Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5| SEÇİLEN KALP VE FISILTILAR

@saniyesolak

Sellam❤️

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu?

Keyifli okumalar diliyorum❤️

🫀

COUROSSO

günümüz

Bilseydi... Kanadı yırtık mavi kelebeğin neden yüzük parmağına konduğunu, aynı şeyleri düşünmezdi asla. Güzel gelmezdi o kelebek...

Lanetli gelirdi.

Lanetliydi çünkü...

Kelebek uçup gittiğinde onlar da artık gitmek için kalkmaya karar verdiler ve hızlıca giyindiler. Tam gölün kenarından ayrılacakları sırada ormandan bir kadın çığlığı yükseldi. Tanıdık bir çığlık...

Crystal'in kalbi korkuyla kasılırken "Kriss?" diye fısıldadı. O ses Kriss'e aitti. Oynadıkları doğruluk cesaret oyununda sevgilisi Luke tarafından yedi kez aldatıldığını öğrenince kalkıp giden kıza...

"Kahretsin, Kriss bu... Luke yanında değil miydi?"

Evan'ın sorusunu tamamen duymazdan gelip kendini sesin geldiği noktaya odaklamaya çalıştı. Ses, gitmeleri gereken yönün tam tersi yönünden geliyordu. Yüreği ağzında atarken tekrar duymak adına nefes bile almadan geceyi dinledi Crystal. Luke yanında olmalıydı...

"Hadi..." dedi Evan telaşla. "Burada telefon çekmiyor. Geç olmadan gidip şerife haber verelim."

Crystal Evan'ı başıyla onayladı ama yapmak istediği bu değildi. Şerife haber verene kadar her şey için çok daha geç olabilirdi. Ya yardım edebilecekleri bir durumdaysa Kriss. Ve çağıracakları o yardım gelene kadar çoktan hayattan koparılırsa? Şimdi gitmeleri onun ölümüne neden olursa?

Teninin ürperdiğini hissetti Crystal. Bunun nedeni soğuk hava ya da sırılsıklam olan saçları değildi. Kalbine oturan rahatsız edici bir hissin tohumuydu.

Üşüyen avuçlarında bir sıcaklık hissettiğinde gözlerini sonunda karanlık ormandan çekmiş ve elini tutan Evan'a bakmıştı. Onun gözlerinin hâlâ ormanda olduğunu gördü. Kendisi ile aynı düşünceyi paylaşıp paylaşmadığını merak etti. Paylaşıyorsa eğer...

Evan geldikleri yöne doğru yürümeye başlayıp Crystal'in de yürümesine neden olduğunda düşünceleri yarıda kesilmişti genç kızın. Belli ki o aynı fikirde değildi.

Attığı her adımda istemsizce bir suçluluk gece gibi sarmaya başlıyordu tenini. Geri dönmek hiç doğru gelmiyordu ona...

Tam yedinci adımı atmışlardı ki bir kez daha bir çığlık sesi inletti ormanı. Bu kez çok daha yakından gelmişti bu ses.

Kalbine derin bir sızı batarken vicdanının sesi yükseldi içinde. Hayır... Hayır öylece gidemezlerdi. Ellerinden geleni yapmadan gidemezlerdi... Yaralı olabilirdi, kan kaybediyor olabilirdi, peşinde biri olabilirdi... Kahretsin diye geçirdi içinden Crystal. Her şey olabilirdi.

Yedinci adım onu durdurduğunda elini tutan Evan'ın eline asılıp onun da durmasını sağladı. Aceleci adımları sekteye uğrayan Evan, telaşla Crystal'a döndüğünde genç kız çoktan yönünü diğer tarafa çevirmişti.

Bakmasa bile Evan'ın bakışlarını sırtında hissetti ve "Hayır..." diye mırıldandı. Esen sert rüzgâr, ıslak saç diplerinden beynine işliyordu. "Öylece gidemeyiz, yardım etmeliyiz... En azından denemeliyiz..."

Bu kez Crystal Evan'ı yürütmeye çalışmış ve Evan onu durdurmuştu. "Saçmalıyorsun Crystal." diye homurdandı Evan sert bir sesle. "Orada ne olduğunu bile bilmiyoruz. Süper kahramanlar değiliz, geri dönüp polise haber vermeliyiz. Şerif Bars ne yapacağını bilir."

Durmanın vakit kaybı olduğunu düşünen Crystal hışımla genç adama dönüp elini elinden çekti sert bir hareketle. "Merkeze ulaşana kadar geçen sürede sence Kriss'ten geriye ne kalır Evan?" diye sordu. Şimdi onun sesi Evan'ınkinden çok daha sert çıkıyordu. "Tabii onu bulabilirlerse! Az önce bir çığlık daha duyduk, daha yakından geliyordu..." Kısacık bir an duraksadı. Ardından Evan'ı ikna etmek adına, içinden her ne kadar tam tersini dilese de, "Gelip gelmemek sana kalmış ama ben bu kadar yakınken ve yardım edebilme ihtimalimiz varken geri dönmeyi reddediyorum." dedi keskin bir sesle. Yıllar içinde karşısındaki adamı kandırmayı öğrenmişti. Ona ne denli aşık olduğunu içinde sakladığı tüm o süre zarfında.

Sözlerine noktayı koyar koymaz arkasını Evan'a döndü. Evan'ın güzel yüzünün yerini alan karanlık orman, şimdi olduğundan bile daha ürkütücü görünüyordu gözüne. Tedirginliği öyle çok büyüdü ki Evan'ın "Yakından gelen bir çığlık daha mı? Neyden bahsediyorsun sen?" diyen karmakarışık olmuş sesini bile duyamadı.

Yaprakları dökülen ağaçların çıplak dalları gökyüzüne doğru uzanırken birer silüetlerden ibaretlerdi. Her biri birer hayaleti andırıyordu bu halleriyle. Her an kollarını uzatıp Crystal'i yakalayacak korkunç birer hayalet...

