Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.bölüm

@selcanykazdal

MERHABA ARKADAŞLAR... ÖZLEDİNİZ Mİ BİZİ? 😁

BU BÖLÜM KAFALARDAKİ SORU İŞARETLERİ İÇİN AÇIK KAPI BIRAKIYORUM. BELKİ TAHMİN YÜRÜTÜR, KERİM'E SÖVMEYİ BIRAKIRSINIZ HAHAHA! 😁😁😁

NEYSE FAZLA UZATMAYIP, SİZİ BÖLÜMLE BAİ BAŞA BIRAKIYORUM.

 

KEYİFLİ OKUMALAR...❤️

 

5.bölüm

 

Nişanın üzerinden neredeyse koca 3 hafta geçmişti. Benim moralim 3 haftadır mümkünmüş gibi daha da kötüleşmişti... Bunun farkında olan Tahsin amca ve Hatice teyze havanın güzel olmasını bahane ederek bahçede kahvaltı teklif ettiler, bende kabul ettim. Kahvaltıyı Hatice teyzeyle beraber hazırladık... Geçen zamanın tek güzel yanı ayağımda ki alçının çıkmış olmasıydı zaten. Ayağımda ki alçı çıkmıştı çıkmasına ama Tahsin amca ve Hatice teyze beni asla bir yere göndermediler. Zaten benimde gidesim yoktu. Hala pembe çerçeveli at gözlüklerimle, beyaz atlı prensim Kerim'in beni gelip götüreceğini hayal ediyordum. Vallahi kafasızdım ben! Bu akılla bu yaşa kadar iyi yaşamıştım yani! Adam nişanlanmış evlenecek ben hala gelip bana ilanı aşk edecekte, eve götürecek diye salak gibi bekliyordum resmen!

 

"Kızım çayın soğudu... Tazeleyeyim mi?" diyen Hatice teyzenin ardından şükür ki düşüncelerimden sıyrılabildim. Yani 3 haftadır kendi kendimi yemiştim de ne faydası olmuştu sanki? Kendime o kadar kızıyordum ki!

 

"Yok Hatice teyzem... İçerim ben böyle zahmet etme." dediğimde Tahsin amcayla göz göze geldik. Bakışlarıyla hüznümün farkında olduğunu bildiğini belli ediyordu.

 

"Ben şimdi kızıma gidip sıcak bir simit alayım, içine kaşar koyarız bir de ayran ha? Ohh mis gibi..." derken ayaklanacaktı ki onu durdurdum.

 

"Tahsin amca valla gerek yok. Havalar çok sıcak yaa ondan heralde iştahım yok." derken elimle dibimizde duran ağacı gösterdim. Canım hiç istemese de, benim için bu kadar çabalayan insanları üzmek istemediğimden ortaya bir yalan atıverdim.

 

"Üfff kirazlar ne güzel olmuş yaa... Canım çekti. Ağaca çıkayım da toplayayım biraz."

 

"Yok yavrum çıkma sakın. Bak ayağın yeni iyileşti ben toplarım sana..." diye telaşla ayaklanan Tahsin amcayı oturttum.

 

"Çocukken bütün meyve ağaçlarına ben çıkardım. Profesyonelim yani, korkmana gerek yok."

 

İkisi de söylediklerime güldüğünde Hatice teyze söze girdi.

 

"İyi o zaman, ben küçük bir leğen getireyim de toplayıver. Dolaba da koyarım akşam soğuk soğuk yeriz."

 

"Hay ağzın bal yesin Hatice teyzem. Ne iyi olur." dediğimde çoktan ağaca tırmanmıştım bile. Vallahi ne yalan söyleyeyim bu bile iyi gelmişti. Ne demiş atalarımız; Düşün düşün, boktur işin. Oyalanacak şeyler yapmak en iyisiydi gerçekten.

 

Bir iki tane ağaçtan Tahsin amcaya kiraz attım. Gülerek yakalayıp, yedi. Daha sonra topladıklarımı yerken bahçenin kapısına yanaşan arabayı fark ettiğimde karnımdan aşağıya doğru karıncanlama hissettim, kalbim boğazımda atıyordu adeta! Kerim gelmişti... İnanamıyordum. Haftalardır ona sövüp sayarken, böyle görünce bütün kötü düşüncelerim uçuverdi... Onu çok özlemiştim. Kapıdan içeri girdiğinde Tahsin amcayla göz göze geldiler, yaklaşıp tokalaştığında gözleri beni aradı.

 

"Merhaba beybaba... Feride yok mu?"

 

"Var oğlum var..." dediğinde parmağıyla beni işaret etti.

 

Kerim kafasını yukarı kaldırdığında beni gördü... Bakışları bana değdiğinde ölüyorum sandım. Ya gerçekten anlamıyordum... Canımı bu kadar yakan bir adam nasıl bir bakışıyla bütün dünyamı aydınlatabiliyordu?

