Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40| UYANIŞ

@saniyesolak

Sellam✨

 

Nasılsınız çiçeklerimm?

 

Bir de satır aralarında düşüncelerinizi bana iletebilirsiniz❤️

 

Keyifli okumalar✨

 

🎭💎

 

YAZARDAN:

 

Bir ruh, bağrına kaç acı sığdırırdı? Kaç dirhem ağrıya dayanır, omuzlarına en fazla ne kadar yük bindirebilirdi?

 

Derin bir nefesi içine çekti adam ve ruhunun bağrında kendine yer edinen yeni bir acı, yeni bir ağrıyla, omuzlarına yüklenen bunca yüke rağmen dimdik yürüyerek ilerledi koridorda. Onu dışarıdan gören biri, kusursuz göründüğünü sanırdı, güçlü olduğunu ve hiçbir acının onu yıkamayacağını...

 

Ne büyük yanılgı...

 

İçinde yanan öyle bir ateş vardı ki, her gün defalarca kez yıkılıyordu o ateş karşısında... Geceleri başını yastığa koyduğunda, bir çocuk gibi ağladığı zamanlar oluyordu içindeki dayanılmaz acıya karşı...

 

Vücut yarası bir şekilde geçip gidiyordu da kalp yarası niye hep bakiydi?

 

Kapının önüne geldiğinde açmadan önce kendine birkaç saniye izin verdi. Korktuğu o noktadaydı şimdi; Veda noktasında... Gitmeler yıpratmazdı insanı, gitmeler acıtmazdı. Asıl acı olan, geride yüreğini bırakmaktı.

 

Ertelemenin bir faydasının olmadığını biliyordu. Bulunduğu noktada ertelemek, yalnızca zaten az olan vaktini daha fazla alırdı ondan. Uzun bir süre bu kapının önünden dahi geçemeyecekti, bu son şansıydı.

 

Derince bir nefesi içine çektikten sonra kapıyı usulca açıp açılan boşluktan içeri sızdı. Yasak olanın kokusu ciğerlerine dolduğunda kalbinde baş gösteren sıkışma öyle tanıdıktı ki. İlk anlar canını yakan o sıkışma, bir noktadan sonra nefes alma nedeni haline gelir olmuştu.

 

Kapıyı sessizce ardından kapatıp odanın içine doğru adımladı ve beyaz çarşafların arasında yatan, solgun teniyle ölümü çağrıştıran kadına baktı. Neyse ki ölüm onun kapısını çalsa da geldiği gibi uzaklaşmış onu kendisine, kızına bağışlamıştı.

 

Usulca yaklaştı yatağa ve kenarda duran sandalyeye oturup "Eftelya..." diye fısıldadı.

 

Bir sırrın perdesi aralandı usulca...

 

Kadın gözlerine inen göz kapaklarını aralayıp baş ucunda duran adamın yüzüne baktı.

 

Dudaklarından ilahi gibi dökülen "Alex..." sözcüğü, adamın kalbini biraz daha sıkıştırmıştı. "Nasılsın?" diye sordu adam, kadının zayıf elini avucuna alırken. Haberi nasıl vereceğini düşünüyordu. O kelimeler o kadar kolay dökülmeyecekti dudaktan.

 

Kadın doğrulamak için hareketlendi ama sırtına öyle şiddetli bir ağrı girdi ki, yüzünü buruşturup uzanmaya devam etmek zorunda kaldı.

 

Destek olmak istercesine elini sıkan Alex, "Kendini zorlama..." diye mırıldandı ve yatağın kenarında duran düğmelerden yatağı hafifçe kaldırıp, kadının oturur pozisyona geçmesini sağladı. Yıllardır aşkını kendi içinde büyüttüğü kadının yüzünü izlerken, rahat olup olmadığından emin olmaya çalışıyordu.

 

"İyiyim ben..." diye mırıldandı kadın derin bir nefesle acısının geçmesini beklerken. Uyanalı yaklaşık bir ay olmuştu, Üç yıldır hareketsiz yatmak, kas sistemini çökertmiş, vücut fonksiyonlarının sekteye uğramasına neden olmuştu. Fizik tedavi ile yavaş yavaş ayağa kalkacaktı ama kimsenin haberinin olmaması gerekiyordu. Bu nedenle de tedaviyi yeteri kadar alamıyordu. Henüz hareket etmenin bile canını yaktığı bir noktadaydı, daha önünde çok uzun bir yol vardı. "Beni boş ver..." diye devam etti sözlerine. İçini kaplayan derin bir hüzünle bakıyordu şimdi adamın gözlerine. "Kızım... İzel'im nasıl?"

 

Uyandığından beri içini kemiren bu konu, son zamanlarda daha fazla mesai yapıyor, daha da derinlerine iniyordu. İzel yanına geldiğinden beri... Uyanışını saklamak, başlangıçta iyi bir fikir gibi gelmişti. Ne kadar az kişi bilirse, kurduğu planın üzerinde o kadar rahat çalışabilirdi. Yıllarca koruyamamıştı biriciğini... Geri dönüşünde onu tamamen karanlığın içinde çekip alarak dönmüş olmak istiyordu, onu bağlayan tüm ipleri kesip hep arzuladığı özgürlüğü ona vererek... Güçlü bir anne olamamıştı hiç, ölümün kıyısına itilmek ve oradan geri dönmek, bir şans daha elde edebilmiş olmak, onu bazı kararlar almaya itmişti. Üç yılın ardından kızının karşısına dimdik çıkmak istemişti, yürüyemeyen eksik biri olarak değil. Geçmişte olandan daha güçsüz bir anne olarak değil... Çok geç kaldığının farkındaydı ama nefes alındığı sürece bir umut hep vardı.

 

O gün, kızının bir saat boyunca yanında kaldığı her saniye uyanıktı. Uzun zaman sonra ilk kez kızının kokusunu duyduğunda, gerçekten nefes alabildiğini hissettiği ilk andı. Öyle zor olmuştu ki kızına sarılmadan öylece yatmaya devam etmek... Biri, kör bir bıçakla kalbini deşiyordu sanki. O kapıdan çıktığı an pişman olmuştu sımsıkı sarılıp "Ben uyandım anneciğim, artık yanındayım." demediğine... Sırf o adam artık sana, bize zarar veremeyecek güzel kızım diyebilmek için katlanmıştı bu çileye. O noktada kızını koruyamayacağının bilincinde olmak onun iradesini sımsıkı tutmuştu.

 

Bir planı vardı...

 

Eğer planı başarı ile sonuçlanırsa ayağa kalktığı an her şeyin sonunu getirecek o bombanın pimini bizzat kendi elleriyle çekecekti. İşte o an, hiçbir zaman yapamadığı şeyi yapacak, kızına sımsıkı sarılacak ve geçti diyecekti. Bitti. Artık özgürsün... Kimse senin kılına bile dokunamaz...

 

"İzel iyi..." diye cevap verdi Alex gözlerini Eftelya'nın yüzünden bir an olsun ayırmadan. Ezbere bildiği yüzünü daha fazla kazıyordu zihnine. "Hatta onu hiç bu kadar iyi görmemiştim."

 

Avucunun içindeki eli usulca okşarken İzel'in hayatında olan, yeni öğrendiği gelişmeleri son kez Eftelya'ya anlatmaya başladı.

 

"Hayatına biri girmiş, gözlerinden belli sırılsıklam aşık olmuş bizim kız. Gözlerinin içi gülüyor ona bakarken, böyle yanakları falan al al oluyor heyecandan. İçine gömülen çocukluğu yeniden dirilmiş sanki... Keşke sende görebilseydin Eftelya onu öyle... Onun o gülümsemesini, o heyecanını görmeyi en çok sen hak ediyordun... Keşke böyle olmasaydı..."

 

İçinde burkulan bir tarafa rağmen yüzü bir gülümsemeyle ışıldadı Eftelya'nın. "Aşık mı olmuş?" derken burukluğu hiç yansımadı sesine. Kızının aşık olduğunu ondan duymayı, bu sevinci onunla paylaşmayı öyle çok isterdi ki... Eksik kaldıkları her âna bir yenisi daha eklenmişti. Kendi kendine söz verdi Eftelya, ne olursa olsun o paha biçilemez gülümsemeyi görecekti...

 

Başını sallayarak onayladı Alex onu. "Ama kendine sorsan kabul etmez. İnadını bilirsin..."

 

Bilirdi... Küçük burnunu havaya bir dikti mi, indirmek ne mümkün... Küçücük yaşına rağmen herkese ve her şeye kafa tutabilecek kadar cesareti ve inadı vardı küçük kızının... Göğsünün içine sığmayacak kadar büyük bir kalbi...

 

Bir an aklına gelen ihtimallerle heyecanı toz bulutuna dönüp tozuyla kendini boğdu. Ya babası gibi birine verdiyse kalbini? Ya bir klişe yaşandıyse ve baba sevgisinden mahrum büyüyen kızlara olan şey kendi kızına da olduysa? Ya üzülür, kırılır, kendi yaşadıklarını o da yaşarsa?

 

Göğsünün içinde inatla atmaya devam eden o kalp bir an duracak sandı. "Nasıl biri?" diye sorarken sesindeki o endişeyi yakalamıştı Alex. "Kaç yaşında?"

 

Dudakları bir gülümsemeye kıvrıldı önce, bu kadının en çok bu huyuna aşıktı. Merhameti her şeyin üstündeydi... "Endişelenme..." dedi ona rahatlatmak ister gibi gülümseyerek yüzüne bakarken. "İzel'den bir yaş büyük, ergenliğinde birkaç vukuatı olmuş ama iyi bir çocuk... Efendi biri... Ayrıca o da İzel'den hallice... Verdiği değer gözlerinden okunuyor." Uçaktaki anları hatırladığında gülüşü derinleşti. "Sanki nadide bir sanat eseri, eşi benzeri olmayan bir hazine gibi bakıyor İzel'e."