Lütfen diye fısıldadı içinden genç kız ilk adımını atarken. Yeterince vakit kaybetmişti, daha fazla kaybetmek istemiyordu. Lütfen blöfümü yutmuş ol. Bunu sensiz yapamam. Bunu tek başıma yapamam. Çok korkuyorum ama bu şekilde geri dönmeyi de vicdanım kaldırmıyor. Lütfen bana yardım et...

Cesur görünmesi için çaba sarf ettiği adımları aslında o kadar korkak ve titrekti ki... Evan'ın peşinden gelmeme ihtimali onu ölesiye korkutuyordu. Ama vicdanı susmadan, durmadan ona ilerlemesini söylüyordu.

"Crystal, kime söylüyorum ben?" diyen sesini duydu Evan'ın ama bunun onu durdurmasına izin vermedi. Yerden yükselen bir ağaç kökünün üzerinden bacağını atıp diğer tarafa geçerken nefesini tutmuş bir haldeydi.

Neden hâlâ sesi olduğu yerde duruyormuş gibi geliyordu?

Ah, kahretsin! Kesin gelmeyecekti ve Crystal da bu ormanın içinde ölüp gidecekti.

Hadi ama Evan diye geçirdi içinden, son anda fark ettiği, boyun hizasına gelen bir dalın altında eğilip geçerken. Beni yalnız bırakamazsın...

"Ahh!" diyen homurdanma sesi geldi arkasından. Öyle sert bastırmıştı ki bu nidaya, sessiz bir bağırış gibiydi. "Tam bir baş belasısın..."

Tüm endişesine ve korkusuna rağmen, Evan'ın onu takip eden adımlarının sesini duyduğunda gülümsemeden edemedi. İşte şimdi tam olarak doğru olan şeyi yapıyormuş gibi hissediyordu kendini. Rahatlamayla adımları daha net bir hâl aldı.

"Al şunu!" diye homurdandı Evan, karanlıkta fütursuzca ilerleyen kıza yetişmek için adımlarını hızlandırırken. Yerden aldığı iki kalın odun parçalarından birini Crystal'e doğru uzatıyordu şimdi. "Eğer karşına biri çıkarsa ya da bir hayvan, kullanmaktan çekinme. Yoksa ben senin üzerinde kullanmak zorunda kalırım." Sinirli bir soluk döküldü dudaklarından. "Cidden tam bir sinir bozucu, baş belasısın!"

Büyük bir hata yaptıklarını biliyordu, geri dönmeleri gerektiğini. Ama Crystal'i nasıl vazgeçirebileceğini bilmiyordu. Şu an korkudan öldüğünü de biliyordu mesela. Ama tam bir dik kafanın tekiydi işte.

Crystal ona uzanan odun parçasını uzanıp alırken artık yan yana yürüyorlardı. Evan'ın sözlerine hiç takılmadı. Şu an yanında olduğu sürece istediği her şeyi söyleyebilirdi.

Gece böceklerinin sesleri dört bir yandan yükselip hoş bir melodiyle kulaklara dolarken Crystal onlara değil, sadece duyacağı yeni bir sese odaklanmış durumdaydı.

"Az önce şuradan bir yerden geldi ses..." dedi eliyle karanlıktaki bir noktayı işaret ederken. Evan'ın yanında olması onu büyük ölçüde rahatlatsa da hâlâ çok gergin hissediyordu kendini. Korku tam derisinin altında bir nabız gibi atıyor, kalp atışları boğazında patlıyordu. Aldığı her nefes bir buhar misali havaya karışırken telefonun ışığı olmasa o buharı bile kendi gözleri ile görmeyecekleri kadar karanlıktı orman.

Tehlikeliydi. Tehlikenin farkındaydı. Yine de hiçbir şey ona o an vicdani yükümlülüğünden daha ağır gelmiyordu. Belki de bunun nedeni, anne ve babasıydı. Onlar hayatlarını insan hayatına adamışlar, hayat kurtarmak için yeminler etmişler, Crystal'e de bunu aşılamışlardı. Hangi durumlarda olurlarsa olsunlar... Yardıma ihtiyacı olan birini gördüğünde sırt çevirme. Dur ve elinden neyin geldiğine bir bak. Hayatının her noktasında ailesini örnek alan genç kız, bu sözleri de zihninin duvarlarına işlemişti ince ince.

Ve bir de... Bir ihtimal vardı. Senelerdir içinde biriken o merakın tortularını kazıyabilmek için bir ihtimal... Çok küçük yaşlarından itibaren gizlice incelediği o cesetlerdeki sırrı çözmesi için bir ihtimal vardı.

Böyle bir fırsatın eline bir daha asla geçmeyeceğini biliyordu. Korkuyordu evet ama korkunun yanında onu heyecanlandıran bir şey de vardı.

Bilmiyordu ve bilemezdi de... Attığı her adımda o sırlı dünyanın içine adım adım ilerliyordu ve o sırrın merkezine yerleşmek üzereydi Oysaki...

"Hangi sesten bahsediyorsun sen?" diye sordu Evan gergin bir sesle. Kısık bakışları dikkatle önlerindeki karanlığı tarıyordu. Hayatında bundan daha çok gerildiği tek bir an bile söyleyemezdi. Ormana ilk kez adım attığı o günü bile... "Biraz önce duyduğumuz ses o kadar da yakından gelmedi Crys..." Elinde tuttuğu sopayı daha sıkı kavradı. O kadar gergindi ki soğuğu bile hissedemiyordu.

"İlk ses evet yakından değildi..." diye fısıldadı bunun üzerine Crystal. Fısıldamak ilk o an aklına gelmişti. Çok büyük bir tehlikeye adım adım gidiyor olabilirlerdi ve yüksek sesle konuşarak varlıklarını çabucak belli etmek hiç akıllıca değildi. "Ama ikinci ses gerçekten yakından geldi Evan. Gerginliğinden dolayı belki de duyamadın ama ben duydum. Eminim."

