Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4| Bi̇r Melek Bi̇n Kurtuluş

@saniyesolak

Sellam✨

Bölüme geçmeden önce oy vermeyi unutmayın olur mu?

🫀

LES PYLLMONS

bir ay önce

Bin yıl... Tam bin yıldır Dünya, cadıların elinde çürümeye terk edilmiş bir haldeydi.

Melekler öldüğünden beri...

Anlatılan bir efsane vardır...

Meleklerin katliamında gökyüzü tüm yıldızlarını yeryüzüne saçmış. Saçmış ki o yıldızlardan daha parlak daha kutsal olan ruhları bağrında ağırlayabilsin.

Ve yeryüzü... Yedi asır ağlamış meleklerin gidişine... Gökyüzünden düşen yıldızların yaldızları bile mutlu edememiş onu. Cadıların onu öldüreceğinin farkındaymış çünkü...

Bu efsanelerle büyürdü her çocuk...

Her çocuğa meleklerin görkemleri ve kutsallıkları anlatılır, rüyalar bu efsanelerle şekillenirdi. Düzinelerce kitaplar yazılmıştı onlarla ilgili. Acımasızca katledilmiş olmaları onları unutturmaya yetmemişti hiçbir zaman. Bin yıl geçse bile, evrendeki her canlı hâlâ hayranlıkla bahsederdi onlardan. Öyle ki Les Pyllmons'un meydanını süsleyen havuzda bile bir meleğin heykeli vardı. Unutulmasın diye... Sonraki nesiller onları görsün, bilsin, tanısın diye...

Ve şimdi...

Logan Acy Stark artık yalnızca ölüme benzeyen ormanın ortasında durmuş, o ormanı varlığıyla yaşatmaya çalışan kızıl meşe ağacının altındaki kanatlı yaratığa bakıyordu. Kanatları, onlara anlatılanlar kadar beyaz ve parlaktı, her bir tüyü en değerli hazineden daha kıymetli görünüyordu. Üzerindeki kire, ise rağmen kanatların güzelliğine gölge düşürecek ufacık bir çizik bile yoktu. Ve saçları... Kitaplarda uzun uzun anlatılan beyaz saçları... Çamur içinde dahi olsa o beyazı seçmek hiç zor değildi.

Bir melek...

Bu mümkün müydü?

Sis havada dalga dalga yayılırken kasvetli ormanın içinde usulca yaklaştı yerde yatan o bedene. Algıları sonuna kadar açıktı ve temkinliydi attığı her adım. Bir tuzağın içine çekilmediğinin bir garantisi yoktu ne yazık ki.

Yaklaştıkça kanatlarının ihtişamı gözlerini aldı, beş yüz yirmi sekiz yaşındaydı Logan ve hayatı boyunca bundan daha güzel hiçbir şey görmemişti. Kürek kemiklerinin ortasında, iki ayrı eklemden başlayarak mükemmel bir orantıyla katman katman büyüyerek yerlere kadar uzanan, bembeyaz ve parlak iki kanat...

Kadının yanında tek dizinin üzerine çöküp saçlarına baktı. Bu bir melekse o katliamdan nasıl kurtulmuştu ve bin yıldır neredeydi? Aklını dolduran bir yığın soru işareti eşliğinde, meleğin yüzüne düşen kirli saç tutamlarına uzanıp yüzünden çekti. Keskin kulakları onun nefes alış veriş sesini işitiyordu ama kalbinin sesini duyamıyordu Logan. Bu çok tuhaftı. Yüzü tıpkı biraz önce rüyasında gördüğü gibiydi ve göz kapaklarının ardındaki o gözlerin nasıl olduğunu biliyordu.

Bir melek...

Aklı hala bu ihtimalin gerçekliğine kendini inandırmaya uğraşıyordu.

Dudaklarının kıpırdadığını gördü Logan, sanki bir şey söylemeye çalışıyordu. Ama keskin kulaklarına ve üstün işitme yetisine rağmen sesini duyamadı. Üzerine doğru eğilip kulaklarını onun dudaklarına doğru yaklaştırdığında zayıf, kısık bir ses ulaştı kulağının kıyısına. O kadar kısıktı ki, varla yok arasındaydı.

"Logan Acy Stark..." diyordu tıpkı rüyasında gördüğü gibi. Derin bir nefes alıp ondan uzaklaştı. İster istemez "Buradayım..." diye karşılık vermek zorunda hissetmişti kendini. Neler döndüğüne dair hiçbir fikri yoktu, nereden tanıyordu bu kadın onu?

Bakışları hızla etrafına kaydı, valorların attığı o çığlıklar ve çıkardıkları rahatsız edici tuhaf sesler artık daha yakından geliyordu, her an burada olabilirlerdi. Çok tehlikeli bir bölgedeydi Logan. Rawa'da olduğu yetmiyormuş gibi bir de Pearl'ün kalesine çok yakındı. Buradan hemen gitmeleri gerekiyordu, eğer o gerçekten bir melekse Pearl'ün onu almak isteyeceğinden hiç şüphesi yoktu genç liderin. Aldıktan sonra, gücünden güzelliğine kadar her şeyini çalacağından... Onu burada bırakamazdı, aklı bu kadar gizemle doluyken ve Pearl anlaşmayı bozmak için elinden geleni yapıyorken olmazdı. Bu gerçekten bir melekse... Pearl'ün eline böyle bir gücü bırakamazdı.

Obsidyen rengi gözleri yeniden kadına kaydığı ve onun bedenini çevirmek için kollarını uzattığı sırada göz kapaklarının titrediğini görmek durdurdu genç lideri. O göz kapakları hafifçe aralandığında aquamarin rengi gözlerini gördü. Rüyasında gördüğü gibi ışıl ışıl parlamıyordu ama oradaydı işte.

