Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@selcanykazdal

2.bölüm

 

İkinci bölümle merhaba! ❤️

 

 

 

 

Elçin bahçede ki masayı hazırlarken, annesi de bahçedeki şömineyi harlıyordu o sıra.

 

''Kız Elçin, vallahi yolucam seni! Kızı mutfakta bulaşıklarla bıraktın. Git yardım et, biz Zülal'imle kurarız sofrayı.''

 

Annesinin söylediklerine gözlerini devirip cevapladı hemen.

 

''Ay tamam ya!'' Dedikten hemen sonra bahçe kapısından içeri girdi, oturma odasının önünden geçerken bir an durakladı. Çünkü abisi olacak öküz, Zülal'in gönlünü almaya uğraşacağı yerde koltukta uzanmış maç izliyordu.

 

''Abi yeminle öküzün önde gidenisin. Bir mö'lesene!''

 

Kadir duyduğu sesle kafasını kapıya çevirdi. Bu kızı evire çevire dövecekti bir gün, vallahi yapacaktı artık.

 

''Elçin! O bir metre hiç santim boyunu, tamamen yerin dibine gömerim bak! Bulaşma bana!''

 

''Ay komik misin? Dur güleyim de ayıp olmasın. Ha ve ha! Sen bu kafayla devam et. Öküzlerin efendisi!'' Dediğinde uçar adım mutfağa koştu, çünkü biliyordu ki bir saniye daha dursaydı. Abisi onu saçlarından tavana asacaktı. Mutfak kapısından içeri adım attığı sıra Bahar'ın elinin kanadığını görünce panikle tepki verdi.

 

''Ay! Bahar parmağını mı kestin?''

 

Normalde abisi ve müstakbel yengesi bu denli yakınlaşmışken ufaktan bir izler, ardından sinsi bir sırıtışla kıyın kıyın bahçeye dönerdi ama... Aması vardı işte. Kız elini kesmişti, ne yapsın? Merhamet dolu yüreğine söz mü geçiyordu sanki?

 

Bizim iki divane ise, duydukları sesle irkilip elektrik çarpmış misali hızla geri çekildiler.

 

''Aaa... Şey, önemli değil. Ufak bir kesik işte. Hallederim ben.''

 

Sinan, içinden bildiği ve an itibari ile, ileri düzeyde ürettiği küfürleri sıralamakla meşguldü. Bu Elçin'in hiç mi ayarı olmazdı yahu?!

 

''Elçin! Kızım ne diye sessiz sessiz yanaşıyorsun? Aklımız çıktı.''

 

''Valla abiş, ben buraya kadar gayet sesli adımlar attığımı düşünüyorum. Ama siz o kadar konsantre olmuşsunuz ki fark edemediniz sanırım.''

 

Bahar o an öyle utandı ki, bir bahaneyle mutfaktan çıkmak artık onun için farzdı.

 

''Şey... Bulaşıklar bitti Elçin. Be...ben bahçeye geçiyorum.'' der demez, tabana kuvvet kaçtı oradan.

 

''Elçin, yeminle canımdan bezdirdin artık sen!'' diye sinirle bağırdı Sinan. Siniri hem Elçin'e hemde kendineydi aslında. Yaralı kuzusu nasılda utanıp kaçmıştı öyle... Yaralı kuzusu mu? Tövbe tövbe!

 

''Ay ne yaptım ben şimdi abiş ya?'' diyen Elçin'i duymadı bile o hırsla oturma odasına dalıp Kadir'in ensesine tokadı yapıştırdı.

 

''Ver lan şu kumandayı! İzlediği şeye bak, bu kafayla yakında sende talibini aramaya çıkarsın bu programlara!''

 

''Abi ne diyon sen allasen ya? Ulan bu evinde stres topu benim anasını satayım!''

 

''Darlandurma beni, şu kumandayı bana ver!''

 

''He anladım, frekans değiştiğine göre, kızdırmışlar seni. Kim kızdırdı? Bendeki de soru Elçin cadısı dimi? Abi çok uzadı bunun dili, kesecem bak az kaldı benden demesi...''

 

''Kadir bir sus oğlum ya! Bir sus da sus!'' Dediği vakit, Kadir gelen geçenin tokadını yemekten bir garip, ayaklanıp bahçeye yöneldi. Sinan ise o sırada televizyondaki yorum programına bakıyordu ama aslında kızı düşünüyordu. Ne güzel kokuyordu, neydi kokusu? O çok anlamazdı öyle parfümlerden ama bu koku çok tanıdıktı. Elini refleksle dahi olsa tutmuş olmanın verdiği bir sarhoşluk vardı üzerinde, göz göze geldiklerinde bakışları istemeden dudaklarına kaymıştı. Tadı nasıldı o dudakların? Bal gibiydi kesin, hemde anzer balı... Daha önce biri sahip çıkmış mıydı o dudaklara? Ulan o dudaklara sahip çıkan, tadını alan adamın aklını alırdı!

