@siren_
|
İyi okumalarrr Bu bölümde Gordania'nın eğitim hayatı konu olmuştur diğer bölümler açısından temeldir. İlerleyen bölümlerde olaylar yaşanmaya başlanacaktır. . . . . . Gordania Umay Sonat (Karakurt) . . . . . . Edinburgh'un geniş ve yeşilliklerle çevrili sokaklarında belki de yaşıma yakışmayacak bir şekilde hoplaya zıplaya eğitim merkezine gidiyordum. İçim kıpır kıpırdı ve bunun sebebi kesinlikle altı boş bir sebepten ötürü değil. Buradan bahsedecek olursam en sevdiğim kısım olarak yolun kenarlarını tek katlı, bahçelerinde lavanta ve isminin neden 'kadın tuzluğu' olduğunu bilmediğim iki farklı bana göre olağanüstü uyumlu bitkilerin kapladığı tatlı evleri size söyleyebilirim. Yaşamak için neden İskoçya'yı seçmemin nedenini bir kez daha bana hatırlatan bu bahçeler özenilmeyecek gibi değil. Yaklaşık şehir merkezine uzaklığı 20 dakika olan lakin benim oyalanmam sebebiyle 35 dakika süren yolculuğumun ardından sonunda eğitim merkezinin önüne gelebildim. Yaz ayındaydık ve burada yazları bol bol yağışlı geçiyordu soğuktan kızaran burnumu atkıma biraz daha gömüp cam kapıdan içeri girdim. Beni karşılayan artık yüzünü görmekten bıktığım eğitimcim Fiona'ydı. Aslında mecazen diyordum yüzüne bile bakınca insana kendiliğinden tebessüm ettiren bir tipi vardı. İskoçya'da sıkça rastlayabileceğiniz dünya da ki kızıl saç oranının %13'ünün bulunduğu bu ülkede Fiona'da o yüzdelikten nasiplenen her sekiz kişiden biri. Kendisi henüz 47 haftalık tanıdığım birisi ve ben onunla tanıştığım için gayet hoşnut durumdayım. Onunla tanışma sebebim aslında bir nevi ismim sayesinde. Gordania Umay Sonat İlk ismim olan 'Gordania' İskoç kökenli bir isim ve 'kahraman' anlamına geliyor. İkinci ismim olan 'Umay' ise 'Türk mitolojisinde ve Tengrizimde doğurganlık tanrıçası' anlamına geliyormuş araştırmalarıma göre. Bana bu isimlerin kim tarafından verildiğini bilmiyorum ama gayet memnunum. Mitoloji konusunda gayet meraklı olan bu ülkede ismim tam da bana göre konulmuş gibi. Her neyse neden tanıştığımızı anlatıyordum. Dediğim gibi İskoçya mitoloji konusunda oldukça meraklı bir ülke ve bu merak etme kısmından ben de faydalanıyorum. İsmimin Türkçe kökenli bir isim olmasını işaret olarak algılamış ve bunun peşine düşmeye karar vermiştim üniversitenin son döneminde. Tabi bunda uluslararası programla üniversiteme gelen Türk arkadaşım Alp'in de biraz parmağı bulunuyor. Zaten büyük bir aşkla tarih bölümü okuyan ben Umay ismini araştırırken kendimi Türk tarihinin en derin noktalarında bulmuştum. Yıllarca süren görkemli imparatorluğun beni içine çekmesine izin vermiş bir sarmaşık gibi beni sarması engel olamayacağım bir durumdu. Türk tarihini birincil kaynaklardan kendi dilinde okumanın bana zevk vereceğini bildiğimden Alp'in de yardımlarıyla 47 hafta önce eğitim merkezine gelip Fiona ile tanışmış ve Türkçe dilini öğrenmenin ilk adımını atmıştım. Babasının Türk olduğunu öğrendiğim bu kadın bana epeyce yardımcı olmuş hatta Türk tarihini araştırdığımı öğrenince bana kitap desteği sağlamış ve Türkiyeye gitme olanağımdan dolayı orasıyla ilgili bir kaç güzel şehir ve