 

Beni ağaçta görünce sırıttı tabii... Hah aferin Feride! Sen çocuk gibi ağaçlara tırman, sonra bu adam beni niye görmüyor diye zırla! Görüyor, görüyor da çocuk gibi görüyor işte!

 

"Kolay gelsin Feride'm..." dedi keyifle. Üzerinde ki ceketi çıkarıp sandalyenin üzerine bıraktığında beyaz gömleğinin bir deri gibi sardığı kol kasları ben burdayım diyordu resmen. Bakma kız Feride! Bakma! Salak mısın sen? Azıcık iraden olsun!

 

"Sağol..." dedim umursamaz görünmeye çalışarak. "Niye geldin?"

 

Sorduğum sorunun cevabını Tahsin amcaya verdiğinde gözlerimi devirdim.

 

"Çayını içmeye geldim beybaba... Müsaaden var mı?"

 

"Tabii buyur oğlum otur. Biz de kahvaltı ediyorduk. Aç mısın?"

 

"Yok o işi hallettim ben sağolasın. Ama bir demli çayını içerim." dediği sırada oturup bakışlarını bana çevirdi.

 

"İn istersen..."

 

"Yok kiraz toplayacağım, Hatice teyzemin leğen getirmesini bekliyorum. Sen iç çayını." dediğimde omuz silkeledim.

 

"İn de bir yüzünü göreyim..." dediğinde bakışları yumuşacaktı, o an bütün vücudum bir anda ateş hattına döndü. Benim üzerimde ki etkisini bir bilseydi eminim beni parmağında oynatırdı bu adam.

 

"İyi madem." dedim yine umarsamaz bir edayla, tabii ne kadar umursamaz göründüğüm tartışılırdı o da ayrı!

 

 

Ağaçtan inerken ince dallara basmamaya özen gösteriyordum ama Tahsin amcam yüreği ağzında bana bakıyordu garibim. Son anda bastığım dal kırılınca ikisi birden ayaklandı ama Kerim'in refleksleri o kadar hızlıydı ki hemen yakaladı beni daha doğrusu kucağına düştüm...

 

Başka zaman olsa bunun ne kadar romantik bir an olduğunu düşünür hayaller kurardım ama şu an canlı kanlı bu anı yaşamak ilk etapta beni ciddi bir şoka soktu. Teninin kokusuna karışan onun parfümü ki bence bu parfüm resmen onun için üretiliyordu. Buram buram burnumdaydı... Nefesi de yüzüme vuruyordu, delirecektim! Keşke öpebilseydim de bu eziyete bir son verseydim. Of! Gözlerimiz kısa bir süreliğine buluştu... Bana ağaçtan düştüğüm için kızdığından olmalı ki gözleri koyulaşmıştı... Bakışlarımı kaçırdım hızlıca, sonra dayanamayıp yeniden baktığımda bakışları dudaklarıma kaydı.

 

O ara hayal meyal Tahsin amcanın "Ben bir Hatice'ye bakayım." dediğini duyar gibi oldum ama anın büyüsünden sarhoş gibiydim kafamdan uydurmuşta olabilirim.

 

Kerim beni kucağından indirmeden sandalyeye oturdu. Bakışları hala dudaklarımdaydı... Öpsene be adam! Öpte bitir bu eziyeti hadi!

 

Parmakları dudağımda gezinirken bayılacağımı düşündüm, karnım karıncalanıyor, kalbim ritmini şaşırmış, beynim bulanıyor gibiydi.

 

Sonra bir eliyle masaya uzandı ben hala bakışlarımı ondan çekmiyordum o kadar salağım ki! Adam masada ki ıslak bezi alıp yeniden dudaklarıma uzandığında durumun farkında varabildim!

 

"Ağzın, yüzün hep kiraz olmuş, çocuk gibisin..." derken sırıtıyordu. Dudaklarımı temizlerken duyduklarımla dudaklarımı büktüm. Ben onun gözünde sadece bu kadardım işte.

 

"Tamam ben temizlerim sağol." dediğimde kucağından kalkmaya çalıştım ama müsaade etmedi.

 

"Otur." dedi sadece ama gözlerinde ki şefkati fark etmiştim. İnat etmedim.

 

"Niye geldin?" dedim küskün bir şekilde.

 

Gülümsedi.

 

"Köpek ettin beni kapında... Gelmezse, gelmem demişsin. Ben de geldim." dediğinde içimde resmen havai fişekler patladı. Ama Barbaros ispiyoncusunun canına okuyacaktım! Ben Kerim'in kendisinin düşünüp gelmesini istemiştim. Barbaros'un zoruyla değil!

