Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Savunma Yok Taarruza Geç

@siren_

"Geceyi gündüze kavuşturan ebed sahibi senin için onca işinin arasında 5 kez vakit ayırıyor ve sen gitmiyorsan...bu senin nankörlüğün. Ondan sonra istediklerin olmuyor diye ağlaman ise... hep boş hep boş."

 

.

.

.

~~~~☽✿☾~~~~

~~~~☽✿☾~~~~

.

.

~~~~☽✿☾~~~~

TG Türkiye Bilim Merkezi

22.Bölge

Kenarda köşede havaya asılı olan denek hayvanlarının çaresiz haykırışları koridoru baştan sona ayağa kaldırıyordu sanki. Türkiye'ye teftiş için gelmesinin 2.gününde vakit kaybetmemiş üç buçuk saatlik uykunun ardından hemen soluğu burada almıştı Marcena.

Buraya ait hissediyordu kendini bir o kadar da uzaktı. Kan mı çekiyordu ne yapıyordu o da emin değildi. Tek bildiği....

"MARCENAAA!"

Oh shit-here we go again.

Koridorda kükreyen genç kadın Kübraydı. Aynı zamanda hayvanları ürkütüp sessizliği boğan kişi...

Buradaki anlaştığı tek kişi o olabilirdi hatta gibisi fazla tek anlaştığı oydu. Kız bildiğin fıttırmıştı hatta deli raporu bile vardı 2018 yılına dair. Ama hakkını yememek gerek zehir gibi bir zekaya sahipti zaten burada olmasının nedeni de buydu.

Uzun sarı saçlarının arasına açık kahverengi tutamlar ekletmişti. Ense kısmı ise beyazdı tam onluktu. Çok severdi böyle şeyleri. Yeşil gözleri Türkler 'in tabiri ile eşek gözüne benziyordu, kocamandı. Bir de meraklı meraklı bakması onu tam bir çocuğa benzetiyordu. Dudakları çok dolgun değildi lakin incede değildi tam ayarında gibiydi. Burnu ise ah o tam bir felaket.

Marcena burnunu tatlı buluyordu lakin Kübra onun aksine burnundan hiç hoşlanmazdı. Yanaklarına doğru yayılan burnu biraz büyük olsa da hiç sırıtmıyordu aksine onu daha da tatlı gösteriyordu. Burun estetiği yaptırıp düzeltmek istese.... Nasıl desem ona da para vermek istemiyordu.

Parası olmadığından mı?

.......

Hayır bok gibi parası vardı, iyi de bir maaş alıyordu lakin burun estetiğine gidecek paraya da kıyamıyordu.

Bir ara devlet 'in kırılan burunların estetik ameliyatını ücretsiz yaptığını duymuş Marcena'dan burnunu kırmasını istemişti. Kendisi neden yapmamıştı? Kendi hem beceremez hem de korkuyordu kıyamazdı bir tanecik burnucuğuna. Tez canlıydı. Lakin Marcena onu reddetmişti.

Tabi Kübra vazgeçer mi asla. Onun kitabında vardı inatçılık. Bir ara Marcena'yı İngiltere'ye kadar takip etmişti hatta. İnatçılığını siz anlayın...

Marcena'nın yaptığı ise onu bayıltıp Türkiye' ye geri yollamak olmuştu.

Ah ne ironi ama.

Bilet parasına ve taksi ücretine vereceği parayla çoktan ameliyat olurdu da neyse....

"Marcena. Niye geleceğini söylemiyorsun be!" diyerek omuzlarından itekledi. Marcena'nın kılı kıpırdamadı.

Kübra yerinden kıpırdamayan Marcena'nın kollarını tutarak sarsmak isterken fark ettiği şeyle duraksadı, gözleri pörtledi.

Anam. 

O ney lan?

Kas mı?

"Yok değildir ya. Bir daha bakayım OHA KIZ SEN KAS MI YAPTIN BENDEN HABERSİZ!" ilk başlarda kendi kendine mırıldanan kıza gülümsese de sonlara doğru bağırarak konuşan arkadaşından kulaklarını tutarak uzaklaştı Marcena.

Muzip bir tavırla kendisine küskün bakışlar atan arkadaşına gülümsedi ve göz kırptı. Kübra kendisini tutmaya çalışsa da gerilen dudakları ona ihanet ediyordu.

