@siren_
|
... "Abi ahahhaha" "Caz yapma sikerim belanı Han." Han abisinin tehdidi ile kahkahasını yarım kesti ama hâlâ yüzünde sırıtışı duruyordu. "Ya kral sen nasıl bir doyumsuzsun?" Erim kolundaki serumu çekiştirerek Allah'tan sabır diledi. Boran, Sungur ve Kayra'nın da durumu farklı değildi. Hepsi kahkahadan yere yatmamak için kendilerini sıkıyordu. "Kral yaa helal olsun. İMPARATOR!" Ardından daha büyük bir kahkaha attı Han. Erim yan komidinde duran top haline getirilmiş çorabını kapı tarafındaki Han'a fırlatmıştı ki kapı açılmış ve çorap Han'a değil hemşireye çarpmıştı. Hemşire büyük bir sabır ile çorabı iteledi ve tekrar tekrar söylediği cümleleri yine dile getirdi. "Beyefendi burası bir hastane ve sessiz olmanız gerekiyor. Geldiğimizden beri defalarca şikayet aldık. Tekrarlanmasın lütfen." "Kusura bakmayın hemşire hanım, kardeşimin hayvanlığı. Tekrar olmaz." "Umarım." Mahcup bir gülümseme sundu hemşireye. Yorgun hemşire oflayarak acile doğru ilerledi. "Gerzek herif. Şu borozan borusu sesini kıs yoksa ben kısıcam." "Tamam abi ya hemende kızma." Han yan tarafta bulunan koltuğa oturdu. Abisinin yaptığı şey aklına geldikçe kıkırdıyordu. En sonunda Erim dayanamadı ve öfkeyle çıkıştı. "Han siktir git bak odadan. Asabımı bozdun kıkır kıkır." Han gülümseyerek odadan çıktı. Çıkmadan önce içeriyi hızlı bir kontrol etti ve Sungura el hareketi çekti. "Abi." "Hiç başlama Sungur sende ikizin gibi. Kafam kaldırmıyo." "Kaldırmaz tabi abi. Kim dedi sana bütün tebeşiri yut diye. Sen nasıl bir doyumsuzsun. Ablam aç mı bıraktı sanki?" Alaylı konuşması son bulunca Erime göz değdirdi. Abisinin ayaklandığını görünce ikizi gibi kapıdan topukladı. Çıkmadan tıpkı Han gibi etrafa bir bakış attı ve son numaraya sesli bir el hareketi çekti. Ah ikizler bu kadar benzemek zorunda mısınız? "Allah'ım sen bana sabır ver. Allah'ım sen bana sabır ver." Yanda duran Boran ve Kayra, abisinin isyanına gülmekle meşguldü. Gordania'nın onu alıp evine götürmesinin üzerinden neredeyse 10 saat falan geçmişti. Erim gece yatmadan önce Boran'ın getirdiği bütün tebeşiri öğütmüş suya karıştırıp kafaya diklemişti. Gece ateşini kontrole gelen Gordania yüksek çıkan ateşle telaşa düşmüş Erim'e seslensede cevap alamamıştı çareyi Alp ile apar topar hastaneye götürmekte bulmuştu. Yapılan tetkikler ile kanında yüksek oranda yabancı maddeye ulaşıldığı ortaya çıkınca Gordania onu kırmamak için kardeşlerini aramış ve onlar gelince evine dönmüştü. Kısacası yaptığı kıskançlık elinde patlamıştı. ..... "Anladım, anladım. Görüşmek üzere o halde kendinize iyi bakın Lale hanım." Telefonu kapattıktan sonra Alp'in elindeki ona uzatılan kahveyi aldı. Hava kararmak üzereydi bugün dersi olmadığı için Erim'i hastaneye bıraktıktan sonra eve dönmüştü. Şimdiyse bir kaç veliyle proje hakkında münakaşa ediyordu. Demin kapattığı telefon bugün ikna etmek için konuştuğu 9. veli falan olabilirdi. Ağzının kuruluğu geçsin diye kahveden bir