Güç bela kaldırdığı gözlerini Logan'ın yüzüne çevirdi. Sanki bunu yapmak bile çok zor geliyordu ona, gücü bedeninden sökülüp alınmış gibi bir hali vardı. Cok yorgun gibi... Kuruluktan çatlayıp moraran dudakları aralandı, arasından kesik bir solukla beraber "Nihayet..." kelimesi döküldü. Ve gözleri bir kez daha kapandı, bir kez daha kendinden geçti.

Tam bu sırada, bu kez kanatlarındaki hareket dikkatini çekti Logan'ın. O ihtişamlı kanatlar, havadaki garip bir dalgalanmayla beraber sanki hiç var olmamışlar gibi bir anda kayboldular. Şimdi zayıf ve küçük bir bedenden ibaret kalmıştı o kadın... Onu bu halde görseydi asla melek olduğunu düşünmezdi Logan ama o kanatları kendi gözleriyle görmüştü. Cadıların dahi taklit edemeyeceği kadar özeldi onlar.

Yeniden kadına doğru uzandı ama bu kez de onu durduran şey, arkasından gelen ayak sesleri ve kuru çalılardan çıkan çıtırtılar oldu. Valorların seslerinin kesildiğini de ancak o zaman fark edebildi.

Gözlerini kadından çekip karşısındaki sisli ormana doğru kaldırırken irisleri vahşiliğini belli edercesine kıpkırmızı bir hâl almış, dişleri saldırıya hazır bir şekilde sivrilmişti. Omzunun üzerinden arkasına baktı. Tam tahmin ettiği gibi, sıra sıra dizilmiş bir valor ordusu hemen arkasında, ağaçların içinde ona bakıyordu. Sadece kemikten ibaretlerken hiç de korkunç durmuyorlardı Logan'a göre. Ama tehlikenin farkında oldukları, kemiklerinin arasından sızan siyah sisle belli oluyordu.

Logan'ın dudaklarının arasından hırıltılı bir nefes çıktı ve aynı anda ordunun arkasında kalan valorlar önlerindekilerin üzerlerine çullanmaya başladılar. Her biri oluşmaya başlayan o küçük yığında yukarı doğru tırmanırken, siyah sis etraflarında yoğunlaşmaya başladığında kaynayan kemiklerin sesini işitti Logan. Gerçek bir tehlike sezmişlerdi ve birleşerek gialora dönüşüyorlardı.

Zamanın içinden kopan birkaç saniyenin ardından Logan'ın karşısında devasa bir canavar vardı. Onu bağlayan siyah sis, ağzının içinden boğazına doğru akarak kaybolduğunda, simsiyah gözlerini Logan'a dikip ürkütücü bir kükremeyele bir adım attı.

Ağaçların arasından taşan bedeni, attığı adımla zemini titretirken bir kolunu ileri doğru sallayıp üç ağacın gövdelerinden kırılarak devrilmesine neden oldu.

Logan üzerlerine doğru düşmekte olan ağacı son anda tutmuş ve kadını ezilmekten kurtarmıştı. Kıpkırmızı gözleri bir anlığına kadına kaydı, hâlâ kıpırtısız bir şekilde yatmaya devam ediyordu. Genç liderin dudaklarından öfkeli bir nefes döküldü. Açlık, vampilerin tahammül seviyesini sünger gibi emerek en az seviyeye indirirdi, açlarken gözleri hiçbir şey görmezdi. Ve Logan o an fazlasıyla açtı.

Ağacı bırakmadan ayağa kalkıp elleriyle kalın kütüğün sert kabuklu gövdesini kavradığı gibi gialora doğru fırlattı. Logan'ın yirmi katı büyüklüğünde olan canavar, yüzüne doğru gelen ağacı; havada savurduğu eliyle, bir sineği kovalar gibi savuşturmuştu. Elinin tersinin çarptığı kalın ağaç, saniyeler içinde parçalara ayrılmış ve parçaları dört bir yana savrulmuştu.

Havada parçalanan ağacın kalıntıları, bir gök olayı gibi tepelerinden yağarken Logan istemsizce bedenini yerde yatan kadına siper etti. Narin bedenine o parçalardan birinin gelmesi riskini göze alamazdı. Öyle kırılgan görünüyordu ki, o parçalardan biri bile ona gelse saniyeler içinde onu öldürürmüş gibi...

O bir melekti...

Hayır, o yaşayan son melekti...

Ölmesi riski göze alınamayacak kadar değerli bir yaratıktı o...

Kalın, sivri bir kıymık parçasının omzuna saplandığını hissettiğinde hissettiği acıyla yüzünü buruşturdu Logan... Ahşap kazıklar, onlar için en ölümcül silahlardı. Kalplerini delip geçtiği an onları yok eden ölümcül bir silah...

Öfkesi daha da yoğunlaşırken elini arkasına götürüp bir an bile düşünmeden kazığı saplandığı yerden çıkardı. Omzundan bedenine yayılan yoğun bir acı dalgasının ardından, çıkan kıymıkla bedeninin anında rahatladığını hissetti genç lider. Kazığı kenara fırlatıp başını dibinde durdukları kızıl meşeye doğru kaldırdı, ihtişamlı ağacın yaprakları tüm canlılığıyla gökyüzüne doğru uzanıyordu.

Kuvvetli bir sıçramayla ağacın kalın gövdesine tutunup bacaklarından destek alarak bedenini daha da yukarı itti ve sıçraya sıçraya en tepeye kadar saniyeler içinde çıktı. Şimdi gialor ile aynı boydaydı.

Gialorun kızıl meşeye doğru yöneldiğini gördü ama kara gözleri kendisinde değil, yerde yatan kadındaydı. Ürkütücü bir kükremeyle ormanı inletirken, açılan ağzından siyah dumanların sızmaya başladığını gördüğünde ne yapacağını da anladı Logan.