"Ya da sen gerginliğinden dolayı yanlış duydun?" Şimdi Evan da fısıldayarak konuşuyordu. Fısıltısında bile azarlar bir ton vardı. "Ve şimdi, yanlış duyduğun o ses yüzünden Kriss'e daha fazla geç kalıyor olabiliriz." Bir an duraksayıp yüzünü buruşturdu. "Ya da kendimizi ölüme götürüyor olabiliriz..." Bu ihtimali düşünmek bile istemiyordu.

Onu umursamadan elindeki sopayı saha sıkı kavrayarak adımlarına devam etti genç kız. Ne duyduğunu biliyordu ve gerçekten yakından gelmişti. Hatta birkaç adım daha attıktan sonra o yere ulaşmış olacakla...

Genç kız bir dalı aşağı doğru eğip yollarından çektiğinde gözlerinin önüne serilen manzara düşüncelerinin yarıda kesilmesine neden oldu.

Odaklarını baştan sona dağıtacak bir manzara vardı karşılarında. Aralık dudaklarından dışarı bir soluk döküldü ve açtığı küçük boşluktan ileri doğru bir adım attı.

Her şey o ilk adım ile başladı.

Kelebekler...

Ağaçların gövdelerini kaplayan binlerce kelebek...

Yaldızlı bir maviyle paylıyorlardı gecenin karanlığının içinde. Kanatları titreşirken bazıları kondukları ağaçlardan hareketlenip başka bir ağaca, başka kolonilerin arasına karışıyorlardı. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştı Crystal. Büyülenmişti.

Büyülenmişti, kelebeklerin amacının zaten bu olduğunu bilmeden...

Adımları kelebeklere doğru biraz daha yaklaştı istemezce. Zihninin içindeki düşünceler birbirine karıştı. Neden buraya geldiğini, duyduğu sesi, Kriss'i unuttu. Gözlerini bile kırpmadan kelebeklere bakıyordu.

Hemen ardından alana giren Evan'da bir an bakakalmıştı kelebeklere ve şaşırmıştı genç adam. Çok şaşırmış, bir o kadar da ürkmüştü. Bu normal bir durum muydu? Pek öyle görünmüyordu.

Gergin bakışlarını ağaçların gövdelerine tünemiş olan kelebeklerden çekip Crystal'e çevirdi ve "Hadi Crys..." diye mırıldandı. "Bak burada kimse yok, geri dönelim..."

Ama Crystal onu duymuyordu bile. Evan'ın varlığı da silinmişti o an zihninden. Sadece ve sadece kelebekler vardı... Yaldızlı mavi parıltılarıyla büyüleyici güzellikteki kelebekler...

Bir kelebek geldi tam önüne.

Gözlerinin tam önünde uçmaya başladı. Sanki, sanki genç kızın gözlerinin içine bakıyormuş gibi...

Evan Crystal'e sesleniyor ama Crystal onu hiç duymuyordu.

Elini uzattı genç kız. Kelebek usulca elinin üzerine kondu. Kanadında küçük bir yırtık vardı. Göl kenarında eline konan kanadı yırtık mavi kelebekti bu. Aynısıydı.

Şaşıramadı bile. Şaşkınlıktan önce içine hüzün doldu. Acı gam ve keder... Kan ve gözyaşı... Gerçek bir aşkın acısı...

"Crystal..." diye fısıldadığını duydu bir sesin. Yumuşak bir bahar akşamını andıran zarif bir ses, bir fısıltıydı bu.

"Senin kalbin seçildi..."

Tam o anda kelebek kanatlarını titreştirerek hareketlenip uçmaya başladı. Onun hemen ardından ağaçların gövdelerini süsleyen kelebekler de hareketlenmişlerdi. Binlerce mavi kelebek, zarafetlerine yakışır şekilde havada birbirlerinin etrafında dönerek uçuyorlardı.

Crystal bir an göğsünden yükselen o acıyla nefes alamadığını hissetti. Büyüleyici güzellikteki kelebeklere bile dikkat edemeyeceği kadar yoğundu acısı."Bana gel..." dedi aynı ses. "Senin aşkın seçildi... Saf, temiz ve gerçek... Legacie gölü kadar duru... Bana gel Crystal. Bana gel ki acına bir son vereyim..."

Genç kız bir elini göğsüne, tam kalbinin üzerine bastırırken öne doğru eğilmek zorunda kaldı. Dudaklarından acı dolu bir inleme kaçmış, içindeki o acıyla gözleri dolmuştu. Bu acı, daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemiyordu. O kadar güçlü ve yoğundu ki...

Tüm bu olanların karmaşasına yetişmeye çalışan Evan, Crystal'in acı dolu iniltisini duyduğunda gözlerini gökyüzünü kaplayan kelebeklerden çekip hızla genç kıza çevirmişti. Onun öne doğru eğilmiş bir halde, acı içinde olduğunu gördüğünde zeminde çakılı kalan ayakları hareketlendi ve üç büyük adımda aradaki mesafeyi kapattı.

"Crystal?" Geceye yayılan sesinden akan endişe elle tutulur cinstendi. "Sorun ne güzelim?"

Crystal'e doğru eğilip ellerini onun yanaklarına yerleştirdiğinde ancak fark edebildi gözlerinden akan yaşları. Zorlanmadan onun başını kaldırırken bir kez daha "Crystal?" dedi sorarcasına. Sesi şok olmuş gibi çıkıyordu, gözleri o şokla irileşmişti. "Ne oldu güzelim?" Kaşla göz arasında ne olmuş olabilirdi ki?

Kahretsin diye homurdandı kendi kendine. Bilmeyen taraf olmaktan nefret ediyordu.

Genç kızı başını kaldırmaya zorlarken endişeli gözleri herhangi bir yara var mı diye bedenini kontrol ediyordu ama görünürlerde hiçbir şey yoktu. Sadece yüzünde... yüzünde acı dolu bir ifade vardı ve gözleri dolu doluydu. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarını yıkıyordu.

Usulca sildi o gözyaşlarını ve bir kez daha "Crystal?" diye seslendi yalvarırcasına. Ama sanki onu duymuyordu genç kız. Evan ne kadar seslenirse seslensin genç kıza ulaşamıyordu sanki.