 

"Barbaros efendi hemen ispiyonlamış maşallah. Kendi rızanla gelmenin tercihim olduğunu söyledim. Barbaros dedi diye geldiysen boşuna geldin yani, kusura bakma..." derken yine kalkmaya yeltendiğimde beni oturtu, hemen ardından sıkıca sarıldı.

 

"Kendi rızamla geldim Feride'm... Seni çok özledim." dediğinde yanan gözlerimden yaş akmaması için bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Sarıldığı için farkında değildi neyseki. Devam etti.

 

"Sesini özledim, evde ki varlığını, kokunu..." dediğinde saçımı sıkıca öptü.

 

"Bu söylediklerini nişanlın duyarsa yanlış anlayabilir Kerim."

 

Onca güzel sözün ardından, bu cümleyi kurduğum için kendimi boğmak istedim. Azıcık cilveli bir kız olsaydım eğer zaten işler bu raddeye gelir miydi? Tam bir erkek Fatma'ydım ya!

 

"Bizim aramızdakilere kimse müdahale edemez. O zaten durması gereken yeri biliyor merak etme."

 

Söyledikleri biraz gururumu okşasa da belli etmedim.

 

"Ben yine de kucağından kalkayım, anam babam yok diye iyice şirazen kaydı senin, kucağa almalar falan..." dediğimde sırıttı.

 

"Senin anan da benim baban da... Ben senin her şeyinim, Allah'tan başka kimse de hesap soramaz." Doğru söylüyordu o benim her şeyimdi. Peki ya ben?

 

"İlla bir racon keseceğim diyorsun yani..." derken ben de kendimi tutamayıp gülümsedim.

 

"Oh be! Otuz üç gündür bu gülüşü görmek için delirdim!"

 

Günleri mi saymıştı o? Duyduğum cümle beni iyice pelte kıvamına getirmişti tabii ama yine de kuyruğu dik tutmaya çalıştım.

 

"Hadi ordan!"

 

"En yakın şahidim Kurt. İnanmazsan ona sor. Burnundan getirdim yeminle!" dediğinde keyifle yayıldı oturduğu sandalyeye.

 

Durumu fırsat bilip kucağından kalktım.

 

"Barbaros'un ne suçu var be! Yazık çocuğuma..." derken kaşlarımı çatmıştım bile.

 

"Cezalı."

 

"Niye ya?"

 

"Seni alıp getirmesini söylemiştim, beceremedi."

 

Gözlerimi devirdim.

 

"Nerede şimdi?"

 

"Cemre'yle alışverişe gönderdim." dediğinde dayanamayıp kahkaha attım. Ah o küçük cimcime, mağaza mağaza gezdirip, bezdirmiştir şimdi onu.

 

"Balım benim, onu çok özledim." dedim peşinden.

 

"Beni?" diye sorduğunda dağ gibi adamın, minik bir kedi yavrusuna dönüşünü izledim resmen.

 

"Bu sorunun bir önemi var mı?" dedim gıcık bir tavırla.

 

"Hayatımın en önemli sorusu." dediğinde verdiği cevapla bedenim irkildi.

 

"Belki..." diye ucu açık cevap verdim.

 

"Belki ne demek kızım ya?"

 

"Sana hala kızgınım demek!"

 

"Yahu ben sana ne yaptım?" dediğinde ayaklanmıştı.

 

"Evleniyorsun ya işte! Aramıza bir yabancı sokuyorsun!"

 

"Tamam ulan evlenmiyorum! Siksinler evleneni! Sorun buysa kökünden çözüyorum!"

 

O öyle söyleyince benim asfalyalar iyice attı. Ne demek evlenmiyorum!

 

"Madem bu kadar önemsizdi... Ne diye elaleme duyurmak için nişan yaptın?"

 

"Önemsiz değil... Değil de... Senden önemli değil işte anasını satayım. Öl desen ölürüm, öyle kıymetlisin sen benim için."

 

"Çünkü babamın emanetiyim." dediğimde farklı bir cevap bekledim ama sustu. Bu suskunluk onay suskunluğuydu.

 

"Git buradan Kerim."

 

"Lan ne oldu şimdi?"

 

"Lan deme bana! Ne biçim konuşuyorsun sen benimle?!"

 

Dişlerini sıktığını fark ettim, vallâhi umurumda değildi. Kudursun.

 

"Feride'm hadi gel, gidelim evimizde konuşalım bunları..."

 

"Orası artık Hande ve senin evin. Benim orada yerim yok."

 

"Ya sabır! Ya sabır! Kızım sen ne istiyorsun ben anlamıyorum?"

 

"Gitmeni istiyorum." derken gözlerimi kaçırdım. Gitmesini bekledim, öylece ayakta duruyordu. Bakışlarımı çekinerek yüzüne çevirdiğimde öfkeyle bana bakıyordu.

 

"Gitmiyorum. Buraya kamp kuracağım ulan! Sen gelene kadar gidersem ebemi siksinler!"