 

Yüreğine serpilen suyun verdiği rahatlığı hiçbir şey veremezdi ona. Derin bir nefesi içine çekerken "Üzmez yani kızımı?" diye sordu tam anlamıyla emin olmak için. Kalbi yeterince kırıktı İzel'in kalbi, daha fazla kırığı kaldıramazdı onun küçük kızı...

 

"Üzerse onu buna pişman ederim..." Sesindeki kesinlik bir tehdit gibi çıkıyordu Alex'in. Gözleri kısa bir an boşluğa dalarken "Hoş..." diye mırıldandı. "İzin versen ben sizi üzen herkesi bunu yaptığına pişman ederim ya..." O herkes sıfatının altında yatan ismi ikisi de biliyordu.

 

Kahraman Hancı...

 

Başını iki yana salladı Eftelya. "Yine başlama lütfen..." Omzu çökmüştü Alex'in bu söz üzerine. Ne zaman konuyu bu noktaya çekse aldığı cevap buydu. "Eftelya..." diye fısıldadı kadının yüzüne biraz daha yaklaşıp gözlerinin içine bakarken. "Bir an bile şüphe etmeden yaparım bunu, sadece izin vermen yeter... Beni durduran tek etken sensin... İzin ver her şeyi bitireyim..." Sesi yalvarırcasına çıkıyordu. Nasıl çıkmazdı ki... Bir nefes kadar yakındı aslında bitirmeye... Bir adım ötelerindeydi kurtuluş Alex'e göre... Üstelik Eftelya da uyanmıştı artık... Bu bitiş onların yalnızca başlangıcı değil, doğuşu da olurdu aynı zamanda...

 

Ama Eftelya...

 

Elini çekti Alex'in elinden ve şiddetle başını iki yana salladı. "Sana bunu daha önce de söylemiştim Alex. Ben katil değilim; kimsenin, bu kişi Kahraman bile olsa, hiç kimsenin kanını elime bulaştıramam." Bakışları kucağındaki elinden Alex'in yüzüne kaymıştı. "Hem Kahraman için ölüm çok basit bir kurtuluş olur Alex... Benim kızıma yaptığı her şeyin hesabını vermek zorunda..." Konuşurken sesi titriyordu kadının. Kalbindeki titremenin yanında, sesindeki neydi ki? İçinde depremler oluyor, zelzelelerin altında İzel kalıyordu. Kendi bedenini siper ediyordu ama yetmiyordu, yetemiyordu. Kendisi ise bu yetersizliğin altında ölüyordu her gün ve her gün... İyi bir anne değildi, olamamıştı. Yalnızca yetersiz bir anneydi o...

 

"İzel'in akıttığı her bir damlanın hesabını verecek, sadece İzel'in de değil... Gece ve Damla... Onlar da benim çocuklarım. Onların yaşadıklarının da hesabını verecek. Özellikle Gece... Ona yaptığı şey öyle korkunç ki... Bilmiyor bile, bilse dünyası alt üst olur, yıkılır ayağa kalkamaz o çocuk..."

 

Arka arkaya sıraladığı cümleler yüzünden nefes nefese kalırken beline nükseden acıyı görmezden geldi. Göğsü şiddetle inip kalkıyor, gözleri pınarlarını zorlayan yaşlar yüzünden kızarmaya başlıyordu.

 

Bir şey söyleyemedi Alex bu cümlelere karşın. Söyleyeceği her kelimesi çekilip alınmıştı sanki ondan.

 

"Paketin ellerine ulaştığından eminsin değil mi Alex?" diye sordu biraz olsun nefesleri düzene girdiğinde. "Resimleri gördüler değil mi?"

 

Başını sallayarak onayladı kadını adam. Konu değiştiği için bir nebze rahatlamış hissediyordu kendini. "Ellerine ulaştı..." dedi kendinden emin bir sesle. "Gördüler resimleri. Gece Madelyn Roux'a ulaşmayı başardı. Yakında DNA testi de yaparlar ama teste gerek kalmadan Madelyn onlara her şeyi anlatacaktır. Onlardan saklanan her şeyi öğrenecekler..."

 

Üzerinden bir yük kalkmıştı Eftelya'nın. Yavaş yavaş arınıyordu günahlarından... Korku tüm sinsiliğiyle üzerine gelmiş ve onu bastırmıştı bunca senedir, şimdi o korkuyu üzerinden atmaya başladığı andı.

 

"Madelyn'ın güvenle ulaşmasını sağla Alex..." diye mırıldandı. "Bunca yıl onu Kahraman'dan saklamayı başardık..." Başını iki yana salladı usulca. Kahraman onu bulduğu yerde öldürürdü. Kirli sırrını bilen birkaç kişiden biriydi o. Gece'nin öğrendiği taktirde bir an bile düşünmeden Kahraman'ı öldüreceği o kirli sır... Kendi öz ailesinin kanı bulaşmıştı Kahraman yüzünden ellerine. Hayır onun küçük oğlu bu gerçeği kaldıramazdı, bu gerçekle yaşayamazdı. "O kıza hiçbir şey olmasın."

 

"Merak etme..." diye cevap verdi Alex. "Kahraman'ın ruhu bile duymayacak." Sonra bir an duraksadı. Cevabını bilse de emin olmak için aklındaki soruyu sordu. "Gece öğrenmeyecek değil mi ailesini öldürdüğünü?"

 

Hızla başını iki yana salladı Eftelya. "Hayır... Bu sır, bilenlerle mezara kadar gidecek. Artık o çocukların mutlu olma zamanı geldi, daha fazla acı çekmeyecekler. Bunu onlara borçluyum ben."

 

Kısacık bir sessizlik oldu aralarında. Alex, sen kimseye borçlu değilsin diyebilmeyi çok isterdi o an. Ama Eftelya'yı buna ikna etmek imkansızdı. Bunca senedir sustuğu için kendini suçlu hissedebiliyordu, göz yumduğu için, korkularının onu bastırmasına izin verdiği için...

 

Sessizlik daha fazla uzamadan, buraya gelme nedenini açmak için dudaklarını araladı Alex ama aynı zaman diliminde Eftelya ondan daha hızlı davranıp konuşmaya başlamıştı. "Sen ne yaptın?" Gözleri şimdi meraklı bir ifadeyle doluydu. "Bir gelişme var mı? Yakalayabildin mi onları?"

 

Omuzları çöken adam, dilinin ucuna gelen kelimeleri birazdan açmak için bir kenara itip, başını hafifçe iki yana sallayarak cevapladı bu soruyu. "Yatı hazırlamalarını emrettiğinde yata izleme cihazı koyduk ama son anda uçak yolculuğuna karar verdi. Üstelik kendi jetini de tercih etmedi. Bilgileri gizlenmiş, nereye uçtuğunu da bulamıyoruz."

 

Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldikleri anda, gelen bir ters akıntı yüzünden en başa dönüyorlardı. Sıkıntıyla bir nefes çekti içine. "Bir ailesi var Alex." diye fısıldadı. Sesi acıyla umudun birbirine karıştığı bir tonda çıkıyordu. Acıydı, çünkü artık sabrı tükeniyordu. Bildiği bu gerçeği ortaya dökecek bir kanıta ihtiyacı vardı, bu bombanın piminu bulmaya... Umutluydu, çünkü bu gerçek onların kurtuluşu, Kahraman Hancı'nın batışıydı. Bunu bildiği için çok iyi saklıyordu ya o ailesini... "Bir yerlerde herkesten sakladığı bir ailesi var. Bunu ortaya çıkardığımız an her şey bitecek. Kahraman'ın elindeki avucunda olan her şey, İzel'e devredilecek... İşte o zaman Kahraman Hancı bitmiş olacak, beni anlıyor musun? Gücü, itibarı, her şeyi avuçlarından kayıp gidecek çünkü beş kuruş parası olmayacak."

 

Tüm bunları biliyordu Alex. Eftelya'nın derin uykusuna yatmadan önce bile aklında olan şeydi bu... O aileyi bulup ortaya çıkarmak... Ama bulamıyorlardı. Yer yarılmıştı da Kahraman Hancı onları yerin yedi kat dibine saklanmıştı sanki...

 

"Halledeceğiz tamam mı?" diyerek kadını telkin etmeye çalıştı. Her şeye rağmen sesi inançlı çıkıyordu. "Çocuklar bu işle yakından ilgilenecek, peşini bırakmayacaklar. İçin rahat olsun."

 

Bizzat ben ilgileneceğim demeyi çok isterdi ama bulunduğu noktada Japonya'ya gidecek olması, bunu söylemesinin önüne geçiyordu. Elbette elini çekmeyecek, yakından takip edecekti ama bizzat ilgilenemeyecekti ne yazık ki...

 

Japonya'ya gidecekti.

 

Bu odaya girmeden önce içine çöreklenip tortularını bırakan o sıkıntı yeniden sardı ruhunu. Kahraman Hancı'nın onu saf dışı bırakmaya çalıştığını elbette biliyordu. Kendi isteği de bu yöndeydi zaten. Alex saf dışı kaldığı zaman, Kahraman Hancı gardını az da olsa indirecekti. O gardını indirdiği an, Alex hazırda bekliyor olacaktı ve Kahraman Hancı'yı köşeye sıkıştıracaktı. Son darbeyi indirense Eftelya Hanc... Hayır! Eftelya Akaydın olacaktı.