gelenekten bahsetmişti. Özellikle misafirperverliğin yaygın olduğu bu ülke beni kendisine daha da hayran kılmıştı. Düşüncelerimden sıyrılıp beni bekleyen kadına döndüm. Derin bir iç çekişin ardından daha fazla dayanamamış bu anlamsız bakışmanın son bulacağı atağı o yapmıştı; "Tha thu air ruighinn mu dheireadh" (Sonunda geldin.) Evet biraz fazla bekletmiştim onu yola daldığımdan. Gerçi o da fazla takmıyordu benim gibi birisini çünkü alışmıştı geç kalmalarıma yine de dalga geçmekten geri durmuyordu. "Duilich airson a bhith fadalach" (Geç kaldığım için üzgünüm) "Co-dhiù, gun duilgheadas. Mar sin tha mi saor bhuat mu dheireadh, huh?" (Neyse sorun değil. Sonunda senden kurtuluyorum, öyle mi?) "Tha thu cho coibhneil, mar a bha e an-còmhnaidh, Fiona." (Her zamanki gibi çok naziksin Fiona.) Attığı o neşeli ve içinde biraz burukluk içeren kahkaha ciddiyetimizi bozmuştu. Yavaş yavaş tebessümümüz solmuş ve ciddiyete girmiştik. "Dhia, mu dheireadh. Cha do dh'ionnsaich mi cànan cho doirbh a-riamh. Cha mhòr gun tug e mo bheatha air falbh bhuam." (Tanrım, sonunda. Hiç bu kadar zor bir dil öğrenmemiştim. Neredeyse hayatımı elimden alıyordu.) Fiona bu sitemime büyük bir kahkaha patlatmıştı. Gerçekten bu dilin beni bu kadar zorlayacağını düşünmemiştim. Aslına bakarsanız bu kadar uzun sürmesinin nedeninin bir lise de tarih öğretmenliği yapmamın da payı büyüktü. Bir yan da okul ve sınavlar bir yan da bu zor dili öğrenmek beni yeri geldiğinde ağlatmış lakin hiç vaz geçirtememişti. İskoç okul sistemine göre zorunlu olarak bir kaç dili öğrenmem sebebiyle öğrendiğim dillerin sayısının artması hoşuma gidiyordu bu da vaz geçmemem için sebeplerimden biriydi. "Creid mi, b' tu an oileanach as fheàrr a bh' agam agus bha thu airidh air." (İnan bana, sen benim en iyi öğrencimdin ve bunu hak ettin.) Sonunda binbir emekle uğraşarak kazandığım sertifikama bugün kavuşmuştum. Elimde bu sert kağıdı hissetmek gerçekten de güzeldi. Sıkıca Fiona'ya sarılıp teşekkürümü ettikten sonra hızlıca evime gitmeye başlamıştım. Yarın Türkiye'ye gidecek olan uçak biletimi almıştım artık temelliyle bu masalsı ülkeden taşınıp orada bir düzen oluşturacaktım. Aylar önce girdiğim 'Görevli Öğretmen Seçme Sınavı'ndan başarılı bir puan almış değerli öğretmenlik görevimi Türkiye'de yürütecektim. Bunun için şanslıydım çünkü hem araştırma yapıp hemde öğretmenlik yapabilecektim. Beni evlatlık alan manevi amcam saydığım Türk Proföser 'Atıf Sonat' sayesinde de vize gibi bir problemle uğraşmamak oldukça mutlu etmişti beni. Her ne kadar döviz farkı olsa da yine de vize için para harcamak istemiyordum. Türkiye'de tarih öğretmenliği atanması oldukça zormuş lakin ben nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde oras görev yapmaya hak kazanmıştım. İskoçya'da tarih en önemli dersler ve meslekler arasında olduğundan yönelimimi bu yönde kullansamda matematiğe ayrı bir ilgim vardı. Hatta seçmelilerimi bu yönden kullanmıştım. Size biraz burada ki eğitim sisteminden bahsedeyim daha iyi anlaşılması için. Burada ilköğretim 7 yıl, ortaöğretim ise 5, üniversite okumak isteyenler için 6 yıl