 

''Oğlum, annem gel sende bi'şeyler atıştır. Kokmuştur şimdi mis gibi.'' diye seslenen annesinin sesiyle irkildi. Annesi lafını bitirir bitirmez çıkmıştı da, o nasıl gidecekti şimdi? Kalbi ağzında atıyordu sanki. O değilde bu yaşta düştüğü hallere yanıyordu. Ulan bok vardı, gidip sorgusuz sualsiz pat diye gönlünü kaptırmıştı kıza.

 

Ağır adımlarla bahçeye girdiğinde masaya göz gezdirdi. Annesi hem yiyor hemde Bahar'ı süzüp ona bir şeyler anlatıyordu. Güldü. Kadir, Zülal'i kandırmayı başarmıştı belli ki, bildiğin çaktırmadan cilveleşiyorlardı. Elçin ise elindeki hamuru ısırıp, telefonunu kurcalıyordu. Bahar ise... Bahar annesini dinliyordu ama o kadar çekingendi ki tavırları. Kurban olurdu be! Böyle kıza gönlünü değil, ömrünü bile verirdi. Geçip tam Bahar'ın karşısına oturdu, bu kızı ne yapıp edip tavlayacaktı. Bir seferinde rahmetli babası, annesiyle olan aşkını anlatırken şöyle demişti, 'Onu bir gördüm, yüreğim birden bayram ilan etti. Kalbim duracaktı sanki. O an dedim ki Ula Resul! Ha bu kızi gelinun etmezsan, sağa yazuk olsun! Sonra da aldım sevdiğimi, kendime gelin, yüreğime taç ettim.' Düşüncelerinden sıyrıldığında kararlıydı. Bahar onun gelini olacaktı.

 

''Sen Zülal'in hangi taraftan akrabasısın kuzum?'' Diye soran annesine kulak kesildi. Bahar'la arada bir göz göze geliyorlardı ama Bahar hemen kaçırıyordu o bal rengi gözlerini.

 

''Zülal benim halamın kızı oluyor.''

 

''Kaç kardeşsiniz?''

 

''Bir abim, bir de ablam var. İkisi de evli. Evin en küçüğü benim.''

 

''Annen, baban ne iş yapar?''

 

''Babamda benim gibi öğretmendi, bende onun sayesinde sevdim zaten bu mesleği... Ama şimdi emekli. Annem ise ev hanımı.''

 

''Oh! Maşallah... Memleket nere peki?''

 

Sinan kahkaha atacaktı artık, annesi gözüne kestirdiği müstakbel gelin adayını iyice araştırıyordu. Gerçi Bahar sıkılmış gibi değildi ama annesi az daha zorlarsa kızcağız niyetini anlayacaktı.

 

''Ankara... Ama annem Bursa'lı.''

 

''Ne güzel, ne güzel...''

 

🌸🌸🌸

 

Bahar artık mahalleye alışmıştı, insanları o kadar güzel, o kadar cana yakındı ki... Geleli iki hafta olmasına rağmen, mahallede ki herkes onu ailesi gibi benimsemişti. Okuldaki diğer öğretmenlerle de arası iyiydi şükür. Hele bir sınıfı vardı ki, hepsi birbirinden sevimli çocuklardı. Ama en zeki öğrencisi Cavit'ti, bir de olgundu ki onu gören 9 yaşında değilde 30 yaşında sanırdı. Elindeki poşetlerle sokakta ilerlerken, bir an gözü karşıda ki balık restoranına takıldı. Resul'ün Yeri yazıyordu. Acaba Sinan'ın sahibi olduğu balık restoranı bu muydu? Sinan'ı düşündüğü an tüm tüyleri diken diken oluverdi bir anda. Gelir gelmez resmen mahallenin en güzel abisine gönlünü kaptırmıştı. Kim kaptırmazdı ki? Bazı öğrencilerinin ablaları yada bekar yakınları adamı aralarında öve öve bitiremiyor hatta bir yemedikleri kalıyordu. Sinirlendi! Bu adam neden bu kadar güzeldi? Yeniden yürümeye başladı, ona neydi ki? Onca kız varken adam sanki dönüp ona mı bakacaktı? Ve yine sinirlendi!

