Yeni Üyelik
45.
Bölüm

44| EN ZAYIF HALKA VE EN GÜÇLÜ HALKA

@saniyesolak

Sellam✨

 

Biraz durağan ilerleyen bir bölüm oldu umarım keyif alarak okursunuz💖

 

Bölüm sonu canavarımız var ama onu söyleyeyim💁🏻‍♀️

 

Neyse çok uzatmadan sizi bölümle başbaşa bırakıyor, keyifli okumalar diliyorum💖

 

🎭💙

 

"Gece ve Hazal ha?"

 

Savaş'ın sesi öyle şaşkın geliyordu ki, dikiz aynasındaki yansımamdan gözlerimi çekip ona baktım. Elimdeki kırmızı rujun kapağını kapatırken "Henüz aralarında bir şey yok..." diye açıkladım. Dün yaşanan hadisenin ardından olayın iplerini bana bırakmıştı. Aklımdan neyin geçtiğini merak ediyordu ama ben her şeyi ayarlayana kadar ona söylememeyi tercih etmiştim.

 

Ve Gece... Gözlerimin içine içine bakmıştı. Neler olduğunu merak ettiği o kadar barizdi ki... Fakat ben ona gidip konuyu açmadığım için o da gelip sormaya cesaret edememişti. Muhtemelen benim hesap sormamı bekliyordu ve bunu yapmadığım için o da şaşkındı.

 

Evet hesap sormamıştım. Çünkü o Gece'ydi ve değişmezdi. Hesap da sorsam, kafasını da kırsam domuzluğundan vazgeçemezdi...

 

Bu yüzden bugün bu adımı atıyordum.

 

Bir de... Gerçekten Hazal'a karşı bir şeyler hissedip hissetmediğini merak ettiğim için...

 

Gökhan denen o çocuğa karşı okuldaki tavrı hiç Gece'lik bir hareket değildi. Evet, Damla ve beni kıskandığı çok an oluyordu ama biz onun kardeşiydik. Hazal ise bir yabancı... Görünüşe göre artık o kadar da yabancı değildi.

 

Bir taşla iki kuş...

 

"Aralarında bir şey yoksa... Nasıl?"

 

Gövdemi Savaş'a doğru çevirip sırtımı arabanın kapısına yasladım ve bacaklarımı Savaş'ın dizlerinin üzerine doğru uzattım. Yoldaki bakışları kısacık bir an bana döndü ve göz kırıp bir elini bir bacağımın üzerine koydu.

 

"Aralarında bir şey yok, Hazal'ın da hiçbir şeyden haberi yok zaten." Bacağımda duran parmakları usul usul tenimi okşamaya başlamıştı ve dikkatimin o noktada toplanmasına neden oluyordu. Boğazımı temizleyip dikkatimi o noktadan çekerek konuşmaya devam ettim. "Bu tamamen Gece ile ilgili. Bana kalırsa Hazal'a karşı bir şeyler hissediyor ama hislerinden kendinin bile haberi yok. Ben bu gece hem emin olmayı hedefliyorum hem de Gece'ye fark ettirmeyi planlıyorum."

 

Bacağımdaki elinden direksiyonda duran eline kayan dikkatim sanki daha büyük bir tehlikeye yakalanmış gibiydi. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi... Kemikli parmakları direksiyonun üzerinde dikkat çekici bir şekilde hakimiyet kurmuştu. Üzerindeki kazağın kollarını hafifçe yukarı çektiği için kollarındaki damarları gözlerimin önündeydi. Derin bir iç çekip başımı iyice cama yasladım ve gözlerimi dinlendiriyormuş gibi kapattım. Her an ve her saniye ondan etkilenip duramazdım... Ah! Konuya bile odaklanmakta zorluk çekiyordum! Bazen bu hisler beni korkutuyordu ama o kadar cezbediciydi ki bu hislerin denizinde yüzmek. Korku çok gerilere itiliyordu

 

"Yine de onu hâlâ dövmek istiyorum."

 

Huysuz bir çocuk gibi olan sesine karşın gülmeden edemedim. İçinde kalmıştı Gece'ye bir tane de olsa vurmak...

 

"Savaş..." dedim gülüşlerim arasında sitemli çıkarmaya çalıştığım sesimle. "Bunu konuştuk."

 

"Konuşmuş olmamız onu dövmek istediğim gerçeğini değiştirmiyor. Onun yüzünü gördüğümde suratına bir tane yumruk patlatırsam bana kızma o yüzden."

 

Gülüşüm kesilirken gözlerimden birini açıp profiline baktım. "Savaş..." derken sesime bürünen ciddiyete sarılı bir yalvarma da söz konusuydu. "En son ihtiyacım olan şey abim ve erkek arkadaşım arasında böylesine bir yarış." Düşüncesi bile boğuluyormuş gibi hissetmeme neden oluyordu. Daha yeni yeni bir arada herhangi bir sürtüşme olmadan durabiliyorlardı. Gece'yi tanıyordum, yattığım tüm erkekleri bulup Savaş'ın kapısına dizecek kadar ileri gidebilecek potansiyeli vardı. Onların arasındaki herhangi bir gerilim onları değil sadece beni etkilerdi. "Beni anlıyor musun?" diye sordum anlamasını istediğimi dile getirerek. Çünkü Gece beni anlamazdı ama Savaş anlardı. Kırmızı ışıkta durduğumuz sırada başını çevirip bana baktığında okyanuslarını saran tereddüde rağmen anlayışını da gördüm. Dünün gerginliği hâlâ üzerindeydi ve galiba atmasının yolu da Gece'nin suratının dağılmasından geçiyordu. Ben ise Gece'nin kalbini dağıtmayı hedefliyordum.

 

Başını sallayarak onayladı beni ve "Pekâlâ..." diye mırıldandı gözlerimin içine bakıp. "Uslu duracağım, tıpkı istediğin gibi."

 

Dudaklarım anlaşılmış olmanın sevinci ile kıvrılırken kırmızı ışıkta duran arabadan faydalanıp ona doğru uzandım ve yanakları avuçlarımın arasında hapsolurken dudaklarına derin bir öpücük kondurdum.

 

Kalbim anında ritim değiştirdi ve kalbi anında kalbimin ritmine cevap verdi. Az da olsa gevşeyişini dudaklarında hissettim. Geri çekildiğimde masum ama derin öpücüğün etkisiyle başım dönüyordu. "Teşekkür ederim..." diye fısıldadım dudaklarına doğru tüm samimiyetimle ve yeniden koltuğuma oturdum. Tam bu sırada sarı ışığın hemen akabinde yeşil ışık yanmış ve korna sesleri yükselmeye başlamıştı.

 

Yeniden hareket ettik. Çok değil, on dakika kadar sonra lüks bir sitenin girişine yanaşmıştık. Savaş camını açıp güvenlik görevlilerine bir baş selamı verdi ve arabayı açılan kapıdan içeri sokup metrelerce yükseklikteki gökdelenlerin arasında ilerlemeye başladık.

 

Sitenin sonlarına doğru yaklaştıkça müzik sesi duyulmaya, en sondaki gökdelenin en üstündeki katından renkli ışıklar yansımaya başlamıştı. Güney partisini çoktan başlatmıştı belli ki.

 

Telefonumun zil sesi arabanın içine dolduğunda kimin aradığına bakmama gerek yoktu, kim olduğunu biliyordum. Gece sabahtan beri arayıp duruyordu. Onlar Damla ile evden geçeceklerdi ve on dakika önce attığı mesajda ona attığım adrese ulaştıklarını ve otoparkta beni beklediklerini yazmıştı. Ben olmadan partiye girmeyeceğinin eğer beş dakika içinde gelmezsem de eve geri gideceğinin altını çizmişti. Neyse ki Damla planımdan haberdardı...

 

Otoparka girdiğimizde Gece'yi tam da beklediğim gibi buldum. Tüm memnuniyetsizliğiyle arabasına yaslanmış bizi bekliyordu.

 

"Benim bir ton işim var, siz parti diye tutturdunuz..." diye söylenmeye daha arabadan inmeden başlamıştı. Açtığım kapıdan dışarı adım atarken işaret parmağımı dudaklarıma yaslayıp "Şşşhhhh!" diye mırıldandım.

"Buraya eğlenmeye geldim ben, senin sesini duymaya değil."

 

Gözlerini kısarak baktı gözlerimin içine. "Siz eğlenmeye geldiniz..." dedi üstüne bastıra bastıra. "Beni de buraya siz sürüklediniz; ikiniz, iki yanımdan başımın etini yiyerek." Ben gidiyorum o za..."

 

Otoparkı dolduran bir arabanın sesiyle Gece'nin sözcükleri sona doğru dili tarafından yutulmaya başladı. Gözlerimde olan yosunlu denizleri arkamda kalan bir noktaya kayarken bakışları kısılmış ve bedeni sol tarafına doğru eğilmişti hafifçe. Yüzü kısacık bir an şaşkınlığın rengine boyandı. Doğrulup sağ tarafına doğru eğildi bu kez. Arabayla arasında kaldığım için, bedenim yüzünden arabadakileri tam olarak göremiyordu ve bu durum da onu eğilmeye itiyordu.

 

Omzumun üzerinden arkamda kalan arabaya baktım emin olmak için. Evet, beyaz bir araba bizden yaklaşık elli metre kadar geride durmuştu, yolcu koltuğunda oturan Hazal'ın yanında, o gün kafeteryada gördüğümüz çocuk vardı.

 

İşte başlıyorduk...

 

Yeniden Gece'ye döndüm. Yüzünün aldığı şekilleri, gözlerine yerleşen sert ifadeleri izlerken gülmemek için zor tuttum kendimi ve biraz önce söylediği şeye binaen "Son zamanlarda hepimiz zor günler geçirdik..." diye girdim söze. "Biraz kafanı dinle, bilgisayarlardan biraz uzaklaş, eğlen, kafanı dağıt diye gelmen için ısrar ettik ama sorun çıkaracaksan lütfen git. Bu hepimiz için en iyisi olur sanırım."