yudum aldı. Soğumuş kahveti beklentisini karşılamadığı için sehpanın üzerine bıraktı. Alp karşısında yorgun eşşek gibi duran arkadaşına güldü. Kim dedi sana Türkiye'ye gel diye. Kız çökmüştü resmen bir kaç haftada. "Nasıl gidiyor?" "Neyi sorduğuna bağlı." Alpden kısık sesli bir kıkırtı çıkmıştı. "Hem hayat hem de şu proje işi." "Hayat şuanlık güzel ve proje.... eee bilmiyorum henüz daha yeni kararlaştırdık ve buna rağmen ümitliyim." Kafasını sallayıp karşısındaki sandalyeye oturmuştu. Sıkıntılı bir nefes aldı "Yanlış anlama beni ama ben bu proje de ilerleyebileceğinizi zannetmiyorum." Gordania ağzını açacak gibi olduğunda, "Lütfen." diye konuşmasının önüne geçti. "Lütfen bir dinle. Güvensizliğim senin başarıp başaramayacağını düşündüğümden değil burası Türkiye ve yaşam koşulları senin büyüdüğün ülkeye göre farklı. Burada herkes üste çıkmak için birbirinin ayağını kaydırma peşinde. Ve sen yeni bir şey daha önce hayata geçirilmeyi-" Kapının alıcaklı gibi çalması ile Alp'in cümlesi kesildi. Gür yumruklar evin içinde yankılanıyordu sanki. Alp Gordania ile göz göze geldi. Biraz tedirgin bir bakışmaydı bu. Masanın üzerinden aldığı elbise askılığı ile (artık ne işe yarayacaksa) kapıya ilerledi Alp. "Kapının gözetleme deliğinden baksana kimmiş?" Alp kafası ile onayladıktan sonra bir gözünü kısıp diğerini deliğe yaklaştırdı. Elindeki askılığı yere düşürüp alel acele kapıyı açtı. Buğra baygın halde yerde yatıyordu. "Buğra?" "Ne olmuş ona böyle?" Alp kollarından tutup Buğrayı sarstı. "İçeri götürelim." Diğer kolundan da Gordania tutup içeri sürüklediler. Nasıl taşısınlar neredeyse yarım ton çekiyordu bu aygır. Koltuğa kaldırıp oturttular. Gordania koltuk minderini alıp kafasının altına yerleştirdi sonra da ayakkabılarını çıkartıp koltuğa uzattı. "Hastaneye mi gitsek?" "Hastanelik bir durumu olduğunu zannetmiyorum." "Emin misin? Baygın şuan ya hani." "Ulan Buğra. Umarım Erim'i kıskanıp kendini hasta etmemişsindir." "Saçmalama Alp çocuk oyuncağı mı bu?" "Valla bu devirde babana bile güvenme demişler. Kimliğini alıp da gidelim hadi." Ve bugün ikinci kez hastanenin yolunu tuttular. ..... Akşam üzeri hastaneden eve dönmüş koltuklara kurulmuşlardı. Buğra'nın bir şeyi yoktu öyle abartılacak. Kısa süreli panik atak ve yorgunluk birleşince vücudu kendini kapatmıştı. Trip atmak için gittiği kafede Gordania ile buluşmaları da kaçtığı adamla karşılaşmış yine kovalanmıştı. O yorgunluk ve korku onu kapıya kadar dinç tutabilmişti. Adam kemik görmüş kuduz köpekti sanki. "Bugünü de atlattığımıza göre artık rahatça oturup şu kitabı tartışabiliriz. Sürekli erteleyip durduk kitabın içeriğini unuttum neredeyse." "Hiç o mevzuya girmeyelim." dedi Alp soluk soluğa. Hırçınlaşmıştı birden. "Bu kadar iğrenç sinir bozucu bir kitap okumamıştım daha önce." "Ay kesinlikle öyle. Kadın tam bir orospuydu. Sinirimden kitabı yırtıp atıcaktım." diye katıldı Buğra. O da kitaba sinirliydi. Kitap cansızdı