@selcanykazdal
|
MERHABA 2. BÖLÜM İLE SİZLERLEYİM... YORUMLARINIZI VE OYLARINIZI BEKLİYORUM. KEYİFLİ OKUMALAR...
Evden çıkmak kolaydı ama evin bahçesinden çıkmak için deyimi yerindeyse akla karayı seçtim. Arif ve iki koruma giriş kapısında çay içiyorlardı. Arka tarafa dolanmayı seçtim bu sefer. Orda da bir iki adam vardı. Aklıma gelenle, elimde ki çantayı ağacın arkasına saklayıp sanki dolaşmaya çıkmışım gibi adamların yanına doğru yol aldım.
"İyi geceler Faruk abi."
"İyi geceler Feride. Napıyosun sen bu saatte burda?"
Hah! İşte şimdi buyur buradan yak. Düşünmeye zamanım bile yoktu. El mecbur aklıma ilk gelen yalanı söyleyiverdim.
"Uykum kaçtı da. Biraz hava alayım diye bahçeye çıktım."
Faruk abi, gülümsedi. Ona karşılık ben de gülümsedim. Burada ki her şeyi, herkesi çok seviyordum. Hepsinin yeri bambaşkaydı. Düşüncelerimin gidişatı yeniden yutkunmama sebep oldu. Hayır ağlamamalıydım. Şimdi sırası değildi.
"Esiyor biraz, üşürsün böyle."
"Şimdi girerim içeri." Dediğimde yutkundum. "Faruk abi?"
"Buyur?"
"Arif size sesleniyordu sanki. Ben öyle duydum."
"Hadi ya... Duymadım hiç. Dur ben gidip bir bakayım." dediğinde hızlıca ortamı terk etti. Sıra yeni işe aldıkları genç korumadaydı. Ama bahanem kalmamıştı ne diyecektim? Kafanı çalıştır Feride! Çalıştır artık. O an refleksle ağzımdan bir ses çıktı.
"Kedi!"
"Efendim?'' dedi genç koruma elindeki bardaktan çayını yudumlamadan hemen önce.
"Ya şey, sanki kedi sesi duydum. Bir bakar mısın? Bahçeye mi girdi acaba? Ben çok korkarım da."
Aksine tam bir kedi aşığıydım. Aslında bunu herkes bilirdi. Korumalar bile. Ama bu arkadaş işe yeni girmişti, yalanımı yutacağıma emindim.
"Tabii... Hemen bakayım." dediğinde bir iki adımda yanımdan uzaklaştı. Acele etmek zorundaydım. Yoksa birazdan yalanım ortaya çıkacak ve Faruk abi buraya gelecekti. Koşar adımlarla ağacın arkasına sakladığım çantayı aldım. Tellere tırmanmadan önce dua ediyordum. Eğer bu dikenli teller tek bir yerime dahi batarsa hastanelik olmam an meselesiydi. Umarım, kazasız belasız burdan çıkabilirdim. Temkinli ama bir o kadar da hızlı olmaya çalışırken son tele çıktığımda burukça gülümsedim. İşte bu kadardı. Kül kedisi masalının sonuna gelmiştim. Hoş beni öpüp uyandıracak bir prensim de yoktu ya! Aklıma gelen Kerim'le burnum sızladı, Cemre bu sabah beni göremeyecekti gözlerim yanıyordu yine! Hele Barbaros, inşallah beni bulmaya çalışmazdı yoksa canıma okuyacaktı. Yaklaşan konuşma sesleriyle düşüncelerimden sıyrılıp, bedenimi sokak tarafına çevirebildiğimde kendime şans dileyip atladım. Yere düşmemle bacağım hissettiğim acıyla inledim. Korkuyla bir elimi ağzıma götürüp kapattığımda ayaklanmaya çalıştım. Bacağımda ki acı normal şartlarda çığlık çığlığa ağlamamı sağlayacak kadar şiddetliydi. Onun yerine sessizce ağlayıp, sürüne sürüne kendimi caddeye atmıştım bile.
Neredeyse on dakika boyunca beklediğim taksiyi sonunda gördüm. Bıkkınla elimi kaldırdığımda, durmasını ümit ediyordum. Çünkü hem kalbimde ki, hem de ayağımda ki sızı artık çekilmez bir hal almıştı.
Önümde durduğunda artık gözyaşlarımdan önümü göremeyecek haldeydim. Arka koltuğa geçtiğimde daha fazla dayanamayıp bastırdığım hıçkırığımı serbest bıraktım. Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
"İyi misin kızım?" diyen adama çevirdiğim başımla, göz yaşlarımı silmeye çalıştım ama nafileydi. Benimle inatlaşır gibi durmuyordu gözümde ki yaşlar.
