@siren_
|
Ey hırçın genç, ey güzel kız! Bırakın yası... Yeter temiz gönüllerin bizi anması... Toprak ana uyuturken koynunda bizi Yarınkiler biçecektir ektiğimizi, Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır, İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır! Hüseyin Nihal Atsız-Selam
. . ~~~~☽✿☾~~~~ . . ~~~~☽✿☾~~~~ Buyursunlar....Bizim için savaş düğündür; Hem karadan, hem denizden ordular indir! Çağrı Beyle Tuğrul Bey'in kurduğu devlet Çelik zırhlı kartalları göklere saldır... (Atsız) ~~~~☽✿☾~~~~ Samdi Dağı/ Hakkari "Bu kim amına koyayım?" dedi giden kadının ardından Cuma. Kendini yorgunlukla bıraktı Duru lakin ellerini unutmuştu. Acı ile dilinin arasından çıkan nefes tıslamaya benzer bir ses çıkardı. "Garip..." dedi Altay. Ömer komutan düşünceliydi. Kimdi bu kadın? İşlevi neydi örgüt arasında, onlardan mıydı? Eğer öyleyse yüksek rütbeli olmalıydı. Riḍwān yanında köpeği gibi davranıyordu çünkü. "Önemli bir isim olduğu belli. Dağ kadrosun değil de şehirdeki elemanlardan olduğunu düşünüyorum. Hem giyimi hem de konuşması farklıydı." Fikrini belirtti Özgür. "Öyle gözüküyor." diye onayladı Kadem. "Yanında ki bizi onaylayan kız ne ayak? Oyun mu oynuyorlar?" "Bir sikim anlamadım ben de. Pardon komutanım." dedi Berk mahcupça. Sanki o an önemli olan küfür edip etmemesi gibiydi de... Aradan geçen bir süre sonra; "Ellerimi hissetmiyorum lan." dedi Kadem. "Aynen kanka sen şimdi kan kaybından şehit de olursun." Güldüler. "Mezarıma kapanıp ağlama anağğ." dedi Özgür. "Oğlum cıvımayın lan hemen." diyerek kızdı Ömer komutan. Başı sızlıyordu yapabilseydi ovalardı alnını. Gözlerini kapayıp geçmesini diledi. "O değil de kadın çok güzeldi hee." Kendini tutamayıp konuşan Kademdi. "Başka bir evrende anca birader, başka bir evrende..." dedi Özgür. ............... Aktütün Karakolu/Hakkari Ertesi Gün "Komutanım nerede olabilirler?" Sabırsızdı Üsteğmen. Baskının izlerini ve acısını kalbinde taşıyordu hala. Toprağa yar ettiği şehitlerinin üzerinden 1 gün bile geçmemişti. Ellerinde ki kınaları geçmemiş yiğitlerin üzerindeki sıcak toprak soğumamıştı. Ama onları bekleyen yiğitleri vardı. Acı çekmenin vakti değildi. "İstihbarat araştırıyor. Bana göre en kısa yoldan gitmeyi deneyecekler. Yani Samdi Dağı'ndan Irağa geçecekler. Ya da şaşırtarak uzun yoldan yeni yuvaları Bayn-Bnchn ZG1'den Irak'a ya da İran'a geçiş yapacaklar." Önlerinde Hakkari'nin fiziki koşullarını belirten ve terörün stratejik üslerinin işaretli olduğu bir harita açıktı. "Komutanım Suriye'ye geçmiş olamazlar mı?" "Suriye-Türkiye sınırına asker yığıldı. Güvenli bölge koridorundan geçemezler. Bunun için rotayı burada tutmuş olmalılar." Kapı tıklatıldı. "Gel." sesinin ardından içeri bir er girdi. Komutan uykusuzluktan kızaran gözleri ile 'ne var' der gibi baktı. "Komutanım askeri hatta bir kadın var sizi istiyor."dedi. Oturduğu sandalyeden kalkıp telsiz odasına ilerledi Orhan Albay. "Albay Orhan Kötek, sizi dinliyorum." Cızırtılar geldi karşı taraftan. Bir süre ses yoktu, haber veren ere baktı 'ne oluyor' gibisinden. Ardından bir kadının değil adamın sesi geldi hattın diğer tarafından. Nefes nefese koşmuş gibiydi. Sanki birisi peşinden kovalıyordu. "7 asker....