Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7| Bi̇r Resimden Taşan Sır

@saniyesolak

Selam ballarım🍯

Bölümün içine yetişkin içerik uyarısı bırakıyorum. Lütfen yaşınız küçükse okumayın ve uyarı bitene kadar kaydırın. Zaten kısa bir şey ve size bir şey kaybettirmez❤️

Keyifli okumalar diliyorum✨

💎🎭

YAZARDAN:

     "Ah!"

Küçük kızın dudaklarından firar eden nida genç kadının ellerine yön verip onları durdurmuştu. "Canını mı yaktım?" diye sorarken sesindeki endişe elle tutulur gözle görülür cinstendi. Küçük kız aceleyle başını iki yana salladı ve hareketini desteklemek ister gibi "Hayır!" dedi aceleyle. Annesiyle geçirdiği bu paha biçilemez zamanları basit bir saç acısına kurban edemezdim. Annesi yanındayken bile annesine hasret yaşamak, küçük kalbinin taşıyamayacağı kadar ağır bir yüktü.

Annesi küçük kızın saçlarını bıraktı ve önüne geçip diz çöktü. Yeşil gözlerini küçük kızının yüzüne dikerken, o yeşillerin küçük kahvelere ektiği tek şey acı ve özlemdi. Elini uzatıp hasret kaldığı küçük tombul yanaklarını okşadı ve "Canın acıdığında bunu bana söyleyebilirsin miniğim." dedi güven verici bir sesle. Küçük kızın titrediğini hissettiğinde irislerinin acıyla kasıldığını hissetti. Küçücük kızı şiddetle başını iki yana sallayıp "Söyleyemem anne." dedi. Sonra küçük yüzünü annesinin yüzüne yaklaştırıp, annesine akıtacağı bu sırrı kimse duymasın istiyormuş gibi fısıldadı.

"Eğer canımın yandığını ağzımla söylersem babam yine kızar ve beni cezalandırır. Bizi yine ayırır... Otuz yedi gün sonra ilk defa yanındayım anne, ayrılmak istemiyorum."

Daha altı yaşında olmasına rağmen olgun tavrı ve konuşması genç kadını heyecanlandırmıyor aksine kalbine kıymık gibi batıyordu, girişi kolay çıkışı zor olan. Minicik bebeği çocuk olamıyor erkenden büyümek zorunda kalıyordu. Asla yaşıtlarıyla bir olamamıştı. Yaşıtları okula başlarken onun minik bebeği okuma yazmayı sökeli çok olmuştu. Her annenin gurur duyup mutlu olduğu bu olay genç kadının canını öyle çok yakıyordu ki...

Çünkü gerçeklerin altında yatan karanlığı biliyor, görüyor ama hiçbir şey yapamadan elleri kolları bağlı izlemekle yetinmek zorunda bırakılıyordu.

Gözlerini delermişçesine batan iğneler gözlerinin dolduğunu işaret ederken küçük kızı bunu fark etmesin diye ona yaklaşıp şakağına bir öpücük kondurup derin derin kokladı.

"Özür dilerim." diye fısıldadı. Kızının duymadığını sansa da duymuştu. Sessiz kaldı küçük kız. Bu özrün ne için olduğunu iyi biliyordu ama o konulardan bahsetmek bile bedeninin titreme krizine girmesine yetecek kadar korku salıyordu minik yüreğine.

Babasından ölesiye korkuyordu...

Kapının sertçe açılma sesiyle ikisi de yerlerinden sıçradılar. Eş zamanlı olarak gelen ses de korkularını körüklemeye yeten bir etkendi.

"Ne halt ediyorsunuz siz burada?"

Sesin sahibi öyle bir bağırmıştı ki, küçük kız korkudan öleceğini sanmıştı. Genç kadın ise ellerinin altında tir tir titreyen küçük kızının korkusunu iliklerine kadar hissederken, onu sakinleştirememenin vermiş olduğu acı kalbimi bataklığa çeviriyordu. Yeşeren tüm güzel çiçekleri bataklıkta solup gidiyor, geriye kötü kokulu bir çamur birikintisinden başka bir şey kalmıyordu.

Elinin altındaki narin kolu, hiçbir işe yaramayacağını bilse de güven aşılamak istiyormuş gibi sıktı ve ayağa kalkıp kocasına döndü.

"Hiçbir şey. Neredeyse hazırız."

Adamın sinirli gözlerinden neredeyse alevler çıkıyordu.

"Neredeyse mi? Size verdiğim süreyi geçeli beş dakika oldu ve siz hâlâ hazır değilsiniz öyle mi?"

Sinirden titreyen elinin havaya kalkması ile kadının narin yanağına inmesi bir olmuştu. Alışık olduğu sert tokatlardan dolayı yüzü sadece yan dönerken tepkisiz kalıp sızlayan yanağına elini bile götüremedi. Götürürse kocasının bunu saygısızlık olarak algılayacağını, önceki tecrübelerinden biliyordu. Gözlerine akın etmeye başlayacak olan yaşların yankısı kendini sızlayan burnunun direği ile belli ediyordu.

Metanetini korudu ve yutkunup göz yaşları gözlerini doldurmadan önce onları geri göndermeyi başardı. Başını dikleştirip, sanki biraz önce kendisine vuran kocası değilmiş gibi olan şeyi görmezden gelip "Özür dilerim benim hatam. Beş dakika içinde aşağıda olacağız." dedi. Her zaman üstlendiği bu rolü bugün de layığıyla yerine getirmeyi başarmıştı.

Adamın bakışları tiksinti dolu bir ifadeyle kadına odaklandı ve baştan aşağı süzdü. Bu bakışlar kadının zaten paramparça olan yüreğini iyice un ufak ediyordu. O bakışlar aynen kızına döndüğünde ise ölmek istiyordu. Adam işaret parmağını salladı önündeki kadına ve "Eğer beş dakikayı bir saniye geçerse ikinizi de gebertirim. Sakın geç kalıp da beni misafirlerime rezil etmeyin, neredeyse gelmek üzeredirler." diye tısladı.

Adam arkasını dönüp çıkmıştı odadan ve küçük kız ile kadın bir de onları bir zırh gibi kuşanan sessizlikleri kalmıştı odada. Gözleri dolan küçük kız oturduğu yerden kalktı ve annesinin usul usul taradığı saçlarını hızlıca topladı. Ve kenarda duran annesinin çok daha güzel bir şekilde kullanacağına emin olduğu kurdeleyle bağladı. Minik kolları saçlarını bağlarken yorulmuştu. Saçlarıyla işi bittiğinde hâlâ ayakta dikilmekte olan annesine doğru hızlıca ilerleyip "Bak anneciğim ben hazırım. Geç kalmayacağız, babam bize daha fazla kızmayacak. Hadi inelim aşağı." diye hızlı hızlı sıraladı cümlelerini.

Babasının kızmaması gerektiğine o kadar odaklanmıştı ki minik kız, annesinin yüzüne bakmak aklına gelmemişti hiç. Annesinin elinden tutup çekiştirmeye çalışması sonuçları fayda vermeyince, o an bakmıştı annesinin hayranı olduğu yüzüne ve dudağından çenesine sızan o uğursuz rengi o an görmüştü.