Gialorlar ateş değil, cadıların zehirli kapkara sisini püskürtürlerdi. Sizi cayır cayır yakmazdı bu sis belki ama zehirler, maruz kaldığınız her an beyninizden başlayarak yavaş yavaş eritirdi. Ne kadar çok maruz kalırsanız tehlikenin boyutu da o kadar artıyordu. Lanet olası cadılar, nasıl işkence edileceğini iyi biliyorlardı.

Obsidyenin ateşte kızmış hali gibi görünen gözleri ve parçalamaya hazır bir halde sivrilen dişleriyle hırlayıp saldırıya geçti. Bulunduğu daldan ileri doğru sıçrayarak yönünü belirleyen bir ok gibi havada süzülüp gialorun omzuna tutundu ve beklemeden kalın boynunu oluşturan kemiklere şiddetli bir yumruk attı.

Kemikleri parçalayıp tuz gibi dağıtan güçlü darbesiyle canavarın boynunun yarısını almıştı ondan. Tehlikeli derecede ölümcül olan bu darbe, canavarın ormanı inleten yeni bir kükremeyle çığlık atmasına neden oldu ve bedeninden kopan birkaç düzine valorla boyutu biraz küçüldü. Gialorun çukuru kapkara sisle dolu olan gözleri hızla Logan'a döndüğünde, sonsuz boşluğu andıran gözleri öfkeli bakıyordu. Yüzyıllardır bu yaratıklarla savaşıyorlardı. Artık onların her hareketlerini, her bakışlarını çözmüşlerdi. Gözlerinde siyah boşluklara rağmen...

Gialor sanki omuzunda bir sinek varmış gibi diğer koluyla omzunu silkeledi. Logan tam zamanında olduğu yerden sıçrayıp bu kez de gialorun göğsündeki kemiklere tutunmuştu. Parmakları bir kez daha yumruk halini aldı ve göğsünün sol kısmına, kalbin olduğu noktaya sert bir yumruk geçirdi.

Bir kalpleri yoktu, kalplerinin olduğu yerde kalp şeklinde siyah bir sis bulutu vardı. Attığı darbeyle kolu dirseğine kadar canavarın içine gömüldü, derisini yakmaya başlayan sisi hissettiğinde, yumruğunun kalbin tam ortasından geçtiğini anladı.

Ölümcül bir darbe daha...

Sis açılan boşluktan sızmaya başlarken gialordan birkaç düzine daha valor düştü ve gialor biraz daha küçüldü, şimdi Logan'dam birkaç kat daha büyüktü yalnızca. Logan hızla kolunu açtığı yarıktan çekip yukarı doğru tırmandı. Gialorun attığı çığlıkların artık haddi hesabı yoktu. Deli gibi çırpınıp, onu yok etmeye yeminli düşmanını sırtından atmaya çalışıyordu.

Omzuna çıktığında canavarın ensesine dizlerini yaslayıp, kafasını oluşturan kemiklerin arasındaki küçük boşluklardan parmaklarını geçirdi Logan. Son bir darbesi kalmıştı... Gücünü son demine kadar kullanıp, yüksek bir kükreme eşliğinde kemiklerin arasından geçirdiği parmaklarıyla iki farklı yöne doğru asıldı ve gialorun kafasını ortadan ikiye ayırdı.

Bu darbeyle canavarı oluşturan valorların her biri paramparça kemikler halinde ormanın zeminine dökülmeye başladığında Logan dizleriyle artık ölmüş olan gialoru itip bir kez daha havaya sıçramış ve iki ayağının üzerinde ustaca yere inmişti.

Canavarın kalbine yumruk attığı sırada tenine değen sis yüzünden derin yanıklarla yaralanan kolu hızla kendiliğinden iyileşirken, sadece bir an koluna kısa bir bakış atmış, ardından durup etrafına bakmıştı. Yere dağılan cansız, paramparça yüzlerce kemik parçalarından ibaret olan valor kalıntılarına değil, ormanın daha ötesine...

Karanlık orman bir an ölüm sessizliğine gömülüyken, diğer an dört bir yandan valorların çığlıkları her tarafı inletmeye başladı. Ormanda davetsiz bir misafir olduğunu biliyorlardı. Bir gialorun, yüzlerce valorun öldüğünü biliyorlardı.

Aldığı derin bir nefesin ardından yeniden kadına uzanıp beklemeden kucağına aldı ve hızla kendi şehrine doğru koşmaya başladı. Gelirken olduğundan daha hızlıydı. Arkasından onu takip eden valorların seslerini duyabiliyordu ama onlar kemikten ibaret, zayıf birer yaratıkken; bir vampire, dahası lider olan Logan Acy Stark'a yetişmelerinin imkânı yoktu.

Keza şehrin sınırı saniyeler içinde gözlerinin önüne serilmeye başladı. Ağaçların içinden rüzgârdan daha hızlı geçti ve sınırı oluşturan yüksek mızraklara birkaç metre kaldığında, ayaklarını yere bastırıp bedenini yukarı itti. Bir saniyeden kısa bir süre sonra, kendi şehrinin zemininde biriken karların üzerindeydi. Adrenalinin ciğerlerinde biriktirdiği havayı dışarı salıp mızrakların arasındaki boşluktan Rawa'ya baktı, valorların seslerini duymaya devam etse de görünürde hâlâ kimse yoktu.

Başını eğip kollarındaki kadının yüzüne çevirdi bakışlarını. Kollarında tuttuğu gerçek bir melekse eğer; kartlar yeniden dağıtılacak, tüm denge alt üst olacak ve yeni bir denge kurulacak demekti.

İbre onların lehine dönecekti...

"Logan?"