-cızırtılar burada epeyce arttı- burada.-tekrar cızırtı sesleri- Merkez camiye yakın... boş depoya bırakılacak." Ardından hat kesildi. "Komutanım hat kesildi." Telsiz odasından çıktı. Tekrar masaya geri döndü. Yanında duran askerler merakla söyleyeceği şeyi bekledi. Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Sevinse erken mi olur? Ne durumdaydı evlatları? "Hatta bir adam vardı. Bana esir askerlerimizin bir depoya bırakılacağını söyledi." Üsteğmenin kafası karıştı. "Komutanım gelen er kadın demişti?" "Evet, öyle." "Tuzak olabilir mi? Hatta ki kadın yakalanmış olup onun yerine bir adam konuşmuş olabilir." "Bilmiyoruz. En ufak bir şeyi bile şans diye değerlendirme durumundayız. Ötüken Timi'ni toplantı salonuna çağırın gidip bir baksınlar." Er aldığı emirler dinlenme odalarına gitti. Çoktan umutlanmıştılar. Peş peşe gelen acıların üstüne bu soğuk şerbet gibiydi. "Şehitlerin hepsi memleketine gitti." Kendi kendine bir şeyler daha söylendi. Dalgınca kafasını salladı. "Dimdikti kafaları. Valla helal olsun. Böyle ana babalar varken bu millet bu bayrak yere düşer mi?" Ciğerlerini dolduran oksijen değil gururdu bence. "Eğilmez ya. Şehit ailesi onlar. Onlar dik durmayacak gururlanmayacak da kim olacak? Hele Özgür'ün kardeşi? Neydi adı...Eray. Adı gibi yiğit erkek, kahraman. Ben onu teselli edeceğime o beni teselli etti haberi verdiğimde." Son cümlesini gülerek söylemişti azıcık neşeleri yerine gelsin diye. "Komutanım o çocuk abisinden de manyak. 4 ay önce bir şekilde aynı masa da bulunmuştuk. Bu çocuğu TSK işe alsa özel kuvvetlerin eli ekmek görmez." dedi Yüzbaşı Faruk gülerek. "O kadar mı güçlü ki?" diye safça sordu çatık kaşlarının arasından Üsteğmen. "Yok normal bir güç ondaki. Bahsettiğim o değil benim." Samimi sohbet için rütbeden çıktıkları oluyordu. Üsteğmen buna dayanarak sorguladı komutanını. "Komutanım ben anlamadım bir şey." Güldü Yüzbaşı. Sakalını sıvazladı aynı anda. "Bir çene var...." dedi yetti gerisi anlamaya. "Sana yemin ediyorum. Abartmıyorum bak. Çıkaracaktım beylik tabancasını masaya kim vurursa vursun beni yeter ki bitsin bu işkence diye." "O kadar var mı ya?" dedi Albay mırıldanarak. Kaşları havalanmıştı. "Komutanım o kadar." diyerek noktaladı Yüzbaşı konuyu. Kapının çalışından sonra içeri giriş yaptı Ötüken Timi. Daha geleli 1 ay olmuştu Aktütün Karakoluna, yeni kurulmuşlardı. Bu görev birlikte çıkacakları ilk görev olacaktı Allah'ın izniyle. İçeriye doluşmuş rütbelilere