Annesinin dudağı kanıyordu, annesinin canı acıyordu. İri koyu gözleri anında doldu ve yanaklarından boncuk gibi damlalar aktı.

     "Anne!"

Genç kadın kızının ona seslenmesiyle bakışlarını kapıdan ayırıp elini tutan kızına çevirdi. Yorgunluğun tüm yükünü taşıyan omuzları, kızının gözlerindeki yaşları görünce daha da çöktü. Dizlerinin üzerinde çöküp kızı ile aynı boya geldi. Kocası gideli bir dakika bile olmamışken kızının ne zaman yanına geldiğini fark edememişti kadın. Kendini toparlamaya, kızına, her şey gözünün önünde olmuş olmasına rağmen, hiçbir şey yansıtmamaya hazırlanıyordu halbuki.

"Ne oldu anneciğim neden ağlıyorsun?"

Sesinde ve gözlerinde hüküm süren şefkat küçük kızın dudaklarını büzmesine neden oldu. Altı yaşında olması, bir şeylerin farkında olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Aslında çocuklar her şeyin her zaman daha bir farkında oluyordu, bunu sadece yetişkinler anlayamıyorlardı. Her yetişkin bir zamanlar çocuk olmuştu ama bu ayrıntı hep unutulmuştu.

"Dudağın kanıyor, çok acıyor mu?"

Genç kadın kızından duyduğu cümle ile elini dudağına götürdü ve parmağını nemlendiren ıslaklık ona da gerçeği sundu. Hiç fark edememişti halbuki. Dudağı parçalanmaya alışkanlık kazanmış olmalıydı.

"Hayır bebeğim! Hiç acımıyor, sen söyleyene kadar farkında bile değildim kanadığının."

Küçük kız bir an bile şüpheye düşmeden inanıyordu annesine. O bir şey söylüyorsa o mutlaka doğruydu.

"Acımasın hiç canın."

Genç kadın hayatının tüm zorluklarına rağmen bu küçük kızı kendine bahşeden Tanrı'ya bir kez daha şükretti. Cehennemden farksız olan hayatındaki tek güzel ayrıntıydı kızı.

Konuyu dağıtmak adına genç kadın kızının saçlarının toplu olmasına çekti lafı ve "Saçların çok güzel olmuş bebeğim." deyip kızının yanağına derin bir öpücük kondurdu. Göz yaşları gözlerini terk eden kızın gülümsemesi bu cümleden hemen sonra gerçekleşti ve kocaman gülümsedi küçük kız.

"Gerçekten mi?" diye sorudu.

Annesi burnunu kırıştırarak gülümserken kızının burnunu hafifçe sıkıp "Gerçekten." dedi. Kızından duyduğu kıkırtı tüm yüklerini uzak diyarlara sürgün etmiş gibi hafifledi kadın.

Oturduğu yerden kalkıp dudağını ve kızını öptüğünde onun yanağına bulaştırdığı kanı temizledikten sonra aşağı indiler birlikte.

Aynı anda kapı çaldı ve kader herkesten habersiz ağlarını örüp, bir yalana tamir edilemeyecek bir delik açtı...


💎🎭


İZEL İZEM HANCI'DAN:


Bakışlarım resme kilitlenmişken gördüğüm şey geçmişti. Kirli, paslı, bataklıktan daha beter olan bir geçmiş... Geçmemiş bir geçmiş... Geçmeyecek bir geçmiş...

Öyle derin yaralara ev sahipliği yapıyordu ki ruhum, nasıl özgür kalacağını bilmiyordu kimse.

O günü hatırlıyordum dün gibi. O karanlık kapılar açıldığında annemi otuz yedi gündür görmemiştim. İlk kez bu kadar ayrı kalmıştık ve karanlıkta olmak değil annemden ayrı olmak benim canımı yakıyordu.

O gün beni oradan çıkarıp anneme kavuşmamı sağlayan o nedene ölesiye minnettardım. Hem her günü karanlık ve acıyla geçen günlerimin sonuna gelmiştim hem de deli gibi özlediğim annemin kollarında uyumuştum o gece.

Annemin yanağında şaklayan tokadın sesi de hâlâ kulağımdaydı. Altı yaşındaki bir çocuk için, babasının annesine şiddet uygulaması, annesinin bu şiddetlere boyun eğip sessiz kalması ne demek bilir misiniz? Çocuklar küçük akıllarıyla her şeyin farkında oluyorlar ve en önemlisi bu gibi acıları unutmuyorlardı. En azından ben unutmamıştım. Annemin öylece donup kalması, sanki o adamın yaptığı çok normalmiş gibi hiç sesini çıkaramaması ve şahit olduğum bu anın bana yüklediği öfkeyi, kızgınlığı, kırgınlığı, korkuyu... Annemi koruyamamanın vermiş olduğu acıyı... Unutmak mümkün değildi.

Ben annesine aşık bir kız çocuğuydum. Onun tek bir saç teli için dünyaları yakabilirdim. Benim ölümüne sevdiğim o kadının babam tarafından ezilmesi her zaman zoruma giden bir durum olmuştu. O tokat ne ilkti ne de son olmuştu. Şiddetler kesildiğinde, ortada annemden bize kalan tek şey, ölüm ile yaşam arasındaki arafta mahsur kalmış ruhun içinde yaşadığı bedendi.

O günü hatırlıyordum. Saçlarımı hızlıca toplayıp anneme sarıldığım o günü. Benim yüzümden inmişti o tokat o melek gibi yüze, benim yüzümden kanamıştı dudağı. İlk kez evimize misafir gelecekti, ilk kez yabancı yüzler görecektim. Heyecanlıydım ve çocuksu duyguların getirisiyle en güzel elbisemi giymiş, saçlarımın da elbiseme uymasını istemiştim. Anneme ısrar etmişti saçlarıma güzelce şekil vermesi için, annem de beni kıramamıştı. Annem beni hiç kıramazdı zaten. Annem beni kıramazken benim ona verdiğim zararlar öyle fazlaydı ki, nefesim kesiliyor, bu yükün altında ezilip yok oluyordum. Ruhumu çürütüyordu bu his.

Ve şimdi bu resmi önüme koyan adam, Savaş. Onu ilk kez bir kitapçıda değil de o yemekte görmüş olduğum gerçeği... İşte bu benim için fazla beklenmedikti. Babalarımızın tanışıklığından elbette haberdardım ama onlar benim hatıralarımda hep düşmanlardı. Aynı masada ailecek yemek yiyecek bir tanışıklıkları olduğu, belleğimin hiçbir noktasında yoktu bu resme kadar. Şaşkındım. Ama hangisine şaşıracağımı da şaşırmıştım.

Derin bir nefes alıp kuruyan dudaklarımı ıslattım ve "Bu resim nereden çıktı?" diye sordum.