Duyduğu sesle dönüp sesin kaynağına baktı genç lider. Hardin, hemen ormanın girişinde ağaçların arasında dikiliyordu. Açık renk gözleri, Logan döndüğünde ortaya çıkan kollarında tuttuğu kadına kaydı. "Aman Tanrım..." diye bir nida döküldü dudaklarından. Aynı anda ormanı inleten çığlıklarıyla valorlar ağaçların arasından çıkıp sınıra doğru akın etmeye başlamıştı. Bu kez dikkati o tarafa çekilen Hardin, sınırlarına doluşan valorları gördüğünde daha yüksek ve endişe dolu bir sesle, dehşete düşmüş bir hâlde "Aman Tanrım!" dedi. "Tüm orduları mı peşine taktın?"

Logan ona cevap verme gereği görmeden ilerlemeye başladı. Soğuk karlar ayağının altından ezilirken yalnızca "Sınır güvenliğini üç katına çıkart." demekle yetindi. Valorların tıslarcasına çıkardıkları sesleri ve sınır duvarını tırmanmak için birbirleriyle yarışışlarını duyabiliyordu. "Ve Bob'u en ön safa koy."

"Öldürmek serbest mi?" diye sordu Hardin sınırın hemen ötesindeki orduya bakarken, çok kalabalıklardı. En az üç gialor çıkacak kadar kalabalık.

Logan ağaçların arasına dalmadan önce omzunun üzerinden baktı sınır temsilcisine. Sonra omuz silti. "Bir gialoru öldürdüm, eminim Pearl üç beş valorun lafını etmeyecektir."

Logan yoluna devam ederken Hardin heyecanla ellerini birbirine sürtmüştü. Les Pyllmons'un sınırındalarken gialora dönüşemezlerdi. Pearl ile aralarında yapılan barış antlaşmasında bu açıkça belirtilmişti ve olmayan beyinlerine bu kodlanmıştı. Yani Hardin Wells için bu gece demek, eğlence demekti.

🫀🫀🫀

Şöminedeki ateşin canlı çıtırtısı havayı doldururken Logan elindeki kadehten bir yudum daha aldı. Sarf ettiği güç yüzünden giderek artan yorgunluğu, artık acı veren açlıkla birleştiğinde dayanılmaz bir hâl alıyordu. Eve geleli kaç dakika olmuştu? Beş? On? Zamanı bile birbirine karıştıracak kadar yorgun hissediyordu kendini.

Kapının açıldığını duydu önce, sonra kapandı o kapı. Çok geçmeden salonun girişinde iki beden göründü. Gleen ve Darell... Gleen elindeki kalın, cildi at derisinden yapılmış iki büyük kitabı ortadaki sehpanın üzerine bırakırken Darell da karşısındaki tekli koltuğa oturmuştu. Gleen kitabı Logan'a doğru itip "İşte..." diye mırıldandı. "İstediğin kitaplar. Meleklerin Anatomisi ve Tarihçesi ve Melekler ve Cadılar Savaşı birinci cilt..."

Ardından hiçbir şey söylemeden yanlarından ayrılıp kapılardan birinin ardından kayboldu.

"Neler oluyor?" diye konuşan bu kez alfaydı. Logan tarafından apar topar çağırıldığında kurtların sınır temsilcisi olan Zade ile, Logan'ın sınır güvenliğini üç katına çıkarması ve sınırı geçmeye çalışan valorlarla ilgili görüşüyordu. Kardeşleri Harper ve Dustin eğlenceyi kaçırmamak için sınıra giderken o, Logan'ın çağrısı üzerine buraya gelmişti. Sınırda verilen savaşın ve halkın eğlenen zafer nidalarının sesleri buraya kadar geliyordu. Valorlar hiç kimse için tehlike arz etmiyordu. Onları tehlikeli yapan, gialora dönüşmeleriydi.

Logan elindeki kadehin dibini gördükten sonra köşeli kadehi sehpaya bırakıp el yazma kitaplardan Meleklerin Anatomisi ve Tarihçesi olana uzandı ve yerinden kaldırmadan sayfaları karıştırmaya başladı. Çok uzak geçmişe gidemiyordu bu kitaptaki bilgiler ama yine de melekleri tanımaya yetecek kadar bilgi içeriyordu.

Koca bir sayfayı kaplayan çizime geldiğinde durup kitabı Darell'a doğru çevirdi ve iterek ona yaklaştırdı. Bir süre önce bulduğu ve şu an yatağında uyumakta olan kadına çok benzeyen bir meleğin çizimiydi bu. Ama o kadın olmadığını biliyordu. Resmin altında büyük harflerle Öncü Melek Valery - XVII yy. yazıyordu.

Valery'nin o katliamda kalbi sökülen ilk melek olduğu biliniyordu. Öncü'yü öldürdükten sonra zayıflayan melekleri gafil avlamak cadılar için çok daha kolay olmuş olmalıydı.

Darell dirseklerini dizlerine yaslayıp öne doğru eğilerek önünde açılan sayfaya baktı. Görkemli kanatlar, beyaz saçlar, ışıl ışıl parlayan mavi gözler... Bin yıl önce nesli tüketilen meleklerden biriydi resimdeki.

"Valorların şu an sınırda olma nedeni..." diye başladı söze Logan. Ancak açlığın etkisiyle başı omuzlarına ağır geliyormuş gibi hissettiğinde duraklamak zorunda kaldı ve arkasına yaslandı. Acı çekiyordu.