selam durdular. Bu kadar rütbeli neden bir aradaydı ve onların yanında bizim ne işimiz var diyerek kendilerini yiyip bitirdiler içten içe. Gerçi er görev var demişti. "Rahat." Rahatta kalıp dinlediler. "Çocuklar görev var." Cümle biter bitmez tek bir cümle; "Emredin Komutanım." Hiç düşündün mü niçindir yaşamak "Baskın sırasında yardıma gelen takviye asker ve mühimmat pusuya düşmüştü bildiğiniz üzere. Gökbörü Timi onları kurtarmak için gittiği yerde esir alındı. Demin Telsizden bir çağrı aldık askerlerimizin merkez cami çehresinde boş bir depoya bırakılacağı söylendi. Haberin doğruluğunu bilmiyoruz. Şüpheli bir durum. Güvenilir değil ona göre tedbirinizi alın. Bu saatten sonra bırakın şehit haberi, yaralı haberi dahi duymak istemiyorum. Anlaşıldı mı asker." "Anlaşıldı Komutanım." Kafasını salladı ve Üsteğmen'in önüne geçti. "Anlaşıldı mı Üsteğmen?" "Anlaşıldı Komutanım." Daha yüksek sesle; "Anlaşıldı mı Üsteğmen?" "ANLAŞILDI KOMUTANIM!" "Allah yar ve yardımcınız olsun." dedi arslanlara. "SAOL!" ~~~~☽✿☾~~~~ Samdi Dağı/Hakkari ⒹⒺⒶ "Saraylarda süremem, dağlarda sürdüğümü. Sabahın erken saatinde başlamıştı onun için yeni gün. Ona verilen sert bir döşek üstüne örtülen bir pike ve bir yastık gecesinin berbat olması için yetip de artmıştı bile. Gerçi dağda ki en baba konfor da bu kadar olurdu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra siyah eldivenlerini geçirdi ellerine. Mikrop yuvasıydı burası adeta. Temizliği 2-3 ayda nadir hatırladıklarını düşünüyordu. Kamp içi gerçekleşecek bir toplantı hazırlığı vardı bugün. Onun için dışarıdan bir kaç isim daha katılacaktı buraya. Ve o da onur konuğu olarak davet edilmişti. Mağaranın duvarlarını iyice kontrol edip izlenme ve dinlenme durumunu ortadan kaldırdıktan sonra siyah tulumunu giydi. Baştan ayağa siyahla bezenmişti bugün. 18 numara iyi düşünüp dışarıdan sandviç hazırlatmıştı yanına da taze sıkılmış portakal suyu... Kahvaltı niyetini onları tükettikten sonra Kübra'yla konuşmaya dalmışlardı. Aradan geçen zaman boyunca değişen pek bir şey olmamıştı. Dün akşam TG ile kendi kafasında istişare etmişti bolca. Zaten koşul uyumasına engel oluyordu o da böyle değerlendirmişti. Aklına koyduğu fikri iyice yüceltti ve altlarına zamanı, mekanı doldurdu. İlmek ilmek öreceği yeni oyunu için sabırsızdı. Çünkü bu oyun da karşı taraf dişliydi, çetindi...hemen yenilmeyecekti. Bu da demek oluyor ki hamleler sert ve acıtıcı olacaktı. 143 damla kan adak sunulan birisine bu hoş gelirdi. Kendince kandan ve savaştan zevk alan bir psikopattı. Tabi buna bir de tıp çerçevesinden bakılması gerek. ............... "İHA'lar" dedi kampa dışarıdan gelen genç adam. Cumhuriyet savcısı olarak görev yapıyordu. Toplantı öncesi kısa bir sohbet geçmişti aralarında. Garip bulmuştu Marcena. 'neden?' diye sormuştu. 