 

"Hih! Ne pis konuşuyorsun sen ya!" dediğimde sırıtıyordu.

 

"Gidelim Feride'm... Hadi gel. Beraber toplayalım eşyalarını." dediğinde elini uzattı.

 

Deli gibi gitmek istiyordum. O eli tutup bir daha hiç bırakmamak istiyordum ama artık gücüm kalmamıştı. Hande olmasa başka biri olacaktı. İlla ki birini sevecekti. Bu kararı vermekle geç bile kalmıştım.

 

"Anlaşma yapalım." dediğimde gözleri parladı.

 

"Ne istersen..." dedi hevesle.

 

Bakışlarıyla onca insanı dize getiren adam şu an resmen küçük haylaz bir erkek çocuğu gibiydi ya gülmemek elde değildi.

 

"Ben ev tutayım..." diye cümleye başladığımda hızla lafımı kesti.

 

"Hayır."

 

"Yaa ama bir dinle..."

 

"Hayır dedim Feride! Gözümün önünde duracaksın!"

 

"Ben senin çocuğun muyum ya?!"

 

"Şu zamanda seni bir başına bırakamam. Sen gerçek dünyayı bilmiyorsun..." dedi kararlı bir şekilde.

 

"Kerim... Bırak da öğreneyim. Sen evleneceksin..." dediğimde itiraz için ağzını açtı ama susturdum. "Hande değilse de illa ki bir gün bir başkasıyla, ben o evde ne sıfatla kalacağım? Hangi kadın kocasının yanında kim olduğu belli olmayan birini ister? Sen de üzülürsün ben de."

 

"Evlenmeyeceğim... Ahiret bekarı kalacağım ulan! Söz. Yeter ki sen gel... Süründürdün beni hadi be kızım!"

 

Onun bu söyledikleri ister istemez beni mutlu ediyordu. Onca ağlamalı, zırlamalı günden sonra böylesi bir tepki hoşuma gitmişti tabii.

 

"Bana biraz zaman ver eşyalarımı toplayayım, Tahsin amcamla ve Hatice teyzemle de vedalaşayım akşam bir taksiye biner gelirim."

 

Gözlerinde ki ışıltı görülmeye değerdi ama yeniden onaylamaz bakışlarlar söze girdi tabii... Ne diyeceğini o kadar iyi biliyordum ki aynı anda onunla birlikte tekrarladım.

 

"Taksiye gerek yok. Kurt gelip, alır."

 

 

Benim bu hamlem onu kısa bir kahkaha attırdı.

 

"Oh be!" dedi neşeyle beni kucağından indirip, alnıma sıkı bir öpücük bıraktıktan sonra devam etti.

 

"Ben bir şirkete geçeceğim erken gelirim, geldiğimde evde ol."

 

"Emredersin!" dedim gıcık bir tavırla.

 

"Emretmem Çiroz'um, ben sana ancak rica ederim. Hatta öyle ki köpek gibi yalvartırsın adamı sen!" dediğinde ben de sırıttım. Ceketini giyerken el salladığımda bana göz kırpıp ağır adımlarla arabasına binip gözden kayboldu.

 

Ben gülerek eve doğru yöneldiğimde kapıda iki gülen yüzle karşılaştım. Bizi izlemişlerdi! Off rezil oldum!

 

"Barıştınız mı?" dedi Hatice teyzem gülerek.

 

"Hı hı..." diyebildim, utancımdan sesim çıkmıyordu.

 

Tahsin amca dudak bükerek,

"Gidecek misin yani?" deyince hemen gözlerim doldu. Böyle anları hiç sevmiyordum.

 

"Artık sizi bırakmam sık sık gelirim. Hem Cemre'yi de getiririm. Görseniz öyle cimcime ki..."

 

Ben öyle deyince yüzleri aydınlandı.

 

"Getir tabii yaa... Bir kızımız oldu, bir tane de torunumuz olsun." diyen Tahsin amcaydı. Gülümsedim.

 

"Olsun valla... Size çok seveceğine eminim." dediğimde ikisinin de koluna girmiş salona doğru gidiyorduk.

 

"Siz geçin ben size güzel bir kahve yapayım gitmeden. Sonra da eşyalarını toparlarım." dedim ama yüzleri yine düşünce toparlamaya çalıştım. "Siz de gelirsiniz, hem artık siz de benim ailemsiniz. Artık sizsiz olmaz ki..."

 

*

 

Akşam vakti araba kornası çalınca kapıya çıktık hep beraber. Barbaros inip Hatice teyzem ve Tahsin amcamın elini öpünce bizimkilerden onaylayan bakışlar süzüldü tabii... Çok saygılı çocuktu benim Barbaros'um.

 

"Hakkınız helal edin. Bizim kıza ana, baba oldunuz bu süreçte. Ne yapsak hakkınızı ödeyemeyiz."