 

Dünden beri arkasına saklanıp onu ikna etmek için kullandığımız bahanelerdi bunlar. Yalan da sayılmazdı hani... Son zamanlarda hayatı korkunç bir döngüye girmişti. Doğru düzgün uyumuyor, bütün gününü bilgisayarının başında bir şeyler yaparak geçiriyor, kahveyle hayatta kalıyordu. Bazen ona üzülüyordum. Bazen... Çok bazen...

 

Her neyse...

 

"Bu..." diye soludu Gece benim sözlerimi hiç duymamış gibi. "Tüm okul onu benim kız arkadaşım olarak bilirken, tüm okulun olduğu bir partiye yanındaki itle mi gelmiş?"

 

Küçük bir kıvrım kilitlediğim o eğlenceli ifadelerin arasından kayıp dudaklarıma yerleşti ama hemen toparladım kendimi. Renk vermemeliydim. Hazal'ı davet eden ve Hazal'dan da Gökhan'ı davet etmesini isteyen bendim. Gece ise bunu hiç anlamamalıydı. Yemin ederim kaş yaparken göz çıkarmış olurduk o zaman...

 

"Sen de söylüyorsun Gece." dedim ne olmuş yani der gibi. "Tüm okul sizi öyle sanıyor... Ama öyle değilsiniz. Hem arkadaşlar onlar, normal değil mi arkadaşı ile gelmesi?"

 

"Değil!" dedi hemen. Gözleri de bana dönmüştü anında. "Oradan bakınca gavata falan benziyor muyum ben İzel?"

 

Tam yanımdan geçip Hazalların indiği o arabaya doğru yönelecekken kolundan tutup onu durdurdum.

 

"Saçmalama istersen Gece." dedim son derece ciddi bir sesle ve tüm ciddiyetimle gözlerinin içine bakarak. "Hepimizden çok onun hakkı eğlenmek. Kıza geceyi zehir etme saçma sapan bahanelerin arkasına saklanıp. Senin yüzünden başına gelmeyen kalmadı zaten. Alkol insanların damarlarına girmeye başladığında onu rahatsız edecek birilerinin çıkma ihtimali yok değil malûm görüntüler yüzünden. Yanında birisi olursa daha rahat eğlenir." Başım omzuma doğru eğildi ve meydan okurcasına baktım bu kez yüzüne. "Sen yanında olup, ona eşlik etme nezaketini göstermeyeceğine göre, bırak da bunu kızın gerçekten güvendiği biri yapsın."

 

Bakışlarındaki sertlik pare pare dağılıp yüzünden aşağı döküldü. Haklı olduğumun o da farkındaydı. Kolunu elimden kurtarırken "Sikerler böyle işi..." diye homurdandı kendi kendine.

 

Son vuruş ise Damla'dan gelmişti. "Hem..." diye girdi araya. "Ben gidiyorum o zaman diyordun az önce? Tüm yol boyunca da başımın etini yiyip durdun zaten. Bence de git sen."

 

Gece sadece bakmakla yetindi Damla'ya ama gitmek için de herhangi bir hamle yapmadı. Kalmayı seçmesi bile çok şey söylüyordu aslında. İçime bir zafer duygusunun dolduğunu hissettim. Gece Hancı en tahmin edemeyeceği noktadan düşmüştü elime ve işin güzel tarafı bundan kendinin bile haberi yoktu.

 

Hazal ve arkadaşı Gökhan yanımıza geldiğinde durup bir an Hazal'ı alıcı gözüyle baştan aşağı süzdüm. Siyah, ince askılı, kısa pileli eteği olan şık bir elbise giymişti. Dümdüz fönlenmiş kızıl saçları omuzlarından aşağı doğru salınmış, renksiz bir parlatıcıyı dudaklarına yedirmişken mavi gözlerini ortaya çıkaracak bir göz makyajı yapmıştı. O kadar güzel görünüyordu ki, Yunan mitolojisinden fırlamış bir Afrodit gibiydi...

 

Ona doğru birkaç adım yaklaşıp bir elini tuttum ve kendi etrafında dönmesini sağladım. Maksat güzelliğini Gece'nin gözlerine daha fazla sokmaktı. Eh, Gece böyle bir güzelliği hak etmiyordu ya neyse...

 

"Mükemmel görünüyorsun..." diye mırıldandım gülümseyerek. "Tanrıçalara benziyorsun."

 

Sözlerimle şeftali tonlarındaki allıkla renklenmiş yanakları sanki mümkünmüş gibi daha da kızardı. "Teşekkür ederim." derken dudakları mütevazı bir gülümsemeyle şekillenmişti. "Ama sizin yanınızda ben neyim ki..." diye ekledi Damla ve bana bakıp. "İkiniz de tek kelimeyle mükemmelsiniz."

 

Arkamızdan derin bir nefes alma sesi geldi onun sözlerinin bitiminde ve Gece hoşnutsuz bir sesle "Kızsal selamlaşmalarınız bittiyse girsek mi artık?" diye homurdandı. En son gitmekten bahsetmiyor muydu o? Ne bu heves yani?

 

Yönümü Gece'ye çevirip gözlerimi devirdim yüzüne karşı ve başımı iki yana salladım. Kız ruhundan asla anlamayan bu adamın duygularını fark etmesini sağlamakla iyi mi yapıyordum acaba ben? Niye Hazal'ın başını yakıyormuşum gibi geliyordu?

 

Çünkü biliyordum. Gece eğer gerçekten Hazal'dan hoşlanıyorsa, bunu fark ettiği anda hiç kimse onu durduramazdı. Hazal'ı elde etmek için her yolu denerdi. O Gece Hancı'ydı, bir şeyi istiyorsa almadan durmazdı.

 

💎🎭

 

Hayat, planlarınız yolunda gittiğinde gerçekten güzelleşiyordu.

 

Kokteylimden bir yudum daha alıp sırtımı biraz daha yasladım Savaş'ın göğsüne ve önümdeki manzaranın tadını çıkardım.

 

Damla ilk kez gerçek anlamda bir partiye katılmanın heyecanıyla anında dans edenlerin arasına karışmış, peşinden Hazal'ı da sürüklemişti. Hazal dans etmeye başladığındaysa Gökhan da ona eşlik etmek için ayaklanmıştı. Bense hayatımın yoğun temposu yüzünden sızlayan kaslarımı dinleyip yerimde oturmayı seçmiştim. Bana kalsa bu partiye hiç gelmezdim ama kutsal bir amaca hizmet etmek için buradaydım.

 

Onlar birlikte dans ederlerken güzel görünüyorlardı ama en güzel görünen şey neydi biliyor musunuz? Telefonla konuşma bahanesiyle bir köşeye çekilen Gece'nin pür dikkat onları izlemesi... İşte bunu izlemek beni dans etmekten daha fazla eğlendiriyordu.

 

Mavi, mor, pembe ışıkların altında, dikildiği köşede onları izlerken üzerine çöken o gerginliği buradan bile hissedebiliyordum. Gözlerindeki karmaşa, kendi içine dönüp kendini sorgulayışı, ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışması ama bir türlü verememesi...

 

Gece Hancı şu an kendiyle hiç olmadığı kadar bir çatışma hâlindeydi. İşin en eğlenceli tarafıysa daha önce hiç hissetmediği tüm bu duygulara yabancı olması yüzünden tamamen savunmasız kalıyor oluşuydu.

 

O birini öldürmenin ne demek olduğunu bilirdi. Birini kırmanın canını yakmanın ne hissettirdiğini ya da hissettirmediğini bilirdi. Korkmayı; birinden korkmayı ya da birini kaybetmekten korkmayı bilirdi mesela. Değer vermeyi de bilirdi, sevmeyi de ama sevdiği zaman ne yapacağını bilemezdi işte. Değer verdiği zaman...

 

Bir de bir kadını, kadın olarak sevmeyi bilmezdi...

 

Bu zamana kadar onun sevgisi de değer verişleri de bize kadardı ve bunun nasıl bir şey olduğunu da bilirdi.

 

Ama bir kadının, hayatında yatağından başka bir noktada olmasının ne demek olduğunu ya da ne hissettirdiğini bilmezdi.

 

"Sence şu an ne düşünüyor?"

 

Savaş'ın ılık nefesi kulağımdan boynuma doğru akarken dudaklarından dökülen soruydu bu. Bir kolu belime dolanmıştı ve elbisemin üzerinden karnımı okşuyordu parmakları.

 

Dudaklarımın arasındaki pipeti çekip kıstığım bakışlarımla Gece'yi izlemeye devam ederken "Şu an ne düşündüğünü kendi bile bilmiyor ki..." diye cevap verdim. "Cebindeki ellerinin yumruk oluşunu hesaba katarsak Gökhan denen adama bir tane vurmak istediği kesin ama."

 

"İyi." diye homurdandı Savaş boştaki elinde emanet gibi duran kadehin içindeki bir yudum kalan renksiz sıvıyı başına dikerken. "Bende ona bir tane geçirmek istiyorum. Belki iki... Belki üç... Bayılana kadar kaç tane gerekiyorsa. Ödeşmiş olduk işte biraz da olsa."

 

Gürültülü bir Rihanna şarkısı yüzünden onun sesini duymakta ne kadar zorlansam da ne söylediğini anlayabilmiştim. Belki konumuzun yakınından bile geçmiyordu ama merakla ona döndüm.

 

"Nasıl yumruk attığını gördüm daha önce Savaş. Bence onu bayıltman için tek yumruk yeterli olur. Sence onu tek yumrukla yıkamaz mısın yani?"

 

Sesim sonlara doğru oyunbaz bir şekilde çıkmıştı. Ona alttan alttan bakarken o da yüzünü yüzüme doğru eğdi. Birbirimize bu kadar yakın dururken birimizi duymakta zorlanıyor olmak sinir bozucuydu. Müziğin sesi öyle güçlüydü ki, göğüs kafesimizde patlıyordu adeta. Ayrıca sürekli yer ve renk değiştiren ışıklar da sinir bozucuydu.