Kısık ve pürüzlü çıkan sesim hiç hoşuma gitmemişti ama düzeltmek adına bir girişimde de bulunmuyordum. Sanki hareket etsem resim kaybolacak, anılar silinecek ve bu an hiç yaşanmamış, benim uydurmamdan ibaretmiş gibi yer edinecekti zihnimde. Öyle ki konuşurken bile zorlanmıştım. Gözlerimi de ayıramıyordum resimden. Öylece put gibi donup kalmıştım.

"Çok uzun zamandır babamın çekmecesinde duruyordu."

Verdiği cevap üzerine gözlerim sonunda koptu resimden ve hızla okyanus mavilere karıştı.

"Baban bu resmi bunca yıl çekmecesinde neden sakladı peki?" diye sordum.

Kaşları çatıldı gözleri resim ile gözlerim arasında mekik dokurken sorumun sonunda gözlerimde sabit kalmayı başardı.

"İhanete uğradığı gün olduğunu biliyorum bugünün, resme bakıp kendisine yapılan ihaneti unutmadığını... Ama daha fazlasını bilmiyorum, ona hiç bunu sormadım ya da merak etmedim bu konuyu."

Sesi öyle umursamaz çıkıyordu ki... Konu ile alakalı ilgilendiği tek şeyin, resmin benim yalanımı açığa çıkardığı ve onu sırrıma ortak ettiği gerçeği olduğunu anladım. Sesimin eski pürüzsüz tonunu geri kazanması adına boğazımı temizledim ve oturuşumu dikleştirdim.

"Savaş bundan kimseye bahsedemezsin." Başımı iki yana sallarken ciddi bir ses tonuyla kurduğum bu cümle, büründüğüm ciddiyeti yansıtır nitelikteydi.

Başını sola yatırıp bana doğru eğildi. Gözlerime öyle derin anlamlarla bakıyordu ki... Sanki gözlerime bakınca tüm düşüncelerime erişmek ister gibi bir hali vardı. Dahası, sanki bunu başarabiliyormuş gibi bir tavır sergiliyor, beni tedirgin etmeyi başarıyordu. Kör, sağır ve dilsiz düşüncelerim bile onun bakışlarının karşısında görüyor, duyuyor ve dile geliyordu sanki. Evet, bunu hissettirmeyi başarıyordu. Ama ben düşüncelerimi öyle güzel kamufle edebiliyordum ki, gördüğünü sandığı şeyler aslında görmek istediklerinin gölgesine bile yaklaşamıyordu.

Sadece gözlerinde olan bakışlarım, tüm yüzünü görebildiği için yaladığı dudaklarını da kaçırmamıştı radarından. Neden bilmiyorum ama o ne zaman dudaklarını yalasa, dolgun dudaklarının ıslak görüntüsüne çekiliyordu gözlerim. Bu kendimi sapık gibi hissetmeme neden olsa da engel olamıyordum. En azından şimdiye kadar... Bu kez gözlerim gözlerinde kalmayı başarmıştı neyse ki.

"Elbette bunu tutup da tüm okula ilan edecek değilim İzel. Sadece... Nedenini merak ediyorum."

     "Neyin nedenini?"

Bir süre duraksayıp gözlerimin içine bakmaya devam etti. Ne görmeyi bekliyordu da bu kadar dikkatli bakıyordu bilmiyorum ama, inadım yüzünden kaçıramıyordum da gözlerimi. Rahatsız edici bir his öyle sinsi bir şekilde dolmaya başlamıştı ki, boğazıma parmaklarını geçirene kadar fark edememiştim o hissin varlığını.

Yutkundu. Ya o çok sesli yutkunmuştu ben duyabilmiştim ya da haddinden fazla sessizdi bizi duvarları ardına gizleyen bu ev, bu oda... Masaya dayanan elinin havalandığını gördüm göz ucuyla. Eli kalktı ve yüzüme uzandı. Çehremi çevreleyen bir saç tutamı vardı, topladığım saçlarımın arasına karışmamak için direnip bağımsızlığını ilan eden ama beni rahatsız etmeyen. O tutamı kulağımın arkasına doğru itti parmak uçlarıyla. Yanağıma temas eden parmak uçları, dokunduğu deri parçasının üzerinde bir sıcaklık bırakarak ilerliyordu tenimde.

Şu an tam olarak ne oluyordu? Neden bu kadar yakındı ve ben neden donup kalmıştım karşısında? Cevap veremediğim bu sorular boğazıma bir yumru misali oturduğu an yutkunma ihtiyacı ile dolup taştım. Olmaması gereken bir durumun içerisindeymiş gibi hissediyordum kendimi ve bu duruma dur demeye çalıştığım her an kelimelerim beni terk ediyordu. Bana kalan tek şey yutkunmak oluyordu.Yutkunmak ve kelimelerimin bana geri dönmesi için onlara yalvarmak.

"Neden saklanıyorsun İzel? Kim olduğunu bilseler... Yasemin bile çekinecekken senden, sen bunu neden kendine yapıyorsun?"

Parmak uçları hâlâ tenime temas ederken kurduğu cümle aslında ondan duymayı beklediğim şeydi. Elbette merak ettiği neden buydu. Neyin nedeni diye sorarak hata yapan bendim.

"Onların sahte samimi davranışlarına maruz kalacağıma ölürüm daha iyi. Sahteliğe tahammülüm yok benim."

"Senin bu yaptığının ne farkı var ki?"

İşte bu sorusu beklenmedikti benim için, donup kaldığımı hissettim. Yaptığım sahtelik miydi?

Bana göre değildi... Benim yaptığım sadece kendime ördüğüm duvar ile insanların bana ulaşmasını engellemekti. Birisi beni soyadım ya da para için sevmesin, beni ben olduğum için sevsin, saygı duysun diye çabaladığım için oluşturduğum bir duvardı. Savunma mekanizmamın merkezine bu düşünceyi oturtup kelimeleri dilime taşıdım.

"Yanılıyorsun Savaş! Benim yaptığım sadece kendimi korumak... Yasemin kim olduğumu bilse ne olacak? Tüm samimiyetsizliği ile kendini yanıma yamamaya çalışacak. Sanılanın aksine benim soyadım beni özgür bir birey kılmıyor. Bir bataklık gibi, kurtulmaya çalıştıkça daha da dibe gömülüyorum."

Sadece baktı yüzüme, beni çözmek, ifadelerimi okumak ister gibi... Yapamayacağını bile bile tedirginliğinin dikenlerini tenime geçirmesine engel olamadım. Bu his gözlerimi kaçırmama neden oldu. Gece her ne halt yiyorsa hızlı olmalıydı. Bu evin içinde daha fazla kalmak istemiyordum. Boğuluyormuşum hissi eve adımımı attığım ilk andan beri damarlarımda sinsice gezinse de Savaş geldiğinden beri boğazımı hedef almış, sımsıkı sarmış durumdaydı.