 

Sinan ise kızın duygularından bir haber restoranın ofisinde oturmuş elindeki kalemi çeviriyordu. Kız geleli tamı tamına on dört gün olmuştu ama doğru düzgün iki cümle kurmaya bile cesaret edemiyordu. Adamlığına güldü, babası olsa yüzüne tükürürdü. Hakkıydı. Delikanlı gibi kızın karşısına çıkıp, onunla vakit geçirmeye fırsat kollasaydı belki de yüreğine çoktan sızardı. Ama o teoride anca burada oturup bunları düşünüyor pratikte ise yolda karşılaştıklarında sadece baş selamı verebiliyordu. Ofis'in kapısı açılınca Ömer göründü.

 

''Gündüz vakti olmasına rağmen, müşteri bol bugün. Allah bereket versin.''

 

''Sağ olasın, geç otur. Ben çay söyleyeyim.''

 

Telefonla çayları isteyip, karşısındaki adama baktı. Adam sanki bir şey diyecekti de diyemiyordu.

 

''Ne oldu? Dökül.''

 

Ömer ellerini pantolonuna sürtüp konuyu açtı.

 

''Şey ya... Ne yaptın diyecektim.''

 

''Neyi?''

 

''Kızı...''

 

''Hangi kızı?''

 

''Ulan hangi kız olacak! Senin ki da senin ki.''

 

''Aynı tas, aynı hamam. Bi'şey olduğu yok. Öyle mal gibi bekliyorum abi, benden bi' bok olmaz...''

 

Sinan, Ömer'de başka bir tuhaflık daha seziyordu ya hadi hayırlısı.

 

''Şey...''

 

''Ney? Ula lafı geveleme, adam gibi anlat. Ne oldu?''

 

Ömer artık ne olacaksa olsun diyerek daha fazla tutamadı dilini.

 

''Hasan dayının kahveye uğradım bu sabah... Levent, Bahar'ı görmüş. Kahvedekilere ahkam kesiyordu yengeniz olur diye. Sen burada böyle otururken adam atağa geçecek. Seviyorum dedin, eyvallah. Ama hani? İcraat yok. Sen benim kardeşimsin, derdin derdimdir bilirsin, seni anlamaya da çalışıyorum ama sende artık daha neyi bekliyon be kardeşim?!''

 

Sinan öfkenin her rengini bildiğini sanırdı birde, bu bildiğin kan kırmızıydı. Levent şerefsizine bak sen! Demek onun sevdiğine göz koymuştu he! Adamın ebesini öttürürdü ebesini!

 

''O puştun belasını s*k*cem, nerede o? Kahvede mi hala? Ulan doğduna pişman ettirmezsem bana da Sinan demesinler.'' Dediğinde ayaklanmış, kapıya doğru gidiyordu ki... Ömer'in eli kolunu kavradı.

 

''Ne diye hesap soracaksın? Sen daha kızla iki kelam edememişsin, adam yeğenini okula götürme ayağına kızla her gün kuruyor muhabbeti. Sen önce bir kıza karşı atağa geç, baktın ki meyve veriyor işte o zaman o Levent'in ağzına beraber sıçarız.'' Diyen Ömer'e hak verip derin bir soluk bıraktı. Tekrar yerine oturduğunda parmaklarıyla masayı tıklatıp duruyordu.

 

''Oğlum beynim durdu. Hayatımda hiç sevmedim ki ben, nasıl olur bu işler bilmiyorum. Günlerdir kendi kendimi yiyorum ama tık yok. Delirecem ama az kaldı bak orası kesin.''

 

''Ne bileyim abi, benimde kafam basmıyo ki anasını satayım.'' Derken bir yandan da düşünüyordu Ömer. ''Okul çıkışlarında arada bir geç oralardan, sonra da eve bırakma olayından yürü bir bakalım. Sonra devamı gelir bence.''

 

''Öyle mi diyosun?'' Dediğinde, arkadaşının söyledikleri mantıklı geliyordu aslında.

 

Akşama doğru restorandan çıkarken, bir hayli kararlıydı. Bundan sonra ciddi anlamda atağa geçmesi gerekiyordu. Yoksa kıza kavuşamadan o Levent'i mezara, kendini de mapusa sokacaktı.

 

Araba yokuş aşağıya inerken, gözlerine takılan şeyle hafifçe frene dokunup yavaşlattı. Bahar mıydı o? Vallahi oydu. 'Allah be!' dedi içinden, fırsat resmen ayağına gelmişti. Hafifçe yanına yaklaşıp durduğunda, Bahar havanında kararmasıyla biraz korkmaya başlamıştı, etraf ıssızdı. Hızlı adımlarla yürürken bir anda yanında duran arabayla, korkuyla sıçradı. Onun korktuğunu fark eden Sinan camı indirip, seslendi.

 

''Bahar... Korkuttum sanırım, kusura bakma. Ben seni görünce, malum havada karardı... İstersen eve kadar bırakabilirim.''