sürüyor. İsteyenler okulu bir sene önce veya sonra bitirme hakkına sahip. A level yeterlilik sınavından alacağınız puana göre bir üniversiteye gidebilirsiniz. A level kapsamında (İspanyolca,Fransızca vb.) diller ve matematik zorunlu olmak üzere öğrenciler çalışmak için 3 ders seçer. Bunlardan bazıları müzik, Business, Latince, tasarım, Almanca, sanat, tarih, coğrafya, beden, drama, bilgisayar bilimi ve dans gibi kısımlara ayrılıyor. Seçmek serbest. Benim hayalim İngiltere de "Unuversity of st Andrews'de' Tarih bölümü okumak olduğu için İngilizce ve matematik dahil sekiz zorunlu derste öğrenim gördüm bu dersler İngilizce, Latince, halter, tarih, matematik, yüksek matematik, saf matematik ve klasik medeniyetten oluşuyor. İskoç okulundan sonra İngiltere de herhangi bir üniversiteye gitmek için sekiz ders seçmek şart koşuluyor. Her neyse okuyup bitirdiğim üniversite 179 farklı ülkeden 10,000'i aşkın öğrenciyi konuk ediyor. Alp'le de aramızın daha iyi olması bu sayede olmuştu bir nevi. Onu İskoçya'da her yıl 25 gün süren Edinburgh festivalinde ülkenin simgelerinden olan kilt etek giyerken görmüştüm. . ..................... . ''Şşşt Alp bir tur dönsene etrafında bir bakıyım'' ''Of yavrum sen bu kadar güzel miydin lan'' ''Alp amına koyayım bu halde Türkiye de gezsen ne gülerlerdi lan düşünebiliyor musun?'' Alp arkadaşlarının dalga geçmesine oldukça bozulup kızarmıştı, kilt'i gerçekten beğenmişti ayrı bir duruşu vardı ve bu ona çekicilik katıyordu lakin arkadaşları zevzekliğinden de ödün vermiyordu. Kısa sürede giydiğine giyeceğine pişman olmuştu. Kırmızı ve siyah karelerden oluşan kilt onu bu ülkeden gibi gösterecekti ve festivale uyum sağlayacaktı. Okumak için geldiği İngiltere'nin komşusu olan İskoçya'da festival olduğunu duyunca merak etmiş diğer Türk arkadaşlarıyla soluğu burada almışsa da şimdi büyük bir hata yaptığını anlamıştı. Arkadaşları daha da üzerine gidecekken yanlarına açık kahverengi saçlarıyla göz alıcı masum güzelliğe sahip bir kız yaklaştı. Gordania... Alay edilen çocuğun zor durumda kaldığını görüp yardımda bulunmak istemişti. Üstelik çocuğun giydiği kilt arkadaşlarının dalga geçtiği gibi komik durmak bir yana etrafta ki kızların dikkatini çekecek kadar yakışmış ona ayrı bir hava katmıştı. Eline aldığı ülkenin ulusal içeceği olan meşrubattan (Irn-Bru) bir diğerini ona uzatmış ve yabancı olduklarını anladığından ingilizce konuşmuştu. Bu sıra da arkadaşları da dalga geçmeyi bırakıp dikkatlerini ona vermişti. "The 'kilt' you're wearing looks very nice. I can't help but say this. I was left alone by my friends. Would you like to listen to the bagpipes with me?" (Giydiğin 'kilt' çok hoş görünüyor. Bunu söylemeden geçemezdim. Arkadaşlarım tarafından yalnız bırakıldım. Benimle gayda dinlemek ister misin?) "Ooooo" Arkadaşlarını duymamayı tercih etti bu sefer Teklifi alan Alp kızın dediklerini algılamada bir kaç saniye gecikse de teklifini reddetmeyip içeceği kabul etmiş ve neden sevildiğini anlayamadığı o kulak sağır eden müzik aletini dinlemeye gitmişti. Çıkan rahatsız edici ses ve adamın Gayda'yı çalarken şişip