Kelebekler yükselmek yerine alçalmaya başladılar. Etraflarında uçuşup onlara büyülü bir an yaşatıyorlardı ama o an ne Evan bunu fark edebilecek durumdaydı ne de Crystal. Evan Crystal'e neler olduğunu anlamaya ve ona ulaşmaya çalışmakla meşgulken Cryslat bambaşka bir dünyadaydı sanki.

Biri onu çağırıyordu.

Bir ses...

Yumuşak bir kadın sesi...

Acısını dindireceğini söylüyordu...

Zihni geri kalan her şeye kapatmıştı kendini, sanki gerçeklik algısıyla arasında bir perde vardı. Duyabildiği tek şey o ses, hissedebildiği tek duygu kalbindeki acıydı.

Bir ses onu çağırıyordu ve Crystal o sese gitmesi gerektiğini biliyordu...

Gitmeliydi...

Gitmek zorundaydı...

Dudaklarının arasından, çektiği acının derinliğini ortaya döken derin ve hisli bir nefes dökülürken "Gitmek zorundayım..." diye fısıldadı. "Gitmek zorundayım..."

"Tamam..." dedi Evan hemen, genç kızın yanaklarını tutan elleri biraz daha sıkılaşmıştı. Varlığını hissettirmek ister gibi... "Gidelim hemen buradan, merkeze dönelim ve Kriss'i şerife bırakalım."

Crystal ilk o an bakışlarını Evan'a çevirdi. Gözlerini ve yüzünü kaplayan o acı dolu ifade, soğuk bir kış gününe maruz kalan bir su damlası gibi yavaşça donmaya başladı. Göz yaşları hâlâ kirpiklerine tutunuyordu.

"Hayır..." diye fısıldadı. Göğsünde olan elini çekmiş şimdi Evan'ın ellerinin üzerine yerleştirmişti. İki kelebek tam kulağının dibinden geçti ve aynı anda kulağına yine o fısıltı doldu. "Crystal... Bana gel..."

Bu sesle Crystal'in gözleri Evan'dan çekildi ve ormanın derinliklerine doğru ilerleyen bir noktaya takıldı.

Şimdi kelebekler o noktaya doğru akın etmeye başlamıştı. Gittikleri yolu hafifçe aydınlatırlarken Crystal'e de yolu gösteriyorlardı sanki...

Düşünebildiği tek şey bundan ibaretti. Gitmek... O sese gitmek... Mantığını ve duygularını kaplayan bir sis tabakası başka bir şey düşünmesine olanak tanımıyordu.

Yanaklarını ısıtan Evan'ın ellerini çekip ondan bir adım uzaklaştı. Gözlerini, kaybetmekten korkar gibi kelebeklerin gittiği yoldan bir an olsun çekmezken "Beni çağırıyor..." diye mırıldandı. "Ona gitmeliyim..."

Kaşları çatılan genç adam boşalan ellerini iki yanına indirirken "Ne saçmalıyorsun sen Crys?" diye sordu. Sabrı yavaş yavaş tükenmeye başlıyordu. "Kim seni çağırıyor?"

Öyle bir noktadaydı ki genç adam, aklını kaybetmek üzereymiş gibi hissediyordu kendini. Tüm bu olanlar aklına, mantığına oturmuyor, fazla geliyordu. Tek dileği bu kâbusun bir an önce bitmesi ve evlerine dönmekti.

Kâbusun asıl şimdi başladığını nereden bilecekti ki?

Crystal gitmek için bir hamle yapıp yanından geçmeye çalıştığında son anda kolundan yakalayarak onu durdurabildi. Ya da öyle sandı. Çünkü Crystal hışımla kolunu Evan'dan çekmiş ve hızla karanlığın içine doğru kelebeklerin peşinden koşmaya başlamıştı.

Kaşla göz arasında olan bu olayı Evan bile kavramakta zorlanmıştı o an...

Bir an yanındaydı Crystal, diğer an hızla karanlığa karışıyordu...

Çok değil, bir saniyelik bir afallamanın ardından Evan da peşine düştü. Ne olursa olsun onu yalnız bırakamazdı. Bırakmayacaktı!

"Crystal!" diye bağırdı arkasından. Onun sesini duyan gece böcekleri bir anlığına susmuşlardı. Sesi gür dalgalar halinde ormanda yankılandı. Gece böcekleri bile duydu onu o an ama Crystal duymadı. Sanki... sanki bir şey tarafından büyülenmiş, bir güç tarafından ele geçirilmiş gibiydi.

Önüne gelen kuru bir dalın altından hızla eğilip geçerken etraflarında dolaşan kelebeklere teşekkür etmeliydi. Her ne kadar fazlasıyla garip ve ürkütücü görünüyor olsalar da... Eğer onlar olmasaydı ne önüne çıkan dal ve çalı parçalarını görebilirdi ne de son hızda koşan Crystal'i. Crysyal'e yetişmenin derdine o kadar çok düşmüştü ki elindeki telefonun ışığını bile doğru düzgün tutamıyordu önünde.

"Crystal dur!"

Bu kızın bu kadar hızlı koştuğundan kesinlikle habersizdi. Üzerlerinde montları ve kalın pantolonları olmasa kollarının ve bacaklarının yara bere içinde kalacağından hiç şüphe yoktu. Her noktadan uzanan dallar ve çalılar onları sıyırıp geçiyordu.

Önlerine çıkan büyük bir ağacın etrafından dolandığında Evan neredeyse Crystal'i kaybediyordu ama daha hızlı koşup hemen ardından o da aynı ağacın etrafından dolandığında yeniden görüş açısına alabilmişti genç kızı.

"Crystal dur! Gittikçe uzaklaşıyoruz. Ormanda kaybolacağız!"

Hiç bilmedikleri noktalardalardı artık, buraya tamamen yabancıydılar. Yolu bulamamaktan öte, ormanın bu denli derinliklerinde onları nelerin beklediğine dair en ufak bir fikirleri bile yoktu.

