@siren_
|
"Öylesine güzel bir gökyüzünün altında, bu kadar kötü insan nasıl yaşayabiliyordu. Namuslu olmak sizi diğer insanlardan üstün yapmaz. Övünme hakkını vermez, zaten herkes yaşadığı sürece namuslu olmak zorundadır. Önce biraz ağladılar, ama alıştılar şimdi. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır! Kötü bir insan değildim. Ne aksi bir adamım, ne de uysal biriyim. Ne alçağın biriyim, ne de namuslu, ne onurlu biriyim, ne de kahramanım. Ben hiçbir şey olamadım. Bence gerçekten büyük insanlar, dünya da büyük acıları çekmek zorundadır. En iyisi hiçbir şey düşünmemek. Mümkünse tabi..." (Dostoyevski)
. . ~~~~☽✿☾~~~~ ~~~~☽✿☾~~~~ . . Samdi Dağı/Hakkari "Ben geldim." diyerek girdi içeri. Kadının elinin kan içerisinde olması dikkatlerden kaçmamıştı Tim'in ama düşman düşmandı. İsterse gebersindi. "Niye geldin?" dedi büyük bir yılgınlıkla Kadem. Sanki kırk yıllık dostmuşlar da Marcena onları ziyarete gelmiş gibiydi. Gözlerini devirip ofladı. Tek tek inceledi askerleri yorgundular buradan isteselerde kolay kolay kaçamazlardı. Zincirlerden elleri ve ayaklarını kullanmaları bir yana yiyecek ve su da verilmemesi onları iyice güçten düşürmüş olmalıydı. Dün geldiğinde daha dinç duruyorlardı. Duruya yaklaştı. İlk gördüğünden beri ilgisini çekmişti zaten savaşçı kadın. Kanlı elini kızın boğazına sardı. Sıkmadı. Sadece duruyordu ve elinin altında atan şah damarını gözleri kapalı hissetmeye çalışıyordu. Canlı şeylerin hareketleri hep ilgisini çekerdi. "Napıyor lan bu?" diye sorduğunu duydu Özgür'ün. "Çek lan o elini." "Leş kanını uzak tut ondan." İçeri gelen 18 numaraya döndü. Elinde şırıngaları vardı. Gökbörü kaşları çatılı izliyordu olacakları. İlaç mı verecekti? Zehir? Uyuşturucu? "Getir number eighteen." Uzatılan şırıngayı alıp içerisindeki havayı çıkartmıştı. Bir kaç damla atlayıp yere düştü. "Ne o?, Ne var onun içinde? DOKUNMA LAN ONA." "DOKUNMA!" "BANA VUR." "LAN HAYIR HAYIR." Timdekilerin haykırışı şırıngadaki sıvıyı Duru'ya enjekte etmesine engel olamamıştı. Direnen Duru yüzünden şırınganın iğnesi kolunda küçük bir yırtılmaya sebep oldu. Yere düşen bir kaç damla kan ise orayı Türklere armağan kıldı. "Kıskandınız değil mi?" dedi kıkırdayarak. Öfkeden deliye dönmüş suratların sahipleri çözük olsaydı şuan son nefesini veriyor olur muydu acaba? "NE VERDİN LAN ONA?" diyerek kükredi Kadem. "KANCIK KARI. BURADAN BİR ÇIKAYIM SENİ İNİM İNİM İNLETEREK GEBERTMEZSEM."Öfkesini haykırdı Berk. "Tozunu bırakmıycam yer yüzünde orospu." "Son damlana kadar boşaltıcam lan kanını." "Buradaki adamların da eğlenmeye hakkı var." diyerek tepkilerini izledi Marcena. Berk ağlayacak kıvama gelmişti. Hatta yalvarmıştı da. Bir kadın tecavüzü kolay kolay atlatamazdı belki de hiç atlatamazdı. "Ne istersen yaparım. Bırak onu. LAN SANA BIRAK DİYORUM!" Bunları kulak ardı ederek 18 numaraya işaret verdi. Baygın Duru'yu haykırış ve öfkeli küfürler, şıngırdayan zincirler eşliğinde mağara dışarısına götürdüler. Kenarda duran ahşap sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attı. "Kendi idealleriniz için kan döküyorsunuz." Daha çok kendi kendine