 

"Bana kalsa bir vursam yarısı boşa gider ama Gece'de katır inadı var. Sırf ben vurdum diye inadından bayılmaz pezevenk." diye homurdandı. Sonra bir kaşı muzip bir ifadeyle havalandı. "Ama istersen gidip hemen şimdi seve seve deneyebilirim." Yüzümde gezinen okyanusları Gece'ye döndüğünde, bana bakarkenki o yumuşak ifadesinden eser yoktu. Onu öldürmek istermiş gibi bakıyordu. "Böyle suratının tam ortasına ortasına..."

 

Elim çenesine doğru uzandı ve yüzünü yeniden kendime doğru çevirdim. Parmaklarım gelişigüzel bir şekilde, parmak uçlarımda yumuşacık bir his bırakan pürüzsüz çenesinde asılı kaldı.

 

"Sakin olur musun?" diye mırıldandım sözlerine ve tepkisine ister istemez gülerken. Hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. "Elinden gelse gözlerinle öldüreceksin..."

 

"Hak etmediğini söyleyemezsin." diye cevap verdi bana. Hali, tavrı daha fazla gülmeme neden olduğunda başımı iki yana sallayıp göğsünden doğruldum ve yüzüne baktım.

 

Dikkat kesilmiş bakışları doğrudan dudaklarımdaydı. "Siktir..." diye mırıldandı kendi kendine, bunu yalnızca dudaklarını okuyarak anlayabildim. "Müzik yüzünden gülüşünü duyamadım."

 

Sesim kesildi sözleriyle ama o gülüş dudaklarımda asılı kaldı. Gözyaşlarımı ya da duygusuzluğumu değil de gülüşümü seçen biri vardı. Tam karşımda duruyor, sanki dünyanın en önemli şeyiymiş gibi gülüşüme bakıyordu.

 

Sanırım bir şey söylemeliydim. Ne söylemeliydim?

 

"Boğaz..." kelimesi çıkıverdi dudaklarımdan ve bu tam olarak müziğin değiştiği ana denk geldi. Kısacık, bir saniyeden bile kısa olan bir zamanda çıktı bu kelime dudaklarımdan ve Savaş bunu duydu.

 

Kaşları anlamadığını belli edercesine çatılırken "Boğaz mı?" diye sordu. Tanrım! Ne aptaldım böyle? Ona belli etmeden içime bir nefes çekerken başımı sallayarak onayladım onu. Bir aptallık yapmış olmam, bunu kabulleneceğim anlamına gelmiyordu. Kendimi bozmayı kesinlikle reddediyordum. "Bir insanın en zayıf noktası boğazmış." diye yüksek sesle konuştum kulağına doğru. Yeniden şiddetlenen müzik yüzünden bağırmak zorunda kalıyordum. "İnadından bayılmayacağını düşündüklerine karşı lazım olursa kullanırsın diye... Dövüş eğitmenim Yazgı'nın verdiği bir bilgi."

 

Ona biraz daha sokulup çenemi omzuna yasladım ve konuşmaya devam ettim. "Bir ara derslere gelmelisin. Çok engin bilgileri var, yolumu aydınlatıyor engin bilgileri ile!"

 

Yaptığı tespitlerin doğruluğu yüzünden her seferinde ringin ortasında çocuk gibi tepinesim geliyordu. Beni elleriyle değil belki ama tespitleri ile dövüyordu kesinlikle. Kendimi kapalı bir kutu olarak aksettirmeye çalışsamda o açık bir kitap gibi okuyabiliyordu.

 

Bu kez de gülen Savaş oldu. "Nefret ediyorsun değil mi, engin bilgileri ile seni aydınlatmak için ağzını açtığı her saniyeden?"

 

Gözlerimi devirmekten başka ne yapabilirdim ki? "Tam üzerine bastın..."

 

Başımı iki yana sallayıp yeniden sırtımı göğsüne yasladım ve onun kolu da yeniden belime dolanıp, parmaklarını karnımın üzerindeki eski konumlarına yerleştirdi.

 

Yeniden Gece, Hazal ve Gökhan üçlüsüne döndüm. Damla ve Hazal karşılıklı dans ediyorlar ve Gökhan da onlara eşlik ediyordu. Bakışlarım hâlâ aynı yerinde aynı şekilde dikilmeye devam eden Gece'yi buldu. Sanki biraz teşvik edilmeye ihtiyacı varmış gibi duruyordu. O ihtiyaç duyuyorsa bende teşvik ederdim o zaman...

 

"Savaş..." diye seslendim kahvelerimi onlardan ayırmadan. "Söyle güzelim." diye mırıldandı kulağıma doğru.

 

"Güney'i çağırsana, biraz atmosfer değişikliği yapmak istiyorum."

 

Kısacık bir an duraksayıp. "Aklından tam olarak ne geçiyor?" diye sordu sözlerim üzerine. Kokteylimin içindeki pipeti yeniden dudaklarımın arasına alıp, bir yudum içtim tatlı içecekten. İçindeki alkol oranı azdı ama tadı kendini belli ediyordu.

"Romantik bir müzik açacak. Eğer Gökhan ve Hazal dans etmezlerse sen gidip Damla'yı dansa kaldıracaksın..." Bir an durup ona baktım ve son söylediğimle karışan kafasını gözlerinde gördüğümde, bunu neden istediğimi açıklayarak onu aydınlattım.

 

"Damla ilk kez bu kadar çok içti ve şu an sarhoş olmuş durumda. Üzgünüm ama Damla konusunda Güney'e güvenmiyorum. Eğer o ikisi dans ederse işin sonu ya karakolda biter ya da..." Aklıma gelen diğer ihtimal ile yüzümü buruşturup başımı iki yana salladım ve "Her neyse..." diye devam ettim konuşmaya. "Bu yüzden Damla ile sen dans edeceksin, Güney ile ben ve bu sayede Gökhan ile de Hazal. Bakalım Gece o zaman ne yapacak?"

 

Birkaç saniyelik düşünceli sessizliğin ardından derin bir iç çekip başını iki yana salladı ve "Seninle etmediğim dansı başkasıyla da etmem ben." diye homurdandı. "Bu kişi Damla bile olsa..."

 

Gözlerimin içine bakarak söyledikleri beni gülünsetmişti. Şu an gözüme çok öpülesi geliyordu, uzanıp onu öpmek istiyordum ama kanıma karışan alkol yüzünden bir kez öpersem duramazdım. Ve bence okula böyle bir malzeme vermeye hiç gerek yoktu.

 

"Savaş..." diye mırıldandığımda "Hem..." diyerek sözümü kesti. "Güney ile gerçekten dans edebileceğine inanıyor olman da bir komedi. Şuna bir bak..." dedi bir tarafı işaret ederek. İşaret ettiği tarafa döndüğümde Güney'i evine kurulmuş bar tezgahının üzerinde gördüm. Yanındaki iki kızla sarmaş dolaş dans ediyordu ama boynuna rastgele atılmış kırmızı dantelli sütyenin onlardan birine ait olmadığına yemin edebilirdim. Yüzümü buruşturmama neden oldu bu manzara. Tamam son zamanlarda iyi şeyler yaşamamıştı, üst üste öğrendiği gerçekler fazlasıyla sarsıcıydı evet ama bu kadarı da biraz uçarıydı.

 

"Onu ilk defa böyle görüyorum." diye mırıldandı Savaş kulağıma doğru. "İyiyim dese de değil aslında. Her şeyi alaya vurup duruyor ama kendi içinde nasıl bir karmaşa ile baş etmeye çalıştığını ben bile anlayamıyorum."

 

Gözlerimi Güney'den ayırmadan "Bana Güney'in normali buymuş gibi geliyor ama onu senin kadar tanımıyorum tabii." diye bir yorumda bulundum.

 

"Normali asla bu değil..." diye cevapladı beni. "Yasemin yüzünden böyle atmosferlerin tanınan bir yüzü olsa da onun normali, sipariş ettiği tantuni, bir kâse cips ve kola eşliğinde saatlerce Game of Thrones izlemektir." Aklı geçmişe gitmiş gibi buram buram geçmiş kokan bir gülüş döküldü dudaklarından. "Bu hayatta en çok zevk aldığı şeyin bu olduğuna yemin edebilirim. Game of Thrones'u ilk izlediğinde ejderhalara kafayı takmıştı. Hatta bir yerden ejderha sipariş ettiğini söyleyip dolandırıldığı bile oldu." Bu sözleri beni de güldürdü. Güney ve dolandırılmak... Kulağa birbirinden çok bağımsız ikilem gibi geliyordu ama koştuğumuz o gece söylediklerini düşününce de mantıklıydı. Sonuçta babasının parasını dolandırıcılara kaptırmıştı. Eminim hiç umurunda bile olmamıştır dolandırıldığını fark ettiğinde.

 

"Bir de..." diye devam etti Savaş konuşmaya. "Benim eserlerimi mahvetmekten zevk alırdı bir zamanlar. Ama bu kısa sürdü tabii."

 

"Ne oldu?" Sesinin altındaki o anlatılmayı bekleyen hikâyeyi yakalayıp sormuştum bu soruyu. "İlk en büyük işimdi." dedi Savaş. "Bir aile dostumuz bahçesindeki havuzu için büyük, gösterişli bir heykel istiyordu." Kolunu belime daha sıkı sarıp derin bir iç çekti ve anlatmaya devam etti. "Tam üç metrelik bir heykel yapmıştım." Başını bana doğru eğdiğini hissettiğimde gözlerimi Güney'den çekip ona döndüm. Geçmiş gözlerindeydi, anılar okyanuslarının dalgalarının arasında oynaşıyordu. "Şimdi üç metre kısa geliyor ama on altı yaşındaki Savaş için üç metrelik bir heykel bir dağa eş değerdi. Bunu başarabilmiş olmak yani..." Onu anlıyordum. Küçükken başarılarımız gözümüzde hep daha büyük olurdu. Yaş ilerledikçe başarılar küçülür, anlamlar azalır, heyecan tükenip giderdi.