Yine de bir an olsun aklına gelmedi Evan'ın Crtsyal'i bırakıp tek başına dönmek. O an aklından geçen tek bir şey vardı: Ya onunla dönerdi ya da onunla ölürdü...

Yollarına devrilmiş bir ağaç kütüğünün üzerinden atladılar sırayla. Evan yetişmek üzereydi, aralarında artık birkaç adımlık bir mesafe kalmıştı.

"Crystal!" diye bağırdı bir kez daha. Uzanıp saçlarından tutsa tutabilirdi ama bunun Crystal'in canını yakacağını biliyordu. Onun canını yakmak istemiyordu.

"Dur artık!"

Kelebeklerden yayılan loş mavi ışığın yavaş yavaş azalmaya başladığını fark etti o an Evan. Bu bir anlığına adımlarını sekteye uğrattı. Ve bu bir anlık sekte, Crystal'in ondan yeniden uzaklaşmasına neden oldu.

İçini kötü bir his kapladı genç adamın. her geçen saniyede parlayan kelebek sayısı hızla düşüyor, onları derin bir karanlığa bırakıyordu. Bir an tuzağa düşürülmüşler gibi hissetti kendini. Belki de öyleydi...

Bu şey her neyse insanların aklını bulandırıyor olmalıydı çünkü Crystal'in şu an yaptıklarının başka bir açıklaması olamazdı.

Gözlerini yeniden Crystal'e çevirdi. Birkaç adıma indirdiği o mesafe şimdi yine birkaç metreden fazlaydı. Dişlerini sıkıp, ciğerlerini sökercesine derin çıkan nefesini, sıktığı dişlerinin arasından döktüğünde çıkan ses bir hırıltıdan ibaretti.

Bir kez daha koşmaya başladı genç kızın peşinden.

Geçen her saniyede kelebeklerden yayılan o efsunlu ışık biraz daha sönüyor, karanlık onları biraz daha içine gömüyordu. Bacak kaslarında oluşan yanmaya aldırmadan daha hızlı koşmaya çalıştı Evan. Karanlığın tonu gittikçe koyulaşırken artık Crystal'i kaybetmeye daha yakın gibiydi.

"Crystal dur!" diye bağırdı bir kez daha çaresiz bir çabayla. Yine ve yeniden cevap alamayacağından öyle emindi ki "Evan!" diyen sesi algılaması birkaç saniyesine mâl oldu.

Duymuştu... Crystal onu duymuştu.

Parçaları birleştirmesi zor olmadı.

Kelebekler söndükçe Crystal kendine geliyordu.

"Dur!" diye bağırdı. Tanrılar aşkına, bu kızın bu kadar uzun süre bu kadar hızlı koşabilmesi mümkün değildi. Neler oluyordu? Aklını gerçekten kaçırmak üzereydi Evan.

"Deniyorum!" diye yanıt verdi Crystal. Korkuyla dolan sesi ormanın içinde dalga dalga yayılıyordu şimdi. "Ama yapamıyorum. Bir şey beni çağırıyor ve ben duramıyorum!"

Zaten gergin değilmiş gibi, aldığı yanıt onu daha da gerdi. "Kahretsin!"

O kadar hızlı koşuyordu ki artık, soğuk hava yüzünden yüzü yanıyor, ciğerleri patlayacakmış gibi sızlıyordu. Karanlık... Artık her yer karanlıktan ibaretti. Elinde sallanan telefondan yayılan ışığın hiçbir etkisi olmuyordu önünü aydınlatmaya çünkü doğru düzgün önüne tutamıyordu. Parlayan birkaç tne kelebek de artık parlamıyordu. Sanki hiç var olmamışlar gibi birden yok olmuşlardı.

"Crystal!"

Elinden geldiğince telefonun ışığını önüne tutup Crystal'i görmeye çalışsa da kelebeklerin ışığı kaybolduğu andan itibaren onu kaybetmişti genç adam. Ve telefonun ışığı o kadar uzağı aydınlatmaya yeterli gelmiyordu.

"Hayır..." diye fısıldadı kendi kendine. "Hayır, hayır, hayır... Seni kaybedemem..."

"Crystal! Neredesin?"

Bir yanıt aldı, almamış olmayı dilediği bir yanıttı. Acı dolu bir çığlık yükseldi ormanın derinliklerinden. Hemen ardından "Evan!" dedi o ses. Crystal'e aitti ve Kriss'in çığlığını duyduğunda hissettiği korkudan milyon kat daha korkutmuştu genç adamı.

Kalbi o korkuyla göğsünün içinde gümbürderken sırtından aşağı bir ter seli boşandı sanki... Ensesinde gerilimin getirisi olan bir yanmayla daha da asıldı bacaklarına.

Lütfen diye geçirdi içinden. Lütfen ona bir şey olmasın...

Başka bir ağacın üzerine devrilerek ayakta kalmayı başaran bir ağacın arasından hızla geçerken ağacın ölü, iğne yapraklı dalları saçlarının arasına doldu ama hiç umursamadı Evan.

O ağacın altından geçer geçmez biraz ilerisinde Crystal'in iniltisini duyduğunda adımları yavaşladı ve elindeki telefonu o tarafa doğru tuttu. Oradaydı. Bir ağacın dibine çökmüş bir hâlde ayak bileğini tutuyordu.

Üzerine tutulan ışıkla birlikte ancak fark edebildi Evan'ın geldiğini Crystal. Keskin bir acıyla sızlayan ayak bileğini tutarken gözyaşlarının aktığı gözleriyle özür dilercesine baktı genç adama. Neler olup bittiğini o da anlayamamıştı. O kanadı yırtık mavi kelebeği yeniden görmesinden sonrası buzlu bir camın ardına gizlenmiş bir anı gibiydi.

Evan telaşla gelip yanında diz çöktüğünde burnunu çekip elini ayak bileğinden çekti ve bilançoyu ortaya serdi.

İri bir kızıl meşe ağacının yanından geçerken, karanlık yüzünden nereye adım attığını görememiş ve ayağını, uzantıları meşe ağacına doğru dolanan dikenli bir sarmaşığın köküne sıkıştırmıştı. Bunu nasıl başardığına dair hiçbir fikri yoktu ama o sarmaşık ayak bileğine dolanmış bir vaziyetteydi. Sanki biri kement atmış ve onu ayağından yakalamış gibi...