konuşuyordu. Cebinden çıkardığı ıslak mendille elindeki kanı silmeye çalıştı lakin kuruyan kan yapışmıştı bile. "Nereye götürdün onu? Söyle adamına GERİ GETİRSİN ONU!" Öfkeden köpürüyordu Berk. "Ve bundan gocunmuyorsunuz." diye devam etti söylenenleri kulak ardı ederek. "Nereye varacaksın? Ee?" diye konuştu Altay Cebe. Sakince konuşuyordu lakin içi içini yiyordu. Uzlaşmaya varmaya çalışacaktı Duru için. "Anladım." dedi kendi kendine. Kafasında bir yerlere varmaya çalışıyordu. "Kafayı oynattı karı sonunda." dedi Kadem. "Tam dişime göre. Bunca zaman istikrarınız sayesinde buradasınız." diyerek kendi konusunun sonucuna vardı. "SANA DİYORUM Kİ DURU'YU BURAYA GETİR!" öfkeden inletiyordu mağarayı artık Berk Tartuk. Marcena az çok analizlerini yapmıştı onlar hakkında. Berk demin bağıran askerin sesi diğerlerine nazaran daha çok çıkıyordu, öfke problemi olabilirdi hafiften titremeye başlamıştı çünkü bedeni. Duru'dan hoşlanıyordu ya da daha fazlası belki. Diğerlerinden daha fazla küfür ediyordu ayrıca. Ömer Komutan...az çok onu da analiz etmişti. Çok az konuşuyordu o da. Karşısındakini analiz ediyor her hareketini aklına kazıyor gibiydi zaten komutan olduğuna bakılırsa bu ihtimali daha da güçlendiriyordu. Bir hayvan olsaydı kartal olurdu ya da bir aslan. Avcı edası onun ideası olmalıydı. Tim içerisinde de çok saygı görüyor olmalıydı, bakışı ile bile durdurabiliyor istediğini anlatabiliyordu. Altay Cebe nazik olandı. İstanbul beyefendisi denilenlerdendi. Sakin yapısının altında yatan kurnaz bir tilki yatıyordu. Çok güzel kamufle etmişti bunu o hoş suratıyla. Sağ elinin zincirini çözmüş çaktırmıyordu, arkadaşlarının bile bilmediğine emindi. Cuma kol kanat geren bir baba gibiydi. Önü açık askeri paltosu ve morarmış karnından bunu çıkartabilmişti. Bakışlarından merhamet akıyordu onlara karşı. Sert olan mizacı bile içerisindekini saklı tutamamıştı. Kadem...o biraz garipti. Dışarıya gelen konuşmalarından içinde bir çocuk yattığı belli oluyordu. Esir olmanı durumunu bile doğru düzgün umursamıyordu. Bu karakteri sanırım sadece yakınlarına özgüydü. Bayağı da kalıplıydı diğerlerine oranla. Özgür utangaç yapılı olandı. Hem asker olup hem de nasıl utangaç olabiliyordu? Çabuk parlayan bir yapısı da vardı ayrıca. O da Altay'dan sonra kurnaz bir kişiliğe sahipti. Marcena ilk geldiği gün mağara dışından onu duymuştu. Uyumayıp dışarıyı dinlemiş duyduklarını arkadaşlarına anlatıyordu. Duru...Tim'de ki tek kadın. Aşırı sert yapılıydı. Tim'e karşı bile. Sanırım hem mesleğinden hem de olduğu meslekte az kadın olduğundandı bu ketumluğu. Olur olmaz sert sınırlar çizmek zorunda kalmıştı kendine. Bunun nedenini anlamak zor değildi. Analizlerini kafasına kodladı unutmamak için. İleride lazım olacağını ön görebiliyordu. Bu onun edindiği bir stratejisiydi. Nihayetinde; "Akıllılar, savaşmadan önce kazanırlar. Cahiller ise kazanmak için savaşır. Akıllılar, önce savaşı kazanacağı ortamı yaratır, sonra savaşa girer. Cahiller ise önce savaş açar, sonra şansın gelmesini bekler." Sun Tzu "Duru'yu mu istiyorsunuz?" diye sordu sakince. "Dalga mı geçiyorsun lan bizle?" dişlerini sıka sıka konuştu Berk. "Hayır." dedi. Yarım saat boyunca onlarla oturdu ardından içeri baygın Duru getirilmişti. Bir kaç saat daha gözlerini açmazsı o. Tim rahatlayınca asıl mevzuya girdiler. Ömer komutan artık sessizliğini bozma kararı almış olmalıydı. "Kimsin sen?" "Hayır." dedi Marcena. "Bir oyun oynayalım doğru soruyu sorarsan cevap veririm. 