"Sadece o mu sanıyorsun." Marcena Kübra'yı daha da delirtmek için elindeki kozları kullanmaktan çekinmemişti. Kübra anlamayarak baktı arkadaşına.

Etraflarına bir bakış attı kızlar.

Gözleri ile karnını gösterdi Marcena. Kübra bakışlarını takip ederek karnına baktı. İlk bir duraksadı dona kaldı. Nefes alış verişleri sekteye uğradı, belki nefesini tuttu bilmiyorum. Kendi kafasında kuruyordu bir şeyler işte. Marcena hinlikle onun yüz değişimini inceledi. Bir kaç saniye sonra arkadaşının gözlerinin yuvalarından taşarak baktığını görünce yüzündeki hinlik ifadesi meraka büründü. Ne vardı karın kası yapmasında bu kadar şaşırılacak?

Kübra tiz bir çığlık atıp arkadaşının koluna tokatlar atıp söylenmeye başladı. sesini bilerek alçak tutuyordu başkaları duymasın diye.

"Kız Allah senin canını almaya. Nasıl söylemezsin hamile olduğunu? Babası kim bunun? Ay ben napcam? Çok gencim teyze olmak için. Ayyy ağlıycam yaaa. Nasıl benden habersiz çocuk yaparsın. Kaç aylık bu. Kız yoksa babasını mı bilmiyorsun. Püü sana Allah'ım ne yapıcaz el kadar yovroylo nosol boslocez-"

"Kahretsin Kübra ne çocuğu?" Sürekli etraflarına bakıyordu Marcena birisi duymuş muydu acaba?

"Ne çocuk? Çocuk....hamile yani sen değil misin?" Cümle nereden tutarsan tut elinde kalıyordu. Göz devirdi Marcena. Bir tane patlattı kafasına 'pat' diye. Haketti.

"Ne çocuğu be salak. Sen kas deyince bende karın kasımı..."

"Heeee öyle şeysi ettin sen." Kübra'nın garip aydınlanmasına gülse mi ağlasa mıydı? Elleri ile gömleğini kaldırmaya çalıştı.

"Bakayım bakayım kaç tane var. Yeriz baklava mmmmm." Marcena gülerek arkadaşını kendinden uzaklaştırmaya çalıştı.

"Ya dur sapıklaşma manyak. Göstercem ben sana baklavayı sonra."

"Oluuur. Bayılırım ben baklavaya, adonislere, dorsilere, kelebeklere offff." Her zaman ki Kübra'ydı arkadaşı. Yakında deli raporunun yanına kırmızı baskılı devlet onaylı bir 'tescilli sapık' belgesi gelmezse adı da Marcena değildi.

"Hadi yürü." Ortasında durdukları koridordan ilerlemeye başladılar. Asansöre el izlerini okutup giriş izni olan en katta ki laboratuvara gitmek için -4'ü tuşladılar.

"Arada kaynadı sen niye gelmiştin." Artık iş ciddiyetine bürünmüşlerdi. Kübra'nın elindeki belgelere baktı umarsızca.

"Genel teftiş vardı ben katılmak istedim bu sefer. Birde şu biyolojik silah var neredeyse tamamlandı son dokunuşlardan önce biraz kafamı dağıtayım istedim."

Kübra kafasını salladı.

"Keşke İntolerablis'de (dayanılmaz) başarı ile sonuçlansaydı."

"Kübra kapat konuyu. Duymak istemiyorum onu." Omuz silkti. Biliyordu arkadaşının yarasını.

"Tamam üzgünüm her neyse, ben odama gidiyorum çıkışta bir şeyler yapalım mı?" diye umarak sordu Kübra.

"Olur işim bitince uğrarım yanına, haberleşiriz."

"Gitmeden önce bir tane vursana burnuma." dedi Kübra. Arkadaşını üzdüğünü biliyordu neşelendirmek istedi. Marcena beklemediği şey karşısında ağzından seslice bir gülüş kaçırdı.

"Yürü git Kübra." İtekledi omzundan.

"Of ya görüşürüz."

"Görüşürüz." diyerek ayrıldılar.

..........