"Nasıl oldu bu?" diye sordu Evan sabit tutmaya çalıştığı yüzüyle Crystal'in bileğine dolanan sarmaşığa bakarken. Kalın bir köktü, dikenleri tenine batmış ve kanamasına neden olmuştu.

Canı yanıyor olmalıydı.

Crystal'in canının yanması fikrinden hiç hoşlanmıyordu.

"Bilmiyorum..." diye mırıldandı Crystal gözyaşları içinde. Ayak bileğindeki acı her geçen saniyede katlanarak büyüyordu, sanki orada bir yangın başlıyormuş gibi.

"Özür dilerim Evan..." diye fısıldadı burnunu çekip sertçe yutkunarak. "Çok özür dilerim, ben ne olduğunu bile anlayamadım... Be-ben-ben..."

"Şşşhh!" diyerek onu susturdu genç adam. "Şu an bunları konuşmanın bir anlamı yok, seni bu durumdan kurtarmaya odaklanmalıyız... ve geri dönmeye..."

Crystal usulca başını sallayıp onayladı genç adamı ve ellerini onun görebileceği şekilde uzatıp parmak ve avuç içlerini Evan'a gösterdi. "Kurtulmayı denedim ama bu şey hareket etmiyor..."

"Tamam..." diye mırıldandı Evan elindeki telefonu genç kıza uzatırken. Işığı bileğine tutmasını sağlamıştı. "Bakalım bu konu hakkında ben ne yapabiliyorum."

Denedi... gerçekten denedi... Elinden gelen her şeyi yaptı ellerinin yaralanmasını bile umursamadan... Öyle ki parmak uçlarından akan kan damlaları yere damlıyor, Crystal'in kanıyla birlikte yeri boyuyordu.

En sonunda pes ettiğinde artık nefes nefeseydi.

"Anlayamıyorum..." diye mırıldandı Evan. "Bu nasıl bir şey böyle..." Çelik kadar sert ve kırılmaz görünüyordu. Alt tarafı bir sarmaşık köküydü, nasıl bu kadar sağlam ve sıkı olabilirdi?

"Tüm bu olanların hangisini anlıyoruz ki sanki..." diye sordu Crystal ağlamaklı çıkan sesiyle. Artık ayağına bakamıyordu. Kan kaybettiğini görmek onu kötü etkiliyordu. Bu zamana kadar kandan korktuğu hiç olmamıştı oysa...

Ayağı uyuşmaya başlamıştı...

Katlanarak artan o acı hissi artık yok denecek kadar azdı...

Ve tıp dünyasında bu iyiye işaret değildi hiçbir zaman...

Korku dolu olan mavileri Evan'ın yüzünde dolanıyordu. Kalbini acıtacak kadar güzel olan o yüzü belki de son kez izliyordu. Eğer öyleyse her saniye altın kadar kıymetliydi ve hiç birini boşa harcamamalıydı.

"Özür dilerim..." diye fısıldadı bir kez daha. "Benim yüzümden ellerin de yara oldu."

Uzanıp ellerini tuttuğunda güç bela gözlerini yüzünden çekebilmişti. Avuç içlerindeki kanlı yara izlerine bakarken "Önemli değil..." diye fısıldadı Evan. "Senin ayak bileğinin yanında hiç önemli değil hemde... Ayağın ne durumda?"

Genç kız, o yaraları tek tek öpme isteğine direnip usulca bıraktı Evanın elini ve umutsuzca omuzları çöktü.

"Artık o kadar da acımıyor..."

Evan bir kez daha uzanıp o sarmaşık kökünü çekmeye çalıştı ama hiç faydası yoktu, ellerini ve Crystal'in bileğini daha fazla kanatmaktan başka...

"Bu iyi bir şey mi?" Sesi sorusundan pek de emin değilmiş gibi çıkıyordu genç adamın. Onun elindeki dikenlerin battığı noktalar gerçekten sızlıyordu, Crystal'in bileği ise onun elinden çok daha kötü durumdaydı.

Yorgun bir nefes aldı genç kız, "Gerçeği mi duymak istersin, yoksa bir yalanı mı?"

Bu, Evan için yeterli bir cevaptı. Başı önüne doğru düşerken dağılmış bir tutam saçı da alnına doğru dökülmüştü. Dudaklarının arasından kısık sesli bir dizi küfür döküldü. Çaresiz hissetmekten nefret ediyordu ve şu an hiç olmadığı kadar çaresiz hissediyordu kendini. Daha tam olarak neyin içine düştüklerini, bu noktaya hangi arada nasıl geldiklerini bile kavrayabilmiş değildi ikisi de...

"Gitmelisin..." diye fısıldadı bu kez Crystal. Yalnız kalmaktan ölesiye korkuyordu şu an ama Evan burada kalamazdı. Kendi aptallığı yüzünden onu da yakamazdı. Evan'a bunu bu şekilde söylerse kabul ettiremeyeceğini bildiğinden farklı bir şekilde söylemeye karar verdi. "Yardım getirebilirsin... Hem beni için hem de Kriss için..."

Bu ihtimal yok değildi, vardı. Evan giderse ve o yardımla birlikte geri dönene kadar Crystal hayatta kalmayı başarırsa kurtulabilirlerdi.

O zamana kadar hayatta kalıp kalamayacağından emin değildi, bu orman tehlikelerle doluydu. Her şey bir yana, tapınağa giderken gördüğü o iki çift kurt gözü bile tüylerini ürpertmeye yetiyordu. Courosso'nun güvenli duvarlarının içinde değilken nasıl hayatta kalacağını bilmiyordu Crystal.

Evan başını kaldırıp Crystal'in gözlerinin tam içine baktı. "Gerçekten seni burada bu durumda yalnız bırakıp gideceğimi düşünüyorsan aptalsın demektir Crys..."