 

"Bizzat sen ilgilenmelisin Alex." dedi Eftelya. Bir başkasına güvenebilmesinin imkânı yoktu. "Hata yapma lüksümüz yok..." diye devam etti sözlerine. "Kahraman öğrenecek olursa her şey altüst olur, hiç birimizi yaşatmaz."

 

Bir köşeye ittiği sözcükler, şimdi yeniden dilinin ucuna doğru akmıştı Alex'in. Beklemedi bu kez, döktü onları dilinden.

 

"Yine kontrol ediyor olacağım ama bizzat ilgilenemeyecek kadar uzakta olacağım ben Eftelya..."

 

Sonunda dilinden kurtulmuştu kelimeler de bu kurtuluş gerçekten bir kurtuluş muydu yoksa daha da dibe batmak mıydı emin olamıyordu Alex. Her şeye tamamdı. Giderdi, Kahraman Hancı, kendini bırakıp hata yapana kadar beklerdi de... Ama zor olan Eftelya'dan uzak kalmaktı. Bu kadını görmeden bir gün bile geçirmek istemiyorken aralarına kilometrelerce mesafe girecekti. Sık sık ziyarete gelebilirdi elbette gizli gizli ama yeterli olmayacaktı hiç... Onun için bu işin en zor kısmı buydu. Kızı gibi gördüğü İzel'den uzak kalmak zorunda kalmıştı, şimdi de çok uzun zamandır aşkını içinde büyüttüğü kadından uzak kalacaktı. Yasağından... Pare pare eksiliyormuş gibi hissediyordu kendini... Pare pare yok oluyormuş gibi...

 

"Ne?" diyebildi yalnızca Eftelya... Doğru duyup duymadığından emin olamıyordu. Uzakta olacağım ben mi demişti gerçekten? Yoksa o mu yanlış anlamıştı?

 

"Japonya'ya gidiyorum..." diye açıkladı Alex kadının gözlerinin içine bakarken. Kalmayı ne çok istediği yazıyordu o gözlerin koyu kahve harelerinde. "Kısa bir gezi olmayacak, Yakuza ile olan işbirliğinde oradaki ayağı yürütmem için beni gönderiyor Kahraman Hancı."

 

Karnına sert bir yumruk yemiş gibi irkildi Eftelya. Yutkunmayı istedi nefesini kesen yumru gitsin diye ama ne nefes alabildi ne yutkunabildi. Yalnızlığın soğuk rüzgârı şimdiden esmeye başlamıştı ruhuna. Yalnızken altından kalkamazdı tüm bunların, yalnızken baş edemezdi hiçbir şey ile. En büyük sırdaşıydı Alex onun, gücüne korkusuzca yaslanabildiği tek kişi... Şimdi o da giderse ne yapardı? Ayağa kalkması gerekiyordu, adım atması, yürümesi, koşması... Kızına, çocuklarına koşması...

 

Her anında yanında olan kişinin Alex olacağını düşünmüştü Eftelya uyandığı ilk andan beri, elini tutan kişinin... Gözlerini açtığında baş ucunda o vardı çünkü. Hemen yanındaki sandalyesine oturmuş bir kitap okuyordu sessizce.

 

O yakın geçmiş dün gibiydi aklında... Gözlerini açtığını gören Alex başta inanamamış birkaç saniye kadının yüzüne bakakaldıktan sonra bir hışımla odadan çıkmıştı. Korkuyu hissetmişti o an Eftelya. Durdurmak için konuşmaya çalışmıştı ama dudaklarından tek bir kelime bile çıkaramamıştı, öyle bitkin öyle yorgundu ki...

 

Kahraman Hancı'ya haber vermeye gittiğini sanmıştı...

 

Korkmuştu Eftelya, çok korkmuştu...

 

Ama öyle bir şeyin olmadığını, birkaç saniye sonra kapıyı açıp tereddütle ona bakan adamı gördüğünde anlamıştı. Sadece inanamıyordu Alex onun uyandığına, bir rüyada olduğunu sanıyordu.

 

Sonra uzun uzun sarılmıştı Eftelya'ya ve kadını şaşkına uğratan o olay gerçekleşmişti. Yıllardır tanıdığı, bir dağ gibi dimdik duran, katı bakışları ve çatık kaşlarıyla bakanı korkutan Alex Mathieu; küçük bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlamıştı sarıldığı kadının varlığına sığınarak...

 

En büyük şanslarından biriydi Eftelya'nın uyandığında baş ucunda Alex'i bulmak...

 

"Ama..." Ne söyleyeceğini bilememenin verdiği his yüzünden sesi kesildi. Dudakları birkaç kez aralanıp geri kapandı. Gözlerine batan göz yaşlarını hissettiğinde dudaklarını birbirine bastırıp yutkundu usulca. Boğazını saran yumru hâlâ varlığını korkuyordu. "Ama..." dedi yeniden. "Tamamen gitmezsin değil mi?" Benden tamamen gitmezsin değil mi? "Yani... Gelirsin arada... Tüm bunlarla yalnız baş edemem çünkü ben... Yapamam..."

 

Çaresizliğin içinde ayakta kalmaya, dik durmaya çalışıyordu ve biliyordu Eftelya, onu ayakta tutan Alex'ti. O olmazsa düşerdi kadın... Onun sağladığı güven alanına ihtiyacı vardı.

 

Alex'in başı sağ omzuna doğru düşerken gözleri şefkatin yumuşak dalgalarıyla titreşti ve uzanıp kadının elini tuttu bir kez daha. "Burada olmayabilirim ama seni asla yalnız bırakmayacağım. Bulduğum her fırsatta yanına geleceğim, düzenli olarak telefon görüşmeleri yapacağız ve sen bu süreçte fizik tedavine devam edip ayağa kalkacaksın." Avuçlarının arasındaki zarif eli, elinin büyüklüğüne ve iriliğine tezat bir narinlikle sıkarken "Her şey bittiğinde kazanan sen olacaksın Eftelya... Kızına sımsıkı sarılacaksın. Kazanmak için bana ihtiyacın yok, sen benim gördüğüm en güçlü kadınsın. Ama ihtiyacın olmamasına rağmen ben kazandığını görmek için orada, İzel ve senin zaferini izliyor olacağım."

 

Gözlerini zorlayan göz yaşlarının ipi kopardığı an o an oldu. İzel'in adı geçtiğinde dirayeti kırıldı ve gözleri, hazırda bekleyen yaşları hızla akıtmaya başladı. Elleri yüzünü kapatırken "Kızımı çok özledim..." dedi gözyaşlarının arasında hıçkırarak. "O, bir hafta boyunca acılar çekerken ben hiçbir şey yapamadım. Denedim ama yetmedi... Asla ona, onun sevgisine lâyık bir anne olamadım ben... Ona yükten başka hiçbir şey olamadım..."

 

Acı dolu cümleleri onun gerçeğiydi. Ne kızını koruyabilmişti bunca zaman, ne ona hak ettiği hayatı verebilmişti. İzel'e acıdan başka bir şey değildi...

 

Onun gözyaşları karşısında, göğsünün içindeki kalbi tuzla buz olan adam, yatağın kenarına taşıdı bedenini ve kadını incitmeden kollarının arasına çekip sarıldı. "Şşşhh..." diye fısıldadı saçlarını okşarken. "İzel bu sözlerini duysa çok üzülürdü Eftelya. Onun gücü sensin, dayanağı, nefes alma sebebi... Her şeyisin sen onun. Sen olmasaydın eğer, babasının onu dönüştürmeye çalıştığı canavara yenilir, kaybolur giderdi. O sana tutunuyor. Senin ona verdiğin isme, yüklediğin anlamlara... Sen İzel için yük değil, yaşam kaynağısın..."

 

Başını iki yana salladı kadın. Hissettiği ama üzerinde duramadığı ayaklarını gösterdi. "Şu halime bir bak..." Gözyaşları sicim gibi akıp yanaklarını yıkarken sarsılan omuzlarıyla bir iç çekti. "Bu şekilde... Nasıl birinin yaşam kaynağı olabilirim?"

 

Kalbi göğsünün içinde sıkıştı... Sıkıştı... Sıkıştı... "Öyle güzel oluyorsun ki..." derken kastettiği şeyin İzel ile bir ilgisi yoktu artık.

 

"Anlamıyorsun Alex..." demeye çalıştı kadın ama adam onu durdurup "Asıl sen anlamıyorsun..." diye karşılık verdi. "Kahraman Hancı'nın günahlarının faturasını kendine kesmeye çalışıyorsun; Yapma! Hiçbiri senin suçun değil, sen elinden geleni yaptın..."

 

Eftelya ikna olmadı, Alex ise onu ikna etmeye çalışmaktan hiç vazgeçmedi. Zaman zamanın üzerine devrilirken aradan geçen süre boyunca Eftelya'nın gözyaşları usulca dindi. Hareket ettirdiği her an beline bıçak gibi saplanan acıyı geri plana itip elleriyle kalan son gözyaşlarını da sildikten sonra "Bana kızımı anlat Alex... Onun mutluluğunu anlat..." diye mırıldandı. Alex şahit olduğu kadarını anlatırken Eftelya da gözlerini kapatıp kızının güzel yüzünü gözlerinin perdesine çizdi ve onun mutluluğunun canlandırdı zihninde.