'Neden, bu ülkeyi sevmiyor kendi devletini kurmak istiyorsun. Bunun için buradasın. Peki neden o devlet için çalışıyorsun. Üstelik bir savcısın.' demişti. Gülerek cevapladı savcı. 'Benim görevim bu. Yakalanan örgüt üyelerini oradan çıkarırım. Kimse kolay kolay bir Cumhuriyet savcısından şüphelenmez, uğraşamaz neticesinde. Öyle değil mi?'. Anlaşılmıştı. Marcena iyice idrak etti neden buraya geldiğini. Örgüt her yerdeydi ve güçlüydü, güçleniyordu. Bu onlar sayesinde olmuştu. "İHA'lar geçtiğimiz yıl üretim kapasitesini 3 katına çıkararak İsrailli solladı, ABD ve çinden sonra dünyanın en büyük iha üreticisi oldu TC. Hatta ihracat bazında olmasa da sayı bakımından ABD'yi arkasında bırakıyor. Rusya-Ukrayna savaşında da büyük rol alıp adına şarkılar yazıldı." "Evet, öyleydi." dedi Bawer sırıtarak. "Ta ki yapılan baskına kadar." dedi savcı. O da hoşnuttu oldukça. "2 gün önce yaptığımız baskın hala Türkiye gündeminde. İHA'ların altı boş çağrılar ile meşgul edilip yardıma gelememesi güvenilirliği çok olmasa da azalttı. Şehit haberleri ise tadı tuzu oldu. Bazı provokasyoncularımız hazırlık içerisinde." Merakla sordu Marcena. "Provokasyoncularınız neyi hedefliyor?" "Tutuşmaya başlayan samanı altında üflemeyi." Bu önü çok açık bir cümleydi. Pek çok şeydi. "Askerlerin ölüm haberleri pek çok ile acıyla gitti. Asker aileleri sinirli eğer suçun bir kısmını İHA'lara yükleyebilirsek-" "Üretim de azalış yaşanabilir çünkü güvene dayalı talep azalacak." diyerek devamını getirdi cümlenin. "Elbette öyle de denebilir sayın Marcena." Kırmızı renkte ki dosyayı masaya fırlatır gibi attı savcı. Özellikle Marcena'nın önüne atılmış gibiydi. Savcının gümüş renginde bıyıkları vardı, yüzü de tertemizdi. Aşırı samimi bir insan vibe'i veriyordu. Ellerinde onlarcasının kanı olduğunu kimse kolay kolay anlayamazdı. Önünde ki dosyanın kapağını araladı. Madde halinde yazılmıştı cümleler. Bazılarının üstü kırmızı tükenmezle çizilmişti bazıları ise yuvarlak içindeydi ve tarihleri alt taraflarında yazıyordu. ̶H̶a̶k̶k̶â̶r̶i̶'̶d̶e̶ ̶3̶ ̶k̶a̶r̶a̶k̶o̶l̶ ̶Ö̶S̶B̶ ̶m̶i̶l̶i̶t̶a̶n̶l̶a̶r̶ı̶ ̶t̶a̶r̶a̶f̶ı̶n̶d̶a̶n̶ ̶a̶y̶n̶ı̶ ̶a̶n̶d̶a̶ ̶s̶a̶l̶d̶ı̶r̶ı̶y̶a̶ ̶u̶ğ̶r̶a̶d̶ı̶.̶ ̶1̶7̶ ̶a̶s̶k̶e̶r̶ ̶ş̶e̶h̶i̶t̶ ̶3̶ ̶a̶s̶k̶e̶r̶ ̶e̶s̶i̶r̶ ̶a̶l̶ı̶n̶d̶ı̶.̶ 1̶0̶0̶ ̶Ö̶S̶B̶ ̶m̶i̶l̶i̶t̶a̶n̶ı̶ ̶A̶k̶t̶ü̶t̶ü̶n̶ ̶K̶a̶r̶a̶k̶o̶l̶u̶ ̶v̶e̶ ̶3̶ ̶y̶a̶n̶ ̶k̶a̶r̶a̶k̶o̶l̶a̶ ̶b̶a̶s̶k̶ı̶n̶ ̶y̶a̶p̶t̶ı̶.̶ ̶H̶e̶d̶e̶f̶ ̶A̶k̶t̶ü̶t̶ü̶n̶d̶e̶ ̶1̶0̶ ̶a̶s̶k̶e̶r̶ ̶ş̶e̶h̶i̶t̶ ̶7̶ ̶a̶s̶k̶e̶r̶ ̶e̶s̶i̶r̶ ̶a̶l̶ı̶n̶d̶ı̶.