 

"Helal olsun oğlum. O bizim kızımız artık..." dedi Hatice teyzem. Benim gözlerim hemen yanmaya başladı tabii.

 

Sırasıyla ikisine de sarılırken Barbaros bavulumu arabaya yerleştiriyordu.

 

"Sizi çok seviyorum. En kısa zamanda Cemre'yi alıp geleceğim. Hatta mangal yakarız değil mi Tahsin amca? Cemre mangal da köfteye bayılır."

 

"Ooo mangal varsa ben de gelirim." dedi Barbaros.

 

"Gelin tabii yaa! Sucukta alırım ben." diyen Tahsin amca söylediklerimize o kadar mutlu olmuştu ki, yüzünden anlaşılıyordu.

 

"Ben de çorbayla, salata yaparım." dedi Hatice teyze hevesle.

 

"Oh mis..." dediğimde Barbaros'a döndüm. "Hatice teyzemin çorbası meşhurdur bak. Parmaklarını yersin."

 

"Valla ilaç gibi gelir. Ne zamandır anne çorbası içmedim." dedi Barbaros gülerek. Hatice teyzem bir elini Barbaros'un sırtına koyup sıvazladı.

 

"Sen ne zaman istersen gel yavrum, canın ne çekiyorsa yaparım ben sana."

 

"Ne güzel. Kocaman bir aile olduk. Artık annemiz ve babamız da var." dediğimde Hatice teyzem hızlıca sarıldı bana.

 

"Yavrum benim. Ben doğursam bu kadar severdim. Çok özleyeceğim evimde ki sesini..."

 

Geri çekildiğimizde gözlerinde ki yaşları temizledim.

 

"Ağlamak yok. Ben hep geleceğim vallahi bak. Hem daha kalabalığız artık ona göre. İnşallah bıkmazsınız bizden."

 

"Yok yavrum ne bıkması çok memnun oluruz, siz hep gelin." dedi Tahsin amca ikisini de öpüp, sarılıp Barbarosla beraber arabaya doğru ilerlediğimde binmeden hemen önce arkamı dönüp yeniden el salladım. İkisi kırmızı ama gülen gözlerle bana karşılık verdiler.

 

 

Arabaya bindiğimizde Barbaros çalıştırmadan önce bana döndüğünde emniyet kemerimi takıyordum.

 

"Çiroz'um seni çok özledik." dedi ve sıkıcı sarıldı.

 

"Ben de sizi çok özledim." deyip ona karşılık verdiğim de kısa süre sonra geri çekildi.

 

"Ama senin hesabın var, bir eve gidelim de..." dediğimde onaylamaz bakışlar atıyordum o esnada arabaya çalıştırdı.

 

"Yine ne yaptım kızım ya?!"

 

"Sen niye her haltı Kerim'e yetiştiriyorsun? Biz kardeş değil miyiz? Bizim aramızda sır olamayacak mı?" derken omzuna sağlam bir yumruk savurduğum da inledi.

 

"Kızım seni neyle beslediler? Elin adam öldürür."

 

"Seni öldüreceği kesin de!" dediğimde sırıttı.

 

"Senin geri dönmen için her şeyi yapardım. Pişman değilim. Aklım hala yapamadıklarımda..." dediğinde imalı bir bakış attı. Kerim'e olan duygularımdan bahsediyordu... Tam dayaklıktı. Omzuna bir tane daha geçirdiğim de bu sefer kahkaha attı.

 

"O ağzını sıkı tut bak yoksa seninle bir küserim, ömür boyu da konuşmam vallahi!"

 

"Tamam tamam, sen döndün yaa ben ömür boyu susarım merak etme." dedi yüzünde keyifli bir gülümseme hakimdi. Hemen yumuşadım tabii. Aslında çok mutluydum. Geri dönüyor olmak beni inanılmaz heyecanlandırıyordu. Kerim'i yeniden her gün görecek olmak... Aklıma gelenle Barbaros'a döndüm.

 

"Kerim nişanı atacak galiba..."

 

"Vaaayyy! Demek dönmek için adama şart koydun he! Aferin kız Çiroz sen adam oluyorsun!"

 

"Ben ısrar etmedim yaa dönmem deyince öyle olaylar gelişiverdi de... Nasıl ayrılacak ki pat diye? Bahanesi yok."

 

"Senden âlâ bahane mi olur? Zaten o karının suyu kaynadı... Dayımın hatrına ses etmiyordum da. Geçen Cemre'ye bağırmış. Ayşe abla görmüş, sıkacaktım gırtlağını da daha sağlam şeyler buldum. Merak etme dayım yakında bırakır onu." Derken sırıttığında odak noktam çok başkaydı. Kim oluyordu da Cemre’ye bağırabiliyordu hadsiz! Ah Kerim ah! Bunların bütün sorumlusu sensin…

 

"Nasıl bağırmış ya? Öldürürüm o kadını!"