Bu sırada Gleen, elinde içi kan kırmızı sıvı dolu bir bardakla yeniden salona girmişti. Koku... Logan'ın havayı bir kez koklaması yetti o sıvının ne olduğunu anlamak için. Kandı. Vahşi bir dürtü, damarlarının içinden dışa doğru taşmaya çalışırken gözlerini kapatıp sakin kalmaya zorladı kendini. Koku yoğunlaştıkça o dürtü daha çıldırtıcı hale geliyor, içinde bir iç savaş başlatıyordu. Yüzünü buruşturup gözlerini yeniden açtı. Obsidyen karası olan gözleri, iki parça köz gibi kıpkırmızıydı şimdi. Sıktığı dişlerinin arasından "Gleen..." diye uyarmak zorunda hissetti kendini. Bu çaresizlik çok kötüydü.

Gleen onun bu ürkütücü halinden hiç etkilenmemiş bir halde elindeki bardağı Logan'ın önüne koydu ve Darell'ın oturduğu koltuğun yanındaki tekli koltuğa oturdu. Onun gözleri Darell'ın aksine Logan'daydı.

"İç onu." dedi yumuşak ama itiraz kabul etmeyen sesiyle. Ardından gözleri onun gitgide solgunlaşan yüzünde ve teninde dolaştı. Hasta biri gibi görünüyordu, gerçi vampirler için içlerinde bulundukları bu açlık hali, hastalıktan çok daha kötü bir durumdu. "İki liderin ikisinin de hasta olması şehrin felaketi olur." diye devam etti cümlesine.

Logan bu sözlerle kaşlarını çatarken Darell bakışlarını kitaptaki resimden çekip Gleen'e dönmüştü. Kalbindeki amansız sızıyı göz ardı edip "Ben hasta değilim." dedi bıkkın bir sesle. Gleen'in bu konuda diretmesinden sıkılmış gibi bir hali vardı.

Genç kadın ona yalnızca kaşlarını kaldırarak bakmakla yetindi ve bu Darell'ın susması için yeterli bir hareketti. Koskoca bir sürüyü hiç zorlanmadan yöneten alfa, konu bu kadın olduğunda kendini küçük bir çocuktan farksız hissediyordu. Ona karşı direnci sıfıra yakındı. Tüm kalbi ve ruhunun her bir parçası bu kadına aitti. Yüz doksan beş yıldır...

Ama... Bir ama vardı ki bu Darell'ın en büyük çaresizliğinden çok daha kötü bir çaresizlikti. Kurtlar için kutsal bir bağdı mühürleri ve Darell, Gleen'i ilk gördüğü an ona mühürlenmişti. Tam yüz doksan beş yıl önce... Ne yazık ki binde bir denk gelen durum ona denk gelmişti. Gleen daha önce mühürlü olduğu eşini kaybetmenin acısıyla Darell'ın mührüne karşılık verememişti ve içindeki vahşi kurdu tam yüz doksan beş yıldır, derisinin altında bir hapis hayatı yaşıyordu. Kurt adamlar yalnızca kurt formundayken mühürlenirlerdi. Gleen, kurda dönüşebilse Darell'ın mührüne karşılık verebileceğini biliyordu ama dönüşemiyordu işte. Bir şey onu hep engelliyordu, sanki boğazını sıkan bir zincir vardı ve ne zaman dönüşmeye çalışsa o zincir boğazında biraz daha daralıyordu.

Koşulsuz her kurdun istekleri dışında dönüşüm geçirmek zorunda oldukları dolunay gecelerinde bile...

Her şeyi denemişti Gleen ama hiç başarılı olamamıştı. Darell'ı sevdiğini biliyordu, kalbi onu gördüğünde istemsizce hızlanıyor ve heyecanlanıyordu ama ona ne dokunabiliyordu ne de mühürlenebiliyordu. Tam yüz doksan beş yıldır amansız bir çıkmazın içinde sürüklenip gidiyorlardı.

"Nesi var?" diye sordu Logan, bardağa dokunmadan doğrudan Gleen'i muhatap alarak. Darell'a sorduğu taktirde cevap alamayacağını anlamıştı. Genç kadın Logan'a döndüğünde Logan onun gözlerindeki endişeyi, "Bilmiyorum..." derken sesinden çıkan çaresizliği yakalamıştı hemen. "Son iki haftadır tuhaf şeyler oluyor."

Darell, "Bir şey olduğu yok!" diyerek araya girmeye çalışsa da onu dinleyen kimse olmadı ve Gleen devam etti konuşmaya. "Başta burun kanamasıyla başladı, ardından kusmaya ve baygınlık geçirmeye başladı..." Bir an duraksadı genç kadın. Bu durumun düşüncelerini bir hayli meşgul ettiği, canını fazlasıyla sıktığı gün gibi ortadaydı. "Ayrıca..." diye devam etti sözlerine. "Göğsünün sol tarafında da bir ağrı var sanırım, çünkü ara ara o kısmı tutup ovaladığını fark ettim."

Duydukları karşısında genç liderin bakışları arkadaşına kaydı. Hâlâ irisleri kırmızı olan gözlerine sorgulayıcı bir ifade yerleşmişti. Omuz silkti Darell. "Bir şeyim yok, havayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Cadıların zehri etkilemiş olmalı."

Üçünün de havanın ne halde olduğunu bilmesi için görmesine gerek yoktu. Dışarıdan gelen fırtınanın sesini üçü de çok rahat duyabiliyordu.

"Saçmalık..." diye tepkisini ortaya koydu Gleen, her zamanki zarafetinden uzak, asabi bir sesle. "Eğer sebebi cadıların zehri olsaydı en zayıftan başlardı etkilemeye, en güçlüden değil. Kaldı ki senden başka hiç kimse bu halde de değil."

Darell öylece, dudağında minik bir gülümsemeyle Gleen'e bakakalırken genç kadın bu kez Logan'a dönüp önüne koyduğu bardağı işaret etti. "İç onu..."

