Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Gi̇ri̇ş

@saniyesolak

Sellam💁🏻‍♀️

Yepyeni bir kurgu demek istesem de evime geri döndüm demenin daha doğru olacağına inanıyorum. 2016 yılında yazmaya başladığım sonra birkaç sebepten ötürü silmek zorunda kaldığım nu kurguya aradan geçen bunca zamandan sonra yeniden dönmek benim için eve dönmek gibi ve ben buna hazırım.

Benimle birlikte bu yolda yürümek umarım sizin açınızdan da keyifli olur.

Nefretten aşka evrilen bu evreni seveceğinizi umuyor ve sizleri bölüm ile baş başa bırakıyorum❤️

Keyifli okumalar✨

Söken şafak, geceye karışıp gün ışığına yenilirken hiçliğin ortasında, varlığı normal insanlar tarafından unutulan ve şeytanlara yuva olan eski bir kumaş fabrikasından yükselen silah sesleri nihayet susmuştu.

Genç adam, omzunu sıyıran kurşun yüzünden yarasından akıp beyaz gömleğini kırmızıya boyayan kanını umursamadan dik ve güçlü adımlarla fabrikanın kapısından içeri girdi. Kan ve barut kokusu her yerdeydi... Yaşamlarını yitiren bedenler her yerdeydi.

Gözleri yerde yatan cesetlerde dolandı kısa bir süre. Ne kadar adam kaybettiğini hesaplamaya çalıştı ama karşı taraf kadar çok değildi kaybı. Herkesi ve her şeyi yıkmak istiyordu. Onlardan tek bir kişi bile sağ çıkamasın bu cehennemden istiyordu. Başlatılan bu savaşın sonunu, onların kökünü kazıyarak getirmek istiyordu.

Ve bunu yapacaktı.

Kurşuni gri gözlerini cesetlerden çekip ayakta dikilen adamlarına çevirdi. Bazıları yaralı olsa da genel anlamda bu çatışmayı hasarsız atlatmış gibi görünüyorlardı. Onun hemen ardından içeri giren ve korumaların şefi olan Mahzun "Yedi kişiyi kaybettik efendim..." diye açıkladı durumu. Bunu zaten biliyordu.

Mahzun'a bir kez bile bakmadan "Yakaladıklarınızı getirin..." diye emretti. Mahzun hareket etmek için acele etmedi. Öylece genç adama bakarken, "Efendim önce yaranıza baksak..." diye mırıldandı tereddüt dolu bir sesle. Omzunu sıyıran kurşun yüzünden açılan yaradan hâlâ kan sızmaya devam ediyordu. Öyle ki o kan parmak uçlarından zemine damlıyordu.

Onun söylediklerini umursamadı genç adam. Yalnızca donuk bakan gri gözlerini ona çevirip kısa bir bakış attı. Bu bakış söylenebilecek pek çok sözden daha fazla şey söylüyordu. Mahzun duruşunu dikleştirirken başını bir kez eğerek onayladı adamı bu bakış karşısında. Şu an fazlasıyla öfkeli olan patronuna itiraz edip de öfkeyi kendi üzerine çekmeyi hiç istemiyordu. Gözlerini patronundan çekip bir adım öne çıktı. Emri altındaki adamlar, deponun her noktasına yayılmış hazır olda bekliyorlardı. Bir baş işareti verdi.

Yalnızca birkaç dakika sonra çatışmada kurtulmayı başarmış on iki adam, dizlerinin üzerine çökmüş bir vaziyette genç adamın karşısında sıralanmıştı.

Aras Akın Altuğlu, tek tek adamların yüzlerine baktı. İçindeki öfke öyle büyüktü ki göğü yere indirebilirdi bu öfkeyle. Göğsü ihtiyatla inip kalkarken "Kız kardeşim nerede?" diye sordu. Sesi sakin çıkıyordu ama bağırsaydı eğer, bundan daha fazla korkutamazdı adamları.

İçlerinden biri ağlamaklı gözleriyle Aras Akın'ın yüzüne bakarken "Bi-biz bilmiyoruz abi..." dedi. Sesi de bakışları gibi ağlamaklıydı. Biraz önce ona ateş açan bu adamlar, kaybettiklerini anladıkları anda kaypaklık yapıyorlardı.