Hafif bir rüzgâr aralarından esip geçerken "Mecbursun Evan..." diye yanıt verdi Crystal. "Ben bu sarmaşık kökünden kurtulamıyorum ama sen özgürsün, geri dön lütfen..."

Başlarına bir şey gelirse bu tamamen Crystal'in suçu olacaktı ve Evan'a onun yüzünden bir şey olması düşüncesi, şu an içine düştüğü çaresizlikten daha çok yakıyordu canını.

"Konu kapandı Crys..." diye mırıldandı Evan kararlı bir sesle. "Seni burada bırakıp hiçbir yere gitmiyorum. Gideceksek birlikte gideceğiz."

Rüzgâr hızını biraz daha artırmış, ağaçların arasından ince bir ıslık çalarak esmeye başlamıştı şimdi.

"Evan..." diyecek oldu Crystal ama yakınlardan gelen uluma sesiyle susmak zorunda kaldı. Şimdi gece böceklerinin sesi de kesilmişti. Duyulan tek şey bir kurdun gökyüzüne doğru yükselen keskin sesiydi. Bir an korkudan kalbini kusacağını sandı Crystal... Korkusu hiç bu kadar diri olmamıştı, soluğu resmen ensesindeydi.

"Evan gerçekten gitmelisin. Hem de hemen... Yeterince hızlı koşarsan onlara karşı kaçmak için bir şansın olabilir."

Kurdun sesinin geldiği noktaya dikilen bakışları sanki her an oradan bir kurt fırlayıp üzerine atlayacakmış gibi korkuyla doluydu.

Evan'ın burnundan sert bir soluk dökülürken "Hayır!" diye homurdandı. "Seni burada bırakıp gitmeyeceğim." Kızgın bakışları kısacık bir an Crystal'in yüzüne çevrildi. "Bunu nasıl düşünebilirsin?"

Crystal yeni bir itiraz seli için hazırlanıyordu ki bu kez de onu durduran, bir an oturdukları zeminin sallanıyormuş gibi hissetmesiydi.

Bir an durup neler olduğunu anlamaya çalıştı. Deprem oluyormuş gibi bir histi bu, öyle bir sarsıntıydı. Hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu kavramaya çalıştığı sırada daha şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldılar. Hemen ardından yine bir kury uludu ama bu kez yalnız değildi...

Kurtların sesinin artık o kadar da yakından gelmediğini fark etti ama bu Crystal'i rahatlatmadı. Ellerindeki yaraları umursamadan dik durabilmek için avuçlarını zemine yaslayıp korku dolu gözlerle yere bakarken, kurtlardan çok daha kötü bir şey son sürat onlara doğru geliyormuş gibi hissediyordu.

"Bu da n- neler oluyor? Kahretsin!" diye homurdandı Evan hissettiği birkaç saniyelik o sarsıntının şokunu üzerinden atamamışken. Crystal'e doğru yaklaşmıştı şimdi ve artık omuzlarının birbirlerine sürtüneceği kadar yakın duruyorlardı.

Evan'ın dibine girdiğini fark eden Crystal'in bir anlık göğsündeki korku bir sünger gibi emildi. Kalbi göğsünü artık çok başka bir duygu için delicesine dövüyordu. Bakışları, yan yana duran ve bir santim kaydırsa birbirine dokunacak ellerine kaydı. Korkudan daha iyi bir bahane var mıydı ki hislerinden mantığına taşan bu minik arzuyu yerine getirmek için?

Yer bir kez daha sarsıldı, bu kez birkaç saniyeden daha uzun sürmüştü. İkinci kez düşünme fırsatı vermedi kendine Crystal. Elini sert toprağın üzerinde kaydırdı ve önce serçe parmakları dokundu birbirine, ardından eli Evan'ın elinin üzerine yerleşti. Bu elbette ki ilk kez yaşanmıyordu, ilk kez el ele tutuşmuyorlardı. Ama ilk olmaması Crystalin heyecanlanmayacağı anlamına gelmiyordu. Kalbi her durumda ve koşulda Evan'a tepki vermekten asla vazgeçmiyordu. Bu canını yakıyor olsa bile... Duygularının ondaki karşılığının arkadaşlıktan daha fazlası olmadığını bilmesine rağmen...

Daveti geri çevrilmedi, Evan elini çevirip parmaklarının iç içe geçmesini sağlarken sıkı sıkı tuttu Crystal'in elini.

Sarsıntı bitene kadar el ele tutuşup birbirlerine sığındılar. Courosso da deprem olduğuna hiç şahit olmamışlardı. Dünya kurak bir bataklığa dönerken insanlar kendi yaşam alanları için en güvenilir bölgeleri seçmeye özen göstermişlerdi. Bu ilk kez yaşadıkları durumun afallaması ve korkusu ikisinin de kalbinde eşit bir yere sahipti.

Sarsıntı yeniden durdu. Evan, tamamen durduğundan emin olana kadar temkinli bir ifadeyle etrafını dinledi yeni bir artçı gelir mi diye. Gelmediğinde elini Crystal'in elinden çekti ve uzanıp telefonunu aldı.

Crystal artık sessizce gözyaşı dökmekten başka bir şey yapamıyordu. Her şey o kadar zor ve karmaşık geliyordu ki şu an ona. Nutku tutulmuş gibiydi.

"Pekâlâ..." dedi Evan. "Yanımızda bıçak ya da benzeri bir şey olsaydı işimiz çok daha kolay olurdu ama sivri bir taş da iş görür..." Elindeki ışığı, gözlerini rahatsız etmemesine dikkat ederek Crystal'in yüzüne tutup, boştaki eliyle uzandı ve yanaklarını yıkayan gözyaşlarını sildi usulca. "Bana birkaç dakika ver Crys... Divri bir taş bulmalıyım..."

Tam dönüp gitmek üzereyken aklına gelen şeyle durup yeniden genç kıza baktı. "Dayanmaya çalış olur mu? Dirayetini kaybetme, kendin için değilse bile Mia için yap bunu... Birkaç dakika içinde dönmüş olurum."

Mia...