Evet... Hemen önünde bir bardak dolusu kan vardı. Tam da ihtiyacı olan şey... Yine de genç lider kendine hakim olmayı başarıp bardağı aldı ve oturduğu yerden kalktı. Arkasını dönmeden önce ayrı koltuklarda yan yana oturan ikiliye bakıp "Bu konuyla ilgili kütüphaneye bir bakalım, ne bulabileceğiz." dedi ve arkasını dönüp kız kardeşinin odasına doğru ilerledi. Önceliği hep kız kardeşi olmuştu ve ortada bir bardak kan varsa bu, kendisinden önce kardeşinin hakkı olurdu. Onun acı çekmesine dayanamıyordu Logan ve bu konuda elinden hiçbir şey gelmemesi, öylece izlemek zorunda kalması lideri daha da yaralıyordu.

Bıraktığı gibiydi Grace. Öylece uyuyordu. Yaşadığının tek belirtisi aldığı nefeslerle kalkıp inen göğsüydü. Usulca yatağın yanında dizlerinin üzerine çöktü ve yüzüne düşen birkaç tutam kızıl saçı kenarı çekip solgun tenine baktı. "Grace..." diye fısıldarken sesi yumuşaktı. Önce kıpırdandı genç kadın ardından acı çekiyormuş gibi yüzünü buruşturup gözlerini açtı. Hareleri kızaran gözlerinden çektiği ızdırap yeterince belli oluyordu.

"Al iç bunu..." dedi Logan bardağı kız kardeşine doğru uzatarak. Grace ancak o zaman fark etti kan dolu bardağı ve gözleri anında irileşirken nefesi hızlandı. Birden kıpkırmızı olmuştu gözlerinin rengi. Bakışlarını bardaktan çekemezken "Logan?" dedi sorarcasına. Logan onun daha fazla konuşmasına izin vermedi. Bir kolunu başının altından geçirip doğrulmasına yardımcı olurken bardağı dudaklarına dayayıp kanı içmesini sağladı. Bir yudumu bile anında etki ederek cildinin renk kazanmasını sağlamış, bardağın sonuna geldiğindeyse artık çok daha sağlıklı görünmeye başlamıştı.

Dudağının kenarına akan bir damla kanı işaret parmağıyla silip parmağını yalarken, sırtını yatak başlığına yasladı Grace. "Kurt adam kanı... Kimden aldın bunu?"

Logan yatağın kenarına oturup baktı kız kardeşine ve onun daha iyi olduğunu görmenin huzuruyla dudaklarına bir gülümseme kondu. "Gleen'in hediyesi..."

Duyduğu isimle gözleri devrildi Grace'in, dudaklarından alaylı bir 'hıh' sözcüğü dökülürken "Elbette..." diye homurdandı. "Masum kurtçuğumuz, iyilik meleği gibi dolanıyor yine ortalarda." Cildi gibi sesi de canlanmıştı.

Logan, kız kardeşinin bu tavrı karşısında başını iki yana sallarken yüzündeki gülümseme silindi. Grace'in her şeyi ile baş etmeyi öğrenmişti de kibriyle baş etmeyi bir türlü öğrenememişti geçen onca yüzyıla rağmen. Yaptığı yoruma karşın sessiz kalmaya zorladı kendini. Bir tartışmanın fitilini ateşlemek için hiç enerjisi yoktu. Ayağa kalkıp "Kalkma yataktan, bu kan seni uzun süre idare etmeyecektir ama Nick ve Bella gelene kadar acını dindirmeye yetecektir. Onlar gelene kadar dinlen." dedi ve Grace bir cevap vermeden odasından çıktı.

Hafifçe başının dönmeye başladığını hissediyordu, onun da dinlenmeye ihtiyacı vardı ama yapacak o kadar çok işi varken dinlenmeye hiç zamanı yoktu. Başta yatağında uyuyan kadınla ilgilenmesi gerekiyordu, onun ne olduğunu bulması, bu gizemi çözmesi...

Yeniden salona döndüğünde Gleen ve Darell'ı ufak bir didişme halinde buldu ama Logan içeri girdiğinde ikisi de sustular. Darell konu değişsin istiyormuş gibi ileri atılıp "Eee?" dedi sorarcasına. "Asıl konumuza dönelim. Valorlar sınırda, bir şey onları tetiklemiş. Ve sen bunun nedeninin..." gözleriyle resmi işaret etti, "bu olduğunu söylüyorsun."

Darell konuşurken Gleen de küçük, kabzası oymalı çakısını bileğine saplamış, Logan için yeni bir bardağı kanla dolduruyordu. Logan bunu fark ettiğinde "Bunu yapmana gerek yok Gleen, zaten yeterince verdin." diye itiraz etti. Darell ancak o zaman Gleen'in yaptığı şeyi gördü ancak sesini çıkarmadı. O da Logan'ın buna ihtiyacının olduğunun farkındaydı.

Gleen kanını akıtmaya devam ederken koyu kahverengi gözlerini kaldırıp Logan'a baktı. "Bu beni öldürmez ama seni kurtarır. Söylediğim gibi; iki liderin de hasta düşmesi kesinlikle felaket olur, Darell'a neler olduğunu çözene kadar senin ayakta kalman gerek."

Bir şey diyemedi Logan. Onlar kadar kendisi de farkındaydı o kana ihtiyacı olduğunun. Bu açlık hallerinde gönüllü kan veren kurtlar elbette oluyordu ama bir kaosun önüne geçmek için bunu minimum seviyede tutuyorlardı. Verilen kanı yetersiz bulup saldırmaya çalışan vampirler olmuştu zamanında. Ya da ortak paylaşılması gereken o kanları çalmaya çalışanlar... Ayrıca kurtların dirençleri de kaybettikleri her damlada biraz daha azalıyordu ve bu durum şehri tam manasıyla savunmasız bırakmak demekti.