"Buyrun efendim bu taraftan." diyerek onu yönlendiren temsilcinin gösterdiği yere girdi. Yaklaşık bir futbol sahasının 1/2' si kadar olan odanın tam ortasında büyük bir masa vardı. Üzerinde çok fazlaca deney araç gereçleri bulunuyordu. Kaynayan değişik sıvıdan aşağı dökülen siyah buharlar masanın altında yokluğa karışıyordu.

Temsilci kapının eşiğinden içeri bakan kadını tekrar yönlendirdi. Eğilerek kafalarını havada asılı bırakılan kafeslere ve araç gereçlere çarpmadan ilerlediler. İçeride bulunan 1 profesör ve 2 yardımcısı onlara selam verip yaptıkları işe geri döndüler. Yaklaşık yarım saat boyunca onları izledi ondan sonra konuştu.

"Nasılsınız?" dedi nezaketen. Deneye daldıklarından cevap vermedi çalışanlar. Aynı soruyu tekrar aynı nezaketle sordu. Gene cevap alamadı. Temsilci telaşa kapıldı. Gidecekti sanırım kafalar.

Bu kızın kafa fantezisi vardı.

Ya kesiyor,

Ya vuruyor,

Ya koparıyor.

Sertçe boğazını temizledi temsilci. Uzattı ellerini Marcena 'dur' der gibi. Omuzlarından geriye çekip çalışanları izlemeye devam etti. Yaklaşık 10 dakika boyunca her adımlarını gözleriyle takipte sürdürdü. Temsilci soğuk soğuk terliyordu adeta. Sessizce fısıldadı temsilcinin kulağına.

"Çalışanı severim....kendinden geçercesine kendini bilime adayanları ise....onlara bayılırım." Ve ardından ekledi.

"Gidelim." Ellerini önüne bağlayarak onayladı genç çocuk. Karanlık koridor gittikçe daha da yutuyordu renkleri. Işığın görmemesi gereken deneyler vardı yer altında. Bu yüzden yerdeki kabartmalı izler sayesinde yollarını bula bula ilerlediler.

Kırmızı renkte boyanmış, üzerinde büyük beyaz harflerle 'dikkat' yazan yere geldiler. Kapının ardından yakıcı bir koku geliyordu. Tahmini ileri derecede yakan asit gibi şeylerin olduğu odaydı burası. Temsilci kapının şifresini girdi sonra kimliğini, parmak izini ve retinasını okuttu.

Tanrı aşkına ne vardı içeride?

Uzaylılar mı?

'Giriş onaylandı.' sesinin ardından kapı açıldı. Maske de takmamışlardı? Nerede güvenlik?

"Efendim burası-"

Telefona art arda gelen bildirim sesi temsilcinin sözünü kesti. Temsilci bilmişçesine güldü. Bu aynı zamanda gururlu bir gülümsemeydi. Aferin bekler gibi. Marcena anlamadı neye güldüğünü. Telefonunu açıp bildirimlere bakmaya çalıştı. Ekrana gelen uyarılardan ötürü bir şey okuyamıyordu. Telefon kasmak üzereydi.

"Ne oluyor?" diye sorabildi sadece.

"Efendim bu bizim göz bebeğimizin işi. Şu anlık sadece 5 metreye kadar etkisi var. Işınları arasına giren her hangi bir cihazı etkisi altına alıp yalan ihbarlar ve bildirimlerle meşgul ediyor. Sizin telefonunuz da bundan nasiplendi."

Dişlerini göstererek gülümsedi. Marcena'nın kaşları ilgiyle havaya kalktı. Zordu ama beğenmişti.

"Adı ne bunun." Temsilci ilgi çekmenin mutluluğu ile rahatladı.

"Henüz bir karara varılmış değil." Biraz inceledi aleti. Gri kırmızı ışıklar saçıyordu dışarıdan. Yukarıda da bir sürü düğmesi vardı.

"Anladım. Temsilci.....neydi adın?"

Heyecanla söyledi ismini.

"Tarık...adım Tarık efendim."

"Tarık...isminin güzel bir anlamı var. Her neyse bu projeyi yakından takip etmeni ve en küçük bir gelişmede bana haber vermeni istiyorum."

"Anladım efendim."

"Kişisel numaramdan ulaş bana. Yukarıdan alırsın sonra, devam edelim."

"Buyurun bu taraftan."