"Ayağım... Galiba ayağımı kırdım." dediğimde yine bir ağlama krizine girdiğimi anlamıştım. Altmışlı yanlarının sonunda olduğunu düşündüğüm taksici amca başıyla onaylayıp, arabayı hareket ettirdi.
"Şey, beni yakınlarda bir otele bırakabilir misiniz?" dediğimde sesimi toplamaya çalışıyordum.
"Önce bir hastaneye gidelim, ayağına baksınlar. Kırıldıysa bu gece uyutmaz seni o ağrı." dedi babacan bir tavırla. Ayağım kırılsa da, kırılmasa da bu gece zaten uyuyamayacaktım ki. Düşüncelerim yine bugüne kaydı. Kerim'e, Cemre'ye ve şeytanın komşusu Hande'ye. Uydurduğum lakaba içimden gülümsedim. Böyle bir durumda bile gülebiliyordum ya hayret! Deliriyordum galiba. Adam benden cevap bekler gibi arabayı sağa çekip arkaya dönünce, başımla onayladım.
Kısa sürede hastaneye gelmiştik acil kapısından girerken, taksici amca koluma girip ağırlığımı üzerine almıştı. Ne iyi adamdı! Başkası olsa bırakır giderdi. Belki de aklıma kendi evladı gelmiş, vicdan yapmıştı. Zaten oldukça iyi bir adama benziyordu. Hah! Ben de çok anlardım ya insandan, bir de kişilik analizi yapıyordum şurada hayret bir şey!
Doktor, çekilen filmin ardından yanıma geldiğinde gerçekten ağrıdan kıvranıyordum, yetmezmiş gibi acı gerçeği şak diye yüzüme söyledi.
"Kırılmış."
"Of!" dedim sinirle. Kimseye değil kendime sinirliydim. Bir kaçmayı bile beceremiyordum gerçekten.
"Alçıya alalım, bir de ağrı kesici yapalım en azından gece rahat edersiniz." dediğinde başımla onayladım.
Yapılan ağrı kesici iğne ve alçının ardından kapıda bekleyen taksici amcaya baktım. O da bunu bekliyormuş gibi iki adımda yanıma geldi.
"Seni de işinden gücünden ettim amca. Sen git istersen artık."
Babacan bakışları yeniden ortaya çıktığında, içim sızladı. Babam yaşasaydı o da bana böyle bakardı kesin.
"Kızım ben seni bu halde nasıl bırakayım, günah."
"Ben bakarım çaresine gerçekten." dediğimde ikna etmeye çalışıyordum ama nafile.
"Olmaz, hadi bu gece hanımla, benim misafirim ol. Sabah birlikte bakarız çaresine."
Duyduklarımla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Böyle iyi insanlar kalmış mıydı? Kaldıysa ben başka dünyada yaşıyordum kesin, çünkü ilk defa görüyordum. Tabii bizimkiler dışında. Bak işte! Yine içim sızladı. Dolan gözlerimi açıp kapatarak göz yaşını geri göndermeye çalışsam da beceremedim. Aynı anda iki gözümden de iki yaş süzüldü.
Taksici amca gelip omzumu şefkatle sıvazladığında, dayanamayıp tanıyalı toplasan bir buçuk saat olmuş bir adama sarıldım. O da karşılık verdi. Baba gibi sarılmıştı ya kalbimi söküp alıyorlardı sanki. Babamın şefkatini çok özlemiştim.
"Hadi..." dediğinde başımla onayladım. Zaten bu ayakla bir başıma nereye gidecektim ki? Ama tanımadığım bir adama böyle güvenmem de deli cesaretiydi doğrusu. Umarım beni kuytu köşede kesip, parçalamazdı. Düşüncelerim tüylerimin ürpermesine neden olduğunda çoktan arabaya binmiştik.
"Sormak haddim değil belki ama senin başka derdin var kızım. Ne oldu? Kim yaktı canını?"
Ağlamaya yer arıyordum cidden yine dudaklarım büzüldüğünde, yaşlar ırmak gibi akıyordu gözlerimden.
"Kimse... Ben bir rüyanın içinde yaşıyordum, uyandım."
"Anladım... " dediğinde cidden anlamış gibi bakıyordu gözleri. Arabayı çalıştırdığında seslendi yeniden.
"Adım Tahsin..."
"Ben de Feride. Çok memnun oldum Tahsin amca."
