@siren_
|
Kalben gelenleri yaktıkları vakit yakma kalplerini Hayır dea, acıma da Onların kalpleri olmaz zaten, tavsiye sana Marcena Ruhu'nu öldür Kalp tamir edilir, ruhsa asla. .............. Rüzgarlı tepelerde olmaz ki esaret Cesaret neyime gerekmez ya da Olmasın, geçmesin Bir kadehe sığınmaksa ... Kadınım diye güçsüz müyüm... Tutsak mıyım bir adama? Sana... Yanlışın var Kıymetli Efendim ... 143 ile kutsandım ben Kan ile getirdim vahşeti Gücümün ulaşacağı yer neresi? Sorma... . . ~~~~☽✿☾~~~~ . . ~~~~☽✿☾~~~~ Suruç/Şanlıurfa Özgürlük Konferansı/Marcena Tekrar slayt değiştirdi Madam Gricelda. ÖSB (Özgürlük için Savaş Birliği) örgütünün sözcüsü ve alt yapısında önemli bir rol üstleniyordu kendisi. Şimdi ise örgütün onun eline sıkıştırdığı flaşı açmış konuşmasını yapıyordu. "Son yıllarda yapılan tatbikatların sıklığına bakarsak sevgili yoldaşlarım örnek 3 ve 4'de göründüğü gibi yeni yapılanma oluşmaya başlamış. Özellikle son 8 aydır bu yapılanmanın daha fazla hareketlilik gösterdiğini sonuçlardan çıkarıyoruz. Muhbirlerimizden gelen bilgiye göre Cudi tarafların da olan küçük kamplarımıza saldırı hazırlandığı düşünülüyor. Biliyorsunuz ki Cudi Dağı bizim terör kapımızdır. Köylerden alınan çocuklar ilk Cudi'ye getirilir ondan sonra Suriye, Irak ve İran'daki as kamplara yerleştirilir." "Madam Gricelda bir sorum olacak." diye sordu Marcena. Umursadığından değil dikkat çekmemek içindi tavırları. Gerçi onu bile belli ediyordu ya. Soru soran kişiden dolayı Madam Gricelda heyecanlandı. Marcena çok önemli birisiydi ve bu toplantıya katılması bile onların elini ayağına dolaştırıyordu. Kesik nefesleri ile olabildiğince kekelemeden ve titremeden konuşmaya çalıştı. "Elbette Madam Dea Marcena Evans." "Öncelikli olarak Marcena yeterli, Gricelda." "Peki Marcena. Sorunuzu duyabilir miyim?" "Sevgili Gricelda bu adı geçmeyen bahsettiğiniz muhbir kimdir acaba? Güvenilir birisi mi? Eğer öyle değil ise TG olarak bundan derin-" Derin telaş ve korku ile Marcela'nın cümlesini bitirmesine izin vermeden atıldı Gricelda. Marcena'nın en sevmediği şeydi sözünün kesilmesi, dişlerini sıktı. "Elbette güvenilir Madam Marcena. Siz kıymetli Dea'yı tehlikeye atıp TG'yi karşımıza alamayacak kadar güçsüz durumdayız üstelik. Böyle bir işe mümkünatı yok kalkışmayız." cümlelerini toparlamaya çalışırken daha da karıştıran Gricelda korkudan sararmaya başladı. Onun aksine Marcena epeyce bir rahattı. Bacak bacak üstüne atıp -diğerlerinin aksine sandalyede değil koltukta oturuyordu- koltukta arkasına yaslandı. Bu birinci adımdı. "Ne yani? Gücünüz yetse TG'yi karşınıza mı alıcaktınız?" diyerek onu alaya aldı. Burada örgütün büyüklüğünü gösteriyordu. İkinci adım doğruldu. "Ha-" Birden sözünü keserek çıkıştı Marcena. Sesini dinlemeye bile tahammülü kalmamıştı sabahtan beri mıy mıy ötüyordu zaten karı. "Sizi yaşatan biziz pek sevgili (!) Gricelda. Kullandığınız fon'a bile bizim sayemizde ulaşabiliyorsunuz. Önünüze konan yemeğin tuzu bile bizim sayemizde. Cümlelerinizi dikkatle kurmanızı öneririm." Üçüncü adım tekrar geriye yaslandı. Marcena'nın sinirlenmesi içeride ki tüm başkanları tedirgin etti. Cümlelerinde tek bir hata yoktu aksine eksiklik bile vardı. Onun sinirlenmesi bile TG'nin sinirlenmesiydi bu yüzden oluşan ses karmaşası ile başkanlar kendini savunmaya ve aklamaya çalıştı. "Öyle değil Madam Marcena siz onun