"Hmm..." diye mırıldandı Aras Akın. Adımları konuşma cesareti gösteren adamın önünde durmuş ve tek dizinin üzerinde çöküp adamla aynı hizaya düşürmüştü bedenini. Elindeki silahın emniyetini indirdi ardından namluyu adamın sol dizine yaslayıp "Bakalım bu hatırlamana yardımcı olacak mı?" diye sordu ve akabinde tetiğe bastı. Patlayan silah sesi boş fabrikanın duvarlarında yankılanırken adamın acı dolu iniltileri patlama sesinin bıraktığı boşluğu hemen doldurmuştu. Üzerine sıçrayan kanı umursamadan ayağa kalkıp diğerlerine yöneldi.

"Son kez soruyorum. Sara Altuğlu nerede?"

Acı içinde kıvranarak ağlayan adamdan başka hiç kimseden ses çıkmıyordu. Sabrının son demini de o anın içinde tüketen adam, hemen yanında duran adama kısa bir baş işareti verdi. Bilselerdi konuşurlardı. Bu depodan önce girdikleri iki depoda konuşmamak için direnen heriflerin başlarına nelerin geldiğini illaki duymuş olmalılardı. O muameleye maruz kalmamak adına yine konuşurlardı gerçekten bilseydiler.

Uzun bir muşamba getirildi deponun içine. Adamların korkuları artık elle tutulur cinstendi, hatta içlerinden biri ayağa kalkıp büyük bir umutla, o kadar adamın arasından kaçıp kurtulabileceğine inanarak girişe doğru koşmaya başlamıştı. Yalnızca beş adım atabildi. Aras Akın Altuğlu'nun silahından çıkan kurşun, adamın bacağını delip geçtiğinde havalanan altıncı adımını yere basamadan bedeni sendeledi ve acı içinde bağırarak yere düştü.

Kaçmaya çalıştığı noktaya yeniden oturtulduğunda acı dolu iniltilerine alnından süzülen ter damlaları eşlik ediyordu.

Aras Akın Altuğlu adamlarına ikinci bir emir verdi, o muşamba sıraya dizilen adamların etrafına sarıldı ve deponun için benzinle yıkandı. Ağlamalarının, yalvarmalarının hiçbir önemi yoktu. Tıpkı öncekilerde olmadığı gibi...

Aras sıkılan gözlerini ona yalvaran adamlardan çekip kulaklarını seslere tıkadı ve gri gözlerini deponun içine sıra sıra dizilen birer tonluk varillere çevirdi. Hemen yanında duran ve ifadesiz bir şekilde adamların muşambayı sarmalarını izleyen Mahzun'a, "Bu varillerde ne var?" diye sorarken aslında alacağı cevabı az çok biliyordu. Önceki girdiği depodaki paketler uyuşturucu ve uyarıcı maddeler ile doluydu.

"Silahlar efendim..." dedi Mahzun. Bir köşede duran varilleri işaret etti. "Onlarda kimyasal silahlar varken..." Ardından eli diğer taraftaki üst üste sıralanmış tahta sandıkları çevrildi. "Onlarda da normal ateşli silahlar var..."

Derin bir nefesi içine çekip "Söyle adamlara depoyu boşaltsınlar..." diye son emrini verdi. Birazdan koparacağı kıyametin fitilini kendi elleriyle ateşe verecekti. Tıpkı diğer iki depoda yaptığı gibi...

Mahzun yine duraksadı. Sıcaktan değil ama gerginlikten alnından süzülen ter damlalarını silmemek için kendisi ile savaşırken boğazını temizleyip "Aras Bey..." diye mırıldandı tereddüt dolu bir sesle. "Adamları öldürmeniz neyse ama buradaki silahları da imha ederseniz çıkacak bir savaş kaçınılmaz olacak efendim. Diğer iki depoyu patlatarak Rauf Karan'ı oldukça büyük bir zarara zaten soktunuz."

Aras kolundaki yarayı umursamadan ellerini arkasında birleştirip tek kaşını kaldırarak baktı Mahzun'un yüzüne. "Biz neden buradayız Mahzun?" diyen sesi son derece sakin çıkıyordu ama bu sakinliğin ardında şiddetli bir kasırga olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu Mahzun onu.

Cevap vermedi...

Onun kendi içinde haklı olduğunu biliyordu ama Rauf Karan gibi bir adamın damarına bu kadar çok basıldığında neler olacağını da iyi biliyordu.

Bir savaş çıkacaktı. Kanlı bir savaş...

"Kız kardeşim ellerinde..." Gittikçe sertleşen sesi, sakinliğini kaybettiğini gösteriyordu. "Zaten bir savaş başladı."