"Ben de kızım bende..." dedi ama sesi buram buram acı kokuyordu. Başka zaman olsa sorardım ama şu an sormaya mecalim yoktu, ağlamak gözlerimin içi yanıyordu. Ben de başımı cama yaslayıp, dışarıyı izlemeyi tercih ettim.
Ben düşüncelere öyle dalmıştım ki Tahsin amcanın sesiyle kendime geldim.
"Geldik kızım, hadi tutun bana da inelim." Derken bir elini bana uzatmış diğer eliyle yaşadığı gece konduyu gösteriyordu.
Dediğini yapıp ona tutunduğumda, mahcubiyetle mırıldandım.
"Size de çok zahmet vereceğim şimdi. Zaten hastanede de çok uğraştın."
"Gel sen gel. Düşünme bunları."
Kapıya tıklattığında, elimle Tahsin amcadan destek alıyordum. Ayağım sızlamaya başlamıştı.
Kapı açıldığında aynı Tahsin amca gibi tonton bir kadın karşıladı bizi. Gözleri merakla beni inceliyordu ama bozuntuya vermedi.
"Hoş geldin...iz." dedi.
Tahsin amca, "Hoş bulduk hanım. Sana yuvasız, kanadı kırık bir kuş getirdim." dediğinde, teyze de gülümsedi.
"Sefa getirmiş." dedi Tahsin amcaya hitaben, kapıyı iyice araladığında o da destek olmak ister gibi diğer koluma girdi.
"Gel kızım, yaslan bana."
İçeriye girdiğimde direkt oturma odasına takıldı gözüm. Sobaya baktım, neredeyse ağlayacaktım yine. Odunlar sobanın camında yanarken tıkır tıkır ses çıkarıyordu. Bu ev buram buram, yuva kokuyordu. Önceden bizim evimizde sobalıydı, babam kış aylarında sırf ben üşümeyeyim diye sabah akşam odun kırardı, bilirdi ben çok üşürdüm. Burnumun direği sızlarken beni koltuğa oturtturdular.
"Tahsin amcam..." dediğimde adamın eline uzandım, diğer elimi de eşine uzattığımda ismini söyledi.
"Hatice..."
"Benim adım da Feride Hatice teyzem... Çok teşekkür ederim. Sizin yaptığınızı kimse kimseye yapmaz. Beni tanımadan evinizi açtınız."
Ben öyle deyince Tahsin amca sinirlendi.
"O ne demek! Körpecik, yuvasız bir kuşu sokakta ki kurtlara bırakacak halim yoktu ya!"
Onun bu söylediğine gülümsedim. Hayatımda ikinci kez çok şiddetli bir minnet duygusu sardı bedenimi. Malum ilki Kerimdi. Aklımdan çıkarmak istercesine kaşlarımı çatıp kafamı salladım. Ama mümkün müydü sanki?
"Ben sana şimdi yatak açarım buraya, sıcak sıcak yatarsın yavrum." Dedi Hatice teyze, başımla onayladım.
Ayağım yeniden ağrımaya başladığında, refleks olarak elim ayağıma gitti, tabii yüzümü de acıyla buruşturdum.
"Hanım, ağrı kesici hangi çekmecedeydi?" diye sorarken çoktan dolapları karıştırmaya başlamıştı Tahsin amca.
"Televizyonun altında..."
İçeriden gelen sesle, kısa sürede aradığını buldu. Ağrı kesiciyi elime uzatıp, "Bekle." dedi. Gitmesiyle gelmesi bir oldu, elinde ki suyu bana uzattığında, "İç bakalım. Yoksa bu gece uyutmaz seni ağrısı." dedi bu sefer.
Dediğini yapıp, ilacı içtiğimde Hatice teyze çoktan yatağımı kurmuştu. Mahcup bir edayla ikisiyle de göz göze gelmiştim şimdi.
"Sizi bana Allah gönderdi." dedim kendimi tutamayarak.
"Allah mazlumun yanındadır." Dedi Tahsin amca, Hatice teyze yaklaşıp saçlarımı okşadı anne şefkatiyle.
"İyi geceler yavrum."