ama.... "Stefan Zweig'i anlamıyorum. Çok güçlü bir kaleme sahip ama yine de böyle iğrenç şeyler yazıyor. Kudurtuyor insanı." diye fikrini beyan etti Alp. "Lise yıllarım boyunca çokça duymuştum çevremde okuyanlarda vardı bende güzel zannedip hevesle okudum ama tam bir hayal kırıklığıydı." "Aynen aynen di mi? Hele ki o yaş farkını hiç söylemiyorum." "Bilmiyorum belki de yabancı ülkelerde bu normal karşılanıyordur." "Hangi ülke olursa olsun bu bir taciz, sapıklık iğrençlik. Bunu normal buluyorsan eğer sıkıntılısın." "Haklısın." Gordania tartışmayı böldü. "Pekala fikirlerinizi duyalım o halde kitap hakkında baştan sona tam olarak ne düşünüyorsunuz. Mesela ben Stefan Zweig'in bu kitabı yazmada ki amacının takıntı ve aşkın aynı şey olmadığını göstermek için yazdığını düşünüyorum. Kadının aşk olarak betimlediği şey aslında bir takıntıdan ibaret." Kafası ile onayladı Alp ve devam etti; "Evet kesinlikle. Üstelik aralarında ciddi bir yaş farkı var buna değinmiyorum bile. Kadının çocuk yaşta hissettiği hayranlık ve sevgisizlikten kaynaklanan duyguları adama aşık olduğunu zannetmesine sebep olmuş. Saplantılı bir rahatsızlık. Gizli gizli eve kadın sokmalarını izlemesine rağmen bir acı duymadığını yazıyor, seven insan acıdan kıvranmalı. Kalbinde yükünü taşımalı." Buğra gidişata el attı. "İlgisizlik çeken küçük bir kıza yerden bir çiçek bile koparıp versen bu onda bir hayranlık oluşmasına neden olabilir. Kız taşındıktan sonra bile adamı unutmayıp oraya dönmek için çaba göstermiş bence bu bir minnet." Derin bir nefes aldı Gordania. Cümlelerini kafasında oluşturmaya çalışıyordu. "Yine de iyi değil." "Değil." Konu çıkılmaz sokağa girince yön değiştirdiler. "Peki ya adama ne demeli. Elden geçirmediği kadın kalmamış anasını satayım." diye serzenişte bulundu Buğra. "Adam kadınları zorlamış gibi konuşma Buğra." Buğra omzunu silkti. "Yine de bu iğrenç." "Evet öyle ama bu bizi ilgilendirmez. Şey çok kabacaydı kızla bir gece geçirdikten sonra onu unutması lakin kadının onu unutmamak için çocuğunu doğurması." Buğra sinirle atladı olaya. "Adamın onu unutmasına ayrı sinirliyim. Kadınlar kullan at değildir ama kadının adamı unutmamak için çocuğu doğurmasına daha da fazla sinirlendim. Bu çocuk senin adamı her istediğinde görebilmen için bir oyuncak değil henüz daha sen çocukken doğurduğuna nasıl bakacaksın ki?" "Zaten mektubun başında çocuğun hastalıktan öldüğü yazıyor." diye yorumda bulundu Alp. "Ahhh" diye bir çığlık attı sinirle Buğra. "Evet evet. Madem bakamıycaksın bencil orospu neden doğuruyorsun? Haksız mıyım?" "Tamamen haklısın." dedi Gordania. "Bir de en en en sinir olduğum şey kadının oğluna iftira atması." diye isyan etti Buğra. "Kadın oğluna iftira atmadı ki?" diye sordu Alp. "Ne demek atmıyor. İftiranın en büyüğü oğluna atmış bencil orospu." "Ne?" diye sordu Gordania. "Kitapta sonlara doğru sürekli oğlunun bakımı için onunla bununla yattığını söylüyor yani bir nevi orospuluk. Hatta