Bakışlarını çekip ileri doğru bir adım atması, konuşmanın burada noktalandığının işaretiydi. Hiçbir şey söylemeden ona verilen emri yerine getirdi Mahzun ve kendi adamlarını, ölüsüyle ve dirisiyle depodan dışarı çıkardı.

Artık depoda yalnızca Aras Akın Altuğlu vardı. Her bir adamın yüzüne, yüzlerini ezberlercesine baktı. Bu her yüz, ona bir savaşta olduğunu ve o savaşı kazanacağını hatırlatacaktı. Rauf Karan'ı bu dünyadan kendi elleriyle silecekti.

Düşmanlarının merhamet için yalvaran acı dolu sesleri ona bir piyanonun hoş ezgileri gibi geliyordu o an... Hiç etkilenmiyordu onlardan. Dudakları tehlikeli bir gülümsemeyle kıvrıldı. Burnuna dolan benzin kokusunu iyice içine çekerken cebinden çıkardığı zippo çakmağı usulca ateşledi. Hava henüz kararmamıştı ama deponun içi o kadar da aydınlık sayılmazdı.

Ağlamaya başlayan adamları keyifle izledi. Tam bir haftadır kardeşini bulmaya çalışıyordu. Ne kadar korktuğunu, ne kadar canının yandığını düşünmek ona kafayı yedirtiyor öldürme arzusunu tetikliyordu. Kız kardeşinin yaşadıklarının bin mislini bu adamlara yaşatmak istiyordu.

Tam yanan zippoyu yere atacaktı ki cebindeki telefonu çalmaya başladı. Bir haftadır artık gelen her telefon onun için hayati önem taşıyordu, kız kardeşinden bir haber gelirse diye.

Zipponun kapağını kapatıp adamlara kısa bir bakış attıktan sonra telefonunu çıkarıp kimin aradığına baktı.

Tanımadığı bir numaraydı...

Kaşları çatıldı Aras'ın. Duruşunu dikleştirirken aramayı yanıtlayıp telefona cevap verdiğinde neyle karşılaşacağını bilmiyordu ama "Abi?" diyen kardeşinin sesini duymayı beklemiyordu.

Bir an kalbi tekledi Aras'ın. "Sara?" derken sesi hissettiği şaşkınlığı yansıtıyordu. "S-Sara, canımın içi sen misin?"

Kavradığı gerçekle gözleri irileşirken yerdeki bakışlarını kaldırıp deponun girişine dikti. Kardeşi telefondaydı. "Sara iyi misin? Sana bir şey yaptılar mı, zarar verdiler mi? Bana yerini tarif edebilir misin güzelim?"

Titrek bir nefes sesi geldi önce ahizeden. Ardından yorgun bir sesle "Abi..." dedi kız kardeşi. "İyiyim. Eve geliyorum ben, evde konuşalım bunları olur mu?"

İkinci bir şokla sarsıldı genç adam. Hemen ardından kalbi korkuyla kasıldı. Zihnini dolduran binbir türlü senaryonun arasında kaybolmak üzereyken bir elini ensesine atıp ensesini sertçe kavradı. "Nasıl?" diye sorduğunu bile çok sonradan fark edebilmişti.

"Bir kadın geldi abi..." dedi Sara yorgun olmasına rağmen, abisine durumu açıklama gayretine girerek. Aras ancak o zaman Sara'nın bir arabanın içinde olduğunu anladı. Arkadan kısık sesli bir melodi gibi arabanın motorunun sesi geliyordu. "Beni o adamlardan kurtardı ve şimdi de eve getiriyor..."

Bir kadın mı?

Aras'ın aceleci adımları fabrikanın dışına doğru ilerlerken "Ne kadını Sara? Neredesiniz? Gelip seni kendim alacağım, bana yer söyle..." diyordu. Sesi içine bastıran hararet yüzünden yükselmişti.

Fabrikadan çıkmadan önce son bir kez omzunun üzerinden fabrikaya baktı. Aras'ın çıkışa ilerlemesiyle rahatlayan adamlar, o yeniden onlara döndüğünde yeni bir gerilim ile sarmalanmışlardı. Kız kardeşinin hırıltılı nefesi kulaklarına dolduğu her an öfkesi daha da körükleniyordu.