 

"Bitirmeme çok az kalmıştı, son birkaç dokunuş..." dedi Savaş başıyla Güney'i işaret etmeden hemen önce. "Sonra Güney geldi ve şaka adı altında heykeli itip paramparça olmasına neden oldu."

 

O an gözümün önüne on altı yaşındaki Savaş'ın hayal kırıklığına uğrayan bakışları geldi. İyi bilirdim emeklerinin hiç edilmesinin ne demek olduğunu. "Sen ne yaptın peki?" diye sordum merakla. Ben Savaş yerinde olsam güneyi şu an yaşamıyordu mesela. Omuz silkti. "Ne yapacağım? Önce Güney'i dövdüm, sonra daha iyisini yaptım."

 

Güldüm sözlerine. Tam Savaş'lık hareketti. Sonra gözlerindeki hüznü fark ettim. Elim yeniden yanağına yerleşip tenini okşarken "Bu durum seni çok mu etkiliyor?" diye sormadan edemedim. "Güney'in bu durumu yani?"

 

İster istemez etkilerdi tabii ama insanların olaylara gösterdiği reaksiyonlar değişkenlik gösterirdi. Herkesin her olaya vereceği farklı tepkileri olurdu.

 

"Suçluluk çok yoğun..." Gözlerine bakmak bile yetiyordu bunu anlamak için. Kuzenine diktiği gözlerinin her bir kulvarı hissettiği o suçluluğun tozuyla kirlenmişti. Hayır demek istedim. Suçlu sen değilsin tesellileri ile onu rahatlatmak... Ama susmayı seçtim. Bir partinin ortasında olmamız önemli değildi. Uygun olmayan ortam, etrafımızda kendilerinden geçercesine içen ve dans eden insanlar önemli değildi. Sadece o önemliyd. O ce söyleyecekleri... "Eğer, onun peşini bırakmasaydım her şey çok farklı olacaktı. Ona anlatmaya çalıştığım o kadar zamandan sonra o beni ittiğinde direnseydim ona, geri çekilmeseydim, onu kendi haline, Yasemin'in insafına bırakmasaydım her şey çok farklı olacaktı." Sesi ne kadar sakin gelirse gelsin, o ses tonunun bağrında bir fırtına koptuğundan emindim.

 

Benim de bakışlarım ister istemez Güney'e döndü. O an her zamanki o gülen suratından çok daha farklı bir şey gördüm yüzünde. Bir anlık bir şeydi. Bir maskenin kayma aynıydı ama yakalamıştım. Bıkmış, tükenmiş, hayattan bezmiş bir adamın gölgesi...

 

Kızlardan sıkılmış olacak ki ellerini onlardan çekip toparlamaya çalıştığı ama beceremediği o maskesiyle tezgâhtan aşağı atladı ve kalabalığın arasına karışıp bir merdivenden yukarı çıkarak kayboldu.

 

"Bazen..." diye mırıldandım Güney'in arkasından bakarken Savaş'a hitaben. İnsanların bedeni onu bir dalga gibi yuttuğunda yeniden Savaş'a dönmüştüm. "Yaşamadan anlamaz insan Savaş. Ve yalnız yaşaması gerekir bunu ki bittiğinde ardında onu toplamak için birileri kalmış olsun. Seni itti çünkü belki de senin de tükeneceğini ön görüp seni korumaya çalıştı. Sonradan o tükendiğinde onu toparla, ona ışık ol, yol göster diye. Onu karanlıktan çıkarman için senin aydınlıkta kalman gerekiyordu ve Güney de bunu yaptı."

 

"İşte sorun burada..." diye cevap verdi Savaş sözlerime. İyi gelmesini umduğum sözcüklerim, çok farklı bir noktadan ona dokunmuş gibiydi. "Ben karanlıktayken o yanımdan bir an olsun ayrılmamıştı. Benimle birlikte batıp benimle birlikte çıkmıştı. O zamanlar çocuktuk belki ama Güney hep en cesur olanımızdı. En gerçek olanımız. Ne olursa olsun yanımda olmaktan hiç vazgeçmemişti, sonuçları onun için ağır olsa bile..."

 

Dudaklarından alaylı bir gülüş döküldü. Neşeden uzak, buz gibi soğuk... "Bense..." Başını iki yana salladı. "Denemedim diyemem, çok denedim ama hiç pes etmemeliydim."

 

"Pes etmedin zaten. Pes etseydin Altuğ'u onların arasına, Güney'e göz kulak olsun diye sokmazdın Savaş." Uzanıp yanağına derin bir öpücük kondurdum. "Sen elinden geleni yaptın. Bazen elimizden gelen şeyler yetmeyebilir ama bu senin suçun değil."

 

Bir süre sessizlik oldu... Sessizlik dediğime bakmayın. Müziğin sesinin şiddeti beynimizin içinde patlıyordu ama biz kendi etrafımıza ördüğümüz bir duvarın içinde duruyorduk sanki. Burada sadece ikimiz vardık, her şeyden ve herkesten uzak, sadece ikimiz...

 

Sessizlikle birlikte kurduğumuz o göz kontağı da uzarken yüzünün yüzüme yaklaştığını fark ettim. Dudaklarım istekle sızladığında bende ona doğru yaklaşmaya başlamıştım ama dudaklarımız buluşamadan bir gülüş sesi aramıza girdi. Dudaklarımız birbirine o kadar yakındı ki sıcacık nefesi sadece dudaklarımı değil, dilimle birlikte damağımı da yakıyordu.

 

Başımı çevirip tanıdık olan o sesin sahibine, Damla'ya döndüm. Üzerindeki beyaz kısa elbisenin içindeki teni terden dolayı parlıyordu ve yüzü dans etmekten olsa gerek kızarmıştı. Nefes nefese bir halde gülerken işaret parmağıyle bizi işaret edip, "Artık o kadar alıştım ki sizi bu şekilde basmaya, hiç üzgünüm falan diyemiyorum." dedi gülerek. Sesi alkol yüzünden biraz tuhaf çıkıyordu ve kelimeleri hafifçe uzatıyordu.

 

Savaş'ın kollarından çıkıp ayağa kalktım ve ona uzanıp omzuna dokundum. "Sen iyi misin?" Öpüşmemizi böldüğü için ona kızmıyordum. Biraz önce de söylemiştim başlarsam durabileceğime güvenmiyordum ve bu gece buraya bir amaç uğruna gelmişken, o amacı halletmeden buradan gitmemeye kararlıydım.

 

Hem başını aşağı yukarı salladı hem de sol elinin baş parmağını kaldırıp onayladı beni. "Ama..." dedi sondaki a harfini uzatırken. "Tuvalete gitmem gerek. Tuvalete gidersem çok daha iyi olacağım. Bir de..." Elindeki telefonunu bana uzattı. "Video çekerken şarjı bitti, çantamda şarj aleti vardı. Bunu şarj edersen çok çok daha iyi olurum."

 

Telefonu elinden aldığımda ellerini sevinçle birbirine çırpıp bir tur kendi etrafında döndü. "Döndüğümde kaldığım yerden devam edeceğim..."

 

Tam arkasını dönüp gidecekken kolundan tutup durdurdum onu ve "Bekle..." diye mırıldandım. "Sarhoşsun, seninle geleceğim..."

 

Başını olması gerekenden çok daha hızlı ve şiddetli bir şekilde iki yana salladı. Tanrım düşündüğümden daha fazla sarhoş olmuştu. Kusmaya başlaması tam olarak ne kadar sürerdi? Onun bu enerjisi alkolün ters yüzü tarafından emilmeden önce her şeyi halledip eve dönmemiz gerekiyordu.

 

"Hayır..." dedi yüksek sesle ikinci heceyi uzatarak, sanki itiraz ettiğini başıyla yeterince belli etmemiş gibi... "Burada kalıp gözlerini Gece'den ayırmamalısın." Bir elini kaldırıp işaret ve orta parmağını önce kendi gözlerine sonra da Gece'nin olduğu tarafa tuttu. "İzli bir goperasyon üzerindeyiz unuttun mu yoksa?"

 

İzli bir goperasyon mu?

 

Pekâlâ, aradığım Damla'ya şu an pek ulaşılamıyor gibiydi.

 

Gitmek için yeniden arkasını döndü ama aklına bir şey gelmiş gibi hızla bana çevirdi tekrar bedenini ve "Ve lütfen telefonumu şarj et." diye bağırdı. Ardından kesin olarak dönüp kalabalığa karıştı.

 

Elimde telefon öylece arkasından bakakalırken Gece'nin durduğu noktada bir hareketlilik fark ettiğimde gözlerim istemsizce ayrılmıştı Damla'nın sırtından ve o tarafa dönmüştü.

 

Ah sonunda...

 

Gece bir noktaya kızgın boğa misali bakarken, şiddetli adımlarla baktığı o noktaya doğru ilerliyordu.

 

Bakışlarımı baktığı yere çevirdiğimde onu neyin tetiklediğini de anlamış oldum.

 

Gökhan Damla'nın yanlarından ayrılmasını fırsat bilmiş olacak ki Hazal'a bir hayli yaklaşmıştı. Öyle ki beline kolunu dolayıp onun sırtını kendine yaslamıştı ve birlikte dans ediyorlardı. Bu yalnızca iki saniye sürdü. Üçüncü saniyede Gece yanlarında bitmiş ve Hazal'ın beline dolanmış o kolu, sanki bir onun bedenine yapışan bir pislikmiş gibi söküp atmıştı.

 

Hazal afallamayla Gece'ye bakakalırken Gökhan bir şey diyecek oldu ama Gece ona öyle bir baktı ki, o noktada susması gerektiğini anladı Gökhan.

 

"Ne oluyor ya?" diye sorduğunu okudum dudaklarından Hazal'ın ama Gece ona hiçbir şey söylemeden kolundan tutup çekiştirerek bir yere götürmeye başladı.