 

"Cemre'nin ağzını aradım sır küpü söylemedi de bir şey..."

 

"Oyy kuzum benim. Tehdit falan mı etti acaba?"

 

"Bilmiyorum ama artık önemli değil."

 

"Ne öğrendin ki sen?" dedim merakla. Onu alt edecek olmak hoşuma gitmişti ne yalan söyleyeyim. Söylediklerimden sonra kafasını sallayıp gülümsedi.

 

‘’Bu Hande’nin amcası kim bil bakalım?’’

 

‘’Ay ne bileyim Barbaros müneccim miyim ben ya?’’

 

‘’Mahir Sancaktar.’’

 

Duyduğum isim tüm bedenimi elektrik çarpmış gibi sersemletmeye yetmişti. Kerim bunu bilmiyor muydu yani? Bu mümkün değildi.

 

‘’Kerim bilmiyor mu? Bir kere soyadından işkillenmiş olması lazım yani…’’

 

Ceketinden çıkardığı sigara paketini bana uzattığın da elinden alıp içinden bir dal sigara çıkarıp ona verdim. Gözleriyle işaret ettiği torpidodan çakmağı çıkarıp sigarasını yaktıktan sonra söylenmeyi de ihmal etmiyordum.

 

‘’Zıkkım iç!’’

 

Duyduğuna güldükten sonra derin bir nefes aldı.

 

‘’Yahu Çiroz’um sence dayımın bilmeme ihtimali var mı kurban olayım?’’

Söylediklerine bir mantık oturtmaya çalışıyordum ama beynim bulanmıştı.

 

‘’Bilmesine rağmen nasıl evlenecekti onunla o zaman?’’

 

Barbaros söylediklerime gıcık bir kahkaha patlatınca yeniden omzuna sağlam bir yumruk savurdum. Bir de dalga geçiyordu utanmadan! Ayrıca bilmemek değil öğrenmemek ayıptı değil mi?

 

‘’Dayım bizi de oyuna getirdi… Hadi sen ağzını tutamazsın diye söylemedi de bana niye söylemedi?’’

Dediğinde üzerinde ciddi bir şekilde düşünüyordu… İnanılır gibi değil!

 

‘’Bana yetiştirirsin diye tabii ki…’’ dedim sırıtarak.

 

‘’Ulan Çiroz senin yüzünden adım ispiyoncuya da çıktı… Hep beni kandırıp ağzımdan bir şekilde alıyorsun lafları. Yeminle itibarımı zedeledin!’’

 

‘’Yerim senin itibarını…’’ derken uzanıp yanağından makas aldığımda sırıtıyordu.

 

‘’Cemre seni görünce çok sevinecek.’’ Diyerek konuyu değiştirdiğinde buruk bir gülümseme süzüldü dudaklarımdan.

 

Ona, kendi bencilliğim yüzünden resmen kötülük yapmıştım. Ben doğurmamıştım belki ama ben büyütmüştüm, o benim kızımdı. Biz birbirimizin her şeyiyken babasına olan aşkıma yenik düşüp, onun o küçük , sevgi dolu kalbini düşünmeden kırıp, çekip gitmiştim. Düşüncelerim kendime olan öfkemi daha da gün yüzüne çıkarıyordu ki Barbaros’un sesiyle kendime geldim.

 

‘’Geldik…’’ dediğinde yıllarca yaşadığım o görkemli evin, bahçe kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi… İnsanın evine dönmesi ne güzel hissettiriyordu. Bir yere ait hissetmek aslında büyük nimetti. Gerçi evi ev yapan içindekilerdi… Benim evim ise küçücük dünyamda, kalbimin içine sığdırabildiğim bu yegane üç kişiydi.

 

Araba içeriye girdiğinde, evin açılan kapısıyla Cemre’nin yanımıza doğru koşması bir oldu. Peşinden Kerim gülerek kapının önüne çıkmış, kollarını göğsüne kavuşturmuş, yüzündeki memnun ifadeyle bizim birbirimize sarılmamızı izliyordu.

 

‘’Aşkım benim…’’ derken içimdeki özlemi ve sevgiyi bastıramadığım için dişlerimi sıkarak konuşuyordum. ‘’Çok özledim ben kızımı.’’

 

‘’Ben de seni çok özledim Feride’m… Akraban iyileşti değil mi? Artık gitmeyeceksin?’’ Dediğinde onu kucağıma alıp ayaklanmış, saçlarını öpüyordum.

 

‘’Hayır bir tanem. Artık hep seninleyim.’’

 

‘’Oley!’’ Diye bağırdığında ellerini yumruk yapmış, havaya kaldırıyordu. Kafamı geriye atıp keyifli bir kahkaha attım.