̶ Şırnak Taşdelen karakolu 600 ÖSB militanı tarafından baskına uğratılacak. Hedef takas için 23 TC askeri. Hakkari Üzümlü Karakolu 100 ÖSB militanı tarafından baskına uğratılacak. Hedef 20 TC askerinin esir alınması. Bitlis Tatvan ilçesindeki bir minibüs ÖSB tarafından durdurulacak siviller kurşuna dizilecek. Propaganda yapılacak halk ayaklanması için fitil ateşlendirilecek. Silvan Yolaç köyündeki bir camide namaz kılan vatandaşlar ÖSB tarafından zorla alıkoyulup dışarıda kurşuna dizilecek. Özgürlük pankartları ile birlikte leşlerle fotoğraf çekilip basına sızdırılacak. Hakkari Sivritepe karakoluna baskın yapılacak ve muhbirimiz öldürülecek. Hakkari Alan Karakolu İran'dan sızan 250 kişilik örgüt üyesi tarafından saldırıya uğrayacak. Hedef Karakolun kullanılmayacak hale gelmesi. Bitlis'in Cevizdalı köyüne baskın düzenlenecek, militanlar, çocuklar ve kadınlar ağırlıklı olmak üzere olabildiğince kişiye kıyım uygulayacak. Köy koruyucularından bazıları kaçırılacak bazılarının ise kafası kopartılıp meydana asılacak. Gitmeden önce köy ateşe verilecek. ......... "Bunlar.... çok destek isteyecek şeyler. Hem mühimmat hem de askeri destek çok fazla... TG'nin karşılayamayacağı bir miktar değil bu. Lakin TG bunu neden karşılasın?" Yılanın yuvasında yılana meydan okunmazdı. Her yılanın zehrine karşı panzehir yoktu çünkü. Bunlar vahşetti yaşanması gereksiz öngörü ile tahmin edilebilir şeylerdi. ÖSB'yi onlar kurtarmıştı hatta onlar baştan var etmişlerdi. Zorunda kalmışlardı ve hala öyleydiler. Yıllar önce ki o kanlı günde kadim topraklarda, kanlı dolunayın altında yapılan o anlaşma... Öyle ki gece Kahininin bile yıllar öncesinden ön gördüğüydü. Yıkım... 1998'e ait Nicolas'ın el yazmasında yazılanlar... O da biliyordu. Hayır, tahmin etmişti. Ektikleri zakkumun zehir verme yaşıydı. Altın Dağ'ın yükseleceği yerdeydiler. Kıyamet henüz yaklaşmamıştı belki kim bilir? Lakin suyun altında gömülü olan şeyin yok sayılması hiçten bile değildi. "Bunlar halledilebilir şeyler Efendi Marcena. Sayenizde." dedi terör doktoru iğrenç gülümsemesiyle. Tanrı şahit olsundu bu ana. Belki de Nicholas hiç bir zaman haklı değildi. Ya da sadece bu konuda yanılmıştı. O bir hediye değil affedilmeyen günahkarlara bir cezaydı. Bunun başka açıklaması yok gibi duruyordu. Burada alenen bir aşağılama ve tehdit vardı. Taşlar tam anlamı ile yerine oturmuştu artık. Mevzu bir avuç asker değildi. 7 askerin kurtulup kurtulmaması değil... Mevzu anlaşmaydı. Sondu. Önümüzde el bağlayanlar şimdi yapacaksın diyordu. Sinirden kıpkırmızı kesildi bedeni. Dişlerini öyle bir sıktı ki gıcırtısı yanında oturan et parçaları tarafından duyulabilirdi. Oturanlar aralarında gerildi. Olabilirdi her şey. Hadlerini aşmışlardı, sağlam koltukları da yoktu ki. Meydan okumak mı şuan etkili olandı yoksa kurt inine geri çekilip güç toplamak mıydı? Hepsini vurup kan akıtsa? Anestezisiz vücutlarını açıp ciğerlerini sıksa...nefessiz bıraksa? Daha önce elleri arasında kan pompalayıp atan bir kalp hissetmemişti. Hissiyatı nasıldı ki? Sıcak? Kanlı? Ah ne diyorsun tabi ki de öyle. Ek olarak ne var acaba. Elleri arasında kaç saniyede bir atar? Elleri soğuktu kalbe değerse kalp irkilir miydi acaba? Üzerine su