 

"Eh..." dediğini duydum bu sırada Savaş'ın tam arkamdan. Onları izleyen tek kişi ben değildim anlaşılan. Hatta biz de değildik, Gece'nin fevri hareketleri dikkatleri üzerine çekiyor ve insanların durup ona bakmasına neden oluyordu. "En azından daha fazla uğraşmamıza gerek kalmadı."

 

Kesinlikle katılıyordum. Damla kötüleşmeden önce bu parti saçmalığından çıkabilecektik en azından.

 

Aceleyle Savaş'a dönüp Damla'nın telefonunu eline tutuştururken "Damla'nın çantasından şarj aletini alıp bunu şarja tak. Bir de Damla'ya göz kulak ol lütfen, tuvalete gitti, gelir birazdan." dedim ve bir şey söylemesine izin vermeden Gece ve Hazal'ın peşinden ilerlemeye başladım.

 

Hazal kolunu kurtarmaya çalışıyordu ama Gece bana mısın demiyordu. Sanki tuttuğu bir insan değil de bir çantaymış gibi...

 

Balkona açıldığını tahmin ettiğim bir kapının önünde durdular ve Gece kapıyı açıp gözlerini balkonda gezdirdi. Boş olduğunu anladığındaysa Hazal'ın kolundan çekerek onu balkona soktu. Hazal da itirazlarının bir işe yaramadığını anlamış olacak ki çırpınmayı bırakmıştı.

 

Peşlerinden usulca kapıya doğru yaklaştım ama onlar gibi balkona çıkmak yerine sırtımı duvara yaslayıp aralık olan kapıdan ne konuştuklarını dinlemeye başladım.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye sordu Hazal. Sesi fazlasıyla afallamış ve öfkeli geliyordu.

 

"Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye karşılık verdi Gece. Yüz ifadelerini göremesem de ses tonları onları ele veriyor, yüzlerinin alabileceği şekilleri gözlerimin perdelerine çiziyordu.

 

Hazal'ın dudaklarından alaylı bir gülüş kaçtı. "Ne yapmışım ben?"

 

"Seni uyardım daha önce değil mi?" diye soludu Gece. "Hareketlerine dikkat et dedim."

 

"Pardon?"

 

"İçerdekilerin hepsi bizi sevgili sanıyorken sen iki saattir herifin biriyle dans ediyorsun?"

 

"Evet..." diye karşılık verdi Hazal. "Kendi ağzınla söylüyorsun, öyle sanıyorlar ama öyle değiliz. Gökhan benim arkadaşım ve arkadaşımla dans ederken sana soracak değilim."

 

İşte Gece'yi köşeye sıkıştıran kilit noktaydı burası. Burnundan soluyan hâli geldi gözlerimin önüne, kısılan bakışlarına yayılan çaresiz bir ifade... Hayalimde canlandırmak değil de gerçekten o halini kanlı canlı görmek isterdim ama başımı uzattığım an fark edilirdim ve konuşma yarıda kesilirdi. Bu nedenle uslu uslu yerimde durmayı seçtim ve dinlemeye devam ettim.

 

"Bana bak..." dedi Gece. Sesi sabrının tükenişinin sirenlerini çalıyordu ama karşısındaki kadının da eyvallahı yoktu. Hazal'ın kanına karışan alkol onu cesaretlendirmiş gibiydi. Onu tanıdığım halinden çok uzak, pençelerini çıkaran bir kaplan gibi... "Asıl sen bana bak..." diyerek Gece'nin sözlerini kesti bir hışımla. "Bu benim tercihim değildi, daha ilk andan sana söylediğimde bırak öyle düşünsünler diyen sendin. Gerçeği biz bildiğimiz sürece gerisi önemli değil diyen de sendin. Bildiğimiz o gerçeği unutma. Bana karışmaya hakkın yok senin. Tamam bana ettiğin yardımlar için minnettarım. Gerçekten tüm kalbimle minnettarım ama bu sana hayatıma müdahale etme hakkını vermiyor."

 

"Eğer..." dedi Gece karşısındaki kızın sözleri onu hiç etkilemiyormuş gibi. "Tüm okul seni benim kız arkadaşım sanıyorsa, tüm okulun olduğu bir yerde başka bir herifle dans edemezsin Kızıl Kafa."

 

"İstediğimi yaparım!" diyerek üstüne bastırdı Hazal. "Yapamazsın!" diye karşılık verdi Gece. "Böyle her istediğimi yaparım havalarına girersen Aksel gibilere, şimdiki bu it gibilere kendini kullandırırsın işte."

 

Gece'nin kırdığı o pota karşın gözlerim kapandı. Bu adam niye böyleydi? Niye bir ayarı yoktu. Şimdi söylenecek laf mıydı bu yani?

 

Ortam bir anda buz kesti. Onlardan uzakta olmama rağmen o buzdan nasibimi ben bile aldım. Alt dudağım dişlerimin arasına yuvarlanırken gözlerimi açıp bedenimi duvara çevirdim ve hafifçe eğilip aralık kapıdan onlara göz atmaya çalıştım. Gece tüm rahatlığıyla Hazal'a meydan okurcasına bakarken Hazal, sinir ve soğuktan kızaran yüzüyle, nefes nefese kalmış bir halde bakıyordu Gece'ye.

 

"Sen..." diye soludu sinirle Hazal. "Her şeyi çok basit görüyorsun değil mi?" Sesindeki acı çok netti, dolan gözlerini buradan bile görebiliyordum. "Bir aptallık yaptıysam başıma gelen her şeyi de hak ediyorum değil mi sana göre? Geceleri gördüğüm kâbusları, korkudan uyuyamadığım geceleri, aynaya baktığımda kendimden tiksinmelerimi, insanlardan aldığım nefret ve tehdit dolu mesajları... Hepsini hak ediyorum."

 

Gece sert ifadesinden ödün vermiyordu ama gözlerindeki kırılmayı görebiliyordum. Hazal konuştukça söylediği sözlerin açıldığı kapılar gözlerinin önüne seriliyordu.

 

O kırılmayı Hazal'da fark etmiş olacak ki "Şaşırdın mı?" diye sordu. Dudaklarından dökülen gülüşe saklanan acı, gözlerinden bir damla yaş olarak akmıştı. "Oradan bakınca her şey yolunda gibi görünüyor değil mi? Her şeyi unutmuşum ve hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam ediyormuşum gibi..." Başı iki yana sallanırken hırsla yanağında asılı kalan o damlayı silip devam etti konuşmaya. "Hiçbir şey yolunda değil, hiçbir şeyi unutmadım ben. Ne hiçbir şey hatırlamadığım o gecenin sabahına uyandığım o felaketi; gözlerimin önüne serilen ve bana zorla izletilen, istismar edildiğim o kaydı. Ne de tüm okula servis edilen o görüntüleri..."

 

Çenesi titriyordu, sildiği o yaşın yerine yenileri geliyordu, Gece sözlerinin altında eziliyordu ama Hazal konuşmayı hiç kesmiyordu. Nefesi kesiliyordu ama o durmuyordu. "Her gece kabuslarım bana yeterince hatırlatıyor zaten, çoğu gece uyuyamıyorum. Korkuyorum, çok korkuyorum Aksel geri dönecek diye... Geri dönüp yine bana zarar vermesinden çok korkuyorum, çünkü en ulaşılabilir olan, en zayıf halka benim."

 

Kalbim bu sözleri altında ezildi. Aksel'in öldüğünü ona söylemeye fırsat bulamamıştık ve o hâlâ yaşadığını sandığı için günlerini korku içinde geçiriyordu. Başımın yan tarafını hafifçe duvara durdum aptallığımdan yakınır gibi. Bunu nasıl düşünememiştik biz?

 

"Bugün ilk defa tüm olaylardan uzaklaşabildiğim bir gündü. Bu şehirde ilk kez böyle bir şeye kalkıştım çünkü daha öncesinde bunu yapabileceğim arkadaşlarım yoktu. Heyecanıma yenik düştüğüm için özür dilerim. Hak ettiğim o cehennemden bir an olsun çıktığım için de özür dilerim. Yaşamaya çalıştığım, her şeye rağmen devam etmeyi denediğim için de özür dilerim."

 

Başını iki yana salladı Hazal ve son bir damla yaşını daha Gece'nin gözlerinin içine bakarak akıtıp onu gerisinden bırakarak içeri doğru ilerledi. Elinin tersini dudaklarının üzerine bastırmış bir hâlde koşar adımlarla uzaklaşırken beni fark etmemişti bile.

 

Gece balkonda yalnız kaldığında duvardan uzaklaşıp Hazal'ın ardına kadar açtığı kapıdan dışarı bir adım attım.

 

"Gece Hancı yine şaşırtmadı. En iyi bildiği şeyi yaptı ve dağıtıp, tuzla buz etti..."

 

Afallamış bakışları, sesimi duyduğu an Hazal'ın bıraktığı boşluktan bana çevrildi hızla. Ben ortaya çıkmasam daha uzun süre o boşluğa bakarmış gibi duruyordu.

 

"Ben..." dedi ama ne diyeceğini bilememiş olmanın getirisiyle susmak zorunda kaldı. Elbette bir şey diyemezdi, çünkü bu kez kırdığı ben değildim.

 

"Sen..." dedim ona doğru ilerlerken, başım ağır ağır aşağı yukarı sallandı. Soğuk hava, elbisemin açıkta bıraktığı çıplak tenimi dövercesine çarpıyordu bana ama umursamadım. "Bir şeyleri doğru yapmaya çalışırken her şeyi daha da batıran aptal herifin tekisin."

 

Normal bir zamanda bunu söyleseydim öldürücü bakışlarına maruz kalırdım ama Gece Hancı şu an öyle afallamıştı ki, hiçbir şey söyleyemeden ya da yapamadan öylece yüzüme bakmaya devam etti.

"Tam olarak peşinden gitmen gereken noktadasın farkındasın değil mi?" dedim bu kez. Çocuğun devreleri yanmıştı iyi mi?