"İyi geceler..." dediğimde ikisi de çıkmıştı odadan. Tek ayağımla seke seke gidip yatağa uzandım. Ne yapacaktım şimdi? Bu ayakla bir yere gidemezdim. Bu insanlara da yük olmak istemiyordum. En iyisi sabah Tahsin amcaya beni bir otele bırakması için ricada bulunmaktı. Düşündüklerimi başımla onayladığımda aklıma yeniden bizimkiler süzüldü. Gerçi sanki aklımdan çıktıkları vardı! Kerim delirecekti, e tabii Barbaros da. Korumaların da benim yüzümden başı yanacaktı ama başka seçeneğim yoktu ki. Aynı evin içinde Kerim ve o şeytanın komşusunun aşık hallerini görmeye dayanamazdım. Mecburdum, kendime yeni bir hayat kurmak zorundaydım. Aklıma o anda gelen şeyle sırıttım. Barbaros'un canına okuyacaktı şimdi. Oda benim. Beni bulursa tabii. Barbaros'un soyadı Kurt'tu o yüzden Kerim ona hep Kurt diye seslenirdi. O da Kerim'e 'dayım' derdi hep. Ne alaka bilmiyordum ama alışmıştım, sorgulamamıştım da. O Kerimden 8 yaş küçüktü, bende 11 yaş. Aramızda ki yaş farkı yeniden yüzüme tokat gibi çarptı. Tabii bana başka gözle bakmazdı yanında çocuk kalıyordum resmen. Yine hüzünlenmeye başladığımda düşünmemeye karar verip gözlerimi kapattım. Zaten ayağım deli gibi ağrıyordu, yarın da çok işim vardı. Yeni bir hayat beni bekliyordu, içim alev topu gibi yanarken kendimi uykunun huzuruna bırakıp, her şeyden kaçmayı tercih ettim.
**
Gözlerimi araladığımda ilk önce perdesi açık duran camı gördüm, gün aydınlanmıştı. Acaba saat kaçtı, bakışlarımı odanın duvarında saat aramak için diğer tarafa çevirdiğimde bana bakan bir çift gözle kokuyla sıçradım.
"Barbaros?"
''Barbaros ya! Barbaros!'' dediğinde sakinleşmek için nefes verdi ama beceremediği kesindi. ''Çiroz vallahi geberteceğim seni!"
"Sen beni nasıl buldun?" derken doğrulmaya çalıştım ama ayağımın ağrısı buna izin vermedi, inleyerek olduğum yere yattım yeniden.
"Ayağını da kırmışsın, aferin! Bir de telden atlıyor hanımefendi! Zeyna mısın kızım sen?" dediğinde sırıttım. O ise öfkeli gözleriyle, yumuşamaya hiç niyeti yok gibi duruyordu,
"Teller bir yerime batmasın diye çok uğraştım ama ayağımın kırılacağını hesap edemedim ya!" dedim mızıldanarak.
"Allah'ın sopası yok işte!" dediğinde ayaklandı.
"Nasıl buldun beni?"
Sırıtma sırası ondaydı.
"Kızım sen hala öğrenemedin... Benim bulamadığım tek şey kadınları anlama ansiklopedisi. Onu da yakında bulurum gibime geliyor."
Onun bu söylediğine bende sırıttım. O sırada çantamı eline almış, elini kalkmam için bana uzatıyordu.
"Ben... Ben gelmiyorum." dediğimde sabır çekerek başını yukarıya kaldırdı.
"Lan ne demek gelmiyorum? Dayım perişan! Cemre'nin daha hiç bir şeyden haberi yok."
Gözlerim yanmaya başladığında, onunla göz göze geldik. Ağlamamı hiç istemezdi. Hatta ben ağlayınca çok sinirlenir, hep azarlardı ama bu sefer öyle olmadı.
"Kerim evleniyor artık. Bana ihtiyacı yok."
"Sen salaksın harbiden!" dedi ama gözleri merhametle beni seyrediyordu.
"Sensin salak!" Dediğimde cırlamıştım resmen.
"Hadi bizi siktir et... Cemre ne olacak?" dedi bu sefer. Nereden vuracağını iyi biliyordu.
"Ben düzenimi kurunca haftanın belirli günleri alırım onu." dedim kendimden emin bir şekilde.
Sinirle gülümsedi.
"Dayım nah gönderir!" dedi eliyle de işaretini yapmıştı. Öfkelendim.
"Cemre'yi ben büyüttüm onu görmeye hakkım var. Ayrıca bana bir daha nah çekme, vallahi o elini kırarım senin Barbaros!" dediğimde kahkaha atıyordu, bam telime basmak ister gibi gevşek gevşek konuştu.
"Hande göstermez sana valla."
"O kim oluyor ya? Ona neymiş." dedim sinirle ama kalbim çok acıdı. Doğru o Kerim'in karısı olacaktı. Zaten benden de pek hoşlanmamıştı. Muhtemelen görüştürmek istemezdi.