O konuşmadan sonra ikimiz de susmuş öylece odanın içini tarıyorduk gözlerimizle. Savaş'ın bakışlarının ağırlığı arada yüzüme vursa da ben ona bakmadığım için olsa gerek yüzümde çok oyalanmıyordu. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, belki beş dakika belki yarım saat... Emin değildim. Sessizliğimiz bir çığ olmuş bizi de beraberinde sürüklerken o çığ yığınına çarparak onu durduran şey kırılma sesiydi. Gözlerim zemindeki parkelerin desenini ezberlerken gelen ses, önce bakışlarımın kapıya gitmesine neden oldu. Sonra anlaşmışız gibi Savaş ile aynı anda birbirimize baktık. Yine ayaklanıp kapıdan çıkmamız da aynı anda yaptığımız eylemlerdi. O önce çıktı kapıdan ben ardından. Salona geldiğimizde Damla tekli koltuklardan birinde oturmuş bezgince tavana bakıyordu. Güney ise... Oturduğu koltukta adeta yığılı vaziyetteydi. Sol şakağından sızan kan koltuğu rengine boyamaya başlamıştı bile. Yerdeki parçalanmış beyaz cam parçaları olayı bize özetler gibiydi.

Damla, Güney'in kafasında vazo parçalamıştı.

Güney'in dudaklarından acı dolu bir inleme döküldüğünde Damla'nın da dudaklarından eş zamanlı olarak sıkıntı dolu bir nefes dökülmüştü.

"Abartmasan mı acaba? O kadar da sert vurmadım, sen kalın kafalısın diye kırıldı o vazo. Eminim vazonun canı seninkinden daha çok acımıştır."

Sesi de nefesi kadar sıkılmış geliyorken kelimelerindeki çocuksu hava kaşlarımı kaldırmama neden oldu. Savaş Güney'e doğru yönelirken ben durup Damla'ya odaklandım. Geldiğimizi fark etmemiş, hâlâ aynı pozisyondayken kuruyordu cümlelerini.

"Sert vurmamış halin buysa, sert vursaydın kafası kopacaktı sanırım herifin?"

Sesimle irkilen Damla başını yasladığı yerden doğrultup bana baktı, ardından Savaş'ın ayıltmaya çalıştığı Güney'e kaydı bakışları ve omuz silkip yeniden eski pozisyonuna döndü.

"Birinin onu kaşımasına ihtiyacı vardı."

"Bir dahaki sefere ense kısmını hedefle, daha etkili sonuç alırsın."

Damla'nın kelimeleri beni nokta kadar şaşırtmazken, onun hemen ardından Savaş'tan gelen atak, gözlerimin irileşmesine neden oldu. Eline aldığı peçete yığını ile kuzeninin başına tampon yaparken yüzünden geçen ifadeleri göremediğimden sözlerinde ciddi olup olmadığını anlayamıyordum. Söyledikleriyle hareketleri çelişse de her şey yüz hatlarına oturan ifadelerde bitiyordu.

"Bir daha ki sefere öyle yaparım."

Benim bakışlarım Savaş'a çevrilmişken Damla'dan gelen sesle birlikte yeniden ona döndüğümde pozisyonunu tamamen bozmuş, dik bir şekilde oturmuş, Savaş'ın sözlerinden dolayı yüz hatlarına yerleşen hoşnutlukla Savaş'ı izlediğini gördüm. Bunların yanında gözlerindeki beğeniyi geri plana atmak da imkansızdı. Resmen gözleri parlıyordu.

Rahatsız edici bir his kalbimi yoklarken Savaş'a doğru bir adım atıp "Bir dahaki sefer diye bir şey olmayacak!" dedim uyarı dolu gözlerle Damla'ya bakarken. Sesim isteğimden bağımsız olarak sert çıkmıştı, engel olamamıştım. Damla teslim olurmuş gibi ellerini havaya kaldırdı ve "Patron sensin." diye mırıldanıp yeniden eski pozisyonuna döndü.

Savaş'ın yanına geldiğimde gözlerim Savaş'ta değil Güney'deydi. Gözleri aralıktı ama aldığı darbeden olsa gerek, anda değil gibiydi.

     "Bakabilir miyim?"

Sorduğum soru üzerine Savaş yaraya bastırdığı peçete yığınını çekti ve yara gözlerimin önüne serildi.

"Arkadaşın haklı. Bunun kalın kafasına bir halt olmaz."

Tıslarcasına söylediği kelimelerin ardından elindeki yığını sertçe yeniden yaraya bastırmıştı. Kanın bulaştığı parmakları baskısına tüm kuvvetiyle devam ederken Güney acıyla "Amına koyayım senin Savaş, Yavaş ol biraz siktiğimin pezevengi." diye inlemişti.

Yara büyük değildi, dikiş bile gerektirmezdi ama acıdığından emindim. Yara zaten tek başına yeterince acıyorken Savaş'ın baskısıyla acıyı iliklerine kadar hissediyor olmalıydı Güney. Gözlerim Savaş'ın mavilerini buldu. Onu gördüğüm ilk andan beri gülümsemesinin ışığını rahminde taşıyıp doğuran gözleri şimdi karanlıktı.

"Siktirme yaranı da acını da. Kafanı koparmadığıma şükret. Daha seninle işim bitmedi, yaptıklarının hesabını vereceksin Güney!"

Gözlerindeki karanlık sesine de yayılmıştı. Şu an karşımda olan Savaş sanki bildiğim Savaş değildi de bir başkasıydı. Bugün yaşananlara kadar, Savaş'ın şiddetten ve küfürden çok uzak biri olduğunu düşünüyordum. Sanki sorunlarını hep konuşarak, saygı çerçevesinde halletmeye çalışıp asla halledemeyen biri gibiydi. Halledememesini düşünmemin nedeni de Hazal'dı. Onu bu akbabalardan koruyamamıştı. Sanki onları hep ondan uzak durmaları konusunda uyarmış gibiydi. Bazen konuşmak yetmezdi. İnsanlar laftan anlamazlar, anlamaları için kafalarına kafalarına vurmanız gerekirdi. Savaş sanki bunun aksine her sorun konuşarak halledilebilir diyen biri gibi geliyordu bana.

Ama şimdi ona baktığımda, sesine ve yüzüne yayılan karanlık, gözlerindeki o öldürücü bakış... Düşüncelerimi sekteye uğratıyordu. Sanki en başından beri Savaş buydu da o sürekli gülümseyen çocuk bir maskeydi. Üstelik Güney'e attığı o yumrukları da unutmuş değildim. Kesinlikle o gülüşüyle parlayan gözler maske olmalıydı.

Savaş'ın sözlerinin üzerine Güney sessiz kaldı. İnlemeleri devam ediyordu ama Savaş'ın sert bastırışlarından şikâyet etmiyordu. Korkmuş muydu yani? İşte bu beni şaşırtırdı. Kötü çocuğumuz Güney diye düşünmüştüm. Bilinene göre hikayelerde kötü çocuklar hiçbir şeyden korkmazdı. Gördüklerim benim yanılgım mıydı? İnsanları çok iyi analiz ettiğimi düşünürdüm hep... Yanılıyor muydum yani? Çok fazla yanılgı vardı...

"Bu bize yardım eden o kibar çocuk mu?"