kusuruna bakmayın efendim. Siz kıymetli efendimizin burada olması onun heyecanlanmasına ve dilinin-" o kadar hızlı ve sesli konuşuyordu ki başkan hengamede sesi yankı yapıyor gibiydi. Sözünü kesen Marcena'nın alay dolu gülmesiydi. Öldürücü bakışlarını konuşan 22.bölge başkanına çevirdi. Nasıl bir hadsizlik yaptığını öğrenmeliydi sadece o da değil burada ki herkes onun kudretinin farkına varacaktı. Anlamalıydılar onun yanında hiç birinin canı mühim değildi. Gösterecekti. "TG siz iki geri zekâlı gereksizin hala nefes aldığını öğrense çok içten ve büyük bir hüzün duyardı..."Ve dördüncü adım birbirine kenetlediği bacaklarını çözüp kendi ellerini birbirine dolaması. "Efendim lüt-" sesini kesen alnının tam ortasına yediği JMK BORA-12'den çıkan kurşundu. Adamın alnından sıçrayan kan beyaz stilettosuna sıçradı. Yan taraftaki başkana işaret verdi silmesi için. Başkan hemen peçete almışken onu eli ile reddedip beyaz gömleğini işaret etti. Başkan derince yutkundu bu kadın şakaya gelmezdi. Hemen ayaklarının dibine çöktü, çıkardığı gömlek ile mini minnacık kan damlasını sildi. Lakin deri stilettoya kan damlası daha çok yayıldı. Adam kafasını yavaş yavaş ve elleri titreyerek kaldırdı. Kafasına kurşun yemek istemiyordu. Marcena kısa bir akış attı adama(!) ve ardından 2. atış sesi geldi kırılan camların ardından. 1 leş daha yere serildi. "Görüyor musunuz ya da şöyle söyleyeyim hissediyor musunuz gücümü? Sinirlenmem hatta bakışım bile sizin ölmeniz için bir sebep dışarı da bekleyen keskin nişancılar ağzımdan çıkacak tek bir söze bakıyor. Ah her neyse size verebildiğim tolerans etkisini daha fazla yitirmeden ben gideyim toplantı burada bitmiştir." diyerek çıkış yaptı. Toplantı umurunda değildi. Burada ki leş kokanlar da öyle. Ve ve ve ah her neyse umurunda değildi işte. Buraya gelme amacı son zamanlarda içten içe TG'ye karşı ayaklanma ve fitne çıkarma planları yapan o aptallara büyüklüğünü göstermek ve bu hareketlere devam edenlerin cezasını canıyla ödeyecek olduklarını hatırlatmaktı. İçeride anlattıkları paçavralarda, o ağzı kokan aptallarda.....ıyy hepsine zor katlanıyordu Allah bilir sonları yakındı. Üzerindeki kan sıçramış gömleği değiştirip dışarı da onu bekleyen araca yöneldi. Şoför TG'nin Türkiye ulaştırma birimlerindendi. Adam ceketinin önünü ilikleyip kapısını açtı hemen. "Nereye Efendim?" "Kendimizi hatırlatmaya 18 numara." ~~~~☽✿☾~~~~ Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Âkif'in, babasının talebelerinden, Köse İmam'ın oğlu olarak tanıttığı Âsım; aynı zamanda, inancıyla yoğrulmuş Türk gençliğinin sembol ismi olarak ele alınıp Mehmet Akif'in Asım'ın Nesli diye hayal ettiği neslin, sadece şiirinde geçen hayali bir kahraman olmadığından, bir sahabe olan Asım İbni Sabit'ten (r. a) de bahsediliyor. "Arıların koruduğu sahabe" olarak ünlenmiş sahabenin hayat hikayesi çok manidardır. Şöyle anlatılır: Peygamberimiz (sav) kabilelerine İslam'ı öğretmek üzere öğretmen talebinde bulunan kişilerle beraber, aralarında Asım bin Sabit'in de bulunduğu 10 kişilik bir eğitici heyet gönderir. Ancak Reci denilen bir subaşında bu öğretmen sahabeler topluluğu Lihyanoğulları'nın saldırısına uğrarlar. Lihyanoğulları'nın amacı onları esir edip Kureyş'e satmaktır. Bu nedenle onları sağ ele geçirmeye çalışıyorlardı. Fakat Asım, teslim olmamaya kararlıdır. O yiğitçe şöyle haykırıyordu: "Ben müşriklerin himayesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim. Vallahi bu kâfirlere asla teslim olmam. Allah'ım Resulullah'ı durumumuzdan haberdar et.'' Bir taraftan da ok fırlatıyordu. "Ben ne diye çarpışmayayım. Gücüm kuvvetim yerinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte. Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. Takdir edilen elbette başa gelecektir. İnsanlar er geç Allah'a dönecektir." Bu kahraman sahabe birçok müşriki yere serdikten sonra, şehit olacağı esnada şu duayı yaptı: "Allah'ım Senin dinini korumaya çalıştım. Sen de cesedimi müşriklerden koru." Müşrikler Hz. Asım'ın başını alıp Sülafa adındaki bir kadına satmak istiyorlardı. Sülafa Asım'ın kafatası ile şarap içmeye yemin etmişti. O gün orada mevcut bulunan on sahabeden yedisi şehit oldu, üçü esir edildi. Müşriklere Âsım bin Sâbit'in başını kesmek istediler. Fakat Allah-ü Teâlâ, Hz. Asım bin Sâbit'in duasını kabul buyurdu ve mübarek cesedine müşrikler el süremediler. Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit'in üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. "Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız" dediler. Akşam olunca Allahü teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım bin Sâbit'in cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbit'in hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Bu olaydan sonra Âsım bin Sâbit anılırken, "Arıların koruduğu kimse" diye anılmaya başladı.***(Burada ki yazı bana değil en altta ki linke ait. Aşırı beğendiğim için buraya koydum daha güzeli yazılamazdı.) Biz inancı dağda öğrendik ölüme yakınken. Ölüme yakın olan Allah'a yakın olandır. Allah'la ittifak kurmuştur mehmetçik. Filmde gördüğün, kitapta okuduğun gibi değildir mehmetçik. Orada ki mehmetçik başroldür ölmez kahraman diye anılır lakin gerçek hayatta... gerçek hayatta ölür Mehmetler, hayır ölmez şehit olurlar. Kahramanca! Biz bu neslin askeriyiz... Mehmediyiz.... Fatihiyiz... Ayşesiyiz... Nene Hatunu, Halide Edip'i ve daha bir çoğuyuz. ......... Şemdinli/Hakkari Aktütün Karargahı Tim devriyeden yorgun dönmüştü gecenin kör saatlerinde. Gelir gelmez kendilerine ait konteynerler da yerlerini almış uzun bir uyku çekmişlerdi. Her ne kadar rahat olunabilirlerse artık. Şimdi ise ortak alanda oturmuş sohbet ediyorlardı. "Komutanım mırra mı mür mü artık ne haltsa nasıl içiyorlar ya ben anlamıyorum. Siz Urfalısınız bilirsiniz, nasıl içiyorsunuz onu?" Anlamadı Ömer komutan. "Urfalı olmamla alakası ne?" "Ne bileyim komutanım bilmezler mi sizin orada herkes acı mırrayı?" "Bilmez heralde...bilmem ki? Nereden soktun şimdi aklıma bunu?" diye sinirlendi Ömer. "Rüyamda içiriyorlardı acı bir şey. Hanım Bayan Kadını abla mırra dedi." dedi Özgür. "Rüyanda tat mı alıyorsun lan sen?" dedi garipseyen bir tavırla Berk. Aslanım alışamadın mı hâlâ? "Komutanım valla ben söz konusu Özgür olunca böyle şeyleri yadırgayamıyorum artık." diye takıldı Özgür'e Duru. "Uykusunu alamadı komutanım o." "Bir içim şey oldu." diye mırıldandı Cuma. Mübarek adam... "Ne oldu?" dedi Kadem. Cuma içindeki garip hissiyatı yatıştırmaya çalıştı. Kalbine bir sızı girmişti sanki. Onlar kendi aralarında konuşa dururken kapı önünden bir er geçti hızlıca. Hepsi ayaklandı hayır olsun inşallah. "KOMUTANIM!" diye bağırdı daha koridordan. Albay postası daha içeriyi kontrol