~~~~☽✿☾~~~~

Savaşın bir ahlakı vardır derler. Hayır, savaşın ahlakı yoktur. Savaş insanlık dışıdır. Savaş baştan sona yıkım ve ahlaksızlıktır, kandır. Savaş isteyen kişilere baktığımızda onları cephede göremeyiz işte bu da onların korkaklığı ve boş beynidir. Savaş sözlerle değil tüfeklerle olur. Sizin 'söz savaşı' , 'siber savaş' vb. niteliği altında bahsettiğiniz şeyler sadece çocukça bir tartışmadan ibarettir. Vücudunuza yediğiniz o kurşunun sıcak yakıcı hissiyatınızı tattığınız da asıl savaşın bu olduğunu anlarsınız.

Hani demiştim ya savaş yalnızca tüfeklerle olur diye ona bir şey daha eklemek istiyorum. Savaş zeka ve tüfeklerledir. Attığınız bir kurşun belki bir düşmanınızı alt edebilir ya da merminiz artık kaç düşmanınıza yeterse.... Fakat merminiz bitince?

Zekice atacağınız bir adım, yapacağınız bir hamle çok önemli. Hiç savaşmadan kazanabilirsiniz ki tarih bunun gibi bir olayı sayfalarına geçirmişti. Kurnaz bir Osmanlı Paşası bunun en büyük örneği.

Türk'ün kıvrak ve sivri zekasının vücut bulmuş hali. Bir savaş dehası...

80 yaşındaki ihtiyar kurt Tiryaki Hasan Paşa.

Bir avuç Osmanlı askeri ile on binlerce kişilik Avusturya askerine kafa tutmuş onlarla alay etmiş bir paşa. Savaşın asker sayısı ile değil zeka ile kazanıldığının bizzat örneği.

Kanije Müdafaası...

1600'lü yıllarda Osmanlı tarafından kuşatılarak alınan Kanije kalesine o zamanların en tecrübeli olan Tiryaki Hasan Paşa atanmış. Kış şartları nedeniyle kaleye 4-5 bin küsur asker ve mühimmat bırakıp Belgrad kalesine çekilmiş Paşa.

1 yıl sonra Avusturya intikam için geri gelmiş. Prens Mattbias bir koldan Belgrad'ı, 2.Ferdinand'sa bir koldan Kanije kalesini kuşatmış.

Kral Ferdinand'ın komutasında Avusturyalılar, Macarlar, Hırvatlar, İspanyollar, Almanlar ve Malta şövalyelerinden oluşan büyük bir ordu varmış. Ayrıca Papa, Ferdinand'a destek amacıyla yeğeni Aldo Brandini komutasında 30.000 asker göndermiş.

Tüm bu birliklerin sayısının 80.000-100.000 arasında devasa bir ordu ortaya çıkarıldığı gözüküyor.

Tiryaki Hasan Paşa ise yakın kalelerden yardım isteyerek asker sayısını 9.000'e çıkarabilmiş. Bunlar tecrübeli akıncılar ve yeni çerilerden oluşuyor.