dökse kalp nasıl tepki verir ki? Marcena bilime hep ilgi duymuştur şuan kafasına doluşan sorular kendisinin yarattığı aç tarafı cezp etti. Eğitimi kanlar ile geçen birisinin psikolojisi ne kadar iyi olabilirdi ki? Bunu deneyerek not alıp yeni bir deney yapabilirdi. Kim? Kim? Kim? Kafası karışmıştı şuan kendinde bile değildi. Tek düşündüğü elleri arasında ki atacak sıcak kanlı kalpti. Gözleri avcı edasıyla kısıldı. Marcena neyi sevmez? Saygısızlığı? Küstahlık? Hayır en çok masuma zarar vereni. Kendisi en büyük zalimdi ama dengesiz kalbinin masuma zaafı vardı. Bir annenin çocuğuna açtığı kollardaki şefkati vardı masuma. Çocuklardan nefret ederdi aslında öyle değildi. Ondan kaçan çocuklardan nefret ederdi. Yok, bu da yanlış. Ondan kaçtıkları için kendinden nefret ederdi. Listeyi önüne kim atmıştı? Bunları gülerek anlatan kimdi? Savcı? Sivilleri en önemlisi ibadet eden insanları kurşuna dizmek kimin fikriydi? İbadet yerleri kutsaldır orası olmaz. Sanırım girmemesi gereken işlere girecekti. Diğer tarafı o başka şeyler düşünmeye çalışsa da üstün geldi. "Savcı?" diye seslendi konuşmakta olan adama. Boynunda atan damarı hissediyordu. Gözleri de kızarmış olabilirdi. "Buyrun." diye nazik bir cevap vererek kapattı gerçek yüzünü. Marcena'yı dönünce kaşlarını çattı. Kızarmış bir beden beklemiyordu. Kendini sorguladı yanlış bir şey mi demişti? "İyi misiniz?" Dışarıda bekleyen 18 numara olacakları tahmin edebiliyordu bunun için eli silahın üstünde en ufak bir hareket bekliyordu. Efendisini durdurmaya çalışmayacaktı elleri arasında ki atan kalp ona ait olsun istemezdi. Savcı cevap alamayınca elindeki çubuğu bıraktı. Plastik bardaklı suyu açıp Marcena'nın ağzına tuttu içmesi için. Elleri titriyordu. Zevk vardı içinde. Ruhsal bir bozukluk belki de. Kendini şeytana satmış bir insan gibiydi. Şeytanın ona gücünü vermesi karşılığında ona kan veriyordu sanki. Dudaklarını yaladı iştahla. Sesi ona fısıldıyordu. Kendinden bağımsızdı. Bir elini sırtına koyup desteklemeye çalıştı savcı. Ona bir şey olsa hiç biri sağ çıkamazdı buradan lakin kadın da ses soluk çıkarmıyordu. Korkudan atan kalbi göğsünü delecekti adeta. Belki de Marcena'nın beklediği buydu. Bir eli ile savcının yanağını kavradı zarifçe. Okşadı, sanki biraz daha sert davransa incinir kırılır gibisinden. Savcı suyu masaya koydu göz temasını bozmadan. Masadakiler anlamsızca bakıyordu sadece. "Marcena." dedi sizi bizi bırakarak. Arasında santimler olan cezbedici kadın dikkatini dağıtıyordu. Yakınlıktan dolayı ayrıca etkilenmişti. Kahretsin! Burnuna gelen koku diğer kadınlar gibi değildi. Ne gül, ne lavanta, ne portakal çiçeği... Vahşiliğine özgü ona yakışır bir kokuydu bu. Barut. Yakıcı kötü kokusu onunla harmanlandığında cennetti. Burnuna gelen alışık koku bu kadını daha istemesine neden oluyordu. Düşünceleri arasında