edemeden içeri daldı er. "BU NE HADSİZLİK ASKER!" kükreyerek masa başından çatılmış kaşları ile ayaklandı Orhan Albay. Acelesi vardı er'in. "KOMUTANIM!" dedi tekrardan nefes nefeseydi. "Komutanım...görüş var." dedi kesik nefeslerin ardından. "Görüş var. Üsteğmen Ali...termal kameradan...görüş aldı. Dikili...Taş tarafında-derince yutkundu- 120 kişi tespit edildi Komutanım. Diğer kulelerden henüz haber yok. Hemen size haber edilmem emredildi." Orhan Albay acele ile odasından dışarı atıldı. Yanı başında erlerde onunla birlikteydi. "Herkes silahlansın ikinci bir emre kadar mevzilenin, haber bekleyin." diye emir verdi. "Komutanım Aşkın Kulesi'nden Teğmen Can Oyan hatta, sizi istiyor." dedi er. Albay hemen eline aldı cihazı. "Albay Orhan Kötek, dinliyorum teğmen." "Ko-... dırı......ltında-.....acil....ta..viye-..g..kiyor." kesik kesik anlaşılmayan cümlelerin ardından hat kesildi. Dışarıdan atış sesleri gelmeye başladı. Albay Orhan yanında ondan emir vermesini bekleyen askerlerine döndü. "Yakın karakollardan destek talep edin. İHA'ları da... Askerlere de söyleyin 30'ar kişi olmak üzere 4 kuleye dağılsın. İlk yardım ekipmanlarını hazırda bulundurun, hemşire ile doktoru koruyun. Geriye kalanlar mühimmat desteği sağlasın. Hasan Çavuş kontrol merkezinin başında dur kulelerin yönlendirmesini yap. İkinci bir emre kadar böyle ilerleyeceğiz. Hadi aslanlarım." Emirleri alan askerler birer birer dağıldılar. Albay telsizle en yakın karakolu aradı. Çok geçmeden ; "4344 Samanlı Karakolu Üsteğmen Karsu dinlemede." sesi duyuldu. "4344 Üsteğmen Karsu, ben Albay Orhan Kötek." telefonun diğer ucundan bir selam sesi geldi. "Emredin Komutanım, dinlemedeyim." "Binbaşı Rüzgarla bağlantı kur, acil." "Emredersiniz." Aradan geçen bir kaç saniye üzerine hattan Binbaşı Rüzgarın sert bariton sesi duyuldu. "Binbaşı Rüzgar Polat- Şırnak Emredin Komutanım." "Binbaşı baskına uğradık acil askeri destek talep ediyorum." "Anlaşıldı Ko-....nım....de-... y-...." Hat kesildi. Jammer kullanılmış olmalıydı. Öyleyse orada da baskın olacaktı. Telefonu sinirle yerine koyup odadan çıktı. Dışarı da ki çatışmanın şiddeti seslerden anlaşılacağı üzere daha da artıyordu. Süleyman Kulesi ile olan bağlantı hepten kesilmişti. Odadan çıkan Teğmen Alper, Albay'ın yanına geldi hızlıca ve selam durdu. "Komutanım İHA'lar sürekli yalan ihbarlar tarafından meşgul edilip bizden uzağa yönlendiriliyor, görüş yapamayacağız. Diğer karakollar da ablukaya alınmış yardım talebinde bulunuyorlar. Yardıma çıkan bazı ekiplerin de pusuya düşürüldüğü haberini aldık sıcak çatışma içerisindeler." 'Rabbim!' dedi içli içli. 'Daha ellerine yakılmış kınaları silinmedi yavruların. Sen bu aslanlara yardım et.' Albay aldığı peş peşe kötü haberle patlamaya hazır bir bomba gibi duruyordu bir yandan kalbinde bir ateş yandı, kor tutmuştu orası. Düşman bitmezdi belki ama düşmanın karşısında duracak yiğitte bitmezdi evelallah. Arkasında ki beylik silahını çıkarıp mermiyi namluya sürdü. "Gökbörüye haber et pusuya düşürülmüş ekibe yardım etsin mühimmatlar lazım bize." Asker baş selamı verip gidiyordu ki Albay onu durdurdu 'oğlum' diyerek. Asker hemen tekrar selam durdu. "Hakkını helal et oğlum." dedi karşısındaki dimdik duran yiğit'e. Gözleri buğulandı Mehmetçik'in. "Helal olsun Komutanım, Siz de edin." dedi yiğit oğlan. "Helal olsun aslanım. Sonuna kadar helal olsun hakkım." Parıl parıldı gözleri belki de Hüda'nın ona birazdan vereceği şehitlik ünvanı içine doğmuştu. Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, Ya Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i... Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 'Rabbim!' dedi içinden 'eğer yazılıysa alnımda şehitlik, onu bana ver. Bu aslanların düğünü var bugün.' ~~~~☽✿☾~~~~ Şemdinli/Hakkari Ertesi Gün Güzel ve rahat geçen bir uykunun ardından Abay ailesi kahvaltılarını etmiş salonda oturuyorlardı. Özgür'ün annesi Özlem masayı toplayıp bulaşık makinesine dizdikten sonra meyve soymuş dizi keyfi için içeri geçmişti. Arada bir ağızına attığı elma ile yanındaki telefondan kafasını kaldırmayan oğluna kötü bakışlar atıp söyleniyordu. Neden doğurmuştu ki bunu bir tane neyine yetmemişti? Hayır yani ne gerek vardı? Neyse Allah'ın gücüne gitmesin... "Hiç babası da görmüyor bu oğlanı hiç." Altay Bey söylenen hanımına bir bakış attı ondan sonra bir şey yapmadı demesin diye ayağının ucu ile Eray'ı dürttü. "Oğlum kafanı kaldır az" diye mırıldandı. Eray gülecek gibi oldu. "Yok ben kime diyorum ki babası ne ki oğlu o olsun." ağızına 2 elmayı sokuşturdu. Sincap gibi olmuştu yanakları. Eline aldığı armudu oğlunun ağzına uzattı. Eray annesi armudu çekmeden yedi. "Eray." diye seslendi oğluna. Eray kafasını kaldırmadan yanıt verdi. "Hııı?" Doğururken mi acaba bir sorun olmuştu. Çünkü kendisinde sorun yoktu buna emindi olsaydı Özgürde hatalı olurdu. Aslan gibiydi oğluşu...Ayy annesi ona kurban. "Anneye hıı denmez efendim denir." diye çemkirdi. Eray bıkkınlıkla kafasını telefondan kaldırdı yoksa tövbe daha susmazdı annesi. "Efendim anneciğim." Bir de sahte bir gülümseme sundu mu tamam. Annesi sahte tebessümünü fark edip kafasına bir tane indirdi tokadı. Eray yüzü buruşarak geri çekildi. Altay Bey ise kısa bir bakış attı ses nereden geliyor diye. Oğlundan olduğunu anlayınca gülerek geri telefonuna döndü. "Valla ölsem gene gülecek bu adam haa." diye söylendi Eray babasına karşı. Altay Bey hiç oralı olmadı. Özlem hanım tekrar oğlunu dürttü. "Anne artık söylesen mi ne istiyorsan?" Kumandayı uzattı Özlem hanım. "Televizyonu açsana dizim başlayacak." "Şu hintlileri mi?" "Hı hı." Eray ve babası göz göze geldi ikisi de kendisini gülmemek için kısıyordu. Allah aşkına haksız mıydılar. Şimdi Bollywood tarafından şikayet edilmeyelim de... Hani ne desem ne söylesem. Bir bakışma neden o kadar uzun sürüyor. Biz bilmeden telepatik konuşmayı mı buldular acaba. O kadar geliştilerse....ahh aklımda deli sorular. "Açtım." Bir kaç dakikanın ardından o müthiş Oscar'a aday gösterilmesi gerekilen sahne tekrar TEKRAR sahneye girdi. KIZIN BOĞAZI PERDEYE DOLANIYOR. Tabi ki annelerimiz bu kurguyu bir eli ağzında bir eli dizini döverken seyre dalıyorlar. Tatlılar mı...şüphesiz öyle. Evet, kız bir eliyle boğazını daha fazla sıksın diye perdeyi çekiştiriyor. Sanırım kaynanasına daha fazla dayanamadı da kaza süsü verilmiş intihar nasıl yapılır seyirciye onu empoze etmeye çalışıyor. "Hihh kız boğuluyor. Allah'ım sen koru." Baba ne olur tut kendini gülme yalvarıyorum sana. Ruhumu ortaya koyuyorum. Bir gün daha seninle yatağımı paylaşamam. Ve o acı son. Babalar kişniyerek güler mi? Evet, neden olmasın. Mesela benim babam akşama benim yatağımda benimle sıkış tepiş yatacağını birbirimizi tekmeleyerek yataktan