 

Gün gelecek, bu canlandırdıklarını kanlı canlı görecekti. Geri plana ittiği suçluluk duygusu bir sinyal gibi parlıyordu içinde. Uyandığını kızından saklıyor olmak bir yerlerde yanlış geliyordu ona ama tanıyordu kızını Eftelya. Çabuk sinirlenen, çabuk parlayan biriydi İzel, öyle ki bazı zamanlarda gözü öfkeden kararırdı. Bir delilik yaparsa eğer hiç şansları kalmaz, umutlar avuçlarında parçalanırdı.

 

Bittiğinde tüm bunlara değecek diye geçirdi içinden. Onu kollarıma aldığımda, kokusunu içime çektiğimde her şey geçecek...

 

Önünde sonunda gerçekleşecek olan o senaryodan kaçamadılar ve Alex geldiği gibi sessizce gitti. Hemen ardından, herkesin uyuduğu vakitte hemşiresi girdi odaya.

 

Kısıtlı alan, kısıtlı imkânlar ama azimli iki beden...

 

Gecenin sonunda Eftelya üç saniyelik ayakta durabilme süresini yedi saniyeye çıkarabilmişti. Henüz adım atamıyordu ama o da olacaktı.

 

Hemşiresinin yardımıyla duş alıp, gür, koyu renk saçlarını kurutup yeniden yatağına yatırıldığı süreçte gözleri ara ara hemşiresinin güzel yüzüne takılı kalmış, aklında ikinci bir plan şekillenmeye başlamıştı.

 

Daha önce denediği ama başarısız olduğu bir plan...

 

Hemşire ilacını almasına ve suyunu da içmesine yardım ederken "Bugün iyi ilerleme kat ettiniz Eftelya Hanım." dedi güler yüzle. Hap şeklindeki ilacın kutusunu cebine atarken, yüzde altmışlık bir kısmı boşalmış olan serumu askılığa asıp, iğnesi olmayan intraketi Eftelyanın bileğine yapıştırdı ve serumu da ucuna bağladı. Böylece olur da birileri odaya girerse, kimse Eftelya'nın uyandığını anlamayacak, ilacını hâlâ serum yoluyla aldığını düşüneceklerdi.

 

İşi bittiğinde ellerini üzerindeki hırkasının cebine koyup "Yarın..." diye devam etti. "Sizin için sipariş ettiğim lastik bantlar ve vitamin takviyeleri gelecek. Tedavinizi büyük ölçüde kolaylaştıracaklardır. Bugünü de göz önünde bulundurursak, düşündüğümüzden çok daha kısa sürede toparlanacağınıza inanıyorum."

 

Hafif ama sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi hemşiresine Eftelya. "Teşekkürler Clara..."

 

Planını açıp açmamak arasında gidip gelirken iyi geceler dileyip arkasını dönen hemşiresine baktı son kez ve kararını verdi. O zaman başarısız olmuş olabilirdi ama bu şimdi de başarısız olacağı anlamına gelmiyordu. Hem... O aileyi bulamama ihtimalini göz önünde bulundurarak bir plana daha ihtiyaçları vardı. Neden olmasındı ki?

 

"Clara..." diye seslenerek durdurdu hemşiresini. Hemşiresi anında durmuş ve kendine dönmüştü.

 

Birkaç saniyeyi sessizliğe yatırdı Eftelya. Olacakları hesaplamaya çalışıyordu ama aldığı ilaç etkisini göstermeye başladığı için beyni yavaş yavaş bulanmaya ve karanlığa doğru çekilmeye başlıyordu. Uykuya dalmadan önce fazla vakti yoktu bu yüzden beklemeden boğazını temizleyip sordu.

 

"Çok para kazanmak ister misin?"

 

💎🎭

 

İZEL İZEM HANCI'DAN;

 

Güney'in kaderi şu an resmen Gece'nin avuçlarındaydı. Tek bir kelime... Sessizliğin yarattığı o etkiden çok daha gürültülü, çok daha sarsıcı o tek kelime dudaklarından döküldüğünde, Güney'in kaderi artık Gece'nin avuçlarından düşmanın avuçlarına kaymıştı.

 

"Sildim..."

 

Gece'nin umursamaz yüzüne şaşkınlıkla bakakaldık üçümüz de... Ne diyeceğimi bilemediğim bir andaydım ve anlaşılan bu konuda yalnız değildim ki Savaş ve Güney'den de çıt çıkmıyordu.

 

"Gece neyi sildi? Hiçbir şey anlamıyorum ben. Olaya çok Fransız kaldım şu an..."

 

Damla'nın sesi uzaklardan geliyordu sanki, buzlu bir camın ardında dondurucu bir soğuğa maruz kalmış gibi.

 

Bir saniye geçti...

 

İki saniye geçti...

 

Üç saniye geçti...

 

Ve Gece birden kahkahalarla gülmeye başladı... Ciddi anlamda kahkahalarla gülüyordu üstelik, öyle yalandan falan da değil. Affalamış bir hâlde bakakaldık yüzüne...

 

Gülüşlerinin arasında "Şaka yaptım lan şaka... Henüz silmeye fırsat bulamadım." dediğinde dudaklarımdan şaşkınlık dolu bir nefes dökülmüş, ciddi misin sen der gibi bakmıştım yüzüne. Hemen yan tarafımda duran Savaş'ın da kendi kendine homurdanmasını duyabiliyordum. Güney'in de aynı şekilde...

 

Üçümüz tip tip ona bakarken o sonunda susabildi. Gülmekten göz pınarlarına toplanan yaşları sildi birkaç saniye boyunca. Kollarımı göğsümde toplayıp kıstığım gözlerimle onu izledim. Bilerek oyalanmıyorsa bende hiçbir şey bilmiyordum.

 

"Gece..." diye homurdandım uyarı mahiyetinde. Artık dayanamadığım bir noktaya doğru çıkıyordum. Saçma sapan bir şaka anlayışı vardı.

 

Biraz önce kahkahalarla gülen o değilmiş gibi birden ciddileştiğinde gözüme psikopat biri gibi görünmüştü. "Ne?" diye sordu. "Yüz ifadenizi bir görseydiniz, siz de benim kadar gülerdiniz kendinize." Ciddileşen ifadesi yan bir gülüşle hafifçe kırılırken alaylı bir hah sesinin ardından "Kendi kıçını görmüş maymuna döndünüz iki saniyede..." diye ekledi. Gerçekten insanı çileden çıkarma potansiyeli öyle yüksekti ki...

 

Sözlerinin üzerine gözlerim baygın baygın ona bakmaya devam ederken, gözlerimin aksine dudaklarımı yapmacık bir gülümsemeyle kıvırıp "Espri anlayışın da şaka anlayışın kadar boktan..." diye karşılık verdim. "Şimdi, seni yeterince eğlendirebildiysek eğer... Kayıtları vermen gerek..."

 

Tek kaşı kalkarken gözleri Savaş ve Güney'in yüzünde dolaştı yavaş yavaş... En sonunda bende durduğunda bakışları sorgulayıcı bir hâl almıştı. "Sebep?"

 

Tam açıklamak için ağzımı açmıştım ki Güney benden önce davrandı.

 

"Yasemin'in anne ve babası öldürülmüş, suç benim üzerime kalıyor. Kimin yaptığını tahmin edersin diye düşünüyorum... Öldürüldükleri saat aralığında bu evdeydim ben. Yani masumiyetimi kanıtlayacak, Aksel'in dokunup bozamayacağı tek görüntüler bu evdekiler. En azından öyle umuyorum."

 

Benim bu zamana kadar tanıdığım Güney'in tavrı şu an sergilediğinden çok daha saldırgan olurdu normalde. Açıklamasını yaparken bile satır başlarında iki lâf sokmadan geçmezdi. Ama şu an karşımda duran adam, her zaman tanıdığım Güney Kalkavan'dan çok farklıydı sanki. Sabahtan beri öyleydi. Daha durgun, daha dingin... Daha bulanık...

 

"Aksel'in kendisi gelip öldürdüyse hâlâ buralarda bir yerlerde o zaman." diyen Gece ile ilgim Güney'den yeniden ona evrildi. Şimdi alaycılığından tamamen sıyrılmış ve son derece ciddi bir şekilde duruyordu karşımızda. Kaşları bile çatılmıştı. "Burnumuzun dibinde yani... Hamle yapmak için Yasemin Koçer'in iyileşmesini beklemiyor..."

 

Kafasının içinde dönen bin tane tilkinin binini de görebiliyordum. Zihninin içinde süzülen düşüncelerin yosun tutmuş denizlerini alev alev yakışını...

 

"Ya da öyle düşünmemizi istiyor..." dedim sözlerine karşılık. Bizi manipüle etmeye çalışıyordu büyük bir ihtimalle. "Yani..." diye devam ettim dördünün de bakışları bana döndüğünde. "O ilişkide baskın tarafın Aksel olduğunu sanmıyorum. Dominant karakter Yasemin olmalı... Asıl intikam isteyen Yasemin olacaktır yani. Aksel'in ondan önce, ciddi bir hamle yapması çok olası görünmüyor bana..."

 

"Sence ortada iki vahşice işlenmiş cinayetin olması yeterince büyük bir hamle değil mi? Daha fazlasını yapmayacağının bir garantisi yok... Her an her şey olabilir..."

 

Gözlerim Güney'e döndü. Söylediklerinde haklıydı ama tam olarak bu yüzden Aksel'in Yasemin'den önce davranacağını düşünmüyordum ya...

 

"Hayır..." Savaş benden önce davranıp, ne anlatmak istediğimi anlattı onlara. "İzel haklı. Yeterince büyük bir hamleyi, Nihal ve Sadık Koçer'i öldürerek yaptı zaten. Yasemin iyileşmeden doğrudan bize bir hamle yapmayacaktır. Amacı sadece gözdağı vermek, bizi diken üstünde tutmak olmalı."

