havalimanı kayıtlarını kurcalıyor, Aksel ve Yasemin'den bir iz var mı diye araştırıyordu. Ama hiçbir şey bulamıyordu.

 

Bir anda kantinin içinde yükselen bir boğaz temizleme sesiyle üçünün de dikkati dağıldı. Dikkat dağıtıcıydı çünkü ses kantindeki herhangi birinden değil, hoparlörlerden geliyordu.

 

"Selam millet!" diyen sesi duyduklarında, Gece kaşlarını çatarken Damla etrafına bakıyordu neler olduğunu anlamak için. Hazal ise sesi tanıdığından ötürü fazlasıyla gerilmişti. Bu istemsiz oluyordu. Aksel'i ne zaman görse ya da sesini duysa korkusu nüksediyordu içine.

 

"Herkesi lobideki büyük ekranın karşısına alabilir miyim?" diye devam etti sözlerine Aksel. "Size izletecek eğlenceli bir şey var elimde, bence bunu kaçırmak istemezsiniz. Özellikle Hazal Baysal... Seni yakından ilgilendiriyor hayatım."

 

Aksel'in sesini duyduğunda hissettiği o gerilim var ya, şu an hissettiğinin yanında hiçbir şeydi. Korkuyla titreyen gözlerini istemsizce Gece'ye çevirdi. İzletecek diyordu. Hazal'ı yakından ilgilendiren bir şey...

 

Kalbinin atışı boğazına doğru tırmanırken nefes alışverişi derinleşti. Gece'de bu sözlerle Hazal'a bakmıştı ve onun gözlerindeki korkunun merkezinde oturan soruyu görebiliyordu.

 

"O videoyu geri dönülemez bir şekilde kaldırdım ortadan." dedi kesin ve net bir sesle. Bu Hazal'ı rahatlatmadı. Ayağa kalkarken bedeninin titremeye başladığını hissetti. Derin derin nefeslerle kendini sakin olmaya zorlarken "Allah'ım lütfen... Lütfen düşündüğüm şey olmasın..." diye yalvardı içten içe. Adımları çıkışa yönelmiş, aceleci adımlarla kantinden çıkıp bahsi geçen lobisinde büyük bir ekranın olduğu bloğa doğru ilerlemeye başlamıştı.

 

"Acele et ama bebeğim, akşama kadar seni bekleyemeyiz!" diyen Aksel'in sesi her yerden geliyordu. Kulaklarını tıkama isteğini bastırıp adımlarını hızlandırdı genç kız. Korku, derisinin altına ilmek ilmek işlenirken içten içe dua etmeye devam ediyordu, Gece ve Damla da tam arkasından onu takip ediyordu.

 

Binaya girdiklerinde lobiyi dolduran yoğun kalabalık gözünü daha da korkuttu Hazal'ın. Kalabalık, o kapıdan girdiği an iki yana ayrılıp küçük bir koridor oluşturarak ona yer açmıştı geçmesi için. Titremesi artarken koridorun sonundaki duvara montelenen ekrana kaydı gözleri. Aksel, dağınık beyaz saçları ve onu görmeye alışık olduğu beyazların aksini siyah bir tişört ile karşısında duruyordu. Gri gözleri kurnazca parlıyordu. Dudakları tehlikeli bir kıvrımla kıvrılırken "Hoşgeldin hayatım." dedi. Yutkundu genç kız. Gerilim tüm bedenini şiddetli titremelere maruz bırakacak kadar yoğundu ve Hazal titremelerini durdurmak için kendini o kadar çok sıkıyordu ki kasları acıyordu.

 

"Gece Hancı dün gece hiç yapmaması gereken bir şey yaptı, çok yanlış kişiye bulaştı..." Duraksayıp sinirli bir soluk aldı, belirginleşen çene hattından dişlerini sıktığı belli oluyordu. "Ha bu arada... haber vereyim, Yasemin yaşıyor Gece Hancı, onu öldürmeyi beceremedin. Ama zarar verdin, onun canını yaktın... Çok yaktın..."

 

Gri gözleri bir noktaya takılı kalmışken sayıklıyor gibi bir hali vardı. Sonra bakışları yeniden kameraya döndü. O an Hazal, sanki gözlerinin içine bakıyormuş gibi hissetmiş ve biraz daha gerilmişti. Konunun kendisi ile ne alakası olduğunu çözmeye çalışırken dikkatle dinliyordu ekranın diğer tarafındaki adamı.

 

"Bunun bir bedelinin olacağı aklının ucuna bile gelmedi mi? Bunu yanına bırakacağımı mı düşündün?"

 

Dudaklarından alaylı bir "hah" sesi çıkarken hafifçe güldü Aksel. Samimiyet ve neşeden çok uzak bir gülüştü, okumasını bile bu gülüşün intikam ile dolu olduğunu net bir şekilde anlayabilirdi. "Aslında İzem Hancı ya da Damla Hancı'ya ulaşmaya çalıştım ama sen... Gece Hancı... Sen tabi ki onları mükemmel tekniklerle koruduğun için ulaşamadım. Ama evindekilere ulaşamıyorsam onlara en yakın kişiye ulaşırım. Senin dün gece yaptığın şeyin bedelini bugün Hazal ödeyecek. Hepinize iyi seyirler diliyorum, tekrar izlemek isterseniz diye, videoyu pek çok yere yükledim ve her birinizin telefonunda yer alması için titizlikle çalıştım. Bu arada hepinize küçük bir ders... Teknolojiyi hafife alıp kamerası olan teknolojik aletlerinizin önünde soyunmayın, kimin sizi ne zaman izleyeceğini asla bilemezsiniz!"

 

Ve ekran karardı...

 

Yeniden aydınlandığında kararan şey Hazal'ın dünyasıydı...

 

Bu sabaha ait bir görüntüydü. Duştan yeni çıkmış ve bornozuyla odasına giriyordu. Bornozu üzerinden sıyırdığında çırılçıplak kaldı genç kız ve bunu herkes gördü, izledi ve şaşırtmadılar. Dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle bir görüntüye bir Hazal'a bakıyorlar kendi aralarında gülüşüp fısıldaşıyorlardı. Aynı anda herkesin telefonu bildirim sesleriyle çınladı ve anladı Hazal. O görüntüler şimdi her yerdeydi, herkesteydi...

🎭💎

Küfür serbest bu kadarını hak ediyorsunuz şu an🥲

 

Ama nolur çok sövmeyinnn shkzhxkxhjxj

 

Burada bir ayrıntı, bir mesaj var evet bazılarının telefonlarınıza ulaşması çok kolay... Bu şekilde görüntülerinizi alması... Çok daha fazlası... Lütfen bu konuda güvende olduğunuzdan emin olun, galerinizde özel fotoğraflarınızı tutmayın ya da telefonunuzun daha doğrusu kamerası olan bir şeylerin önünde soyunmamaya dikkat edin.

 

Kötülüğün nereden geleceğini asla bilemezsiniz❤️

 

Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler❤️

 

Loading...
0%