Damla ne ara yerinden kalkıp yanıma gelmişti bilmiyordum ama bir anda kulağımın dibinden gelen sesiyle irkilmeden edememiştim. Gözlerimi önümdeki ikiliden çekip Damla'ya çevirdim. Şaşkınlık gözlerine yuva yapmıştı. Kollarımı göğsüme bağlayıp ağırlığımı diğer ayağıma verdim ve bakışlarımı yeniden Savaş'a çevirdim. Elindeki peçetede kan olmayan bir nokta kalmadığı için peçeteyi çekip ortadaki sehpaya bıraktı ve yeni bir tomar alıp, sertliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bir baskıyla yeniden bastırdı Güney'in yarasına. Güney'in acı dolu inlemesi bir kez daha duyulurken "Elinin ayarını sikeyim Savaş senin." diye tıslamıştı.

     "Kes!"

Savaş'tan aldığı yanıt bu kadardı sadece. Baskısını azaltmamıştı ya da kuzeninin çektiği acı gözlerindeki karanlığı dağıtmamış, yüz ifadesini yumuşatmamıştı.

Gözlerim hâlâ bu manzarayı izlerken Damla'nın sorusuna cevap verdim.

"Öyle görünüyor."


💎🎭


Sonunda işimiz bittiğinde ve evden ayrıldığımızda üzerimden kocaman bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Eve geldiğimiz gibi kendimi sıcak suyun kollarına atmış ve uzun süre orada kalmıştım. Diğer seferlerin aksine bu kez damarlarımda dolaşan bir suçluluk duygusu yoktu. Aksine Hazal'a yardım edebildiğim için mutluydum. Henüz onu arayıp haber vermemiştim. Damla ile üzerimizden bir adet Gece Hancı geçecekti. O konuşmadan sağ çıktığım taktirde Hazal'ı arayacaktım sabah olmadan.

Siyah eşofman altımı ve üzerine beyaz dar sporcu atletimi giyip saçlarımı taramadan havluyla suyunu alıp odamdan çıktım ve salona geçtim. Damla çoktan gelip salondaki tekli koltuklardan birine oturmuş uzun ve ojelerle desen yaptığı tırnaklarını izliyordu. Gece ortalarda görünmüyordu. Damla'nın sol çaprazındaki tekli koltuğa da ben oturduğumda, salonda Gece'nin geldiğini haber veren ayak sesleri duyuldu.

"Hanginiz başlar anlatmaya?"

Yanımıza gelip, ikimizin de karşısında kalan üç kişilik koltuğun tam ortasına oturduğunda, soru niteliği taşıyan bu cümleyi kurmuştu. Gözlerim kısaca Damla'ya kaydı, onun bakışları zaten bendeydi. Aynı şekilde umudu da... Yani konuşması gereken kişi bendim.

Omuz silkip "Neyi anlatalım ki? Gittik ve geldik işte. Zaten çoğu şeye sende şahit oldun, bizi niye sorguluyorsun ki?" diye sordum umursamaz görünmeye çalışarak. Savaş'ın kimliğimi öğrendiğini bilmemesi gerekiyordu. Savaş ile yakınlık kurduğum babamın kulağına gittiğinde, bir de kim olduğumu öğrendiğini öğrenirse işlerin benim açımdan pek iyi olacağını düşünmüyordum. Kahraman Hancı'nın sabır çizgisinde dolanırsanız güvendeydiniz, ama sabrını zorlarsanız buna pişman olurdunuz. Pişman olduğum çok olmuştu ama içimdeki arsız, laf dinlemez ve uslanmaz kişilik, o sınırları zorlamadan duramıyordu.

"İz, başla anlatmaya!"

Gece'nin itiraz istemeyen ses tonu bıkkınca oflamam neden oldu ama dudaklarımın arasından tek bir harf bile çıkarmadan öylece ona bakmaya devam ettim. Kollarım göğsümde kavuşmuştu. Bacak bacak üstüne atmıştım ve üstte kalan bacağımı sallamadan duramıyordum.

Gece gözlerini devirdi ve eliyle saçlarını sertçe karıştırıp "İz nasıl bir tehlikeye bulaştığın hakkında en ufak bir fikrin bile yok. Daha fenası o tehlikenin ne derece büyük olduğu konusunda benim de bir fikrim yok." dedi. Sesi yorgun geliyordu. Yorgun olması çok olasıydı. Saatlerce bilgisayar başında oturur hareket dahi etmeden bir şeyleri kurcalar dururdu. Ben film izlemek için bile ekrana uzunca bakınca filmden sonra başım ağrırdı, o buna nasıl dayanıyordu?

"Ne demek istiyorsun?"

Çenesini kaşırken "Bu konu hakkında şu an konuşmayacağım." diye kestirip attı sorumun köklerini. Biz Aksel'in evindeyken olayın deep webe kadar uzandığını söylemişti ama ayrıntı vermediği için tam olarak neyin içindeyiz bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı ki, neyin içinde olursak olalım Gece bizi korurdu. Her ne kadar güçlü kız ayaklarına yatsam da Gece olmadan bir hiç olduğumun farkındaydım. Bu farkındalığı hiçbir zaman Gece'ye söylememiştim, söylemeyecektim de. Zaten Nirvana'da olan götünü bir de uzaya çıkarmaya gerek yoktu açıkçası.

"Sizi dinliyorum İz! Orda ne haltlar döndü?"

     "Hiçbir..."

Elini kaldırıp hızla böldü lafımı. Yosun tutmuş denizi andıran gözleri şimdi bana hiç olmadığı kadar sert bakıyordu.

"Bana karşı ne zaman dürüst olmaya başlayacaksın sen?"

Söylediği kaşlarımı çatarken yüzümü buruşturup "Pardon?" diye sordum söylediklerine anlam veremediğim sesimle.

"Bana dürüstlükten mi bahsediyorsun Gece? Sen? Güldürme beni."

Oturduğum yerden kalkıp bir kez daha Gece'nin yüzüne bakmadan arkamı dönüp yürümeye başladım. Adımlarım aceleci ve sertti. Birkaç adım atmıştım ki, buz gibi terlememe yetecek sözleriyle dördüncü adımı atamadım.

"Savaş Kalkavan'ın orda ne işi vardı İzel? Üstelik kim olduğunu nerden öğrendi senin?"

Gece'nin sesini takip eden bir başka ses Damla'ya aitti. Şaşkınlığı kucağında taşıyan sesi "Ne?" diye soludu. Onun mavi gözlerini de şimdi sırtımda hissediyordum.

Pekâlâ Gece'nin bunu nerden öğrendiği hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu ve şaşkınlık öyle yoğundu ki hareketlerimi kilitlemişti adeta. Yutkundum ve birkaç derin nefes egzersizinin ardından şaşkınlığın kilitlerini kırıp, arkamı dönüp Damla'yı es geçerek doğrudan Gece'ye baktım.

"Sen... Bunu nasıl öğrendin?"

Açıklama yapmamı bekleyen gözleri sorun üzerine devrildi ve dudağında sola kayan tehlikeli bir kıvrılma gerçekleşti.