iteceğimizi onun da ardından 'ben babayım' diyerek enseme şaplak atacağını, beni yastıkla salondaki o rahatsız koltuğa uyumam için göndereceğini ve onun yanında hediye olarak gelen trip seansını 3 gün çekeceğini bildiği halde şuan kişniyerek gülüyor. Hani derler ya kızlar annelerinin kaderini yaşar. Bende diyorum ki oğullar babalarının cezalarına ortak olur. #kahrolsunfaşizm- ay yanlış oldu. #kahrolsuncezalarınıoğlunaortakedenbabalar Biraz uzun ama olsun 2-3 milyon tweeti var. Kısa süre sonra reklam birden durdu ve onun yerine ekran kırmızıya büründü. Son Dakika. Bilen bilir buson dakika gelişmeler, haberler artık her neyse pek hayra işaret değildir. Ya Acı, ya acı haberi sunar. Ekran'a çıkan spiker kadınla Özlem hanım susmuş, Eray'a; "Televizyonun sesini yükseltsene az duyalım." dedi. Genç spiker arkasında dalgalanan kırmızısına ölünen bayrakla konuşmaya başladı. ses tonu titriyordu. "Terörü lanetliyoruz." Oysa biz hep sadece lanet ediyoruz, icraate geçsek ölür müydü mazlumlar. Tec**vüz edildikten sonra katledilir miydi Kudüste ki, Filistinde ki mazlumlar... Doğu Türkistandakiler... Neyse biz lanet etmeye devam edelim(!) "Türkiye yasta, hepimiz yastayız. Terör Örgütü ÖSB'yi lanetliyoruz. Efendim Türkiye maalesef dün akşam ki hain saldırıyı konuşuyor." Özlem hanımın gözleri doldu hemencecik. Dili kendinden bağımsız dualarına başlamıştı bile. Vatan böyle annelere borçluydu işte. Tanımadan etmeden duasına ortak eden ayaklarının altı öpülesi kadınlara emanetti vatan. Ve onların doğuracağı yiğitlere, asenalara. Allah razı olsundu başka analar ağlamasın diye ağlayan analardan. Boyunları yere eğilmesin gözlerinden yaş firar etmesindi. "Allah taş eylesin, Allah fırsat vermesin, Mehmetçiğimin ayağına taş değmesin." dedi Altay Bey. "Nerede olmuş saldırı?" Eray altta hızla geçen yazılardan saldırının nerede geçtiğini öğrenmeye çalışırken dış kapı çaldı. "Hakkari Şemdinli'nin Aktütün Karakolu'na ve-" Gerisini kulakları duymamıştı yaşlı çiftin. "Oğluuuuum." diye feryat etmişti Özlem hanım. Altay bey telefonunu çıkarıp oğluna ulaşmayı denedi. Salonda sesi sonuna kadar açılmış televizyondan 12 askerin şehit olduğu ve 6 askerin ise pusuya düşürülüp esir alındığı düşünülen haber sunulurken artık kapı daha da bir şiddetle vuruluyordu. "Eray kalk kapıya bak." dedi titreyen sesle Altay Bey. Bir yandan içinde oğlunun olduğu kalbini bir yandan hanımını tutuyordu. Eray bir gözü televizyonda bir kulağı babasında onaylamıştı onu. Şiddetle dövülen kapıyı açtığında kalbine çöken ağırlık habercisi miydi acının? "Buyrun." dedi kapıdaki kızaran gözlerine inat dik duran Komutana. Biliyordu pek hayra alamet değildi gelmeleri ama yine de sözü vardı abisine şehit de düşse esir de, dik duracaktı. Asker kardeşiydi o. "Evlat." dedi Komutan gencin omzunu sıvazlayarak. Hani bazen konuşmaya gerek kalmazdı ya o zaman bu zamandı işte. Gözünden damlalar feryat etmeye başladı genç delikanlının. Tutamadı sözünü ağladı ama dikti başını eğmedi. "Dik dur evlat abin öyle isterdi. Bulacağız, devlet yavrusunu bırakmaz sırtlanların eline." "Abim eğlenmeye gitti komutanım. Bilirim rahat duramaz o." Akan yaşlarının ardında bir gülümseme yayıldı suratına. Güldü komutana karşı. Bilirdi abisi hep gelirdi. . . ~~~~☽✿☾~~~~
***https://www.risalehaber.com/mehmet-akif-asimin-nesli-derken-kimi-kastediyor-17776yy.htm
|
0% |