 

Bahar hem korku, hemde heyecanla atan kalbine yenik düşüp hemen kabul etti. Keşke yol biraz daha uzun olsaydı, iki mahalle sonra inecekti. Derin bir of çekti!

 

Sinan arabaya binen kıza kısa bir bakış attığında, kalbi ritmini şaşırmıştı. Ama ölmek var, dönmek yoktu. Muhabbet açması gerekiyordu.

 

''Nasıl, alışabildin mi mahalleye?''

 

''Evet... Herkes o kadar iyi ki, kısa zamanda sanki yıllardır burada yaşıyormuşum gibi hissettirdiler sağ olsunlar.''

 

''Şükür ki, mahallemizdeki herkes sıcaktır. Okul nasıl gidiyor?''

 

''Okulda güzel...'' Bahar aklına gelenle bir an düşündü, söylese miydi acaba? Of söylemezse ölürdü. Tepkisini aşırı merak ediyordu. ''Bu arada... Okuldaki öğrencilerin bekar yakınlarının dilinden düşmüyorsun. Büyük bir hayran kitlen var haberin olsun...'' Derken gülümsemeye çalışmıştı ama başarabildi mi bilmiyordu.

 

Sinan güldü.

 

''Bak şaşırdım şimdi, bizde en gözde delikanlı Kenan olurdu genelde ama...''

 

''Kenan?''

 

''Yakın arkadaşlarımdan biri... Ömer ve Tahir'de var tabi...'' Sonra kendi kendine sinirlendi. Ne diye onlardan bahsediyordu şimdi!

 

''Levent'le de tanışmışsın duyduğum kadarıyla...''

 

''Levent?'' dedikten sonra biraz düşündü. ''Aaaa tamam hatırladım. Elif'in dayısı. Evet, iyi bir insana benziyor.''

 

''Değil!'' Diye o anlık sinirle büyük bir tepki verdi Sinan. Sonra usulca kafasını kıza çevirdi, Bahar şaşırmış gözlerle kendisine bakıyordu. ''Yani... Çok çapkın bir adam o. Dikkat etmen için öyle dedim.''

 

Bahar başıyla onayladı, daha da konuşmadılar. Apartmanın önüne geldiklerinde, Bahar bu adamın yanından hiç gitmek istemese de arka koltuktaki poşetleri almak için yöneldi.

 

''Dur yardım edeyim.'' Diyen Sinan biraz sonra olacaklardan habersiz, arka koltuğa yönelince göz göze geldiler. Öyle sıradan bir göz göze gelme değildi bu, birbirlerine çok yakınlardı.

 

Sinan şuan ölüyordu. Allah kahretsin, dudaklarına bakmaması gerekiyordu. Evet şimdi, sakince bakışlarını ondan çekip önüne dönecekti hepsi bu. Bunu yapabilirdi.

 

Bahar resmen nefesini tutmuştu. Kalbi yerinden çıkmak için göğüs kafesini zorluyordu. Tüm vücudunun uyuştuğunu hissediyor, ihtiyacı olan tek şeyin ise adamın kollarına sığınmak olduğunu düşünüyordu ama yapmadı. Yapamazdı. Poşetlere uzanan elleri birbirleriyle temas ettiğinde, hissettiği yoğun duygularla kendini aniden geri çekti.

 

''İyi akşamlar...'' dedi Bahar perisi...

 

''İyi akşamlar...'' diye karşılık verdi, alevlerin ortasına düşmüş olan adam.

 

 

 

🌸🌸🌸🌸🌸🌸

 

''Kenan! Ne yaptın bütün gün? Aradık açmıyosun da...'' Diye soran Sinan'a cevabı Kenan'dan önce Tahir verdi.

 

''Kenan ne yapar? İtlik, köpeklik!'' Deli alayla, hepsi gülerken Kenan sinirle soludu.

 

''Tahir bak s*k*cem!''

 

''Olmaz bebeğim, ben bakireyim!'' Diyen Tahir'den sonra hepsi gülerken, Ömer bir de ''Çılgın bakire seni!'' deyince ipler tamamen kopmuştu. Kısa süre sonra Sinan yalancı bir kızgınlıkla arkadaşlarına baktı.

 

''Tamam lan yeter. İyice yalama yaptınız!'' dediğinde küçük taburesine oturup, karşısındaki deniz manzarasını izlemeye başlamıştı bile. Diğerleri de onu takip ettiğinde bir küçük rakı bitmişti.

 

''Oğlum ne bu efkar lan? İçimi şişirdin sabahtan beri.'' Diyen Kenan'dı. Belki içlerinde en dalgacı oydu ama aslında merhamet denen illette en çok onda barınırdı. Hatta bu yüzden yediği kazıkların haddi hesabı da yoktu ya neyse.