 

"Neden gideyim ki peşinden?" diye sordu benim sözlerim üzerine. Elimi kaldırıp kendi alnıma mı vursam yoksa Gece'ye mi bir tane geçirsem çok kararsızdım.

 

"İçindeki ses ne diyor Gece?" Kollarımı göğsümde bağlayıp tek kaşımı kaldırdım. "Hani şu; hep doğru söylediğini, asla yanılmadığını düşündüğün o sesin gerisinde kalan, zayıf bir fısıltıdan ibaret olan ses."

 

O zayıf ses; kırdığı tarafın tam aksine şeyler yapmasını söylerdi Gece'ye. Bizi düşünüp, bizi mutlu edecek kararlar aldığında o sesi dinlemiş olurdu hep. Bu aralar fazla aktifti o ses, fısıltısı daha güçlüydü garip bir şekilde. Yine de diğer sesin yanında hâlâ pasif kalıyordu.

 

Kaşları çatıldı ve yüzüme ne saçmalıyorsun sen der gibi bakmaya başladı. Gözlerimi devirdim bu kez. "Gece..." derken sesim fazlasıyla sitemkârdı. "Bu hayatta seni senden daha iyi tanıyan biri varsa o da benim. Neyin içine düştüğünün farkındayım, ne hissettiğinin de..."

 

"Ne hissediyorum peki?"

 

Sorusu bende gülme isteği uyandırsada o isteği bastırıp tüm ciddiyetimle baktım Gece'nin yüzüne. "Ben söylersem inanmazsın, çünkü sana göre bir tek senin doğruların doğru. Bu yüzden bunu senin çözmen ve kendine yine senin söylemen gerekiyor.

 

Sertçe yutkundu. Yine kendi içinde bir münakaşaya girmişti. Cevaplar arıyor, buluyor bulduğu o cevapları beğenmeyip bir kenara fırlatıyordu ama o kenara attığı cevaplar yine dönüp suratına çarpıyordu.

 

"Ama..." diye devam ettim ona doğru bir adım daha yaklaşırken. "Şu an yapman gereken şeyi zaten biliyorsun, çözmeye çalışmana gerek yok."

 

Gece bir hackerdi ama kendisi de sanki bir bilgisayarmış gibiydi... Kodlarını öğrendiğinde kullanma kılavuzunu da öğrenmiş oluyordun. Arada hacklenip kafanı karıştırabiliyordu tabii ama yine de Gece Gece'ydi işte.

 

Ne dercesine tek kaşını kaldırdığında yeniden gözlerimi devirdim. "Az önce dedim ya peşinden gitmen gerekiyor diye Gece!"

 

Karşımda yirmi beş- yirmi üç yaşında bir adam değil de beş yaşında bir çocuk varmış gibiydi.

 

"Peşinden gitsem ne diyeceğim ki?" diye sordu saf saf. Eh en azından neden peşinden gideyim ki evresinden peşinden gitsem ne diyeceğim evresine geçebilmiştik. Bu da bir şeydi.

 

Ona bir adım daha yaklaşıp iki elimi birden omuzlarına yerleştirdim ve hafifçe sıktım. "Ben göt herifin tekiyim, az önce de bir götlük yaptım ve kalbini kırdım. Çok özür diliyorum senden söylediklerim için." Gözlerinin içine bakarken "Tekrar et bakayım beni." dedim dudaklarımın kıyısına gelen gülüşü bastırmaya çalışarak.

 

Ciddi ciddi beni dinlemeye hazırlanıyordu ama sözlerimle gözlerini devirip omuzlarına koyduğum ellerimi itti. "Bende durmuş dinliyorum seni."

 

Bu kez kendimi tutamayıp gülmüştüm işte.

 

"Şaka bir yana." diye mırıldandım gülüşlerimin bitiminde. "Özür dilemen gerektiği konusunda ciddiyim." Bir an durup kıstığım tek gözümle ve düşünüyormuş gibi yaparak çeneme koyduğum elimle onu baştan aşağı süzdüm. "Göt herifin teki olman konusunda da ciddiyim ama sen bunu asla kabul etmeyeceğinden o kısmı atlıyorum."

 

"Siktir git İzel ya..." diye homurdandı yanımdan geçip içeri doğru ilerlerken.

 

"Hey..." diyerek koluna yapışıp onu durdurdum. "Nereye?"

 

"Sen demedin mi kızım peşinden git diye?"

 

"Dur..." dedim önüne geçip yeniden karşısına dikilirken. "Senin dilin alışık değil, birlikte alıştırma yapalım. Tekrar et bakayım beni; Özür dilerim..."

 

Özür ve dilerim kelimelerinin üzerine ayrı ayrı vurgu yaparken sanki dünyanın en ciddi şeyini yapıyormuş gibi davranmıştım. Gece sabır dilenircesine bir nefesi içine çekip kolunu elimden kurtardı ve bu kez durdurmama izin vermeden balkon kapısında gözden kayboldu.

 

Peşinden bakarken dudaklarımda keskin bir gülüş vardı.

 

"Eee Gece bey..." diye mırıldandım kendi kendime. "Düştün mü şimdi gerçekten elime?"

 

💎🎭

 

YAZARDAN:

 

Damla müziğin ritmine göre dans etmeye devam ederken tuvaletin önüne kadar gelmiş ama içerisinin dolu olduğunu ve içerde bir kızın kustuğunu fark edince yüzünü buruşturarak geri dönmüştü. İkinci bir tuvalet bulma umuduyla merdivenleri tırmanırken dönen başı umurunda bile değildi. Kanına karışan alkolün miktarı oldukça fazlayken hiçbir şey umurunda değildi.

 

Hayatında ilk kez böyle bir partiye eğlenmek için katılıyordu ve bu parti, İzel ile odalarında verdikleri pijama partilerinden çok farklıydı. Çok daha özgür hissettiriyordu ve çok daha eğlenceliydi. O da eğlenceye kapılıp gitmişti. Topuklu ayakkabılarının ayaklarını ağrıtması dahi önemli değildi o an onun için, son ana kadar gecenin tadını çıkarmaya kararlıydı.

 

Üst katta pek oda olmamasına sevindi Hazal. Partinin kalabalığının buraya taşmamış olmasına da sevindi. Bu partide sevmediği tek şeydi kalabalık.

 

Merdivenlerin bitiminde küçük kare bir alan karşılıyordu onu, alanın bir duvarı boydan boya aynaydı ve bu ayna sayesinde o küçük kare alan olduğundan daha geniş duruyordu.

 

Aynanın karşısında durdu birkaç saniye ve kendini izledi. Dağılan saçlarına rağmen makyajının hâlâ ilk yaptığı andaki gibi kusursuz görünüyor olması karşısında mest olmuştu. Makyaj en sevdiği alanlardan biriydi ve makyajının kusursuz görünmesi onun için çok önemliydi.

 

Saçlarını hafifçe düzeltip küçük kare alanın açıldığı iki kapıdan ilkini açtı. Büyük bir giyinme odası karşılamıştı onu ama giyinme odasının içinde herhangi bir kapı daha görünmüyordu.

 

Rafları erkek kıyafetleri ile dolu olan ve buram buram kaliteli bir erkek parfümü kokan oda ilgisini çekse de mesanesine uygulanan baskı onun için çok daha önemli olduğundan içeriyi kurcalamadan geri çıkıp diğer kapıya yöneldi.

 

Burası da sade bir şekilde döşenmiş bir yatak odasıydı. Odada; yatak ve yatağın iki yanındaki iki komodinin dışında, tavandan sarkan bir kum torbası dikkat çekiyordu. Bir de yatağın tam karşısına monte edilmiş beyaz projeksiyon perdesi...

 

O perdenin hizasından başlayarak tavanda ilerleyen gözleri, yatağın hemen üzerine, tavana sabitlenen projeksiyon cihazında durdu.

 

Vay canına diye geçirdi içinden. "Ne dizi izlenir burada, ben bunu niye düşünemedim?"

 

Mavileri cihaz ile perde arasında mekik dokurken "Bende yaptıracağım bundan bir tane..." diye mırıldandı kendi kendine. Ardından başını aşağı yukarı sallayarak kendi kendini onayladı.

 

Gözleri en sonunda odanın bir köşesinde duran başka bir kapıya kaydığında oraya neden geldiğini de hatırlamıştı.

 

Aralık kapıyı sorgusuz sualsiz itip bedenini içeri attıktan sonra kapıyı ardından kapattığında ancak fark edebildi içeride duran bedenin sahibini.

 

Güney Kalkavan ellerini lavabonun mermer tezgahına yaslamış derin derin nefes alırken, birden içeri dalan bedeni fark ettiğinde başını kaldırıp aynadan bakmıştı kimin geldiğine.

 

Damla Hancı ile karşılaşmak ona sürpriz olmuştu ama kızın kapıyı kapatmak için hareketlendiğini gördüğün şaşkınlığından sıyrılmıştı. Kapatma demek için ağzını açsa da geç kalmıştı Güney, Damla kapıyı çoktan kapatmıştı.

 

Damla Güney'i fark ettiğinde irkilerek sıçradı yerinden.

 

"Ah..." diye şaşkınlıkla dolu bir nida döküldü dudaklarından ve mavi gözleri irileşti. "Ben burada olduğunu fark etmedim."

 

Utanç yanaklarına hızla hücum etmeye başladığında o da hızla arkasını dönüp "Ben çıkayım..." dedi bir çırpıda. Öyle pat diye daldığına öyle pişman olmuştu ki. Ya çok da yanlış bir durumdayken girmiş oldaydı içeri...

 

Elini kapının koluna atmaya çalıştı ama tutabildiği tek şey boşluk oldu.

 

Tam o an "Çıkamazsın..." diye mırıldandı Güney kalçasını mermer tezgaha yaslayıp kollarını göğsünde kavuştururken. "Çünkü kapının kolu kırık."

 

Evet, gerçekten de kolun olması gereken o yer kırık bir parçadan ibaretti ve onlar banyoda mahsur kalmışlardı...