kızaran yanakları komik olsa da onu rencide edilmekten kurtarıp arkadaşlık eden bu kız için katlanamayacağı bir şey değildi. Bir kaç saat daha festivalde kalmış birlikte sokak lezzetlerini denemişlerdi. Sohbetarasında aynı üniversite de okuduklarını da öğrenince daha da sevinmiş ve belki de yıllar sürecek arkadaşlıklarının temellerini birbirlerinin numaralarını alarak başlatmış oldular. . ..................... . O gün gerçekten de çok değişik bir gündü iyi ki o gün festivale katılmış ve arkadaşlarım tarafımdan ekilip Alp ile tanıştım diyorum. Hazır aklıma anılar dolmuşken arayıp haber vermek geldi aklıma belki Türkiyedeyken onu ziyarete giderim. Pantalanomun arka cebinden telefonumu çıkarıp Alp'in numarasını tuşlarım, çok değil 3. çalıştı aramam düştü. "Alo" Ah kahretsin sesi uykulu geliyor saat farkını unutmuşum. İskoçya ile Türkiye arasında 3 saat farkı var ve şuan burada saat 11 ise orada gece 2 olmalı. Onun gibi Türkçe cevap verdim çünkü artık kapı gibi sertifikam var. Bu deyimi de Fiona'dan öğrenmiştim. Kapı gibi... "Merhaba Alp. Özür dilerim saati unutmuşum sen uyumana geri dön lütfen." Karşı taraftan gelen hışırtı sesleri ile yatakta doğrulduğunu anladım. Sanırım kim olduğumu anlamak için gözlerini övüştürüp telefona baktı. "Ah sen miydin Gordania. Hiç sorun değil. Bir şey mi oldu bu saatte iyi misin? Hey oradaysan cevap ver." "Buradayım buradayım. Sadece haber vermek istemiştim. Tekrardan özür dilerim uyandırdığım için ama ben yarın Türkiye'ye taşımıyorum." Sonunda çığlık atarmışcasına konuştuğumdan kulağındaki telefon beklemediğinden düşmüş olmalı. Ah Alp bunun için de özür dilerim lakin heyecanıma vermelisin. "Ne bu harika bir haber. Hangi havalimanı'nda olacaksın ben almaya gelicem seni." "Olur. İstanbul Havalimanına iniş yapıcak saat 12 gibi." "Anladım yarın orada olurum. Bu arada fark etmedim sanma. Kızım senin bu Türkçe ne olmuş böyle. Tıpkı buradakiler gibi konuşuyorsun sadece -malı -meli'de biraz hatan var ama o bizdede oluyor. Harika bayıldım." "Ay teşekkür ederim. Cidden hayatım da bu kadar zorlandığım bir dil olmadı öğrenirken. Ne bu ya?" "Sen kaç dil biliyordun ki?" "Türkçe ile birlikte 5 oldu galiba emin değilim." "Bir kızın emin olmadığı konulara bak bir de bize. Ey coğrafya sen nelere kadirsin." Coğrafya kadir mi? Bu ne demek Fiona söylemedi. "O ne demek Alp ben anlamadım. Bir deyim mi?" "Yok bir şey Gordania sen takma kafanı bunları şimdi. Neyse yarın görüşücez zaten iyi geceler." "İyi geceler tatlı rüyalar." . Telefonu kapatıp pijamalarımı giydim. Yarın Atıf amcam ile de buluşmam vardı. 4 gün önce telefonla beni arayıp önemli bir konu olduğundan bahsetmiş ve yakında Türkiye'ye geliceğimi öğrenince bu konuyu orada konuşacağımıza dair sözleşmiştik. Yarın erken kalkmam lazımdı o yüzden yatağa atladım. Şimdi gözlerimi kapatsam umarım 1 saate uyuyabilirim. Yani İnşallah. Zaten çok geçmeden gözlerim kapandı. .......... . . . . . . Bölüm hakkında düşünceleriniz neler? İskoçya hakkında öğrendiğiniz bilgiler yanlış olabilir emin değilim lakin araştırdığım kadarı ile durum bu...
Görüşmek üzereee .
|
0% |