Logan zor da olsa, hem kokusuyla hem de bardağa damlarken çıkan ve kulaklarında yankılanan sesiyle kendisini sarhoş etmeye yetecek kandan ilgisini çekip Darell'a ve aynı zamanda asıl konuya döndü. "O katliamdan kurtulan bir melekle ilgili bir hikâye duydunuz mu hiç?"

Gleen bir elini usulca gür, koyu kahverengi saçlarının arasından geçirirken başını iki yana salladı. Diğer elinde hâlâ bıçak saplıydı ve bardağa kan dolmaya devam ediyordu. "Bildiğim kadarıyla hiç kurtulan olmadı. Herlewing Ritüeli sırasındaydı ve dünyanın dört bir yanından gelen bütün melekler ortak bir alanda toplanmışlardı. Herlewing tepesinde... Hepsinin tek tek yok edildiğinden Nora'nın bizzat emin olduğu yazıyordu kaynaklarda."

Cümlesinin bittiği noktada, dolan bardağa karşın bileğini çekip çakıyı derisinden çıkardı ve kanı Logan'a doğru itti. Logan, Gleen'in önüne doğru ittirdiği bardağı alıp acele etmeden bir yudum içerken ondan dökülen her bir kelimeyi dikkatle dinliyordu. Tek bir damlayı bile ziyah etmeden tüketirken zihninin içinde dönüyordu o kelimeler... Herkesin bildiği o hikâye...

Hücreleri, midesine dolan kanla anında canlanırken tüm kaslarının gevşediğini hissetti. Bir yudum, beraberinde rahatlamayı da getirmiş, derisinin altındaki o vahşi dürtü, verdiği savaşta ateşkes ilan etmişti.

"Ya kaynakların yanıldığı bir nokta varsa? Ya birileri bir şeyi atlamışsa?" diye sordu Logan. Sesi biraz önceye nazaran daha güçlü çıkıyordu şimdi. Bir an Gleen'e minnetle baktı. Bunu yapmak zorunda değildi ama yine de yapıyordu. Gleen ise sadece gülümsemekle yetinirken konu ilgisini daha fazla çekmiş olacak ki "Ne demek istiyorsun?" diye sordu. Şehrin kütüphanesindeki her eseri tek tek okumuş, çok eski olanları yeni ciltlere kendi elleri ile geçirerek yenilemişti.

Kütüphane, Gleen'in sorumluluğu altındaydı. Ve hatırladığı kadarıyla hiçbir kaynak, kurtulan bir melekten bahsetmiyordu. O günden sonra yeryüzünde tek bir melek bile görülmemişti. Kaldı ki, Dünya'nın hali, meleklerin tamamen yok olduğunun en büyük kanıtıydı. Yeryüzü çürüyor, dünya ölüyordu.

"Bir haftadır rüyalarıma gelen gizil bir kadın vardı. Bembeyaz saçlarıyla bir kızıl meşe ağacının altında durmuş bana sesleniyordu..." diyerek anlatmaya başladı Logan. "Normalde yüzünü hiç görmüyordum, yalnızca yüzünü kapatan beyaz saçları ve ince bedeni vardı. Bir de Rawa'nın ortasında olmasına rağmen o bataklık kokusunu bastıran bahar kokusu... Bugün yine aynı rüyayı gördüm ama bu kez biraz daha farklıydı. Kadın yüzünü kaldırıp bana baktı, gözleri... parlayan masmavi iki yıldız gibiydi."

Gleen ve Darell tüm dikkatini Logan'a vermişken Logan elindeki bardaktan bir yudum daha almak için durdu ve içtiği kanla birlikte yeniden söze girdi.

"Uyandığımda yine rüya sandım ama değildi. Çünkü uyandığımda o sesi gerçekten duydum. Rüyalarımda beni çağıran o ses gerçekti, gerçekten beni çağırıyordu."

"Bunun nereye bağlanacağını gerçekten merak ediyorum." diyerek araya girdi Darell kıstığı gözleriyle Logan'ı incelerken. Sesinde hafiften bir telaş baş göstermeye başlamıştı.

Genç lider elindeki bardağın içinde kalan kanın tamamını içip bardağı masaya bıraktı ve ayağa kalktı. Başıyla, ikiliye ileriyi işaret edip, işaret ettiği tarafa doğru ilerlerken, "Görmeniz gereken bir şey var." diye mırıldanmıştı. Üçü de Logan'ın odasının kapısının önünde durdular, Logan elini kapı koluna koyup kapıyı açmadan önce yeniden ikiliye döndü. İçtiği kan sayesinde yorgunluk bedenini terk etmişti ve şimdi kendini çok daha dinç, çok daha canlı hissediyordu.

"Sesin beni çağırdığı yere gittim. Ne bulacağımı bilmiyordum ama düşündüklerimin arasında kesinlikle bu yoktu." dedi ve kapıyı açtı. Bulduğu kadın, hâlâ bıraktığı şekilde uyuyordu. Kirli, beyaz saçları yastığına yayılmıştı ve yorganı çıplak bedenini gizliyordu. Kalp atışları hâlâ duyulmuyordu ama nefes sesini işitebiliyordu üçü de.

Darell ve Gleen sessizce odaya girip yataktaki kadına baktılar önce, ardından bakışları anlamadıklarını belli edercesine Logan'a kaydı. "Bu da kim?" diye sorarak sessizliği bölen Darell olduğunda; Logan hâlâ damağında olan o kanın metalik tadının keyfini çıkarırken omzunu kapının pervazına yaslayıp, "İnanması zor biliyorum ama Gleen senden o kitabı bu yüzden istedim." diye açıklamaya başladı. "Onu bulduğumda kanatları vardı; bembeyaz, parlak ve devasa kanatlar... Gözleri aquamarin rengiydi. Tıpkı kitaplarda yazıldığı, onlar hakkında dilden dile dolaşan hikâyelerde anlatıldığı gibi... Kim olduğumu biliyor, özellikle beni çağırıyordu. Bir haftadır gördüğüm o şey... Rüya değildi. O, bana ulaşmaya çalışıyordu. Bir şekilde o katliamdan kurtulmuş olma..."