3 soru hakkın var iyi düşün iyi kullan." "Doğru cevabı vereceğini nereden bilebilirim?" dedi. "Bilemezsin." dedi ve ekledi "2 soru hakkınız kaldı." "Hassiktir ya baştan alamıyor muyuz?" diye serzenişe bulundu Özgür. Tim'in keskin bakışları onu buldu. "Hayır, son bir soru hakkınız var artık." o kadar çok eğleniyordu ki... "Ne? Bu soru değildi bile. Hay anasını avradını ya." Özgür susmalıydı. "Ağzınıza sıçarım lan susun bi!" dedi Ömer. İyice düşündü belki kadına dair bir ipucu bulabilir diye. 18 numara demişti kadın, adama. Bunlar kimdi? Bir topluluk, örgüt... "Kimsiniz?" çıktı ağzından. "Güzel soru, biz kimiz? Biz Tertiadecima Generatione sizin deyiminizle kısaltma olarak TG'yiz. Ve sana güzel sorundan dolayı bir bonus hakkı veriyorum." Latince biliyordu Ömer Komutan. Tertiadecima Generatione 13. nesil demekti. Bu ne anlama geliyordu? Neyin 13. nesli? Bunu sorup hakkını bitirmek istemedi daha yüzeysel bilgilendirici bir şey sormaya gayret gösterdi. "Amacınız ne?" dedi. Her kuruluş bir amaç uğruna temel atardı. İleride onu aramak gibi bir işte bulunursa amacını göz önünde bulunur ona göre hareket edebilirdi. "Amaç....biz....ah ne zormuş anlatmak." diyerek sessizlik sağladı bir süreliğine ve biraz düşündü. "Amacımız denge diyelim kısaca. Ama bana sorarsan dişime göre bir rakip. Ben bağımsızım tabi onlardan. Onlar özgürlükçü diyebilirim." diyerek yarı doğru yarı yalan bilgi verdi Ömer'e. "İstikrarına bayıldım...Senden tam bana göre düşman olur biliyor musun? Burada bunlarla harcanıyorsun." diyerek ağız yokladı. Ömer'in alayla kalkan kaşlarını gördü. "Senden bana düşman mı olur? Benimle savaşmaya layık değilsin?" Marcena sinirlense de kılı kıpırdamadı. Yüzüne alaylı bir sırıtış hakim oldu sonra. "Doğru." dedi "Daha bu aptallara bile yakalandıysan...Haklısın, benimle savaşmaya layık değilsin." Ömer kendi silahından çıkan mermiyle vurulmasına bozuldu ve diyecek bir şey bulamayıp bocaladı. Kadın'ın ağzı iyi laf yapıyordu vesselam. "Oha. Komutanım bana bile gi-" "KES LAN!" "Siz! Her zaman ki orospu çocukluğunuzu yapıp arkadan vurmasaydın-" Ömer'in sözü kesildi. "Siz askersiniz tedbirli olmanız gerekirdi. Üstelik beni bunlarla bir tutmanız...." dilini damağına vurup Türklerden öğrendiği 'cık, cık" sesini çıkardı. İlk öğrendiğinden beri hoşuna gitmiş yapacak yer arıyordu zaten. "Size hesap vermek zorunda değilim." diye kestirip atmaya çalıştı Ömer. "Demin pek alasından veriyordunuz." İkinci oturtma gerçekleşti. Boruya* Derin ve öfkeli bir nefes aldı Ömer. Mermi gibi giriyordu cümleleri. Hem bakışları...ah ne diyordu Ömer komutan? "Ne yapmaya çalışıyorsun? Cidden...kaçak oynamadan cevap ver lan artık sabrımın sınırlarındayım." artık sabrı kalmamıştı Ömer'in yüzü kıpkırmızı kesilmişti. "Konuşuyoruz