Yine alayla ama bu sefer etimi kesercesine canımı yakarak söylendi.
"Zaten dünden hevesli, Cemre'ye analık eder. Sen de böyle mal gibi izlersin."
"Barbaros..." dediğimde ağlamaya başladım. Dayanamadı tabii yere çöküp göz yaşlarıma uzandı.
"Hadi kalk gidelim. Biraz bende kalırsın. Sonrasına bakarız."
"Gelmeyeceğim." dedim çocuk gibi.
Sinirle gözlerime baktığında, ofladı.
"İyi dayım da benim kafama sıksın. Mezarıma gelirsin artık."
"Allah korusun!" dediğimde telaşla doğruldum ama ayağımı unutmuştum. "Ah!" diye inledim. "Tahsin amcayla, Hatice teyze nerede?"
Yeniden sırıttı. Keyfi yerine gelmiş gibiydi. Eliyle saçlarımı karıştırdığında ona gıcık bir bakış attım.
"Kız Çiroz bir gece de sevdirmişsin kendini. Şu kapı bana Çin seddi oldu. Zor ikna ettim ihtiyarları."
"Beni sevdiler..." derken gülümsedim. Ben de onları çok sevmiştim.
"Seni kim sevmez." dedi Barbaros sevgiyle bakıyordu gözleri. Çocukluğumdan beri tanıyordum Barbaros'u. Bizim kapı komşumuzun oğluydu. Bana oldum olası abilik yapardı. Babam vefat edip beni Kerim'e emanet ettiğinde resmen kafa tuttu koskoca Kerim Kerimoğlu'na. Bir hafta Kerim'in eski evinin kapısında yattı. Kerim korkutucu ve yeraltı dünyasıyla nam salmış bir adamdı. Başıma bir şey gelmesinden korkup, daha 18'in de çocuk aklıyla beni korumaya çalışıyordu işte kendince. Bir gün Kerim, işten dönerken kapıda Barbaros'u görünce yanında durup söylendi.
"Bıkmadın ulan! Çocuksun, elimde kalacaksın bak!"
Bende bahçede ki duvarın kenarından onları izliyordum.
"Bıkmam. Ben onun abisiyim sana güvenmiyorum. Ona zarar vereceksin." dediğinde yürek yemiş gibiydi.
"Bak sen şu Deli Yüreğe! Sen mi kurtaracaksın kızı?"
"Ben ya! Ne sandın!" dediğinde küçücük yaşıyla kafa tutuyordu Kerim'e.
Kerim kahkaha attı bu sefer. Anladım, onu sevmişti derin bir soluk bıraktım o an. Artık kesindi, en azından onu öldürmeyecekti.
"Geç içeri!" dediğinde Barbaros öfkeli bir şekilde açılan kapıdan içeri süzülüp bağıra çağıra beni aramıştı. O gün bugündür bizimleydi işte.
Barbaros'un sesiyle anı bulutları bir bir dağılırken kendime geldim.
"Hadi!"
"Gelmiyorum dedim ya!"
"İyi dayımı arıyorum şimdi."
"Ara! Ondan mı korkacağım sanki!" dedim kuyruğu dik tutmaya çalışarak.
"Dayım, Çiroz gelmeyecekmiş." durup dinledikten sonra ekledi. "Tamam, evde görüşürüz." dediğinde telefonu cebine attı. Ne dediğini çok merak ediyordum ama sormaya da cesaretim yoktu.
"Neyse, ben gideyim." dediğinde panikledim.
"Nereye?"
Bakışları dümdüzdü, o yüzden hiç bir şey anlamıyordum.
"Gidiyorum. Dayım bırak, gel dedi."
Duyduklarım kalbime hançer gibi saplandı. Demek bu kadar vazgeçmişti benden? Bu kadar önemsizdim onun için? Ağlamamak için yutkundum. İstediğim bu değil miydi zaten? Şimdi niye böyle çikolatası elinden alınmış çocuk gibi hissediyordum.
"İyi." dedim, ne diyeyim. Diyecek bir şeyim kalmamıştı ki.
EVET 2.BÖLÜMÜN SONUNA GELDİK. NORMAL ŞARTLARDA HER GÜN BÖLÜM ATMAYACAĞIM. BİR AKSAKLIK OLMAZSA HAFTADA BİR OLUR MUHTEMELEN. ŞU AN HEM UYGULAMAYI ANLAMAYA ÇALIŞIYORUM, HEM DE ADAPTE OLMAYA. UMARIM BURAYA DA ALIŞIRIZ. YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE. KOCAMAN SEVGİLER... |
0% |