"Sana tavsiyem; ben bir bilgisayarı hacklemişken, sorularımı yanıtsız bırakıp beni kışkırtma. Sonra da gidip o bilgisayarın önünde benden sakladığın şeyle bir konuşma gerçekleştirme."

Söyledikleriyle birlikte farkındalığın ağır yükü üzerime yüklendi ve yüzümü buruşturup gözlerimi Gece'den çektim. Alt dudağımın iç kısmına geçirdiğim dişlerim yüzünden ağzıma yayılan kan tadı umurumda değildi şu an. Ben bu ayrıntıyı nasıl akıl edememiştim. Tabi ki o bilgisayarın her haltına erişebilen Gece, kamerasına ve ses sistemine de erişebilirdi.

     "Başla!"

Tüm kaçış yollarımı teker teker tıkamanın vermiş olduğu bir gururun getirisi olan özgüvenle doluydu sesi. Hoşuma gitmeyen bu durum karşısında sinirle gözlerimi devirdim ve tedirginlikle gerilen dudaklarımı araladım.

"Güney Kalkavan çağırmış."

Gece, sözlerimi önce algılamakta zorluk çekse de algıladığında yosun tutmuş denizlerinde bir kıyametin başlangıcını gördüm. O kıyamet hızla gözlerinden yüzüne sıçradı ve hiddet dolu bir ifade ile kaplandı yüzü. Hiddet, şaşkınlığın kollarından tutmuş onu da çekmişti o kıyametin içine. Birkaç dakika öylece bakakaldı yüzüme. İfadesini toparladığında sert gözlerin ardından sert sesi duyuldu.

"Bir hafta önce sana; Kalkavanlardan uzak dur, kimliğini asla belli etme onlara dedim ve bir hafta sonra, ikisi de kim olduğunu öğrendi yani öyle mi?"

İfadesini ne kadar toparlamış olursa olsun, sesine yapışan şaşkınlığı oradan söküp atamamıştı. Cevap bekleyen ifadesine karşın, sözlerindeki ufak bir yanlışlığı düzeltmek adına harfleri birbirine bağlayıp kelimeleri dudaklarıma taşıdım.

"Aslına bakarsan ikisi de öğrenmedi, sadece Savaş biliyor. Onun da saklayacağından eminim."

     "Nasıl?"

Sorusunu taşıyan tok sesi benim kelimelerimin bitmesini bile beklememişti. Bağırışı tek kaşımı kaldırmama neden olurken "Nasıl emin olabi... Ya da daha önemlisi... Nasıl öğrendi?" diye sordu. Sesi biraz öncekine nazaran daha kısıktı.

Pekâlâ karşısında, içine düştüğüm suçluluk psikolojisi yüzünden iyice eziliyordum ve buna bir dur demem gerekiyordu. Savaş'ın tüm bunları öğrenmesi benim hatam değildi. Kimin aklına gelirdi ki on dört yıl önce çekilen basit bir fotoğrafın tüm sırrı ortaya sereceği?

"Bağırıp durmayı kes Gece! Ben nereden bilebilirdim böyle olacağını? Bana her şeyi en başında anlatmalıydın. Bir zamanlar ailecek yemek masasına oturacak kadar, Metin Kalkavan ile Kahraman Hancı'nın yakın olduğunu anlatmalıydın. Neden aralarının bozulduğunu da bilmeye hakkımın olduğunu düşünüyorum mesela. Adam hâlâ çekmecesinde saklıyor o yemekte çekilmiş olan fotoğrafı, her gün bakıp babamın yaptığı ihaneti hatırlamak için."

Birkaç adımla, Gece ile aramdaki mesafeyi azaltıp tam karşısında dikildim. Kollarım göğsümde bağlı, sorgulayıcı bakışlarımla tam yosun tutmuş denizlerine bakarken "Söylesene Gece... Babam, Metin Kalkavan'a ne yaptı?"

Gece sustu... Sadece sustu ve öylece baktı yüzüme. Anlatmayacaktı. Bu bakışın anlamı buydu, hiçbir şey anlatmayacaktı. Oturduğu yerden kalktı ve bana doğru adım atmaya başladı. Tam yanıma geldiğinde, kolu koluma sürterken durdu. Bakışlarını gözlerime çevirdi ve konumuzdan çok uzak, bana konumuzu unutturacak o cümleyi kurdu.

"Haftaya baban kontrol için buraya gelecek. Uslu bir kız ol ve kimsenin canı sıkılmasın."

💎🎭

YAZARDAN:


"Bu kız sandığımız kadar basit biri değil."

Kucağında oturduğu adamın söylediklerine inanamadı bir süre genç kız. Olayı öğrendiğinden beri ortalıkta kol gezen sessizliği yırtan bir sesti bu.

     "Ne o korktun mu?"

Güney'in sesinin hemen ardından gelen Aksel'in sesi, cümlesi gibi alay doluydu. Genç kız, adamın boynuna doladığı kollarını sıkılaştırıp, Aksel'in sözleriyle gerilen kaslarını yumuşatmak adına Güney'in boynuna derin bir öpücük bıraktı. Dudaklarını adamın teninden ayırmadan boynundan kulağına kadar çıktı ve kulak memesini ısırdı. Başının iki yanını saran koyu saçları Aksel'in onu görmesini engelliyordu. Güney'in belinde duran ellerinden biri, kalçasına doğru kayıp oradan mini eteğinin açıkta bıraktığı çıplan bacağına indi. Bu hareket tüylerini dikerken bir de bacağında durduğu noktayı sıkınca, dudaklarına kadar taşan inlemeyi yutkunarak geçiştirdi. Sırtına ok misali saplanan grileri hissedebiliyordu ama şu an bunu umursamamayı seçti. O konuyla sonra ilgilenecekti. Şimdi çok daha önemli bir konuları vardı.

Genç kız elleriyle adamın ensesindeki kısa saçları karıştırırken dudaklarını tamamen kulağına yaslayıp "Seni kışkırtmasına izin verme." diye fısıldadı. "Suçlu olan o ve suçu tek başına sırtlanmak zor geldiği için senin üzerine saldırıyor. Kavga etmeniz işimize gelmez Güney. Hele de bahsettiğin gibi o kız sıradan biri değilse..."

Her ne kadar Güney kendisiyle ilgileniyor gibi görünse de bakışlarının Aksel'de olduğunu biliyordu genç kız. Kendini zor tuttuğunu da biliyordu. Bu ikili her ne kadar dışarıya çok yakınız profili çizseler de aslında anlaşma konusunda berbatlardı. Birbirlerinden nefret ettikleri bile söylenebilirdi. Aksel'in nefretini anlayabiliyordu genç kız ama Güney, işte onu anlayamıyordu.