 

''Valla bende bezdim abi. Git konuş şu kızla da rahatla artık!'' Diyen Tahir'di ve elbette ona cevabı yapıştıran da Kenan.

 

''Dinime küfreden müslüman olsa...'' dedi kafasını sallayıp kısık gözlerle tehdit bakışları attı arkadaşına. Tahir ise resmen bakışlarıyla kurşuna diziyordu Kenan'ı, vallahi kardeş falan demeyecek hastanelik edecekti bu pezevengi bir gün, artık şarttı.

 

''Lan siz iyice...'' diye atarlanan Ömer'i Sinan durdurdu. ''Haklılar... Artık harekete geçmem lazım, yoksa o Levent denen puştun eceli olacağım. Sonra da ne şehittir, ne gazi bok yoluna gitti Niyazi...'' derken dişlerini sıkıyordu.

 

''Ne Levent'i? Mevzu ne? Süs eşyası mıyız lan biz? Hiç bi' halttan haberimiz yok!''

 

Kenan'ı yese doymayacak olan Tahir, bu sefer ona hak verdi.

 

''Saksı niyetine gezdiriyorlar işte bizi peşlerinde.'' Dediğinde Ömer'e döndü, cilveli bir edayla. ''Kocacığım akşam ne pişereyim sana?''

 

''Şırdan isterim bebeğim...'' derken onun oyununa katılmıştı, sonra az önce şakalaşan o değilmiş gibi gürledi. ''Lan başlıycam giderinize, nimetle şaka yaptırmayın bana valla çarpılıcaz şimdi, o it oğlu bizim yengeye göz dikmiş durum bu. Bende bu sabah, tesadüfen kahve de öğrendim...'' dedi Ömer bardağını fondiplerken.

 

Kısa süre ortama sessizlik hakim oldu. Herkes aynı şeyi düşünüyordu. Sinan bu kızı nasıl tavlayacaktı? Öyle ki Tahir belki de ilk kez Elçin'den başka bir şey düşünmeye başlamıştı, yani sıkıntı o denli büyüktü.

 

''Piknik!'' diye bir anda bağırdı Kenan.

 

''Ne pikniği lan, patlatıcam şimdi beynini piknik tüpü niyetine!''

 

Ama Kenan'ın aklına gelen fikir sayesinde, Ömer'i malum yeri bile iplememişti.

 

''Piknik ayarlayacağız işte, mahalle pikniği. Karaman parkı yok mu? Büfenin o alanı kiralarız bir günlüğüne, al sana görüşmek için bahane! Sonra Sinan o arada ne yapacaksa yapar, artık mal değilse...''

 

Normalde Sinan'ın atarlanıp, Kenan'ın suratına bir yumruk geçirmesi caizdi ama aklına başka da bir şey gelmiyordu.

 

''Tamam öyle yapalım, Tahir muhtara söyle anons yapsın, tüm masraflar benden, bu hafta sonu piknik var...''

 

''Bir kız uğruna o piknik güzel geçirecek sana yalnız, sonuçta tüm mahalleyi doyurmak ciddi bir iş.'' Derken alay ediyordu Tahir.

 

Sinan mırıldandı.

 

''Feda olsun...''

 

*****

 

Ertesi sabah muhtar anonsu yaptığında, mahalle halkını güzel bir telaş sarmıştı... Tam da bahar ortasındalardı, herkes artık kışı uğurlamaları gerektiğine inanıyordu. Hele ki sponsoru Sinan olunca mahallenin kızları kıkır kıkır planlar çevirmeye başlamıştı bile.

 

Bahar ise, okulda olduğu için anonstan bir haber dertli dertli düştüğü sevdayla cebelleşmekle meşguldü. Nasıl böyle çarpılmıştı ki? O değil miydi kimseyi beğenmeyen, elini erkek eline değdirmeyen? O değil miydi ömrünce bekar yaşayıp, altın kız olmayı hedefleyen? Şimdi ise adeta Karadeniz'in hırçın dalgalarında savruluyordu, işin garibi kurtulmaya niyeti de yoktu.

 

''Şu cevaba bakar mısın Bahar, ay her sınavda muhakkak çıkıyor böyleleri...'' diyen meslektaşı Sedef'e döndü bakışları. Ona içten içe minnet ediyordu, çünkü böyle düşünmeye devam ederse delirmesi an meselesiydi. Kağıdı Sedef'in elinden alıp, gösterdiği cevaba bakınca güzel bir kahkaha attı.

 

 

''Benim çocuklarım daha küçük olduğu için, akılları ermiyor böyle marjinal cevaplara. Ama çok iyiymiş bak, mizahlarının maşallahı var, yeni nesil zehir gibi.'' Arkadaşı sebilden su alıp yanına oturduğunda onu onayladı.