"Bir dakika..." diye araya girip onu susturmak zorunda kaldı Darell. Tüm bunları, hayvansı içgüdülerle çalışan zihni algılamakta sorun yaşıyordu. Kafasının karıştığını belli eden bakışları Logan ve yataktaki kadın arasında mekik dokurken "Onun bir melek olduğunu mu düşünüyorsun yani?" diye sordu.

Logan bu soru üzerine başını iki yana salladı. "Düşünmüyorum. Bundan eminim. Valorlar... Yalnızca tehlikeyi sezdiklerinde gialora dönüşür. Bugün o kadını almaya gittiğimde karşıma çıkan valor ordusu, tek başıma olduğumu gördüğü halde gialora dönüştü. Hedefleri ben değildim, çünkü durduğum yerden havaya sıçrayıp ağaca çıktığımda takip ettikleri ben olmadım, o oldu. Ben yalnızca araya giren kişiydim."

Ardından süregelen sessizlikte asılı kaldı bu sözcükler. Gleen bu sessizlikle birlikte son kez yatakta uyuyan kadına bakıp, düşüncelerin arasına dalmış bir halde, Logan'ın yanından sıyrılarak odadan çıktı. Darell ise sorgulamayı tercih eden taraftı. "Bunun bir oyun olmadığının garantisi yok ama farkındasın değil mi? Bu Pearl'ün bir oyunu da olabilir?" Darell hâlâ anlayamıyordu. Bir melek... Tam bin yıldır hiç kimse tarafından görülmeyen o nadide yaratık... Hemen önlerinde mi yatıyordu yani? Hadi canım sende, duy da inanma...

Gleen, "Gördüğün kanatlar..." diyerek odaya girene kadar, Logan Darell'ın sorusuna cevap vermemişti. "Bunun gibi miydi?" Kitabın farklı bir sayfasını açıp Logan'a gösterdi genç kadın. Diğer kitabı da koltuğunun altında tutuyordu. Bu resimdeki kanatlar, Logan'ın açtığı resimde olduğundan daha ayrıntılıydı. "Tüylerin sıralanışına dikkat et Logan. Meleklerin kanatları değişkenlik göstermiyordu, hepsi aynıydı. Ve cadıların taklit edemeyeceği sayılı şeylerden biriydi."

Logan; o kürek kemiklerinden çıkan iki eklemi süsleyerek, muazzam bir örüntü ile akan kanadın yapısını asla unutamazdı. Parmakları usulca resmin üzerinde gezinirken "Gibisi fazla..." dedi usulca. "Tam olarak böyleydi."

"Neden cadıların o kanatları taklit edemeyeceklerini düşünüyorsunuz?" diye sordu bu kez Darell. İnanmak hâlâ ona zor geliyordu. İnanmayı istiyordu elbette ama en ufak bir açık kalırsa eğer, hayatlarından olacaklarını bilmek onu sorgulamaya itiyordu. Ta ki tüm açık kapılar kapanana kadar.

Gleen başını kitaptan kaldırıp, kollarını göğsünde bağlamış bir halde onları İzleyen alfaya baktı. Kısık bakışları şüphelerle doluydu. "Çünkü..." diyerek açıklamaya koyuldu onun sorusunu. "Melekler ve Cadılar Savaşı, birinci ciltte yazılanlara göre melekler; vampilerin güneş lanetini cadılara naklederken, cadılardan meleklerin en belirgin özelliğini çekip almışlar. Beyazı... O yüzden her meleğin saçları ve kanatları beyaz... Çünkü vampilerin o laneti cadılara geçtiğinde, melekler ve cadılar arasındaki bitmek bilmeyen savaşın fitili de ateşlenmiş. Yani iki tür, tam olarak birbirlerinden ayrışmışlar; iyilik ve kötülük gibi... Hastalık ve sağlık gibi..."

Gleen konuşurken aynı zamanda da koltuk altına sıkıştırdığı kitabı açmış, konunun geçtiği sayfayı arıyordu. Bulduğunda iki adımla Darell'ın yanına gidip sayfayı ona gösterdi. Çatılı kaşlarıyla hızlıca okuduğunda kafasındaki yapboz parçaları sırayla oturdu yerine. Dudakları kıvrılırken gözlerini kitaptan kaldırıp, hâlâ kapının girişinde omzunu pervaza yaslamış bir şekilde duran arkadaşına baktı. İki liderin kurduğu o göz kontağı, ikisine de aynı fikirde olduklarını söylüyordu.

Bir melek demek, bin kurtuluş demekti...

Tam o an dikkatlerini dağıtıp oluşan sessizliği bozan bir şey oldu. Dışarıdan bir gürültü koptu ve hemen ardından hem kurtlardan hemde vampirlerden tıslamalara benzer seslerin yükselmeye başladığını duydular. Çok yakından geliyordu bu sesler... Şehrin meydanından. Darell'ın boğazından hırıltılı bir nefes çıktı, kokladığı havadan aldığı bataklık kokusu, kahverengi gözlerinin sarı harelerle yanmasına neden olmuşken aynı kokuyu Logan da almıştı.

Gözleri sezdiği o tehlikeyle yeniden kıpkırmızı olurken burnumdan sert bir soluk döküldü.

"Cadılar..."

Les Pyllmond sınırı içine giren cadılar...

🫀

Bölümü nasıl buldunuz?

Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın sağlıcakla kalın❤️

Seviliyorsunuz✨

Loading...
0%