Güney kendini geriye çekmeye çalışınca genç kız kollarını gevşetti ve mavilere baktı. Hayran olduğu mavilere... Bir kaç saniyeyi bu bakışmaya kurban verdiler ve Güney genç kızın gözlerinden ne demek istediğini anladı. O zaten hep anlardı Yasemin'in tek bakışından, tek mimiğinden ne demek istediğini. Bacağında olan elini oradan çekip, kolunu tüy hafifliğinde okşayarak ensesine çıkardı ve genç kızın saçlarının arasından parmaklarını geçirip ensesine yerleştirdi avucunu. Hemen ardından hiç beklemeden dudaklarına kapandı kızın. Kavradığı dudaklar aynı istekle ona karşılık vermeye başladığında, dili genç kızın ağzının kuytu köşelerinde dolanırken belindeki eli iyice kıza dolandı. Onu biraz daha kendine çektiğinde kızın kalçalarının erkekliğine baskısı artmış, genç adamın dudaklarından kızın dudaklarına hoşnut mırıltılar akmıştı. Genç kız ağzında dolanan dili emerken duydukları öksürük sesi, mecburen koparmıştı dudakları birbirlerinden. Güney'in sert bakışları bir anlığına Aksel'e kaysa da yeniden Yasemin'e dönmesi hiç uzun sürmedi. Bakışları kucağındaki kıza döndüğü an büyük bir hızla yumuşarken, ensesindeki elini yanağına kaydırıp hafif hafif okşadı parmaklarının altındaki teni. Baş parmağı dudağının kenarından dolaşıp çenesine indi ve oradan da alt dudağına çıkıp boydan boya okşadı genç kızın dolgun dudaklarını.

     "Özledim."

Genç kızın dudaklarına yoğunlaşmış gözlerle bakarken fısıldadığı bu kelime genç kızın dudağının yukarı kıvrılmasına neden oldu.

"Git artık, yoksa Aksel istemediği manzaralara maruz kalacak." dedi kıkırdarken.

Güney'in ona büyülenmiş gözlerle bakması egosunu okşuyordu. Ellerini tamamen Güney'den çekip kucağından kalktı. Güney mesajı almıştı, Yasemin'in hemen ardından o da kalktığında Aksel istifini bozmadan oturmaya devam ediyordu.

Güney Aksel'e döndü ve alaylı bir sesle "Bir daha uçkurunun kurbanı olmazsın umarım kardeşim!" diyerek durumla dalgasını geçti. Kısık gözlerle Güney'in yüzünü turlasa da sesini çıkarmadı Aksel. Başında sikik bir ağrı varken bir de bu kuş beyinli ile uğraşarak enerji harcamayacaktı. Enerjisini sakladığı başka bir konu vardı.

Arada başka bir konuşma dönmezken Güney kapıya kadar yürüdü. Yasemin de onu takip ediyordu. Güney kapıyı açtı ama çıkmadan önce Yasemin'e döndü. Çantasını yanına almaması onun biraz daha burada kalacağını gösteriyordu. Her ne kadar bu konudan rahatsızlık duysa da bozuntuya vermeden bir kez daha öptü kızı dudaklarından kısaca. Avucuna aldığı yanaklarını okşarken "Bana gelecek misin buradan sonra?" diye sordu. Yasemin iyice Güney'e sokulurken

"Reglim hâlâ bitmedi." diye mırıldandı. Yalandı...

Güney'in kaşları çatıldı. Sesini istemeden de olsa bürüyen sorgulayıcı bir tonla "Beşinci günde biterdi hep, bugün altıncı gün?" diye sordu. Yasemin sevimli görünme çabalarına girerken gözlerini büyütüp "Regl günlerimi benden daha çok takip ediyor gibisin ama üzgünüm henüz bitmedi." dedi. Koşulsuz şartsız inandığı bu kıza bir kez daha inandı Güney. Konu Yasemin Koçer olduğunda kör, sağır, dilsiz olurdu hep. Tüm inanç kapıları bu kıza açılıyordu.

"Pekâlâ. Burada çok kalmazsın her halde istersen bekleyeyim beraber çıkalım."

     Gözlerini devirdi.

"Saçmalama Güney. Alt tarafı birkaç şey konuşacağım onunla bugünkü olaylar hakkında. Sen burada kalmaya devam edersen kavga çıkacağı kesin ve ben kavga falan istemiyorum."

"O herife hiç güvenmiyorum."

"Ona güvenmiyorsan bana güven."

Genç kızın son sözleri adamın kırmızı çizgisine dokunmuştu. Durdu, bir süre öylece sevdiği kadının gözlerinin içine baktı. Başını sallarken omuzları yenilgiyle düşmüştü. Hiçbir şey söylemeden kapıdan dışarıya çıktı ve arkasına bakmadan merdivenleri inmeye başladı.

📢 YETİŞKİN İÇERİK BAŞLANGICI📢

Güney'in çıkışıyla birlikte genç kız kapıyı kapattığında bir anda tüm bedeni kapıya yapıştırıldı ve başka bir beden ile kapı arasında sıkıştı. Üzerine abanıp her zerresini hissettiren bedenle birlikte gözleri memnuniyetle kapanırken, o bedenin sahibinin sesi tam kulağının dibinden geldi. Onun Güney'e yaptığı gibi arkasındaki beden de dudaklarını genç kızın kulaklarına yapıştırmış, her kelimesiyle dudaklarının altındaki kulağı dudaklarıyla okşamıştı.

"Ben seni o herifin yanında görmeye katlanamıyorken sen, benim gözlerimin önünde neler yapıyorsun Yasemin?"

Belindeki ellerin kendini arkasındaki bedene bastırışı yetmiyormuş gibi kalçalarını geriye doğru çıkartıp arkasındaki sertliğe tamamen yasladı ve kalçalarını hareket ettirip sertliğe sürttü.

"Güney'in sevgilim olduğunun farkındasın değil mi? Yaptığın yersiz bir kıskançlık."

Aksel elini kızın belinden aşağıya doğru kaydırdı ve eteğinin çizgisine geldiğinde durup, Güney'in sıktığı yeri büyük bir kuvvetle sıktı.

Acı ile zevk arasında yuvarlanan bir sesle inledi Yasemin. Bacakları beklenti ile ayrıldı birbirlerinden. Ensesinde gezinmeye başlayan dudaklar tüylerinin ürpermesine yetecek bir etkenken bacağını sıkan el bacağının iç kısmına dolandı ve yukarıya doğru hareket etti. Karnından kasıklarına akıp, kasıklarının nabız gibi atmasına neden olan sızı, alt dudağını dişlemesine neden olmuştu. Hâlâ belinde duran elin yavaşça göbeği açık tişörtünden içeriye kayması yukarıya doğru tırmanması kasıklarındaki sızıyı daha da arttırırken çoktan ıslanmıştı bile.

"En son ne zaman birlikte oldunuz?"

Hareketleri durmaksızın devam ederken sorduğu soru Yasemin'in umurunda bile değildi. O sadece almaya başladığı zevkin devamını bekliyordu. Bedeninde dolanan ellerden biri sutyeninden içeriye sızarken diğeri kadınlığının kıyılarında dolanıyordu. Dudaklarından bir inleme daha firar etti. Kendini kalçalarına bastırılan erkekliğe daha da bastırırken kalçalarını daha şiddetli oynattı.

Sonra eller hareket etmeyi kesti. Ne göğsü avuçlanmıştı ne de kadınlığı. Eller hâlâ onların kıyılarındaydı ama hareket etmiyordu. Genç kadının göğüs uçları uyarılmanın etkisiyle sızlıyordu.