 

''Öyle, ama kıyamıyorum da puan kırmaya... Ne yapacağımı inan bilmiyorum.''

 

''Bu seferlik görmezlikten gel bence, ama uyarmayı da ihmal etme tabi.'' dediğinde bakışları Sedef'in karnına kaydı.

 

''Ne kadar kaldı?'' derken, onun ne kadar güzel bir hamile olduğunu düşünüyordu.

 

''3 ay daha var, aslında bana kalsa son güne kadar çalışırım ama benim ki ortalığı ayağa kaldırıyor, sanırım önümüzdeki ay izne ayrılacağım.''

 

Kısık gözlerle gülen arkadaşını bir an için kıskandığını düşündü, sevdiği adamla evli olması zaten çok güzel bir şeydi üstüne bir de bebekleri olacaktı... Dünyanın en güzel duygusu bu olsa gerekti. Sonra farkında olmadan bir an, kendisinin eli kocaman karnında sabah kahvaltısı hazırladığını düşündü, eğer evli olsaydı ilk evladının kız olmasını isterdi, elbette ayrım yapmıyordu ama kız çocuklarına bir başka düşkündü. Arkadaşı sınav kağıtlarına dönerken, hoşuna giden hayali biraz daha süslemeye başladı. Salıncakta sallanırken, bir eli karnında kızını okşuyor diğer eli ise sevdiği adamın elini kavramış adam ise kendisinin tuttuğu elini okşuyordu. Sonra başını adamın omzuna yasladı o esnada adam huzurlu bir nefes çekti saçlarından ciğerlerine. Sevdiği adamın kim olduğunu merak edip hayal de olsa kalbi hızlanmaya başlamıştı bile, adamın omzundan kafasını ağır ağır çekip bakışlarını yüzüne çevirdi... Oydu işte. Zaten başka kim olabilirdi ki? Sinan o Karadeniz mavisi gözlerini kendisine dikmiş aşkla bakıyordu. Sonra iki sevdalı yüz birbirlerine yaklaşmaya başladı, adamın bakışları kızın dudaklarına mıhlanmıştı... Yaklaşıyordu işte, resmen onu öpecekti... Mümkünmüş gibi kalbi daha hızlı atmaya başladı, aralarında mesafe kalmamıştı, şimdi onu kesin öpecekti... Öpmek üzereydi.

 

''Bahar?''

 

Arkadaşının seslenmesiyle, nefessiz kalmış gibi soluklanıp kendine geldi. Yok artık, resmen adamla evli olduğunu ve onu öpeceği anı hayal etmişti. Kalbi hala deli gibi atarken, sesini toparlayıp Sedef'e döndü.

 

''Efendim canım?''

 

''İyi misin?''

 

''İ..iyiyim,'' deyip saatine baktı ''neyse ben derse gidiyorum, sana kolay gelsin.''

 

Kaçar gibi, arkasına bile bakmadan öğretmenler odasından çıktı. Gerçi gibisi yoktu resmen kaçmıştı.

 

Son dersi de bitirdiğinde, hızla çantasını ve notlarını toparlayıp okuldan çıktı. Eve gidip bir güzel uyku çekecekti, resmen tüm gün Sinan'ı düşünmekten kafayı yemek üzereydi. En azından uyursa şu düşünme mevzusuna bir süre ara verebileceğini düşünüyordu. Yürüdüğü sokak biraz ıssızdı, hafif korksa da hava henüz kararmamıştı o yüzden pek üzerine düşmedi sadece adımlarını hızlandırmıştı ama arkasından gelen sesle yüreği korkuyla hopladı.

 

''Heyt bee! Şu güzelliğe bak, öğrencin olayım okut beni hocam...''

 

Bir kere bile arkasına bakmadan adımlarını daha da hızlandırdı. Elinde ki notlara sımsıkı sarılıp göğsüne bastırdığında titrek bir nefes aldı. Şimdi ne yapacaktı?

 

''Aaa hocam ayıp ama, o kadar iltifat ettim çekip gidecek misin yani. İnsan bi' gül yüzünü gösterir. Yalnız...'' derken ıslık çaldı çocuk ''bacaklarının maşallahı var manken gibisin be!''

 

Söyledikleri onu daha da korkutsa da hiç bir şey çaktırmamaya çalışıyordu, biraz daha yürüyüp sokağın başından dönünce zaten mahalleye girecekti.

 

''Sinan abi!'' diye bu sefer korkuyla bağırdı arkasında ki çocuk. İşte o an arkasına döndü.

 

''Sinan abi ya, Sinan abi!'' diye kükreyen adam, çocuğun ensesini yakalamıştı bile.