💎🎭

 

Öte yandan Gece Hancı kalabalığın içinde aramıştı bir süre Hazal'ı ama bulamamıştı. En sonunda el mecbur onu buraya getiren kişiye, Gökhan'a, sormuştu nerede olduğunu ve partiden ayrıldığını o şekilde öğrenmiş; bir de buna sinirlenmişti. Tamam herifin Hazal'ın dibinden ayrılmış olmasına sevinmişti elbette ama bu saatte, altında bir arabası yokken, yalnız başına gönderilir miydi o kız?

 

Onun evine hiç de yakın değildi üstelik bu yer...

 

Zihninin içi adeta bir meydan muharebesiydi. Sözler top, görüntüler tüfek olmuş ona bir savaş açmıştı.

 

Hazal'ın söyledikleri kafasının içinde adeta mermi gibi sekiyordu. Asla o manada söylememişti o sözleri ama yine eline yüzüne bulaştırmıştı her şeyi.

 

Nedenler vardı havada asılı duran mesela.

 

Hiçbirine bir cevap bulamıyordu...

 

Neden böyle hissediyordu?

 

Neden delicesine bir istekle peşinden gitmeyi arzulamıştı?

 

Neden o arzuya boyun eğip de gidiyordu?

 

Neden onları izlerken nefes alamıyormuş gibi hissetmişti kendini?

 

Neden o herifin kolu, kızıl kafanın beline dolandığında kırmak için karşı konulamaz bir istek duymuştu?

 

Ona neydi ki? Hazal onun hiçbir şeyi değildi. İstediği ile dans eder, istediğini yapardı.

 

Neden bu düşünce onu rahatsız ediyordu mesela?

 

Neden, neden, neden...

 

Bir dolu neden vardı elinde ama hiçbirinin cevabı yoktu.

 

Belirsizlik bu hayattaki en nefret ettiği şeyken şimdi o belirsizliğin alâsını yaşıyordu.

 

Neden o mavi gözlerin dolduğunu fark ettiğinde kendini bir denizde boğuluyor gibi hissetmişti?

 

Derin bir nefes alıp elini arabasının radyosuna uzattı ve sesi sonuna kadar açtı belki zihnindeki sesleri susturur diye ama nafileydi. Hazal'ın evinin önüne geldiğinde hâlâ o nedenlerin içinde boğuşuyordu.

 

"Sikmişim nedenlerini sonuçlarını..." diye homurdandı kendi kendine. "Yok benim ihtiyacım nedene de sonuca da..."

 

Başını kaldırıp apartmana baktı. Hazal'ın dairesinin ışıkları yanıyordu, yani eve gelmişti.

 

Korkuyorum deyişi yankılandı zihnimde. Çok korkuyorum Aksel geri dönecek diye demişti. "Ulan..." diye homurdandı yine kendi kendine... O hengâmede unuttukları o ayrıntı, bu kızın en büyük korkusuydu. Ve artık ondan korkmasına gerek olmadığını bile bilmeden öylece korkarak yaşamaya devam ediyordu.

 

"İzel haklı, gerçekten göt herifin tekisin Gece Hancı." dedi merdivenleri hızlı hızlı adımlarken. Dolu asansörü bekleyecek kadar sabrı yoktu, zaten hepi topu birkaç kattı.

 

Kapının önüne geldiğinde kendini hiç olmadığı kadar cesaretsiz hissediyordu ve bir neden daha ekleniyordu nedenlerinin arasına. Neden tüm cesareti bir sünger tarafından emilmiş gibiydi?

 

Boğazını temizledi kendini toparlamak için ve elini kaldırıp bir saniye bile düşünmeden kapıya vurdu üç kez.

 

Arkasını dönüp kaçıp gitme istediği de nereden çıkmıştı böyle?

 

O korkmazdı ki...

 

Hele de küçük bir kızdan...

 

O kaçmazdı...

 

Ama şimdi kaçıp gidesi vardı bu kapı açılmadan. Yine de zorladı kendini ve elleri iki yanında gerginlikten yumruk olmuşken kapının açılmasını bekledi.

 

Kaç dakika bekledi bilmiyordu ama kapı açılmayınca kapıyı yeniden çalmak için ellerini kaldırdı. Tam vuracakken "Ne işin var senin burada?" diye soran tanıdık sesi duydu arkasından.

 

Biraz önce arkasını dönüp kaçıp gitmeyi düşünüyorken şimdi arkasını dönmek zor geliyordu. Saatlerce kapıya bakabilirdi arkasını dönmek yerine. Üzerindeki her izi, her hareketi ezberleyecek kadar...

 

Yine de başını çevirip omzunun üzerinden baktı Gece.

 

Hazal birkaç adım arkasında. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerle ve kızarmış burnuyla dikiliyordu.

 

"Işık yanıyordu..." diye saçmaladı kendi kendine. "Çoktan geldiğini düşünmüştüm."

 

Hazal gözlerini Gece'den çekip çantasından anahtarını çıkarırken "Lambayı bilerek açık bırakmıştım." diye mırıldandı. Bulduğu anahtarla birlikte kapıya ilerleyip Gece'ye bir kez bile bakmadan "Bu da hak ettiğim o cehennemin etkilerinden biri işte..." dedi. "Televizyon da açık mesela..."

 

Gece, genç kıza yol verirken ne diyeceğini bilememenin telaşıyla elini ensesine atıp boynunu ovaladı. İğneli lafları tam da yerini buluyordu.

 

İlk defa böyle hissedebiliyordu ve bundan hiç hoşlanmamıştı.

 

O bir tek İzel'i kırdığı zaman rahatsız olur, üzülür, kendini affettirmek için çabalardı. O bir tek İzel'den özür dilerdi...

 

Özür...

 

İzel özür dile dediğine göre sanırım şimdi de yapması gereken buydu.

 

Keşke diye geçirdi içinden. İzel ile prova işini ciddiye alsaydım...

 

"Neden geldin Gece Hancı?" diye sorusunu yeniledi Hazal. Kapıyı açmış ve evine ilk adımını atıp bedenini Gece'ye çevirmişti. Kapıyı her an suratına kapatmaya hazır bir halde bekliyordu. "Sırada ne var? Kendimi kullandıran bir aptal olmamın dışında başka ne söyleyeceksin?"

 

Ciğerleri derin bir solukla doldu ama içine çektiği o nefes sanki yetmiyordu.

 

"Ben..." diyerek girdi söze ve aynı anda Hazal'ın Sen diyerek başladığı cümleler doldu zihnine. Her şeyi çok basit görüyorsun değil mi? Bir aptallık yaptıysam başıma gelen her şeyi de hak ediyorum değil mi sana göre? Geceleri gördüğüm kâbusları, korkudan uyuyamadığım geceleri, aynaya baktığımda kendimden tiksinmelerimi, insanlardan aldığım nefret ve tehdit dolu mesajları... Hepsini hak ediyorum.

 

"Öyle demek istemedim."

 

Sanırım söylenebilecek en komik sözdü bu... Böyle durumların kurtarıcısı gibi görünen ama komediden başka bir şey olmayan aptal üç kelime...

 

"Böyle yapan herkes de bu bahanenin arkasına saklanıyor... Söylediklerinizi tartamıyorsanız hiç konuşmayın daha iyi." Hazal'ın sesi sert ve tavizsizdi. Çok ağladığı belliydi ama yine de Gece'nin karşısında dimdik duruyor, gururla diktiği o çenesiyle bakıyordu Gece'ye. "Beyninizi kullanamıyorsanız ses tellerinizi yormanın ne anlamı var ki?" Son kez baktı Gece'ye, ya da öyle olduğunu düşündü. Hazırda bekleyen o kapıyı kapatmak için hareketlendi ama Gece ondan önce davranıp kapıya elini yaslamış ve kapının bir santim bile hareket etmesine engel olmuştu.

 

Gece'nin gücünün yanında Hazal öyle zayıf kalıyordu direnemedi bile genç kız. Yalnızca kapıyı bırakıp iki adım gerileyebildi.

 

Gece açık kapıdan içeri ilk adımını attığında kapıyı itip ardına kadar açılmasını sağladı. İri bedeni küçük holü doldururken gözlerini genç kızın gözlerine dikmişti.

 

O gözlerdeki korkuyu gördü, o korkunun kendine karşı olduğunu anladı. Hazal şimdi ondan korkuyordu.

 

"Korkma..." Dudaklarından bu sözün döküldüğünü kendi bile sonradan kavradı. "Benden korkmana gerek olmadığını biliyorsun?"

 

"Ben hiçbir şey bilmiyorum..." diye karşılık verdi Hazal.

 

Arka plandan onlara eşlik eden bir televizyon sesi geliyordu. Bir belgesel açık olmalıydı ki, 'Aslan, ceylana doğru usulca yaklaştı' diyordu spiker.

 

Ne kadar da durumlarına uygundu...

 

"Sana zarar vereceğimi mi düşünüyorsun?" Genç kıza doğru bir adım daha atarken sormuştu bu soruyu. Hazal da bir adım geriye attı ve göz yaşlarının ıslak izi yüzünden gerilen dudaklarını ıslattı diliyle. Taksicinin garip bakışlarını umurayamamıştı yol boyunca, kendini tutamamış ve ağlamıştı.

 

Genç adamın bakışları genç kızın bakışlarına kilitlenmiş bir haldeydi, ta ki Hazal dudaklarını ıslatana kadar... Gece'nin gözleri o noktaya kaydığında Hazal bunu fark edemeyip konuşmaya devam etti.

 

"Dün bana bu soruyu sorsaydın cevabım farklı olurdu, bugün ise dün vereceğim cevaptan çok daha farklı..."

 

"İyi..." dedi Gece bu sözler üzerine. Bakışlarını ağladığı için kızarmış ve şişmiş o dudaklardan çekmek için çabalamış ama başaramamıştı...

 

Şimdi aklının kulvarlarını dolduran, tüm nedenleri ve o nedenlere aradığı cevapları yerle bir edip tek başına bağımsızlığını ilan eden bambaşka bir düşünce vardı.