şurada. Tanımaya çalışıyorum sizi." Omuz silkerek bir kaç adım geriledi ve sırtını mağaranın duvarına yasladı. "Lan siktir git işin gücün yok mu? Hayır, artık işkenceye bile razıyım." dedi Kadem. Yüzü abartı bir dehşetle bakıyordu. Kadını çözememişti, akıllarına mı girmeye çalışıyordu, güven verio laf mı alacaktı? Öyleyse çok beklerdi daha. "Benim işkencelerimi kaldırabilirsen..." diye duraksadı ve düşündü. "Senin işkencelerini kaldırabilirsem?" diye devamını getirdi Kadem. Kaşları hafif kalkmıştı. Omuz silkti Marcena dudaklarını hafif büzmüş düşünceli durmuştu. "Hiç. Kaldırabilirsen yanımda olurdun diyecektim ama vazgeçtim." "Yanında falan olmayı geç de neden vazgeçtin?" "Dedim ya. Ben buraya geleli ne çok konuştum...bir yılda bu kadar konuşmazdım çenem açıldı. Neyse, dedim ya istikrar. Siz de istikrar var. Teklif etseydim de bayrağını vatanını bırakıp yanıma gelmezdin." Soluklandı ve devam etti. "Sizinle bir anlaşma yapalım. Burada ölmeyeceksiniz... İleride karşılaşacağımıza eminim. O yüzden size örgütle ilgili bir kaç bilgi vericem." Tim şaşırdı ve şüphe ile olanakları düşündü. Neden? Karşılarındaki kadının gerçekten de amacı neydi? Akıl karıştırıp laf mı alacaktı? Dost muydu düşman mı? Verdiği bilgilerin doğruluğu ne ölçüde güvenilir olurdu? "Taktiklerimizi tarihten alırız. Biz 'tarih tekerrürden ibarettir' cümlesinin bütünleşmiş haliyiz. Örgütün neresinden tutarsanız tutun tarihi bir savaş dehasının izini bulursunuz. Bunun örneklerinden bir tanesi de 6/11. ekip. Size gelip burada örgütümün tüm sırlarını dökecek değilim. Lakin iyi dinleyin ve ona göre her hangi bir safa geçin istiyorum." "Bize oyun oynuyorsun gibime geldi. Neden düşmanına kendinle ilgili koz veresin ki?" dedi şüpheyle Ömer. "Bu da farklı bir bakış açısı. Haklısın...Neden örgütümle ilgili düşmanıma koz vereyim?-biraz düşündü elleri yanağında cevap verdi- Makedonya'nın Büyük İskenderi 'Büyük' ünvanını nasıl almış bilir misin?" dedi Ömer'e. Ardından devam etti. "İlk çağlarda Gaugamela da 2 düşman bir araya gelir. O zamana göre de savaşta saflar paralel olarak alınır ve o şekilde birbirinin üstüne yürütülürdü askerler. İskender'in ordusu düşmanına göre kat ve kat küçüktü, düşman ordusunun uzunluğu 4 kilometreyi buluyordu. İskender ordusunu 45 derecelik eğimle birlikte sağ kanadını ilerletmeye başlamış. Düşman taraf sağ kanada bir bölük gönderirken merkeze ve sol tarafa da bir bölük göndermiş. Böylelikle Pers Kralı'nın önü açık ve savunmasız kalmış. İskender, Persleri yani düşmanını çok iyi tanıyordu. İki kanat arasındaki boşluktan bir bölük askeri ve merkezden gelen başka bir bölük asker ile birlikte Pers Kralına saldırıya geçti. Pers Kralı, İskenderi görünce arkasına bakmadan kaçtı, başsız kalan askerler ise savaşır mı? Elbette ki hayır. Böylelikle Genç İskender artık bu zaferle birlikte Büyük İskender oldu. İşte bende uzun zamandır adam akıllı savaşabileceğim bir şey arıyorum. Şartları eşitlemeliyiz, savaşımız zekice olmalı ki sizi alt ettiğimde kazandığım zafer de bir o kadar büyük ve güzel olsun. Tadı çıksın yani." dedi tatlı tatlı. Sanki çocuk