Elinde duran çakmağı bir kez daha çaktı ve arkasına bakmadan fabrikadan çıkarken yanan zippoyu bir benzin birikintisinin üzerine doğru attı. Çok değil, saniyeler içinde alevler, benzinlerden çizilen yolları takip ederek büyük bir hızla fabrikaya yayılmaya başlamıştı. Akabinde, içerdeki muşambaya sarılan adamlardan gelen çığlık sesleri, kapkara dumanla birlikte havaya karıştı.

"Sakin ol abi..." dedi kız kardeşi zayıf bir sesle. Sesinde korkuya dair bir şey duymamak iyiye işaret olmalıydı. Sadece yorgun, zayıf ve üzgün geliyordu ama Aras onu görmeden iyi olduğuna da ikna olmayacaktı.

Ahizeden bir hışırtı sesi geldi ve hemen ardından da boğuk bir konuşma sesi.

Sara yanındaki kadına, her kimse artık, nerede olduklarını sormuştu genç adam yanlış anlamadıysa ama kadının verdiği cevabı duyamamıştı.

"Abi..." dedi Sara en sonunda yeniden Aras'a dönerek. "Eski Koşar süt fabrikasının oradaymışız ve evimize yaklaşık yarım saatlik bir mesafe varmış." Kısa bir an duraksayan kardeşini büyük bir dikkatle dinlerken o dışarı çıkar çıkmaz yanına gelen Mahzun'a kısa bir baş işareti vererek herkesin acilen toparlanması gerektiğini söyledi. O süt fabrikasını biliyordu. Ve eve yarım saat kadar uzaklıkta olduğunu da.

Kardeşi şu an eve onun olduğundan daha yakındı. Endişe içini kemirmeye başlamışken, kısık sesli birkaç öksürüğün ardından Sara devam ettiğinde pür dikkat onu dinlemeye koyuldu. O kısık sesli öksürükler bile Aras'ın canını fazlasıyla yakmaya,dolayısıyla da sıkmaya yetiyordu.

"Eve git abi..." diye mırıldandı Sara. "Bende birazdan evde olacağım... Sonunda..." Titrek nefesine eşlik eden bir burun çekme sesi, onun ağlamak üzere olduğunu gösteriyordu.

Kahretsin diye geçirdi içinden. Sara, Aras için her şey demekti ve onun acı çektiğini bilmek duymak genç adam için ölümden beterdi.

Kafası karıştı genç adamın. Biraz önce kız kardeşini nerede bulacağını bilmemenin çaresizliği ile sarmalanmıştı. Bir haftadır değil ülkede, Dünya'da taş üstünde taş bırakmamış sayılırdı. Aramadığı hiçbir yer kalmamıştı ama yine de bulamamıştı.

Şimdi bir kadın mı onu bulmuştu yani? Şimdi bir kadın mı onu genç adama getiriyordu?

İnanmakta zorlanıyordu Aras buna. Eve gitmek istemiyordu, sadece kardeşine gitmek istiyordu, onu bir an önce kollarına almak...

"Kim o kadın?" diye sordu Aras kardeşine. Sesi istemsizce buz gibi olmuştu. Kolay güvenen bir adam hiçbir zaman olmamıştı ve tam şu an, kız kardeşi söz konusuyken elbette öylece güvenecek değildi. "Telefonu ona ver..."

Kısa bir hışırtı ve arkadan gelen kısık sesli konuşma sesleri... Ardından yeniden Sara'nın pürüzlü sesi. "O..." diye mırıldandı Sara. "Şey... Pek konuşmak istiyor gibi görünmüyor..."

Küfretmemek için kendini zor tuttu Aras. önüne kadar gelen arabasının kapısını açarken "Adı ne bu kadının?" diye sordu. İçine doğan kötü hislerin hiç birine engel olamıyordu. Ya kardeşini tuzağa düşürmüşlerse? Ya daha farklı bir şey olmuşsa ve o daha fazla zarar görürse? Ya küçük kız kardeşini bir daha göremezse?

Bir dolu ihtimal, tahta kuruları misali beyninin içini kemiriyordu.

"Yazgı..." diye mırıldandı kardeşi. "Onun adı Yazgı Deha Yaman..."

Arabanın kapısını tutan elinin parmakları sıkılaştı Aras'ın. Onların dünyasında bu ismi duymayan kimse yoktu.

O Rauf Karan'ın üvey kızıydı...

Ve şimdi kardeşini kurtarmıştı öyle mi?

Girişi nasıl buldunuz?

Tahminleri alayım, sizce neler olacak?

İlk bölüm yarın yayında olacak çiçeklerim, beklemede kalın❤️

Loading...
0%