 

***

 

Sinan ofiste deli danalar gibi turlayıp duruyordu, bir gözü de saatteydi elbette. Karar vermişti, okul çıkışı bir bahaneyle kızı almaya gidecekti. Zaten sabahtan beri sinir küpüydü, karşısına çıkan herkesi harcamıştı. Bu aşk denen meret insanda baya bir sinir yapıyordu. Gerçi sinir yapan aşk değil, kendi salaklığıydı ama onu şimdi dillendirmeye gerek yoktu...

 

Kapı tıklatıldığında bakışlarını kapıya çevirdi. İçeriye giren kişi garsonlardan Burak'tı.

 

''Sinan bey, bir müşteri problem çıkartıyor efendim. Bakabilir misiniz?''

 

''Tamam ula geldim, bi'şeyi de bensiz halledin anasını satayım!''

 

Daha güneş batmadan sarhoş olan ve hesap konusunda sorun çıkaran müşteriyi önce sakince uyardı, adam tınlamadı. Sabır çekip yineledi, ama adam bu sefer kadın garsonlardan birine asılmaya başladığında Sinan'ın da sabrı taştı. Zaten sabır dediğin öfke anında, bir Karadenizliye yalnızca kelime israfıydı. O an ki sinirle, adamın sarhoş olmasına aldırmadan suratına kafayı gömdü. Daha sonra ise vurmanın etkisiyle acıyan kafasını ovuşturup restorandan çıktı. İstikamet okuldu, sevdiğinin yanı... Onu bu saatten sonra ancak Bahar sakinleştirirdi.

 

Okulun sokağına girdiğinde bakışları önce bahçeden okul dışına çıkan öğrencileri ve öğretmenleri buldu. İyice göz gezdirdi, hatta bir-iki dakika bekledi ama Bahar yoktu. Sonra çoktan çıktığı ihtimaline tutunup aynı sokaktan mahalleye doğru yürümeye başladı. Bir kere istediği olsa dişini kıracaktı zaten, kızı yine yakalayamamıştı... Hafta sonuna kadar da bekleyemezdi canına tak etmişti ama artık. Bir yolunu bulup kızla hafta içi karşılaşması ve uzaktan da olsa özlemini gidermesi gerekiyordu. Düşüncelerini bölen sesle bakışlarını kaldırdı, mahalle itlerinden Okan yine bir kızı rahatsız ediyordu anlaşılan, sinir harbi onu yeniden esir aldığında adımlarını hızlandırdı aynı zamanda da söyleniyordu tabi.

 

''Ula bu mahalle ben olmasam hepten yoldan çıkacak, ben dövmekten bıktım bunlar dayak yemekten bıkmadı!''

 

Hele ki şu durum en nefret ettiği durumdu. Tek başına savunmasız bir kadına, ağzını suyunu akıtarak laf atmak ve kadını korkutmak. Bir de bu şerefsizler kendine adam demiyor muydu? Yeminle o an dünyayı yakası geliyordu.

 

Çocuğun yanına ulaştığında ensesinden öfkeyle yakaladı. Şimdi bunu ağız burun kırsa revaydı. Çocuk irkilip arkasını döndüğünde Sinan'ı gördüğü gibi korkuyla bağırdı.

 

''Sinan abi!

 

''Sinan abi ya, Sinan abi!'' Diye kükredi Sinan ardından öfkeyle kararmış bakışlarını çocuğun tam da gözlerine dikti.

 

''Ula şerefsuz! Ben seni daha kaç kere dövücem, akıllanman için? Sizin gibiler yüzünden kadınlar sokağa çıkmaya korkar oldu it herif! Şimdi de bakayim bağa, yer misun yemez misun?''

 

''Abi... Abi özür dilerim valla, bi' daha olmaz ettim bi' eşeklik.'' diyen çocuğun yanağına okşar misali vurmaya başladığında, öfkesi hala dipdiriydi.

 

''Benden değil, hanımefendiden özür dileyeceksin!'' dediğinde bakışlarını ileriye doğru çevirdi. İşte o an öfkenin elli tonu bedeninde kaynamaya, kaynadıkça içini yakmaya başlamıştı ki Okan'a bir yumruk geçirdi. Çocuk yumruğun etkisiyle yere düşünce, üzerine eğilip bir tane daha geçirdi.

 

''Ulan! Seni ben ne yapayım şimdi ha! Ne yapayım?!''

 

''Abi dur, yapma abi...'' diye yalvaran çocuğu duymuyordu bile, hatta bu saatten sonra onu hiç bir şeyin durdurmayacağına emindi ama sevdiği kadının çığlığı hareketlerini bir bıçak misali kesti.