 

Kucağımda Cemre, eve doğru yürürken Faruk abi arabadan bavulu çıkarmış çoktan eve girmişti bile. Ağır ağır çıktığım merdivenlerin sonu Kerim’e çıkınca, Barbaros Cemre’yi benden alıp, gözden kayboldu. Tabi ki amacı bizi baş başa bırakmaktı farkında olmadan gülümseyince Kerim’in sesiyle kendime geldim.

 

‘’Evine hoş geldin Feride’m…’’ dediğinde cevabımı beklemeden sıkıca sarıldı. Nefesini öyle kuvvetli içine çekti ki, beni mi kokluyordu o?

 

‘’Senden sonra geldim kızmayacak mısın?’’ Dediğimde bugün söylediği sözü hatırlattım.

 

‘’Kızmayacağım… Geldin ya önemli olan o.’’ Derken son kurduğu cümle kalbime ince ince işledi yine. Bu adam her seferinde, mümkünmüş gibi sürekli kalbime kendini unutturmamak istercesine hatırlatıyordu resmen.

 

‘’Kızamazsın zaten…’’ dedikten hemen sonra saçlarımı savurup içeriye kaçtım. Aferin kız Feride sen yola geliyorsun!

 

İçeriye girince hissettiğim huzuru tarif etmek mümkün değildi… Etrafa özlemle bakarken mutfaktan sızan o enfes kokularla hızla mutfağa koştum.

 

‘’Ayşe abla, ne yaptın sen böyle?’’ Dediğimde tencerelere yöneldim. Tek tek kapaklarını açıp kokularını burnuma çektim. Kara lahana sarmasını çok severdim… Kerim alıştırmıştı tabii ki… Babası onu çocukken sık sık babaannesinin yanına Rize’ye gönderdiği için bütün karadeniz yemeklerine hakimdi. Onun sayesinde biz de hepsinin tadını öğrenmiştik.

 

‘’Sarma, mercimek çorbası, çoban salata üf! Diğerlerine bakmaya korkuyorum, bu akşam midem bayram edecek.’’ Derken ona sarıldığımda gülüyordu.

 

‘’Hepsini sana yaptım bir tanem, afiyet olsun. Sen geldin ya burası şimdi ev oldu. O Hande karısı…’’

 

Kerim’in öksürüğüyle toparlanıp yemeğine geri döndü. Bak bir de laf ettirmiyordu hanımefendiye!

 

‘’Sen niye geldin Kerim… Daha üzerini değiştirmemişsin iş kıyafetinle mi oturacaksın sofraya?’’ Diye lafı yapıştırıverdim. Hani ayrılacaktı o kadından neden rahatsız olmuştu ki? Gerçekten onu bazen öldürmek istiyordum.

 

‘’Bana diyene bak…’’ derken sarma tenceresinin kapağını açıp eline aldığı sarmayı ağzına attı.

 

‘’Ellerin yıkadın mı sen?’’ Diye carladığımda keyifle gülmeye başlayıp yeniden eline aldığı sarmaya benim ağzıma doğru uzattı.

 

‘’Diyelim ki yıkamadım… Sana ellerimde yedirmek istediğim bu sarmayı yemeyecek misin yani?’’

 

Kafamı olumsuz anlamda sallayıp, ‘’Hayır…’’ desem de aslında yerdim. Aşk böyle bir şeydi işte. Zaten Kerim dünyanın en titiz adamıydı, elleri ne kadar pis olabilirdi ki?

 

O arada Kerim bana sarmayı elleriyle yedirdi ama zevkten dört köşe olmuştum… Bu kadın bu işi biliyordu.

 

‘’Ayşe abla sen dünyanın en iyi yemek yapan insanısın bence… Böyle bir şey yok! İ-na-nıl-maz!’’ Diye son kelimeyi hecelediğimde ikisi de gülüyordu.

 

‘’Afiyet olsun kuzum. Hadi git soyun, dökül gel ben de o ara sofrayı kurarım.’’

 

Onu onayladıktan sonra mutfaktan çıktığımda Kerim yine peşimdeydi. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam?

 

‘’Neden peşimdesin Kerim Kerimoğlu?’’ Derken çatık kaşlarla sorduğum soru, kalbimde düğün havasını olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

 

Gömleğinin manşetlerini açarken ona dönme gafletinde bulundum. Her bir zerresi özenle çizilmiş gibiydi. Heybeti benim diyeni korkutsa da benim için kusursuz bir heykeli andırıyordu. Mavi gözlerini alayla gözlerime diktiğinde kendimi toparladım.

 

‘’Sadece odama çıkıyorum Çiroz’um… İstersen burada soyunayım ha ne dersin?’’

 

‘’Terbiyesiz!’’ Dediğimde sırıtan yüzüyle merdivenlere doğru yönelirken, aklıma gelenle peşine takıldım.