Bu sayıyı karşı karşıya getirirsek nereden tutarsan tut sonuç mutlak galip Avusturya olurdu. Bu savaşta Tiryaki Hasan Paşa askeri savaştan çok psikolojik savaşın önemini gösterdi.

Macar beyinin söylediğine göre;

"Eğer bu yıl Kanije'yi alabilirseniz, bu çok büyük bir başarı olur. Destek Türk askeri üzerimize gelirse durum çok güçleşir. Çünkü; iş kılıca kalırsa Türk yüzünü kavgadan çevirmez. Bundan başka; Osmanlı askeri üzerimize gelmese de Kale'ye kapanan, sihirbaz bir tilkidir ki ismi Tiryaki Haşan Paşa'dır. Otuz beş yıldan beri sınırlarda hepimize kan içirdi. Kendilerine güvendiğimiz adamlarımıza cin çağırttık, yine de hilelerine karşı koyacak bir önlem öğrenemedik. Haşan Paşa, kolayca kale vermez.."

Bu sözler üzerine Kral Ferdinand sinirlenmiş ve kaleye küçük bir birlik göndermiş. Tiryaki Hasan Paşa'nın aklında ise farklı bir fikir 'in çarkları dönüyormuş. Kaleyi güçsüz göstermek adına toplarını geri çekmiş ve küçük bir birlik askerle Avusturya askerlerinin cılız ateşe tutmuş. Yemi yutan Kral Ferdinand tüm ordusuna kaleye girme emrini vermiş. Menzile giren düşman ile birlikte emir etmiş Hasan Paşa. Toplar yerinden çıkarılmış ve hepsi cehennem ateşiyle harlanmış.

Art arda ateşe tutulan ve etrafın bataklık olmasından dolayı sınırlı hareketlere sahip olan düşman askeri ilk günden alabileceği en büyük darbeyi almış.

Günler böylece birbirlerini kovalamış. Surlar bir türlü aşılamıyormuş. Kuşatma ile birlikte akıl oyunları da aynı oranla devam etmiş.

Kalede neredeyse her gün mehter marşı çalınarak düşmanla adeta alay edilmiş. Bu alay edinmeye Kral Ferdinand'ın yapacağı ilk şey ise bildiri yayınlamak olmuş.

'Tiryaki Hasan Paşa'nın kellesine 40 köy'

Bazı geceler düşman askerine baskın yapılıp uykusuz kalmalarına neden olmuş Hasan Paşa. Şehit olan askerlerin cebine kalenin mühimmatının gayet yeterli hatta fazla olduğunu bildiren kağıtlar koyarak düşman cephesine bırakıyormuş. Osmanlı ordusunun kaleye yardıma geleceğini düşünen düşman taraf iyice huzursuzlanmış.

Ele geçirdiği askerleri et ve sütle besliyormuş Hasan Paşa. Bu durum da bir nevi stratejiydi. Yani tam bir tiyatro sergilendi.

Askerler kendi aralarında bölünmüş durumdaymış. Kale içerisinde Macar esirlerden alınan kıyafetleri Türkler giyiyor birlik içerisinde yaşıyormuş gibi gösterildiğinden dolayı düşman askerler kendi Macar askerleri ile savaşmış bir parçalarını da orada kaybetmişler. Kalan Macarlar gizlice savaşı terk etmiş. İleriki zamanlarda Papa'nın yeğeninin de vurularak ölmesi ile zaten az olan motivasyonları iyice çökmüş ve başsız kalan Papa'nın askerleri de gizlice firar etmiş.

Bu sırada Belgrad Kalesi düşmüş ve bazı adamlarını kelleleri Osmanlı askerini üzmek için kesilip Kanijeye getirilmiş. Bunun üzerine moralleri düşen askerlerden dolayı Hasan Paşa yalan söylemek zorunda kalarak bir bildiri yayınlayıp bunların onlar olmadığını söylemiş askerin motivesini yerine getirmiş.