kandırıyordu. "Yani kendine düşman arıyorsun? Peki burada ne işin var madem onlardan değilsin?" son bir umuttu Ömer'in ki. "Her şeyin vardır bir açıklaması. Bazıları söylenemez sadece herkese." Cevabını almıştı Ömer. "Ne verdin ona." diyerek konuyu değiştirdi Berk. "Hiç. Yorgun duruyordu dinlensin istedim sadece. Kötü mü ettim?" dedi göz kırparak. "Bu arada." diyerek giriş yaptı tekrar cümleye. "Zaaflarını fazla belli ediyorsun dikkat et düşman en çok oradan vurur." "Sen gibi mi?" dedi kaşlarını kaldırarak. "Beni karşı tarafına mı koydun?" diye sordu Marcena. "Nereye koymalıyım?" diye soruya soruyla cevap verdi Berk. "İnsan kendi kararının sonuçlarını çevresiyle öder. İyi düşün... bana yetersen ve ben istersem karşında olurum. Ama benden sana tavsiye kazanamayacağın kumara girme çünkü bu karşındaki kadın kumarda senin masaya koyduğun miktarla yetinmez senden fazlasını alır. Kanını, canını, çevreni, yolda selam verdiğini bile. Pis oynarım ben söylemiş miydim bu arada? Tıpkı büyüdüğüm yer gibi... Pis oynarım ve sonrada ellerimi silip hiç pislenmemiş gibi temiz temiz güle oynaya ayrılırım yanından. Şimdi tekrar düşün beni karşına alabilecek misin?" "Sen!" dedi hiddetle. "Gerçekten de göze alınamayacak bir tehdit ama aynı zamanda göz önünde bulundurulması gerekilen bir kadınsın. Karşıma alsam ve seni yensem kaybedecek olan yine ben olacakmışım gibi geliyor. Yanlış mıyım?" diye kendince bir çıkarımda bulundu. "Doğru." Kafasını salladı ağırca aşağı doğru. "Doğru lakin eksik." "Sen beni karşına alamazsın, ben istersem senin karşına geçerim ve sen bunu bir lütuf olarak sayarsın." dedi gülerek. "Ego ağır gelmiyor mu?" diye atladı konuya Özgür. "Yerinde olunca... bir de altı dolu olunca hissetmiyorsun ağırlığını emin ol." Dışarıdan sesler yükselmeye başlamıştı ve kısa süre sonra tüm ses kesildi. Hava kararmış yıldızların parlaklığı, az ışık barındıran bu alanda epeyce belirginleşmişti. Artık kalkmaya karar verdi. Aşırı önemli işleri vardı. Lakin bundan önce; "Borcunuz artıyor." dedi. Özgür'ün karşısına geldi yanağını okşadı. Isınmıştı çocuğa eski halini hatırlatmıştı ona. Özgür geri çekilmeye çalıştı yanakları kızarmıştı. Marcena yanaklarını sıkmak istedi. Biraz arsızdı da. Ne yapıyordu bu kadın böyle? 'Neden?' diye sormak yerine izlemeyi tercih ettiler olacakları. 18 numara girdi içeriye elinde tekrar şırıngalar vardı. "Efendim uyudular. İlk bir kargaşa yaşandı lakin şimdi hepsi kendinden geçti. Kübra hanımda dışarı da. Arabalar hazır emrinizi bekliyoruz." "Tamam." deyip iğneleri aldı." Söyle gelsinler." 18 numara dışarı çıktı adamları çağırmak için. Tim kaşları çatık izliyordu. Kadın onları kaçıracak mıydı buradan? "Ne yapıyorsun?" Sorularına sessiz kaldı yeterince konuşmuştu bu bir gün içerisinde zaten. Eline aldığı iğneleri teker teker askerlerin vücuduna enjekte etti. Zincire bağlanmış askerler çırpınsa da bu güç harcamaktan fazlası olamamıştı onlar için. İşini bitirdikten sonra her birine iğneleyici bakışlar attı yaptığından gurur duyarmışçasına. "İyi uykular. Tanıştığıma memnun oldum umarım siz de olmuşsunuzdur." Gözleri karanlığa yenilmeden