 

''Sinan! Sinan bırak öldüreceksin!'' diyen Bahar kendisine doğru koşmaya başlamıştı. O an çocuğu unutup ayaklandı, şimdi tam anlamıyla karşı karşıyaydılar. İçi şefkatle doldu bir anda, kızın korkusu yüzünün renginden belli oluyordu. Sarılmak istedi, bir an sarılamayacağını düşünse de sesli bir şekilde, ''Başlarım ulan böyle işe!'' deyip kızı kendine çekti. O sırada Okan fırsattan istifade arkasına bile bakmadan kaçmıştı.

 

''İyi misin? Bi'şey yapmadı dimi o şerefsiz sana.'' Fırsattan istifade kızın saçlarını koklamayı da ihmal etmiyordu. Fırsatçıydı biraz, yani çok az canım.

 

Bahar ise yakınlıkları dolayısıyla heyecandan ölmek üzereydi. Bu adam ne güzel kokuyordu böyle, ne heybetliydi! Hele ona sarıldığında nasıl da huzurla dolmuştu.

 

''İyiyim... Teşekkür ederim.'' dediğinde zor da olsa kendini geri çekti çünkü o gözlerin kendisine bakmasına ihtiyacı vardı.

 

Sinan ayrıldıklarında, ne yaptığını yeni fark etmiş gibi sarsıldı. Resmen kız sarılmıştı! Ne de güzel yapmıştı. Hatta ona kalsa o güzel anzer balı dudakları öperdi de, ama kızı korkutmanın bir anlamı da yoktu. Ardından Bahar'ı baştan aşağıya bir güzel inceledi işte o an az önce ki öfke damarlarında turlamaya başlamıştı.

 

''Bu etek ne?!''

 

Bahar bir an şaşkınlıkla eteğine baktı. Ne diyordu bu adam?

 

''Ne varmış eteğimde?'' dediğinde sesi adam kadar sinirli çıkmıştı.

 

''Sorun o zaten, etek falan yok! Kumaşı nerede bunun?!''

 

''Ay delinin zoruna bak, kumaş yerli yerinde duruyor senin gözler bozuk bence!''

 

Sinan derin bir soluk aldı. Sakinleşmesi gerekiyordu, yapabilirdi ne vardı ki bunda?

 

''Benim gözler bozuk olsa zaten bu acı gerçekle yüzleşemezdim Bahar! Ula bu hiç santim etek mahallede giyilir mi?''

 

''Kamu spotu falan mısın sen? Of seninle zaman kaybedemiycem şimdi!'' dediğinde arkasını dönmeye yeltendi Bahar ama Sinan ondan hızlı davranıp kızı belinden yakaladı.

 

''Bahar... Benim sabrımı zorlama bak zaten sinirliyim.''

 

''Zorlarsam ne olur?'' Diyen Bahar bir yandan sinirlenirken, bir yandan tuhaf bir hazla dolup taşıyordu. Başını daha da dikleştirdi, şu an resmen dip dibeydiler. Tıpkı bu sabah kurduğu hayaldeki gibi.

 

''O zaman görürsün... Şimdi düş önüme seni eve bırakıcam.''

 

''Ne münasebet, ben kendim giderim.''

 

''Bahar!'' diye tısladı Sinan. Olay o eteği giymesi falan değildi, olay bunu herkesin görmüş olması gerçeğiydi. Kim bilir kaç pezevenk ağzının suyunu akıta akıta, aklında ki pis düşüncelerle sevdiği kadını süzmüştü. Kendi gibi düşünmeyen bir sürü içi pislik kaynayan hemcinsleri vardı, hele bazıları orospu çocuğunun önce gideniydi. Derin bir soluk alıp sakinleşmeye çalıştı.

 

''Sakin oğlum, sakin Sinan sakin...'' diye mırıldandığında Bahar ona döndü.

 

''Bence de sakinleş kızgın boğa, çünkü sinirlerimi bozuyorsun!''

 

''Kurban olayım damarıma basma, bırak sakinleşeyim...'' diyen Sinan'a karşı bir anda içi sızladı. Gerçekten çok kötü görünüyordu, bu adam da gerçekten deli kanı vardı. Eh şaşırmıyordu da, ne de olsa Karadenizliydi. Ardından yeniden sinirlenip mırıldandı.

 

''Laz öküzü ne olacak!''

 

Sinan duyduklarıyla, hafiften sırıttı. Bu kız cidden anzer balıydı.

 

 

 

 

 

 

 

Evveeeeeeet! Neler oluyor gençler? :D Bizimkiler kaynaşmayı bırak baya level atladılar bence. Siz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı heyecan ve merakla bekliyorum.

 

Sevgiler, öpücükler... XXX

Loading...
0%