Hasan Paşa kuşatmanın başından beri Sadrazam ile mektuplaşıp yardım istemiş lakin sonuçsuz kalmış. Sadrazam yardımın gelmeyeceğini bu sözle belirtmişti;

"Kanije kalesi önce Allah'a sonra sana emanettir."

Hasan Paşa yine bir fedakarlık yapıp Sadrazam'ın yazdıklarını değiştirmiş ve askerlerinin motivasyonunu yükseltmek için yardımın yolda olduğu yalanını söylemiş.

Psikolojik savaş Hasan Paşa için hem içte hem de dıştaydı.

Yaklaşık 2 ay olmuş ve yemek artı cephane neredeyse tükenmek üzereymiş. Hasan Paşa 73.günde açlıktan kırılmaktansa yarma harekatı yapmaya karar vermiş.

Önce gecenin bir saati mehter marşları yükselmiş arşa doğru.

Daha sonra ise 21 top atışı.

Bu bir devlet büyüğünü selamlama anlamına geliyormuş.

Bunu duyan düşman kuvvet Sadrazam'ın ordusu ile geldiğini düşünmüş. Gece karanlığında hücuma çıkan akıncılar ve yeniçeriler ile düşman ordusu paniğe bürünmüş ve kaçmaya başlamış.

Olayların hızlı ilerlemesi sebebiyle ordu ardında 7 büyük top, 14.000 tüfek ve Ferdinand'ın altın tahtını bırakmış.

Kuşatma sonucu Avusturya tarafı 35.000 küsur, Tiryaki Hasan Paşa bir kaç bin asker toprağa vermiş.

Bu başarıdan ötürü Sultan 3.Mehmed tarafından vezirlik unvanı verilmek istenince Hasan Paşa'nın cevabı;

"Padişahım.... Sizin atalarınız, değil bir kale savunması yapan, kale fetheden komutanına bile vermezdi vezirliği. Bu makama ancak ülkeler fethedenler layık görülürdü. Biz bu hallere mi düştük şimdi? Bu devletin vezirliği, benim gibi kocamış kimselere mi kaldı?" olmuş.***

"Kuvvet ve kudret, Allah-ü Teala hazretlerinindir. Kişilerin kudreti, bizi hiçbir zaman korkutamaz."

(Yıldırım Bayezıt)

İleriki Bölüm'den Kesit~

İleriki Bölüm'den Kesit~

"Elleri zincirlerle tavana bağlı biri olarak çok cesurca konuşuyorsunuz bayım. Ek olarak belli etmek isterim ki olduğunuz yer de bir terör yuvası."

Cuma;

"Ellerimiz bağlı olsa ne yazar. Türk'üz biz durum ve şartlar ne olursa olsun teslim ve esarete düşmek düşünülemez, şehadet esastır. Gerekirse zincirlerle boğarız kendimizi. Sizin gibi tasmalı köpekler bunu anlayamaz." Marcena etkilenmişti bu sözlere. Merak ettiği bir soruyu dile getirdi.

"Sizi şuan öldürsem peki...sonrasın da ne olur? İntikamınızı kim alacak?"

"Yer yüzünde tek bir Türk bırakın o Türk İntikam İntikam diye hepinizin anasını siker evelallah." dedi Berk. 'Hıh' diye bir ses çıkardı burnundan. Kübra varlığını hatırlattı. Hayran gözlerle bakması da bir yandan şaşırtıyordu askerleri. Teröristlerin arasında ne işi vardı?

.

.

~~~~☽✿☾~~~~

 

***Tiryaki Hasan Paşa'nın bu olayı beni çok etkilemişti. Cavit Pancar tarafından bir kaç kelimesi değiştirilerek yazıldı bu sayfa. Umarım yanlış anlayıp kızmaz. Gerçekten çok beğendiğim ve diğer insanlarında bilmesini istediğim için yazı haline getirdim. Asıl videosunu buradan izleyebilirsiniz.

 

Loading...
0%