önce son duydukları bu olmuştu. ~~~~☽✿☾~~~~ Aktütün Karakolu/Hakkari "İyisiniz değil mi aslanlarım ve Asena'm?" tekrar sordu Orhan Albay. Allah bağışlamıştı yavrularını onlara. "İyiyiz komutanım." dedi Ömer. Aklı hala karışıktı ve o kadın aklını daha da kurcalıyordu. Burada olmalarında onun bir parmağı vardı hatta hayır direk o getirmişti. Nasıl elini kolunu sallayarak onları oradan çıkarabilmişti aklı almıyordu. Gerçekten dediği gibi o kadar güçlü müydü? Şüphesiz öyle olmalıydı bunun başka bir açıklaması yoktu. Neden bıraktı onları? Söylediği gibi akıl oyunlarından mıydı? Onları bırakarak ne amaçladı ne elde etti? "Kim daha doğrusu nasıl?" diyerek sonunda sordu Orhan Albay aklındaki sorusunu. "Komutanım istihbaratçı (MİT) desek?" diyerek öneri sundu Özgür. "Hayır." diye karşı çıktı bu fikre Albay. "İstihbaratçı değil olsa benimde haberim olurdu." "Komutanım çok garipti. Dost mu düşman mı anlayamadım? Bir örgütten bahsetti sadece TG mi ne? Ona üyeymiş. Ömer Komutanım ağzını aradı ama pek bir şey konuşmadı ağzı sıkıydı. Ve farklıydı. Bize dost mu düşman mı olacağını bizim belirlememiz gerektiğini söyledi. Bilmiyorum...çok karışık. Sözlerinde tehdit de vardı. Nasıl desem bilemedim çok dengesizdi de ayrıca bir deli gibi hareket ediyordu. Hani şu zeki olupta insanları delirten cinstten varya onun gibiydi." dedi Duru. "Sen uyumuyor muydun?" dedi Kadem şaşkınlıkla. Aynı şaşkınlık diğerlerinde de vardı. "Evet aslında hayır. Verdiği şey hareketsiz bıraktı gözlerimi bile açamadım ama bilincim bir süre açıktı sizi duydum. Size yapılan iğne bana da yapıldı sonrası sizin gibi yok." dedi daha da fazla bir şey anlatmadı. "Neden böyle bir şey yaptı? Bir şey duydun mu dışarı da Duru?" dedi Berk. Duru yalnızca kafasını salladı sağa sola. Konuşmadı. Üstüne de gitmediler. "Ne diye tehdit etti?" diye sordu Orhan Albay. "Karşısında durmayalım diye bir şeyler zırvaladı işte komutanım. Ya da duralım diye. Gerçekten zor bir kadın anlattığını anlamak epey zeka ve uğraş istiyor." diyerek konuyu kapatmaya çalıştı bir an önce Ömer. Orhan Albay anlamlandıramasa da üstünde durmadı. "Bu konuyu İstihbaratla konuşacağım araştırsınlar. Kadınla ilgili başka fark ettiğiniz bir şey var mı? Bir ipucu....ya da her hangi bir şey?" "Komutanım ÖSB 'den pek hoşlanmıyor ama oradaydı. Bir ara eli kan içinde geldi bileğinden parmağına kadar kan'a sokmuştu sanki elini. Sürekli ruh hali değişiyordu garipti yani deli desem değil. Şey gibi sosyopat. Hani fazla zeki olup deliriyorlar başkalarının da akıl sağlığıyla oynuyorlar ya. Çok fazla kelime oyunu yaptı aklımızı karıştırdı. Konuşurken fark ettirmeden yapıyor oturup düşününce fark ediyorsun. Bir de...bizi ilk gördüğünde alaycıldı yani üstten bakıyor ezikliyor gibiydi sonra buz gibi bakışlara sahipti en son bizi bayıltmadan önce de sevecendi hatta Özgür'ün yanaklarını bile okşayıp sıktı." dedi Altay. Ve ekledi Cuma; "Bir de Kübra diye bir kadın vardı. Bizi görünce şaşırdı 'Aa Türk askeri' diye." "Anladım çocuklar araştırıcaz. Başka bir şey yoksa evinize gidin aileleriniz perişan haldeler şu 3 gündür." Tim ayaklanıp selam