 

"-meli, -malı... İhtimallerle hareket etmem ben, emin olmam gerek. Ben emin olana kadar da ne İzel ne Damla, yalnız kalmayacak. O herifin eline geçen tek bir fırsat, bizi mahvetmeye yeter ve ben o fırsatı vermeyeceğim."

 

Ne demek istediğini çok iyi anlıyordum. Bence hepimiz anlıyorduk. Ama unuttuğu biri vardı Gece'nin, Eğer Aksel buradaysa ve zarar vermek için an kolluyorsa tehlikede olan yalnızca biz değildik. Duruşumu dikleşirken "Ya Hazal?" diye sordum. En masumumuz oydu ama en kötüsü onun başına gelmişti. Biz kendimizi bir şekilde koruyabilirdik ama ya o? Tamamen savunmasızdı. "En savunmasızımız o... Doğrudan hedef olmaya çok müsait. Bir kere en başta yalnız yaşıyor."

 

Yüzüme baktı, baktı, baktı... Biraz önce açık olan ifadeleri şimdi tamamen kapalıydı. Hiçbir şey anlayamıyordum bakışlarından. Yalnızca keskin bir kararlılığın emarelerini seçebildim. "Onu da savunmasız bırakmayacağım." dedi ve arkasını bize dönüp koridorda geldiği yönde kayboldu.

 

Gece Hancı, bırakmayacağım diyorsa bırakmazdı.

 

"Sizce görüntüleri getirir mi?"

 

Güney'in sorusuyla gözlerimi Gece'nin bıraktığı boşluktan çekip "Getirecek..." diye mırıldandım. Ardından burnuma dolan peynirli omlet kokusuyla bakışlarım mutfağa döndü.

 

"Hayır yani... Bizden pek haz etmiyor ya, getirmeme ihtimali de var. Ondan soruyorum."

 

İçine alayı karıştırmaya çalıştığı gergin sesine karşın başımı iki yana sallarken adımlarım mutfağa yöneldi. Kahvaltımız yarım kalmıştı ve ben zaten doymamışken yolda geçirdiğimiz süre ve Gecelere ulaşamamanın verdiği gerginlik yüzünden yeniden acıkmıştım.

 

Diğerleri peşimden gelirken mutfağa girdiğimde ada tezgâhın üzerinde gördüğüm kahvaltı gözlerimden kalplerin çıkmasına neden olmuştu. Son günlerde, Gece ve benim hazırladığım kahvaltıları kastediyorum, bu evin gördüğü en iyi kahvaltıydı.

 

"Alınma İzel ama..." diyerek yanımdan geçip tezgâhın diğer tarafına dolanan Damla, ocakta duran omleti tabağa alıp ada tezgâha koyarken "Günlerdir kahvaltı adı altında bizi zehirlediğiniz şeylerden sonra doğru düzgün bir kahvaltı hazırlamak istedim. Tabii senin evde olmadığını bilmiyordum." dedi hafifçe gülümseyerek. O gülümsemenin altında yatan alayı da iğnelemeyi de bir tek ben anlayabilirdim.

 

Uzun taburelerden birine bedenimi atarken ona kötü kötü bakıp ortaya koyduğu minik kruvasanlardan birini kaptım ve küçük bir ısırık aldım. Ortasındaki dolgu çikolata resmen beni kendimden geçirtebilirdi. İnleyerek geri kalan parçayı da ağzıma attığım sırada "Yuh kızım..." diyen Güney'in sesi mutfağı doldurdu. "Daha yeni kalktın sen masadan."

 

Onu umursamadan yemeye devam ederken o Savaş'a dönmüş ve "Yol yakınken sen bunu kapının önüne koy bence Savaş, ocağına incir ağacı diker bu senin." diye homurdanıyordu.

 

Savaş onu duymazdan gelip cevap verme zahmetine bile girmedi. Hatta yanından geçip benim yanıma geldi ve arkamda durup başımın üzerine yumuşak bir öpücük kondurduktan sonra o da yanımdaki tabureye oturup bana eşlik etmeye başladı. Benim ise ikinci bir kruvasana uzanan elim, Güney'in sözleriyle kruvasan tabağının hemen yanında duran siyah zeytinlere yönelmişti. Bir zeytini alıp Güney'e fırlattım, tam alnının ortasına isabet etti. "Korkma..." dedim ona kısık bakışlarımla ters ters bakarken. "Ben senin gibi fakir ruhlu değilim, incir ağacı yerine densuke karpuzu ya da ruby roman üzümü falan dikerim."

 

Bakışlarıma aynı şekilde karşılık verirken ufak bir savaşın başlayacağını anlayan Damla, "Sakın..." diyerek araya girmişti. "Mutfağımı dağıtmayı aklınızdan bile geçirmeyin!" Yumuşak gülümsemesine rağmen sesi bir hayli keskindi. Fincanına doldurduğu çayından bir yudum alıp o da masaya yerleşti ve "Ve bir zahmet kendi çaylarınızı kendiniz alın." diye ekledi.

 

Savaş kalkıp hem kendine hem bana çay doldurduğu sırada benim gözlerim Güney'deydi. Omzunu yasladığı kapı pervazından öylece bize bakıyordu. Biraz önce yaptığı esprilere rağmen, asık yüzü ve dalgın bakışlarıyla sanki bu andan soyutlanmış, bambaşka bir anın içinde yaşıyormuş gibi duruyordu.

 

Aklı biraz da olsa dağılır diye ona bir zeytin daha fırlatıp "Hadi yeme bizi..." dedim alayvari çıkması için özen gösterdiğim sesimle. "Gözün kaldı sofrada sanki bilmiyoruz. Otur bak, Damla'nın kendi elleriyle yaptığı kruvasanları kaçırırsan çok üzülürsün." Çünkü çok lezizlerdi.

 

Gözlerini devirdi sözlerimle ama en azından yerinden kımıldayıp Savaş'ın karşısına yerleşmişti. "Sanırsın tantuni..." diye homurdandı minik kruvasanlardan bir tanesini ağzına atarken. Ah, bu konuda haklıydı işte. Tantuni ve kruvasan yarışamazdı bile. Savaş'a söylemeliydim ve bir ara yeniden yemeliydik.

 

"Tantuni ne?"

 

Damla'nın sorusuyla, hemen yan tarafına oturmuş olan Güney gözlerini büyütüp kaşlarını kaldırarak baktı Damla'ya. "Nasıl tantuninin ne olduğunu bilmezsin?" Bakışları kısacık bir an bana dönmüş ve "Bilmezsiniz..." diyerek üzerine bastırmıştı. Omuz silkip onları kendi kavgalarıyla baş başa bıraktım ve Savaş'a döndüm. Hiçbir şey yemiyor, yalnızca çayını yudumlayarak beni izliyordu.

 

"Tantuni ile ilgili bir travması falan mı var?" diye sordum Damla ile tartışmasına devam eden Güney'i işaret ederek. Aralarda bir yerlerde cahil sıfatının geçtiğine yemin edebilirdim.

 

Umursamaz bir tavırla cıklayarak cevap verdi Savaş bana, ardından çayından bir yudum daha alıp "Memleketine biraz fazla bağlı sadece..." diye mırıldandı.

 

Biraz...

 

"İyi..." diyen Damla'nın sesiyle gözlerim yeniden onlara döndü. Damla birden Güney'in elindeki kruvasanı çekip almış ve ateş saçan gözlerle yüzünü izlerken "Cahilsem yeme o zaman benim yaptığım şeyi..." diye homurdanıp ondan aldığı kruvasanı kendi ağzına tıkmıştı. Güney ise şaşkın şaşkın bir boşalan eline bir Damla'ya bakıp, umursamazca omuz silkti ve tabaktan yeni bir tane alıp onu ağzına attı. Biraz yüzsüz müydü ne?

 

Kısa bir süre sonra Gece elinde minik bir USB bellek ile yanımıza geldiğinde minik kavgaları da böylece bitmiş oldu. Güney, Gece'nin masaya koyduğu belleği alıp parmaklarının arasında çevirdi birkaç saniye. Şimdi dikkatle küçük siyah cihaza bakıyordu, masumiyeti o cihazın içindeydi.

 

"İzel dün bahsetti..." diye söze girip oluşan sessizliğin önünü kesen Savaş oldu. "DNA testi yapılacakmış sanırım?" Vampirellamın gözleri Gece ile Damla arasında gidip geliyordu şimdi.

 

"Evet." diye cevap verdim ona. "Bu soru işaretini bir an önce kaldırmamız gerek ortadan."

 

Gece ve Damla gerçekten kardeşlerse bu bizim aramızdaki ilişkiyi değiştirir miydi? Birbirlerine daha fazla sarılıp beni dışarıda bırakma ihtimalleri neydi?

 

Neyse diye geçirdim içimden, bu düşünceler beni daha da fazla içine çekip modumu düşürmeden hemen önce. Şimdi bunu düşünmenin sırası değildi.

 

"Ne DNA'sı ne testi lan?" diye Güney araya girmeye çalışsa da kimse onu duymadı ve Savaş yeniden konuşmaya başladı. "Dün de söyledim, laborant bir tanıdığım var. Bugün örnekleri ona götürürüz. İllaki kan örneği olmasına gerek yoktur, saç da olur." Kısa bir an duraksadıktan sonra gözlerindeki soru işaretleriyle hepimizin yüzüne baktı. "Ama... Gerçekten ikiz kardeş olsanız, bunca yıl bunu sizden neden saklasınlar?"