 

"Şimdi, tam şu an cevabın daha farklı olsun o zaman. Sana zarar vermem, başkasının vermesine de izin vermem." Bir adım daha yaklaştı kıza ve Hazal da bir adım geriledi. Ama Gece'nin adımları Hazal'ınkilerden büyük olduğu için mesafe açılmıyor, aksine kapanıyordu. "Korkma... Ne benden ne de başkasından... Artık en zayıf halka değilsin çünkü..."

 

Gece sadece bunu anlayabiliyordu kendi içindeki o savaşta. Ve bunu anlamak ona yeterdi. Şimdilik...

 

Hazal şaşkınca bakakaldı Gece'ye. Bu ne demekti? Bu adamın burada ne işi vardı? Kafası allak bullak olmuştu ve kanındaki alkol yüzünden düşünceleri tam olarak berrak değildi. Bugün dilini çözüp Gece'ye o denli açık konuşmasının nedeni de buydu zaten. Gerçekten söyledikleri gibiydi, alkol şişede durduğu gibi durmuyordu kanda...

 

"Git..." dedi Gece, gözlerini çekmek için verdiği o uğraşın yanına bedenini sabitlemek için verdiği bir savaş da eklenirken. Bir adım daha yaklaşırsa bir felaketin fitilini ateşleyeceğini anladığı için git diyordu.

 

Kaşları çatıldı Hazal'ın. Kendi evinde kovulduğu düşüncesi zihninin içine sızdığında tam karşısındaki adamı kendisi kovmak için ağzını açmıştı ama Gece konuşarak onun tüm cümlelerini ağzına tıktı.

 

"Eğer seni öpmemi istemiyorsan hemen şimdi odana git Kızıl Kafa..."

 

Çatılan kaşları yön değiştirip havay fırlarken gözleri şaşkınlıkla irileşti. Doğru mu duymuştu o az önce? 'Eğer seni öpmemi istemiyorsan hemen şimdi odana git' mi demişti bu adam? Kızıl Kafa diye de eklemişti üstelik...

 

Hazal geriye doğru bir adım attı ama Gece'nin kendi içinde, kendine verdiği süre dolmuştu. "Günah benden gitti..." dedi boğuk bir sesle ve genç kızın kolunu tutup kendine çekerek, bedenini kendi bedenine yasladı. Diğer kolu da beline dolanırken onun şaşkınlığından yaralanıp dudaklarına kapanmıştı.

 

Hazal şaşkınlıkla öylece kalakalmış, tepki bile verememişti.

 

Uzun zaman önce bu noktada o Gece'yi öpmüştü. Gece panik atak geçiriyorken nefes alamadığını fark ettiğinde o da panik olmuş ve düşünmeden hareket edip öpmüştü.

 

O an bir daha asla yaşanmayacaktı Hazal'a göre ama tam şu an fena halde yanıldığını bizzat yaşıyordu.

 

Gece Hancı onun dudaklarını öpüyordu.

 

Bir eli Gece tarafından bileğinden tutulurken diğeri öylece yanında duruyordu.

 

Dudaklarındaki dudaklar hareket ediyor, arasına aldığı alt dudağını işkence çektirir gibi emip dil darbeleri ile okşuyordu. Sonra yer değiştirip üst dudağını aynılarını yapıyordu...

 

Genç kız nabzının hızlandığını hissetti, başı dönmeye başlarken gözleri kapandı usulca. Hareket edemedi, karşılık vermedi ama Gece'yi de itemedi. Tüm canı, gücü, takati çekilmiş gibiydi, Gece'nin beline sarılı kolu olmasa ayakta durabilir miydi o bile muamma...

 

Gece yeniden alt dudağını özgür bırakıp üst dudağına geçtiğinde midesinde bir hareketlenme hissetti. Bunun alkol yüzünden olması için her şeyini verebilirdi genç kız ama olmadığını biliyordu...

 

Bu gerçek yüzüne çarptığında yan tarafında duran eli havalandı alelacele ve genç adamın göğsüne yaslanıp onu itmeye çalıştı.

 

"Dur..." diye fısıldadı başını geri çekerken, Gece ona zorluk çıkarmadan dudaklarından kopup alnını genç kızın alnına yasladı ama damağına yayılan o tattan kopmak onun için hiç kolay olmamıştı. Sığ nefesleri genç kızın dudaklarını yakıp geçerken Gece yeniden o dudaklara kapanmamak için zor tutuyordu kendini...

 

Bu da onun için yeniydi...

 

Daha önce hiçbir kadını böylesine delice bir arzuyla öpmek istememişti...

 

Bir keşin aylar sonra bulduğu uyuşturucu gibiydi...

 

"Özür dilerim..." diye fısıldadı Gece daha en başından söylemesi gereken o sözcükleri sonunda özgür bırakmayı başararak.

 

Hazal sertçe yutkundu...

 

İki kelime hiçbir şeyi toplamaya yetmemeliydi... Yetmiyordu da zaten ama bu özür karşısındaki bu adamdan gelince kendini de bir garip hissetmişti.

 

Bir süre sessizlik çöktü eve... Televizyonda belgesel akmaya devam ediyordu ama onlar tamamen sessizdi.

 

"Ben..." diyerek sessizliği bölen yine Gece oldu. "Bu konuşmalarda hiç iyi değilimdir. Özür konuşmalarında yani... Çünkü pek özür dileme ihtiyacı duymam genelde."

 

"Ama sürekli özür dilenmesi gereken şeyler yaparsın?" diye karşılık verdi Hazal sorarcasına. Ardından hâlâ Gece'nin parmaklarının arasında duran elini çekip bir adım geri çekildi. Gece izin vermese ondan uzaklaşamayacağını biliyordu elbette ama o izim vermişti.

 

"Bir şey söylemene gerek yok..." Yorgun sesi küçük bir öksürük ile kesildiğinde elinin tersini dudaklarına yaslayıp hafif iki öksürük ile boğazını rahatlattı. Ardından boğazını temizleyip devam etti. "Özür dilemene de gerek yok... Asıl ben özü..."

 

"Hayır..." diyerek bir hışımla onun sözlerini kesti genç adam. O özürleri bir kez daha duymaya tahammülü yoktu.

 

"Bak... Ciddiydim. Kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğimi söylerken, en zayıf halka değilsin derken ciddiydim. Yaşananları hak etmediğini biliyorum, özellikle benim yüzümden yaşadığın o travmayı... Hiçbirini hak etmedin, asla hak ettiğini düşünmedim. O sözlerin bu kapıya çıkabileceği aklımın ucundan bile geçmedi. Ben sadece..."

 

Hazal tek kaşını kaldırıp sorarcasına baktı Gece susup konuşmasını yarıda kestiğinde. O sadece ne?

 

"Bunun ne olduğunu ben bile bilmiyorum..." diyerek bağladı cümleyi ama bu Hazal'ı tatmin etmemişti. "O yüzden sana ne demem gerektiğini de bilmiyorum ama korkmanı gerektirecek bir şeyin kalmadığını söyleyebilirim."

 

Genç kadın artık ne tepki vereceğini şaşırmış bir haldeydi. Tepkileri tükenmiş gibi hissediyordu kendini...

 

"Korkmamı gerektiren bir şey var..." diyebildi yalnızca. "Aksel her an ortaya çıkabilir..."

 

"Çıkamaz." Gece'nin kendinden emin sesi kaşlarının çatılmasına neden olduğunda hâlâ verebilecek bir tepkisinin olduğunu görmek sevindirmişti onu. Diğer türlü kendini ruhsuz biri gibi hissederdi.

 

"Ne, nasıl?"

 

"Sorma..." dedi Gece. Ardından "Sadece artık karşına çıkabilecek bir Aksel'in kalmadığını bil yeter."

 

Anladı genç kız... Dudakları şaşkınlıkla aralanırken ne diyeceğini gerçekten bilemediği bir noktadaydı.

 

Aksel ölmüştü. Gece'nin sesli dile getirmediği gerçek buydu...

 

Geriye doğru bir adım attı Gece Hancı. Bu gece daha fazla zorlamamaya karar vermişti. Daha ilk andan Hazal'ı ürkütmek istemiyordu...

 

"Bu gece rahat uyu Kızıl Kafa... Eğer bir kâbus görmek istiyorsan seni öptüğüm anı hatırla." Kendi kendine hafifçe güldü genç adam... Başı iki yana sallanırken "Bu senin için kâbus ile eş değerdir nasıl olsa..." dedi ve arkasını dönüp evden çıktı. Kapıyı arkasından kapatırken dudaklarında aptal bir gülümseme vardı.

 

"Salak herif..." diye mırıldandı kendi kendine.

 

"Bence de..." diye bir karşılık almayı beklemiyordu.

 

Başı sesin geldiği noktaya döndüğündeyse birkaç adım ötesindeki merdivende dikilen Yasemin Koçer'i görmeyi kesinlikle beklemiyordu.

 

Tüm vücudu anında yüksek voltajda elektriğe maruz kalmış gibi gerilirken ona doğru bir adım atmak için hareketlendi ama ensesine batan bir iğne yüzünden ikinci adımı atamadı.

 

Etine enjekte edilen bir sıvının yakıcı sıcaklığı anında ensesinden tüm vücuduna yayıldı. Önce gözlerinin önünün kararmay başladığını hissetti ardından bilinci karanlığın arasında kayboldu.

 

Bedeni yere düşmeden arkasında duran iki adam tarafından tutulmuştu.

 

"Sana söylemiştim Gece Hancı..." diye mırıldandı Yasemin Koçer, Gece'nin baygın bedenine bakarken. "Ben asla kaybetmem..."

 

Ardından gözleri Gece'nin bedenini tutan adamlara kaydı. "En güçlü halka buydu, diğerleri çok daha kolay olacak. Gidip içerdeki kızı da alın."

 

💎🎭

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Tahmin var mı tahmin🥱

 

Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler

Loading...
0%