durdu ve dışarı çıktı. Ömer Komutan ıssız bir yere gelince dinlenilmediğinden emin oldu ve arkadaşlarını dürttü. Cebinde Albayla konuşurken fark ettiği kağıdı çıkardı. "O ne komutanım." diye sordu Altay. "Ne gibi duruyor Altay?" diye sataştı Özgür. "Kağıt?" "Hadi ya de-" "Kesin tartışmayı." diye azarladı Duru. "Emredersiniz Komutanım!" "Komutanım o kadın mı yazmış?" diye mantıklı bir soru ortaya attı Cuma. Ömer başını sallayıp kağıdı açtı ve okudu. "'Elbet yollarımız kesişecek bunu biliyorum. İhtiyacınız olursa hızlı ve öfkeli yerlerdeyim.' yazmış. Bu ne demek...hızlı ve öfkeli?" "Aklıma fesat şeyler geliyor. Tövbe tövbe." diyerek sertçe kafasını sağa sola salladı Altay. Cuma sertçe vurdu karnına, bir inleme yayıldı Altay'dan. Sert bakışlarını Cumaya dikti. "Ne olamaz mı? O kadından her şeyi beklerim ben." diyerek savunmaya geçti. "Kırmayayım kafanı hee. Mantıklı düşün az." diyerek onu düşünmeye itti Cuma. "Komutanım hızlı ve öfkeli diye bir film var onunla bir bağlantısı olabilir mi acaba? Avrupa'da çekilen araba yarışı film serisi. Acaba oradan mı bahsediyor? Hızlı ve öfkeli diyince benim aklıma bir tek bu geliyor çünkü." dedi Kadem hızlı hızlı. "Hayır." dedi Berk. "Bence o kadar da uzakta değil. Daha yüzeysel düşünmek lazım." "Hızlı ve öfkeli arabalarla mı ilgili demiştin?" diye sordu Ömer, Kadem'e. Kadem onayladı. "Evet komutanım araba yarışlarıyla ilgili." "Komutanım." diye konuşma izni istedi Duru. "Söyle Duru." "Komutanım bu bir randevu onu anladık, bence hani demişti ya 'dost mu düşman mı olucağınıza karar verin' diye." "Eee?" diye devamını istedi Ömer. "Heh. Bence bunun cevabını almak için bizi araba yarışı olan bir yere davet ediyor olmalı. Düşünmemiz için fırsat verdi. Bizimle bir işi olmalı bıraktığına göre. Az çok konuştu anlayacağımıza göre çıkarsız iş yapmıyor bizi bıraktı çünkü bir çıkarı var. Hatta iğne vurmadan önce borcunuz var falan demişti hatırlarsanız az çok." diyerek devamını getirdi Duru. "Aaa doğru." diye aydınlandı Berk. "Peki araba yarışı nerede ne zaman? Onu nereden bilicez?" diye sordu Ömer Kadem'e. Böyle alengirli işleri genellikle Kadem bilirdi çünkü. "Ben nereden bileyim komutanım." diyerek sıyrılmaya çalıştı işten. Ömer tek kaşı havada inanmadığına dair bakışlar attı ona. Sadece o da değil. "Atma Ziyaa." diye takıldı Cuma. Kaçışı olmadığını anlayan Kadem çözülmeye başladı. "Komutanım genellikle Avrupa ülkelerinde olur lakin yeni yarış garip bir şekilde ilk kez Avrupa dışında bir ülkede olacak. Bir daha ki yarışın Duhok'ta olacağını duymuştum." "Irak Duhok mu?" diye sordu Ömer. Başıyla onayladı Kadem. "Evet Irak Duhok." Hepsinin yüzü gerim gerim gerilmişti. Duhok bir kapan gibiydi. Girenin çıkamadığı bir kapan. Terör yuvası olan bir kapan. "İlk defa Avrupa dışında bir ülkede olması ve kadının orada beklediğini söylemesi bir tesadüf mü?" diye mırıldandı Özgür. Hayır değildi. Marcena oynayacağı oyunun mekanını ayarlamıştı çoktan. Belli ki bu tanışma bile tesadüf olmayabilirdi. Peki ya neden? Yarışın yapılacağı yeri bile değiştirecek gücü nereden bulmuştu? Kimdi bu kadın? ~~~~☽✿☾~~~~ . . . . .
|
0% |