 

"İşte..." dedi Gece, keskin gözleri Savaş'tayken. "Bunun cevabını öğrenmek istediğimiz için örnekler sizin adınıza verilecek laboratuvara. Yirmi beş yıldır bunun saklanıyor olmalarının altında yatan sağlam bir neden olmalı."

 

"Yirmi beş demesek..."

Damla'nın sıkıntı dolu sesi, Gece'nin sesinin hemen ardından gelmişti. Dördümüzün de bakışları ona döndüğünde "Ne?" diye sordu bize. "Oradan bakınca hiç yirmi beş yaşında gibi bir halim var mı acaba? Sizce ben yirmi beş yaşında olabilir miyim?"

 

Konuştuğu her seferinde yirmi beşin beşine özellikle bir vurgu yapıyordu. Damla için bu resmen travma demekti muhtemelen.

 

"Sence..." dedi Gece kaşlarını kaldırıp Damla'nın gözlerinin içine bakarken. "Benim yirmi yaşında gibi bir halim mi var Damla?"

 

Gece'nin sözleriyle Damla bir an Gece'nin yüzüne baktıktan sonra dudaklarını sarkıtıp yüzünü ağlamaklı bir ifadeyle bezedi. "Düşündüğümden beş yıl daha erken yaşlanacağım, beş yıl daha erken kırışmaya başlayacağım, beş yıl daha erken menopoza gireceğim." Elini dramatik bir hareketle alnına koyup başını iki yana salladı. "Resmen hayatımdan beş yıl çaldılar..."

 

"Hâlâ ikiz çıkmama ihtimalleri var. Bunun farkında, değil mi?"

 

Savaş'ın kulağıma doğru eğilerek sorduğu soruyu başımı sallayarak cevap verdim. "Şu an ısınma aşamasında. Eğer ikiz çıkarlarsa, Gece yirmi yaşında olamayacağına göre, yaşayacağı dramın yalnızca buz dağının görünen kısmı bu."

 

Kaşlarını şaşkınlıkla kalkarken başını iki yana sallayarak güldü sözlerime.

 

"Benim anlamadığım bir şey var..." dedi Güney lafa atlayarak. Hâlâ ortada dönen konuyu kavramaya ve dahil olmaya çalışıyordu. "Anladığım kadarıyla siz ikizsiniz ve sen aslında yirmi değil yirmi beş yaşındasın." Durdu kaşları çatılırken bir Gece'ye bir Damla'ya baktı, en sonunda bakışları Damla'da sabitlendi. "Lan ilk beş senene dair hatırladığın hiçbir şey mi yok, ne bileyim normalde kendini beş yaşında zannederken aslında on yaşında olman gerekmiyor mu? Kafanda oralar bu kadar mı gidik yani?"

 

Damla masum masum Güney'in yüzüne bakıp ne demeye çalıştığını anlamaya çalışırken "Siktir..." diye homurdanan Gece oldu. "Bu çocuğun bu kadar mantıklı bir cümle kuracağına sikseler inanmazdım."

 

Evet kurduğu cümle çok mantıklıydı çünkü Kahraman Hancı'yı tanımıyordu. O sınır tanımaz biriydi, Allah bilir nasıl bir sistemin ve manipülasyonun içinden geçmiştik, beynimize ne yapmışlardı da her şey içinde bu denli karmaşık bir hâle gelmişti?

 

Bize verdiği zararların boyutu, avuçlarımızdan kayıp giden her zaman diliminde biraz daha artıyor, bizden birer parçayı daha çalıp götürüyordu. Ne zaman bir üstü gelmez diye düşünsek, o üst hep geliyordu...

 

💎🎭

 

"Sizce bunu onlar mı yaptı?"

 

Hazal elindeki telefonun ekranını bize çevirip ekranda açık olan haberi gösterdiği sırada kantin sırasındaydık. Kısık sesiyle bize doğru eğilmiş fısıldıyordu. "Yani... Yasemin ve Aksel mi yaptı sizce?"

 

Evet, Sadık ve Nihal Koçer'in ölümü her yerde duyulmuştu ve Sadık Koçer okulun eski sahibi olduğu için bu haber aynı zamanda okulun da gündemindeydi.

 

Haberlerde failin bulunamadığından bahsederken Güney'in adı da hiçbir şekilde geçmiyordu. Bunu Filiz Duman'ın sağladığından adım kadar emindim. Haberciler, şüpheli sıfatıyla sorguya alınan birinin peşini kolay kolay bırakmazdı çünkü.

 

Omuz silkip "Sencesi bencesi yok, kesinlikle onlar yaptı." dedim. Suçun Güney'e yıkılmaya çalışılmasının başka bir açıklaması olamazdı.

 

Hazal hafifçe irkilerek ekranı gözlerimizin önünden çekerken Damla, "Bir insan kendi anne babasını öldürecek kadar ne yaşamış olabilir, nasıl bu kadar ileri gidebilir?" diye bir yorumda bulundu.

 

Bu yorumu beni yaklaşık sekiz yıl öncesine götürmüştü. Alex olmasaydı, Damla'nın şu an yargıladığı şeyi, sekiz yıl önce tam olarak bende yapmış olacaktım. Bu yüzden neden ya da nasıl diye sormayı istemiyordum ama Yasemin'in şartlarıyla kendi şartlarımı karşılaştırmak da bana, geçmişime gömdüklerime yapılan bir haksızlık olurdu. Hiçbir travma, hiçbir acı, Yasemin'in yaptıklarını, dönüştüğü kişiliği haklı çıkarmaya yetmezdi.

 

"Bence polise gitmeliyiz..." dedi Hazal. Tedirgin bakışları ara ara kantinin içinde geziniyordu. O günkü kaçışından sonra, bugün de okula gelmez sanıyordum ama beni yanıltmıştı. İşte görmek istediğimiz sahnelerdi bunlar, kaçmaktansa savaşmak, ona bakan gözlere inat dimdik ayakta durmak... Muhtemelen onunla alay edenler ondan daha beter duruma düştükleri için bundan güç almıştı Hazal da. "O videolardan sonra, gitmediğimiz her an için suç işliyormuş gibi hissediyorum kendimi. Çok korkunçtu..."

 

O videolar... İnsanın insanlığından utandığı o videolar...

 

"Gitsek bile yapabileceğimiz hiçbir şey yok..." diyerek onu rahatlatmaya çalıştım. "Elimizde hiçbir kanıt yok, aksine gitmemiz halinde bu Gece'nin de sorgulanmasına yol açar. Videoları nereden bulduğu, nasıl eriştiği, bilgisi, bu bilgilerle neler yaptığı... -Ki son yaptığı sosyal medyada ifşa dağıtma olayı bile onu bir hayli suçlu yapar- Altını kazdıkça daha fazlasını bulurlar. Yani bu işte polis demek, Gece'nin de tehlikeye girmesi demek ve ben buna izin veremem."

 

İnternet dünyasında tamamen görünmez olmanın tek yolu, interneti kullanmamaktı. Ne kadaf iyi bir hacker olursan ol, işlerini ne kadar gizli yürütürsen yürüt, önünde sonunda seni bulan birileri illaki çıkardı.

 

Hazal sözlerimle, derin bir nefes alıp anlıyorum dercesine başını salladı. "Anlıyorum da... Uzun bir süre o görüntüleri hafızamdan atabileceğimi sanmıyorum."

 

"Sana bunun bir taktiğini vereyim..." Damla'nın sözleriyle dudaklarım istemsizce kıvrıldı. O taktiğin ne olduğunu biliyordum. "Zihnini o görüntülerin gerçek olmadığına, örneğin bir film karesinden alıntı olduğuna inandırırsan her şey çok daha kolay olur senin için."

 

Bu üçümüzün taktiğiydi. Hayatta kalabilmek için bu taktiğe ihtiyacımız vardı, delirmemek için..

Yaşadığımız her şeyi zihnimizde bir film karesi olarak kodlardık ve böylece o günü fiziki olarak olmasa da zihinsel olarak en az hasarla atlatırdık.

 

Önümüze bir gölge dikildiği sırada Hazal, bu taktiğimizi psikoloji dalında benzettiği bir konuyla ilgili bize bilgi veriyordu ve bende Savaş'a neler yaptıklarını sorduğum bir mesaj atıyordum. Sabah onların Damla ve Gece'nin birer tutam saçıyla evden ayrılmalarından beri konuşmamıştık ve aradan üç saat geçmişti.

 

"Hazal..." diye seslendi önümüzde dikilen gölgenin sahibi. Başımı kaldırıp baktığımda uzun boylu iri yapılı bir adam gördüm. Sarışın ve yeşil gözlüydü. Burnunun üzerine dağılan çilleri ve numaralı olduğunu tahmin ettiğim gözlükleriyle tatlı bir tipi vardı.

 

"Ah, Gökhan..." diye karşılık verdi Hazal da. Yüzünde oluşan hafif bir tebessüm ile yanımdan sıyrılıp karşımızdaki adama sarılmıştı. "Seni burada görmeyi beklemiyordum, stajda olman gerekmiyor muydu?"

 

Adının Gökhan olduğunu öğrendiğim adam tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdi Hazal'a. "Bugün boş günümdü." dedi kollarını onun ince beline dolayıp sarılışına da karşılık verirken. Ardından ayrıldılar ve Gökhan açıklamaya koyuldu. "Yazdığım makale ile ilgili Biricik hocaya bir şeyler danışmaya gelmiştim. Gelmişken seni de göreyim dedim..."