 

‘’Neden peşimdesin Feride Arslan?’’ Diye sorduğunda söylediğine kısa bir kahkaha attım. Beni taklit ediyordu bir de… Bana karşı böyle yumuşak olması o kadar hoşuma gidiyordu ki… Özlediğim şeylerden biri de bu olabilirdi.

 

‘’Sana bir şey sormam lazım aşırı acil!’’ Dedim son cümleyi bastırarak.

 

Odasına girerken, kafasını bana çevirdi.

 

‘’Neymiş o?’’

 

Gömleğinin düğmelerini hızla çözüp yatağa fırlattığında giyinme odasına doğru ilerliyordu. Sorsalar dünyanın en utangaç kadını olabilirdim belki ama söz konusu Kerim olunca tam bir arsızdım. Peşinden giderken doya doya izledim bu görsel şöleni.

 

‘’Hande’yle ilgili… Sen…’’ demeye kalmadan lafımı kesip söze girdiğinde tamamen bana dönmüştü.

 

‘’Yavrum, bak tamam söz verdim. Tutacağım sözümü sen niye taktın buna bu kadar?’’

 

Bana ilk kez farklı bir şekilde hitap etmişti… Açık konuşayım, bu kadar dümdüz bir hitabın beni baştan aşağıya zangır zangır titreteceğini söyleseler epey gülerdim. Ama bu adamın benim üzerimde ki her etkisi yadsınamaz bir gerçekti tabii ki. Etkilenmiştim. Çok etkilenmiştim.

 

‘’Yavrum mu? Hah! Çocuğun muyum ben senin ya! Yavrummuş… Olaya bak, saçmalık…’’ derken ne söyleceğimi dahi unutmuş arkamı dönmüş odadan bir an önce çıkma planları yapıyordum. Bu adam beni mahvediyordu, her anlamda… Giyinme odasından çıktığıma sevinip, adımlarımı iyice hızlandırdığımda olanlar oldu.

 

‘’Feride, dikkat et!’’ Demeye kalmadan ayağım yere attığı kemerinin tokasına basınca kaydı. Ne ara kemerini çıkarmıştı bu adam? Geriye doğru yere düşecektim ki onun kollarına düştüm. Bu daha beterdi! Çok savunmasızdım… Duygularım beni fazlasıyla zorluyordu, çaresizdim. Sevmek bu kadar zor olmamalıydı…

 

Arkaya doğru düştüğüm için beni kollarımdan yakalayıp kendine çevirmişti. Odadan düşmeyeyim diye koşturarak geldiği için nefes nefeseydi… Nefesi boynumu adeta yakıyordu, ya da ben kendim alev almıştım bilemiyorum. O an bunu düşünemeyecek kadar bilinç kaybı yaşadığıma yemin edebilirdim.

 

Nefes alış verişi…

Göz teması…

Boynunda atan damarı…

Koyulaşan mavileri…

 

Allah’ım ölüyordum!

 

‘’Bu iki oldu…’’ dedi ve hemen ardından bakışları dudaklarıma kaydı… Bu hamleyi bekliyormuş gibi dudaklarım karıncalanırken, kalbimin atışı kulaklarımı parçalayacak raddeye gelmişti bile. Yaşadığımız anın gerçekliğini kavrayabilmek için gözlerimi kapatıp yeniden açtım. Bu kadar savunmasız olmak beni çok korkutuyordu. Her hareketinden bir anlam çıkarıyordum, sonra da hepsinin benim kafamdan uydurduğum saçmalıklar silsilesi olduğu gerçeği tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Bu Polyannacılıktan çok sıkılmıştım artık!

 

‘’Üçüncüye tutmazsın olur biter!’’ Dediğimde kendimi doğrulttuğum gibi onu ellerimle geriye doğru ittim. Şaşkınlıktan olsa gerek dengesini bir an için sağlayamayıp olduğu yerde sendeledi. Bakışlarında mavilikler koyulaşmış, ne yapmaya çalıştığımı çözmeye çalışır gibiydi…

 

Kapıyı çarpıp çıkmadan hemen önce, öfkeyle kafamı ona çevirip, kızgın ve kırgın bir ses tonuyla onu uyarmayı da ihmal etmedim.

 

‘’Benimle oyun oynama Kerim!’’

 


EVET ARKADAŞLAR... BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK.

YORUMLARINIZI ÇOK MERAK EDİYORUM.🤭😁

UMARIM BEĞENDİĞİNİZ BİR BÖLÜM OLMUŞTUR.❤️

HA BU ARADA! İNSTAGRAMDA @feridekitapoffical HESABIMIZ VAR. ORADA ALINTILARI VE GÖRSELLERİ PAYLAŞIYORUM. HEPİNİZİ ORAYA BEKLİYORUM.

 

YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

KOCAMAN SEVGİLER...❤️

Loading...
0%