Nefes nefese akan sesiyle "Durmasana!" diye kızdı arkasındaki adama.

Aksel durmaya devam ederken "Soruma cevap ver önce!" dedi. Hayır adeta hırladı. Sertleşen aletinin isteğinin aksine durmak adama işkence gibi geliyordu şu an. Erkekliği bu kadının derinliklerini talan etmek, o derinlikten akan pınarla yıkanmak istiyordu.

"Bir hafta önce..."

Genç kızın dudaklarından zorlukla dökülen bu üç kelime istediğini almasını sağladı ve sol göğsü iri elin altında yoğurulmaya başlarken külotunun kıyısında içeriye sızan parmaklar kadınlığını boydan boya okşamıştı. Bir anda hareketlerin istilasına uğrayan bedeninden minik bir titreme geçerken dudaklarından bu kez diğerlerinden daha güçlü bir inleme döküldü.

"Islaksın. Söylesene benim için mi ıslandın yoksa ben dokunmadan önce de ıslak mıydın?"

Göğüs ucu iri iki parmak arasında acımasızca sıkılırken genç kız ne acı hissediyordu ne de kulağına ulaşan kelimeleri anlayabiliyordu. Kadınlığındaki parmaklardan iki tanesi girişinden içeriye kayınca inleyişleri arttı genç kızın. Kapıya yaslı olan elleri tırnaklarını kapıya sürtüyordu.

"Bunu sana ben mi yaptım yoksa Güney mi? Cevap ver yoksa bırakır giderim."

Adamın sesini sonunda algıladığında kadınlığındaki parmaklar tamamen içindeydi ve o elin baş parmağı klitorisine baskı yapıyordu. Bu noktadan sonra Aksel'in gitmesine izin vermesinin imkânı yoktu. İçinde ileri geri hızla hareket etmeye başlayan parmaklar kısa kalıyor ve onu tam olarak istediği zevkin kollarına taşıyamıyorlardı. Genç kız bacaklarının arasında, parmakların sahibinin erkekliğini istiyordu.

     "Sen!"

İnlemeyle karışık sesiyle birlikte arkasındaki adam "Güzel!" diye karşılık vermişti. Ensesine temas eden dudaklardan Aksel'in gülümsediğini hissetti. Hayır gülümse değildi o, sırıttığından emindi genç kız. Göğsündeki ve kadınlığındaki eller yerlerini terk ettiklerinde hoşnutsuzlukla homurdanacaktı ki, son anda tuttu kendini. İstediği şeyi almaya çok yakın olduğunu anlamıştı çünkü. Arkasındaki beden hafifçe kendinden uzaklaştı. Beklenti içinde kalçalarını biraz daha geriye çıkartıp bacaklarını biraz daha aralarken duyduğu kemer tokasının sesi ve akabinde gelen fermuar sesi yanılmadığını gösteriyordu.

Eteğinin yukarıya doğru sıyrıldığını hissettiğinde iç çekti. Kalbi resmen kasıklarına inmişti sanki. Beklentiyle öyle çok kasılıyordu ki istemsizce kapıdaki ellerinden birini kadınlığına indirip klitorisini okşama başladı. Hassaslaşan nokta, dokunduğu an tüm bedenine bir akım yollarken girişinde hissettiği baskıyla rahat bir nefes verdi. Arkasındaki adamın, bu noktada oyalanmadan hızlı davranacağını bilmenin vermiş olduğu rahatlamaydı bu. Öyle de oldu, hızlı ve sertçe dolduruldu kadınlığı. Sanki mümkünmüş gibi yüzünü yasladığı kapıya doğru kaydığını hissetti. Ya da kayan gözleriydi de aldığı zevkle bunu ayırt edememişti. Bilmiyordu. Bildiği tek şey, şu an içine sertçe girip çıkan erkekliğin onu her dolduruşunda, duvarlarını her zorlayışında inanılmaz bir zevk verdiğiydi.

Aksel hareketleri bir an olsun sekteye uğramadan kızın üzerine abanıp bir kolunu kızın beline bir kolunu boynuna doladığında, hareketleri daha sert daha haşin bir hal aldı. İçeride gördüğü manzara ve o manzaranın doğurduğu diğer manzaralar onu daha sert olmaya zorlarken Yasemin'in bundan şikâyeti yoktu. Aksine gelen her darbede aldığı zevkin oranı daha da artıyordu.

Kasıklarındaki sızı her darbede artarken, kadınlığında bir yangın başlamıştı. Her darbede yangın biraz daha büyüyor O ise yangın ona dokunmadan yükseliyordu her darbede. Birbirlerine karışan nefes sesleri ve inlemeler her darbede artarken yangın her yeri sardı ve genç kız çıkabileceği en yüksek noktaya çıkıp oradan aşağıya doğru düşmeye başladı. Bedenindeki titremelerle birlikte boşalırken Aksel'de eş zamanlı olarak kendi titremeleriyle Yasemin'e eşlik etmiş ve o da boşalmıştı.

İkili bir süre kapıya yaslı bir şekilde dururlarken nefeslerini kontrol etmekte zorlanıyorlardı ikisi de. Sonunda ikisi de nefeslerini düzene soktuklarında Aksel içinden çıktı Yasemin'in ve dizlerinde olan pantolonunu çekip fermuarını kapattı.

📢YETİŞKİN İÇERİK SONU📢

Yasemin sırtını kapıya yaslamış üzerini düzeltme zahmetinde bulunmadan Aksel'i izliyordu. Kuruyan dudaklarını ıslatıp "Bu çok iyi geldi." diye mırıldandı. Yarım ağız sırıtan Aksel bir adımda aralarındaki mesafeyi kapatıp dudaklarını Yasemin'in ıslattığı dudaklarına bastırdı sertçe. Hareketsiz birkaç saniyenin ardından geri çekti dudaklarını ve "Şüphen mi vardı?" diye sordu. Genç kızın gözleri adamın kasık bölgesine kaydı ve "Ne mümkün!" diye cevap verdi. Bunun üzerine sessiz kalan Aksel, genç kızı arkasından bırakıp salona girdiğinde, Yasemin de kenara kaymış olan iç çamaşırını düzeltip eteğinin indirdi ve Aksel'in ardından salona girdi.

Aksel'in oturduğu tekli koltuğun hemen yanındaki ikili koltuğa attı kendini. Bir yorgunluk çökmüştü bedenine, gözleri ağırlaşmıştı.

"Koltuğumun da ebesini sikmişler."

Aksel'in sesi kapattığı gözlerini geri açmasına neden olurken kanlı koltuğa baktı birkaç saniye. Ardından gözlerini yeniden kapatıp başını daha rahat edebileceği bir konumda ayarlarken mırıldandı.

"Merak etme. Ona öyle bir sürpriz hazırlayacağım ki... Dünya üzerinde nefes aldığı her an için pişmanlık duyacak."

💎🎭

Nasıl buldunuz?

Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler❤️


Loading...
0%