 

"Çok iyi yaptın..." diye karşılık verdi Hazal. Yüzünde çok özlediği ve uzun zaman sonra ilk kez gördüğü birini görmenin sevinci vardı. Nereden anladın diye sormayın, bu duyguyu iyi biliyorum. Günler sonra ilk kez can bulan gözleri bize döndü ve meraklı bakışlarımızla ikisini izlediğimizi fark ettiğinde kızaran yanakları eşliğinde "Tanıştırayım..." diye mırıldandı. "İzel ve Damla, bu Gökhan... Kendisi psikoloji üçüncü sınıf... Geçen sene alttan aldığı bir derste tüm yıl bir projede ortak çalışmıştık. Bu okulda beni zorbalamayan, benimle arkadaş olma cesaretini gösteren tek kişiydi diyebilirim." Ardından Gökhan'a dönüp, "Gökhan bunlar da..." diye söze girmişti ki, arkadaşı bize dönüp "Tanıyorum..." diyerek Hazal'ı bizi tanıtma zahmetinden kurtardı. "Namınızı duymayan kalmadı... Okulun yeni sahiplerisiniz siz... Daha doğrusu babanız Kahraman Hancı okulun yeni sahibi..."

 

Ben mi paranoyaktım ya da insanlara karşı fazla mı ön yargılıydım bilmiyorum ama tanıyorumdan sonra söylediği cümlelerdeki bir şey beni rahatsız etmişti. Belki de babamın adını bastırarak söylemesi...

 

İfadesiz bakışlarım yüzünde gezerken ters bir şey söyleyip Hazal'ı mahcup etmemek için kendime iki saniye tanıdım ve konuşmak için dudaklarımı araladım ama biri benden önce davrandı.

 

"Yanlış oldu..."

 

Sesin geldiği yöne baktığımda Gece'yi ters ters Gökhan'a bakarken bulmuştum. "Okulun sahibi Kahraman Hancı değil..." dedi birkaç adımla Gökhan'ın yanından geçip Hazal ile onun arasına girerken. "İzel de okulun sahibinin kızı değil... Okul doğrudan İzel İzem Hancı'nın."

 

Gece yanından geçip hemen önünde dikilmeye başladığı için Gökhan birkaç adım geri çıkmak zorunda kalmıştı. Kaşlarımı çatarak baktım Gece'ye. Bizden yaklaşık beş dakika önce kahvesini alıp her zamanki köşesine geçmişti. Neden kalkıp geri gelme zahmetine girmişti ki? Kahvesi bitmiş olamazdı... Bitse bile, beş dakika içinde ikinci bir taneye ihtiyaç duyacağını sanmıyordum. Onun iki kahve arası en az otuz dakika olurdu çünkü...

 

"Öyle mi?" diye sordu Gökhan şaşırmış bakışları bana dönmüştü. Öyleydi... Okul benim üzerime satın alınmıştı ama kâğıt üzerinde tabii. "Herkes diğer türlü bahsedince..." diye kendini açıklamaya çalıştı ama gözleri Hazal ve Gece arasında dolanırken devam edemedi sözcüklerine. Derin bir nefes aldı sonra, boğazını temizleyip "O zaman..." dedi yeniden dudaklarına tatlı bir gülümseme yerleştirerek. "Benim artık gitmem gerekiyor Hazal, seni gördüğüme sevindim. Haberleşiriz yine..."

 

Hazal gergin bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra "Bende seni gördüğüme sevindim Gökhan..." dedi. "Mutlaka haberleşelim."

 

Gökhan arkasını dönüp giderken Gece'nin kendi kendine homurdandığını duydum ve kulaklarım beni yanıltmıyorsa tam olarak "Bok haberleşirsiniz..." dedi Gökhan'ın arkasından bakarken.

 

Gülmekle kaş çatmak arasında bir yerde onu izlerken o Hazal'a dönüp burnundan solur bir halde "Dün konuştuğumuz şeyi hatırlıyor musun?" diye sordu. Hazal yalnızca çakmak çakmak olmuş gözleriyle bakmakla ve başını usulca sallamakla yetişmişti. Öyle masum görünüyordu ki tam şu anda... "İyi..." diye homurdandı Gece. "Ona göre davran o zaman." Ve bizi arkasında bırakıp geldiği gibi kayboldu.

 

Şimdi iki meraklı göz Hazal'ın yüzüne dikilmiş, bir açıklama bekliyorduk. Dün ne konuşulmuştu mesela?

 

"Dün Gece ile ne konuştunuz Hazal'cığım?" diye soran Damla oldu. Kollarımı göğsümde bağlayıp kaldırdığım tek kaşımla Hazal'ın yüzüne bakarken, Damla'nın kurduğu baskıyı destekliyordum. "Şey..." diye kıvrandı Hazal birkaç saniye boyunca. "Dedikodular dönmeye başladı... Biliyorsunuz zaten..."

 

Biliyorduk, duymuştuk. Gece'nin Hazal için yaptığı misilleme bir takım dedikoduların doğmasına neden olmuştu. Hazal dün konuştuklarını anlatırken zihnimde şekillenen resim bana tek bir şeyi gösteriyordu.

 

Gece bu dedikoduların doğurduğu oyun işini fazla ciddiye alıyordu. Fazla... Oyun olamayacak kadar fazla...

 

💎🎭

 

Günün geri kalanı son derece sakin geçmişti. Savaş'ın söylediğine göre, sabah ilk işleri laboratuvara örnekleri vermek ve ardından avukatın yanına geçmek olmuştu. Avukatla beraber davaya bakan savcının yanına gitmişlerdi ve görüntüler incelenmek üzere alınmış, Güney bir de savcının karşısında ifadesini vermişti. Görüntülerin üzerinde oynama olmadığı anlaşılır anlaşılmaz, savcı Güney'i şüpheli sıfatından çıkarmış, dosyaya tanık olarak eklemişti.

 

Güney Kalkavan, üzerine atılan bu suçtan da böylece sıyrılmıştı.

 

Ve yine Savaş'ın söylediğine göre, Yasemin ve Aksel de dosyaya dahil edilmişti. Şüpheli olarak... Yasemin'in geçmişindeki, kayıtlara geçen tek vukuatı olan göz oyma olayı, savcının da ondan şüphelenmeye başlamasına neden olmuştu.

 

Ve haklarında yakalama kararı çıkarılmıştı...

 

Eğer hâlâ Türkiye'delerse, çok uzun bir süre saklanamayacaklardı.

 

Şimdi Savaş ve Güney'in gelmesini bekliyorduk. On dakika önce yazdığı mesajda bir saate kadar sonuçları alacaklarını söylemişti. Alıp doğrudan buraya geleceklerdi.

 

Üzerimde hafif bir gerginlik vardı ama benden daha gergin birileri varsa o da Gece ve Damla'ydı.

 

Öyle ki tam üç dakikadır lazerleri çalıştırması için bekliyordum ama o öylece önündeki ekrana bakıyordu. Evet yine bodrum kattaydık, yine antrenmanın ortasındaydık. Bu kez dünkü kadar zorlamamıştı beni, bu nedenle dün bir türlü beceremediğim lazerleri geçebileceğimden emin bir şekilde bekliyordum şu an. Tabii Gece zahmet edip çalıştırırsa...

 

"Gece..." diye seslendim ona. Duymadı. Bu üçüncü seslenişimdi...

 

Derin bir iç çekip ona doğru ilerledim ve elimi omzuna koyup bir kez daha "Gece..." diye seslendim. İrkilerek döndü bana, ardından başını iki yana sallayıp düşüncelerinden sıyrıldı ve bana dönüşü bir refleks olmaktan çıktı. "Seni bekliyorum..." diye açıkladım önümüzdeki platformu gösterip.

 

Elini saçlarından sıkıntıyla geçirirken "Dalmışım kusura bakma..." diye mırıldandı.

 

Durgun bir ifadeyle sarılı yüz hatlarını saran solgun tenine baktım. Kendine çok fazla yükleniyordu. Bir aralar bizim insan olduğumuzu unutan bu adam, şimdi de kendinin bir insan olduğunu unutuyor, kendine programlı bir robot muamelesi yapıyordu.

 

"Test için bu kadar gerilmene gerek yok biliyorsun değil mi?"

 

Sözlerimle başını hafifçe iki yana salladı. "Gerginliğimin nedeni test değil, testin sonucu o kadar da önemli değil benim için. Öyle ya da böyle, öz ya da değil, Damla ve sen benim küçük kardeşlerimsiniz. Hiçbir güç bu gerçeği değiştiremez." Derince bir iç çektiğinde, birden gözlerimin önünde yirmi yaş birden yaşlandı sanki. "Ne o zaman?" diye sordum.

 

Birkaç saniye yüzüme baktı... Bir şey söyleyecek sandım ama başını iki yana sallayarak geçiştirip "Bir şey yok güzelim..." diye mırıldandı. "Sadece... Sizi yakın dövüş dersine yazdırdım. İlk dersiniz yarın öğlen saat ikide."

 

Kaşlarım çatılırken öylece bakakaldım yüzüne. Bizi yakın dövüş derslerine mi yazdırmıştı? Bu iki yıl önce konuyu kapattığımızı sanıyordum: Tamamen.

 

"Bu da nereden çıktı?"

 

Omuz silkti. "Bir yerden değil... Zaten ikinizin de altyapısı var, zorlanmazsınız bu yüzden. Hem hocanızı da tanıyorsunuz, çabuk alışırsınız. İki günde biriniz Ronda'ya birinix Alexa'ya dönüşürsünüz artık."

 

(Ronda Rousey ve Alexa Bliss dünyaca tanınmış kadın güreşçi ve dövüşçüler.)