daha da yakınlaştığını fark etmedi. Dolgun dudaklarına baktı, yutkundu. Kurak topraklar gibiydi ağızı. Dudaklarını ıslamıştı. Tanrım! bu kadına tanrıça derken yanılmıyorlardı. Yanağında ki elini değdire değdire kafasının arkasına getirdi Marcena. Nefesi adama vurdukça adamın nasıl kendinden geçtiğini ve etkilendiğin görüyordu. Arkasından yakaladığı bir kaç tutamı okşadı ağır ağır. Adam anlamıyordu lakin akışa ayak uyduruyordu. Gözleri kapandı hissizce. Parmakları arasına aldı kısa saçları. Aniden tuttu ve aşağı çekti kafası geriye düşmüştü. Adamın kapanan gözleri birden açılmıştı ona fırsat vermeden dudaklarını onunkilerle buluşturdu. Kurak topraklarına suyunu veriyordu. Savcı afallasa da bunu uzun tutmadı. Su içermişçesine sömürmeye başladı dudaklarını, çekiştire çekiştire. Ağıza gelen kan tadı daha da şevke getirdi Marcena'yı. Lakin bilmiyordu... Bu öpücük Marcena'nın son akşam yemeğinden etkilenip esinlenerek oluşturduğu bir şeydi. Ölüm öpücüğüydü. Marcena'nın ölüm öpücüğü. Gözlerini kapatıp ona kapılan Savcıya baktı. Sert öpüşlerine karşılık verirken nasıl da kendinden geçmişti. Bir eli göğsüne gitti gömleğini tuttu. Diğer eli ise bıçağına uzandı. Kavradığı gömleği kendine çekip savcıyı üstüne düşürdü. Diğerleri şaşkınca bakarken savcı bunlardan farklıydı. O az öncesinde kalmıştı ve hala iştahla bakıyordu kadına. Üzerine uzanması aklını kurcalıyordu. Sert davrandı içindeki aç ruh. İki hamle... Taktı ve çekti. Savcının gözleri yerinden fırlamıştı. Şokta olmalıydı acıyı bile idrak edememişti. Marcena hiçbir şey yapmamış gibi masum bir çocukça gülümsedi. Kıpır kıpır olan gözleri yerinde duramıyordu. Heyecanla nefesini tutup yarıktan içeri elini soktu. Göğüs kafesi yüzünden biraz zor olsa da kalbi avuçlayabilmişti. Çok değil bir kaç saniye olsa da elinde atmıştı kalp. Savcı kan kaybına fazla dayanamamıştı sanırım. İçeride kiler dehşet içerisinde bakıyordu kadına. Mide bulantısı, korku bir taraftan bazısı altına dalmıştı bile. Elini yarıktan çıkarıp inceledi. Sıcak kandı metalik kokusu... Vıcık vıcıktı neşeli bakması içeridekileri Allah'a inandıracaktı korkudan. Tadı nasıldı? Hayır hayır. Şimdi olmaz, kaliteli değildi kan. Hastalık taşıyor da olabilirdi. Her kan içilmeyebilirdi. Bu hastalıklı düşüncesi bile durumunu belli ediyordu. Kan içmemem gerekiyor demek yerine bu kalitesiz kan içme diyordu içindeki canavar. Savcının bedenini yana atmıştı fark etmeden. İçindekini susturmanın zevkini yaşıyordu şimdide. Belki biraz da etrafındakilerin ondan korkması olabilirdi bu mutluluğu. "Sıkıldım." dedi. Ses çıkmayınca kanlı elini masaya bastırıp açık kahverengi yeri koyulaştırdı. Güzel çıkmıştı elinin izi. "İz bırakmayı severim." dedi çıkmadan önce. Ardında titrek yürekler bırakarak... ~~~~☽✿☾~~~~
Varya cidden iyi ki Türk doğmuşum. Ne kadar şükretsem az.
|
0% |