oğlunun iyi bir okula gitmesi için yüksek mertebeli bir adamla birlikte olup onunla evleniyor. Kendini satıyor yani ve mektupta adama şöyle yazmış seni hiç bir zaman aldatmadım hepsi oğlumuz içindi. Seni siklemeyen ertesi gün hatırlamayan bir adam için.....ahhhh çıldırıcam." "Ben onun çocuğu olsaydım annemin onun bunun altına yatmasındansa ölmeyi yeğlerdim." dedi Alp. "Seni aldatmadımmış...ya bir git bacım başka kapıda dilen. Gerizekalı cidden sinir oldum ya." "Oğlum çocuk belkide kahrından ölmüştür hastalık bahanedir he ne dersin?" "Olabilir." dedi Gordania. "Peki adamın mektubu okumayı bitirdikten sonra umursamazlığı?" diye sordu Alp. "Yani şimdi onun tarafından da bakmak lazım. Sonuçta kadın onunla kendi isteği doğrultusunda yattı ve sonuçlarını biliyordu. Zaten tek gecelik olduğunu ikisi de biliyordu kadının çocuğu doğurması kendi seçimiydi adam böyle birşeyi hiç istemedi. Kadın kendi kararını ona sormadan aldı bu bir hata. Adam o konuda haklı ama bu kadar da duygusuz olması...neyse belki de beraber vakit geçirmedikleri için çocukla bir bağ oluşmamıştır aralarında bu yüzden üzülmemiştir." dedi Gordania. "Bu hikayede tek bir masum var o da çocuk." "Evet anne babasının günahını o canıyla ödedi. Daha farklı olmalıydı her şey." "Yapıcak bir şey yok bazı şeyler istediğimiz gibi olmaz. Neyse değiştirelim şu matem havayı. Haftaya kitabımız ne olacak?" Gordania heyecanla atıldı. "Kürk Mantolu Madonna lütfen lütfen bu olsun. Çok güzelmiş ağlatıyor demişlerdi." Alp biraz düşündü ve onayladı. "Tamam kütüphaneden alalım haftaya onu tartışırız." Buğra; Derin bir soluk verdi Gordania. "Ne bitmesi o kadar olay oldu okuluydu ailesiydi derken sadece Yerebatan sarnıcını çekebildik. İstanbul'da çekeceğim 9 yer daha var da zamanım yok. Şu öğrenci projesi de beni epey yorucak gibi çoğu veliyi ikna edemedik bile doğru düzgün. Çocuklarının ileride işsiz kalmaları dan korkuyor bir çoğu." Buğradan bir 'hım' sesi çıktı. Alp aklına gelen fikirle doğruldu diğerlerinin gözü ona kaymıştı. "Buldum lan buldum." "Neyi buldun Alp?" Sesi tıpkı Alp gibi heyecanlı çıkmıştı. "Bu veliler çocuklarının işsiz kalacağından korkuyorlardı değil mi?" Gordania birşey anlamasa da kafası ile onayladı arkadaşını. "E o zaman işsiz kalmasınlar." "Nasıl yani?" Buğra anlamıştı. "Oğlum zaten kız Türkçeyi zar zor öğrendi düzgün anlatsana şunu anlasın." "Senin hesap yirmi küsür milyon takipçili yanlış mıyım?" "Doğrusun." "Seksen üç küsür ülkeden insanlar var. Bazıları şirket sahibi hani bazıları yönetici vesaire her kesimden insan var." Kendinin anlaması için durdu. Gordania'nın kaşları havalandı bu fikir karşısında. "Yani çocuklara hem burs hemde iş olanağı sağlayabiliriz." "Tam üzerine bastın." Gordania ayaklarını oturduğu sandalyeye çekip eğildi ve yere baktı. "Neyin?" Buğra gülüp gülmemek arasında kalan bir suratla homurdandı. "Halledicez be." Alpden gelen yanıt gecikmemişti. "Ne zaman mezara girince mi?" . |
0% |