Sevgili küçük kız kardeşi...

Gözlerinden iri bir gözyaşı damlası daha düştü.

"Ona söz vermiştim..." diye fısıldarken sesi buğulu çıkıyordu. "Sabah uyandığında orada olacağıma söz vermiştim." Kanın yüzüne bulaşmasını umursamadan parmak uçları ile gözyaşlarını bu kez kendisi sildi. Duyguları yüzlerce parçaya bölünmüş gibi hissediyordu.

Korkusu bir taraftan, burada ölme ihtimalleri başka bir yandan, çaresizlik bir diğer taraftan, kardeşine verdiği söz ise bambaşka bir noktadan saldırıyordu ona... Mia'yı bir daha görememe ihtimali...

"Ve sözünü tutacaksın... Geri döneceğiz Crys, bende sana söz veriyorum..."

Verilen sözler tutulacaktı ama hangi şartlar altında olduğu bir muamma...

Başını salladı Crystal ve "Git hadi..." diye mırıldandı. "Beni merak etme, bir yere kaybolmam." Son cümlesini kendini zorlayarak da olsa gülemeye çalışarak söylemişti. Sanki bir yere gidebilirmiş gibi...

Evan son kez baktı genç kızın yüzüne ve ayağa kalkıp etrafına bakınmaya başladı. İşine yarayacak sivri bir taş arayışındaydı.

Neyse ki fazla uzaklaşmasına gerek kalmadan işine yarayacak birkaç parça bulmayı başarmıştı.

Crystal'in yanına döndüğünde genç kızın ayakkabısını çıkarmış olduğunu gördü. Çıplak kalan kanlı ayağı, morarmaya başlamıştı. Sarmaşık kökü yalnızca dikenleri ile zarar vermiyordu ona, sıktığı bileği yüzünden kan akışını da engelliyordu.

Hızlıca diz çöküp telefonunu yeniden uzattı Crystal'e. "Tut bunu..."

Elinden geldiğince dikkatli olmaya çalışarak hızla taşın sivri kısmını köke sürtmeye başladı. Bu son şanslarıydı.

Darbeler Crystal'in hissetmekte zorlandığı o acıyı yeniden harlamaya başlayınca, genç kızın dudaklarının arasından acı dolu bir inilti, bir çığlık gibi dökülmüştü. Ellerini dudaklarına kapatıp o iniltileri bastırmaya çalıştı.

Onun acı çektiğini duyan Evan duraksayıp özür diler gibi bakmıştı kıza. "Üzgünüm..."

Başını iki yana salladı Crystal. "Sorun değil, lütfen devam et, bir an önce gitmek istiyorum buradan."

Kurtulmak için biraz acıya katlanması gerekiyorsa ne olmuştu yani?

"Emin misin?"

Derin bir nefes aldı genç kız kendini acıya hazırlayarak ve başını sallayıp onayladı Evan'ı.

Genç adam tam işine dönüyordu ki zemin yeniden, daha güçlü bir şekilde sallanmaya başladı. Crystal'in bileğine dolanan sarmaşık kökü, kendi kendine çözülmeye başladı. Daha fazla şaşıramayacaklarını düşünüyorlardı ama şaşırdılar. Hem de çok şaşırdılar. O şey bir bitki değilde kanlı canlı bir hayvandı sanki.

Crystal'in ayağını serbest bırakıp, bir yılan gibi yerde geriye doğru sürünerek ilerledi ve toprağın içine gömülerek gözden kayboldu.

Korkudan titreyen ellerini, gerçekliğini kavramak ister gibi ayak bileğine sardı genç kız. Yaralar hâlâ oradaydı ama sarmaşık kökü artık yoktu.

"Courosso'ya dönene kadar bu şey normalmiş gibi yapalım olur mu? Yoksa ben aklımı kaçıracağım." diye homurdandı Evan ve elindeki taşı kenara atıp Crystal'e doğru uzandı. Genç kızın bakışları sarmaşık kökünün kaybolduğu noktaya takılı kalmıştı. Tüm bu olanlardan sonra hâlâ akıllarını kaçırmamış olmaları bir mucize olmalıydı.

"Yürüyebilecek misin?" diye sordu Evan Crystal'in yaralarla dolu bileğine bakarken.

Crystal, güç bela gözlerini o noktadan çekip yanında duran Evan'dan destek alarak ayağa kalktı. "Lütfen bir an önce gidelim bu lanet yerden..."

Sarmaşık kendini özgür bıraktı diye sevinemiyordu bile. O kadar çok korkuyordu ki...

Tam birlikte ilk adımı atacakları sırada her ikisi de bastıkları noktada zemini hissedemediler önce. Ardından ayaklarını bastıkları toprak çok güçlü bir sarsıntıyla son bir kez daha sarsılıp içe doğru göçmeye başladı. Ne Crystal anlayabilmişti neler olduğunu ne de Evan. Bir an toprağın yüzeyindeydiler, diğer an ayaklarının altındaki toprak sarsıtılarla gürültülü bir şekilde içe doğru çöküyordu. Tabii toprakla birlikte onlar da...

Toz duman içinde kalan bedenlerine çarpan parçalar canlarını yakıp onlarda yeni yeni yaralar bırakırken, metrelerce yüksekten sertçe dibe çakıldılar ve toprak onları tamamen yuttu...

Çarpmanın etkisiyle acılar içinde kalan bedenleriyle zihinleri karanlığa gömülürken hatırladıkları son şey, bir noktadan gözlerine çarpan loş kırmızı bir ışık ve naif bir kadın sesinin fısıltısından dökülen şu sözlerdi:

Gerçek bir aşk...

Bir damla kan...

Bir damla gözyaşı...

İki evren bir araya gelse, yer ve gök birleşse, faniler ölse, ölüler dirilse bile kopmaz Ruh Bağı...

🫀

Bölümü nasıl buldunuz?

Bölümlerin iki ayrı zamansa geçiyor olması sizler için bir sorun mu yoksa bu haliyle de kurgudan keyif alabiliyor musunuz?

Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler❤️

Loading...
0%