 

"Aman ne komik..." diye homurdandım yaptığı yoruma karşılık. "Sana daha önce de söyledim ben dövüş falan istemiyorum. Önemli olan alt yapı değil ki Gece. Kas gücü... Ve o bende yok... Geliştirmek için de bir taraflarımı yırtmamı kimse beklemesin, ben elimden geleni yaparken babam bile bile verdi o cezaları... Göz göre göre kaç kez anoreksiyayı atlattığımı sen biliyorsun. Böbreklerimden birini kaybettim..." Başımı iki yana sallarken "Hayır..." dedim son kez... "Dövüş yok!"

 

Tam bir adım geriye gitmiştim ki Gece "Sakin ol..." diyerek beni tuttu. Elleri yüzüme yerleşirken "Sakin ol..." dedi yeniden. "Bunun babanla bir ilgisi yok, haberi bile yok." Ses tonu beni sakinleştirmek için son derece yumuşak çıkıyordu. Bunu babamın istemediğine gerçekten inanmamı mı bekliyordu, babamın haberinin olmadığına?

Ona inanmadığımı görmüş olacak ki beni göğsüne doğru çekip sarıldı. Yanağım göğsüne yaslanmıştı, çenesini başımın üstünde hissediyordum. "İzel sizi nasıl koruyacağımı bilmiyorum..." diye mırıldandı saçlarımı okşarken. "Alfonso işin içine girerse sizi nasıl koruyacağımı gerçekten bilmiyorum..." Sesini ilk kez bu denli çaresizliğin kapladığına şahit oluyordum.

 

"Babana haber verebilirim..." diye devam etti sözlerine ve kaşlarım anında çatıldı. "Babandan adamlarının bir kısmını buraya göndermesini isteyebilirim ama o noktada denetimler daha sıkı olacağı için senin Savaş ile görüşmelerin yalan olur ve kahretsin ki o herif sana çok iyi geliyor, seni mutlu ediyor... Yeniden bunu elinden alan kişi olamam."

 

Kollarındayken omuzlarına binen yükün ağırlığına anbean şahit oldum sanki... Derin bir nefesi içime çekerken bu kez kabullenişle çöktü omuzlarım.

 

"Tanıdığımızı söyledin..." diye mırıldandım o kabullenişle. "Eğitmenimiz kim olacak?"

 

Hafifçe geriye doğru çekilip bana üstten üstten baktı ve "Kabul ediyor musun?" diye sordu tek kaşını kaldırıp. Şimdi bakışlarında muzip bir ifade vardı. "Duygu sömürüm işe yaradı mı yani?"

 

Kıstığım bakışlarımla yüzüne bakarken iki tırnağımın arasına aldığım etini canını yakacak derecede sıkıştırdım ve "Şansını zorlama, Hazal'a ondan hoşlandığını söylerim." diye tehdit ettim onu. Bugün okulda sergilediği o tavırdan ve Hazal'ın anlattıklarından çıkarımlarım bu yöndeydi.

 

"Ne-ne hoşlanması kızım, saçma sapan konuşma..." diye homurdandı ellerini üzerimden çekerken. "Yok öyle bir şey. Kızı sıkıştırıp her ne duyduysanız bu tamamen çift taraflı menfaate bağlı. O, okuldakilerin gözlerinden uzak kalmış olacak bende saçma sapan tekliflerden kurtulmuş olacağım. Olay bundan ibaret yani..." Yosun tutmuş denizleri kısılırken bakışları sorgulayıcı bir hâl aldı ve "Umarım kızın aklını da böyle saçma sapan düşüncelerle doldurmamışsınızdır." diye homurdandı.

 

O istediğini söyleyebilirdi, ben onun ruhunu biliyordum. Kendini kandırmaya devam da edebilirdi, gözlerinin içindeki o telaş her şeyi anlatıyordu. Hoşlanmasa bile ilgisini çekmişti Hazal...

 

Dudaklarımı büküp omuz silktim ve "Sen öyle diyorsan..." dedim düşüncelerimden bağımsız. Sonra duruşumu düzeltip "Eee?" diyerek konuyu değiştirdim. Dediğim gibi Gece'yi tanıyordum. Şimdi üstelersem benimle inatlaşacak ve hoşlanmadığını ya da ilgilenmediğini hem bize hem kendine kanıtlamak için Hazal'ı kıracaktı.

 

"Söyleyecek misin artık eğitmenimiz kim?"

 

"Yazgı Deha Yaman."

 

Duyduğum isimle dudaklarım kıvrıldı.

 

Elbette...

 

Damla bu habere çok sevinecekti. Teşekkürünü etmek için Yazgı'yı yeniden görmeyi umuyordu.

 

"Tamam..." diye cevap verdim, "Yarın saat ikide..."

 

Antrenmana bugünlük nokta koymaya karar verdik ve birlikte üst kata çıktık. Tüm evi kaplayan enfes kokuların nedeni, Damla'nın gerginliğinin acısını mutfaktan çıkarmasıydı. Muhtemelen gidip baksak mutfağın her noktasından

keklerin, kurabiyelerin, tatlıların taştığını görürdük. O bu şekilde rahatlıyordu.

 

Duştan çıkıp üzerimi değiştirdiğim sırada kapının çalmasıyla odadan çıkıp aşağı kata indim. Damla kapıyı açmış, Güney ve Savaş'ı içeri alıyordu. Yanlarına ulaştığımda uzun saatler ayrı kalmanın etkisiyle kendimi tutamayıp Savaş'a sarıldım. Yağmur sonrası toprak kokusu anında ciğerlerime dolup beni gevşetmişti.

 

Kolunu belime dolayıp sarılışıma karşılık verirken "Selam..." diye fısıldadı kulağıma doğru. Geri çekilip gülümseyerek yüzüne bakarken "Selam..." diye mırıldandım.

 

"Şunlara bak..." diye homurdandı Gece yan tarafımızdan. "Sanırsın yıllardır görüşmemişler..."

 

Ona nispet yaparcasına Savaş'a daha sıkı sarıldığımda Savaş belimden kavrayıp ayaklarımı yerden kesti ve salona doğru ilerlemeye başladı, onunla birlikte bende tabi... Ayaklarım havada sallanırken dudaklarımdan kaçan kahkahalara engel olamamıştım.

 

"Gülüşün o kadar güzel ki..." diye fısıldadı Savaş salona girdiği sırada. "Gülüşüne karşı kalbim eriyor."

 

Yüzüne bakakalırken bir an nefes almayı unuttuğumu hissettim. "Benim de kalbim eridi şu an..." diye fısıldadım yanağına derin bir öpücük kondururken. "Bak göğsümün içinden akışını hissedebiliyorum..."

 

Tam bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki "Çok tatlı görünüyorsunuz, romantizminizi bölmeyi hiç istemiyorum ama şu teste gelsek olur mu?" diyerek Damla araya girdi. "Çünkü ben gerginlikten öleceğim de..."

 

Savaş ile ayrılıp yan yana koltuklara oturduk. Onlar da karşımıza yerleştiklerinde Savaş elindeki zarfı havaya kaldırdı. "Kim açmak ister?" Sorusu üçümüze karşıydı ama üçümüzden de çıt çıkmayınca "Pekâlâ..." diye mırıldandı. "Ben açayım o zaman.

 

Zarfı usulca yırttı, tam içindeki kâğıdı çıkarmak için uzanıyordu ki evi inleten kapı zilinin sesiyle durmak zorunda kaldı. Hepimiz aynı anda kapıya döndük sanki ardında olan kişiyi görebilirmişiz gibi...

 

"Birini mi bekliyorduk?" diye sordu Damla. Sesi şimdi daha gergindi.

 

Bu saatte gelen kim olabilirdi ki?

 

Aklıma gelen bir isimle kalbim yerinden çıkacak sandım. Ya babam geldiyse?

 

Yutkunup ayağa kalktım ve "Ben bakarım..." diye mırıldandım. Babamsa eğer, Savaş ve Güney'in saklanmasına yetecek süreyi onlara kazandıracak kadar oyalayabilirdim babamı. Biraz sinirlerini gererdim ama sonuçta iki Kalkavan'ı bu evde yakalamamış olurdu.

 

Adımlarım kapıya doğru ilerlerken istemsizce gerilmiştim. Derin bir nefes alıp ellerim titremesin diye birkaç kez onları havada salladım ve kapıya geldiğimde yutkunup kapının deliğinden baktım. Gördüğüm yüzle biraz önceki gerginliğim uçup gitmiş yerini çok farklı bir gerginlik almıştı. Kapıdaki kişiyi tanımıyordum.

 

Bana bakan gözlerin eşliğinde kapıyı açtığımda karşımdaki kadın bana gülümsedi. Ya yirmilerinin sonlarında ya da otuzlarının başlarında olmalıydı. Sarı saçları gevşekçe örülmüş ve örgüsü omuzundan ön kısmına doğru düşmüştü. Başında tatlı bir beresi vardı ve üzerinde beresine uygun bir trençkot... Tek omzuna astığı bir sırt çantası ile tam karşımda duruyordu.

 

"Merhaba..." dedi Fransızca... "Ben Madelyn Roux. Gece ve Damla'nın ablasıyım."

💎🎭

Bölümü nasıl buldunuz?

Bu noktaya kadar geldiyseniz benim planlarımda Kukla'nın ikinci kitabını bitirdiniz demektir. 41. bölüm Kukla'nın üçüncü kitabının ilk bölümü olacak yani.

O zaman bi genel görüş alabilir miyim? (Alamayacağını bilerek sormak garibanlığın kaçıncı seviyesi acaba shksbzjz)

Her neyse...

Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler💖💖💖

Loading...
0%