@siren_
|
Helüüü .
. "Ay Alp olmaz diyorum yemem ben onu." "Ya bende nedenini soruyorum işte. Hangi insan çiğköfteyi yemek istemez ki?" "Ben?" "Daha önce yemedim bile bir ısırsan seversin." "Ben çiğ et yemek istemiyorum midem bulanır, olmaz." Sonuçta köfte içine kıyma konularak yapılıyor ve bu da çiğköfte olduğuna göre yani 'çiğ'. Pişmemiş et var içinde. "Kızım sen ondan mı yemiyordun ya Allah seni ne yapmasın? Çiğköftenin içinde kıyma bile yok tamam eskiden çiğ kıyma konuluyormuş lakin zehirlenme vakaları arttığı için artık kıyma konulmuyor. Yani yiyebilirsin. Hadi aç ağzını bak uçak geliyor." Eline aldığı dürümü ağzıma uzattı verdiği açıklamadan dolayı rahatladığımdan koca bir ısırık alıp çiğnemeye başladım. Yanın da Türk ayranının üstündeki folyo gibi olan şeyi de yırtıp peşi sıra onu da uzattı. Ferahlatıcı bir içecekti. Tıpkı bizde Irn-Bru gibi ayran da onların temsili içeceklerindenmiş. Cidden lezzetliydi dürümün acılığına karşı ağzımı ferahlatan ayran Türk lezzetlerinde şu anlık benim bir numaralı ikilim olmuştu. ............... Sabah ummayı beklediğim gibi yatağım da uyanmış ve kahvaltı hazırlamıştım. Kahvaltı sırasında aklıma uzun zamandır vlog ve tanıtım videosu çekmediğim gelmişti. Buraya gelirken Türkiye için de bir vlog ve video çekmeyi düşünerek gelmiştim aslında. Ülkeleri gezip yerel lezzetleri ve insanları hakkında bir şeyler çekip paylaşmayı seviyordum. Instagram dan biraz para kazanmak için başlamıştım bu işe. İlk olarak Loch Ness gölünün tanıtımı ve tarihçesini anlatmıştım. Bayağı merak konusu ve canavarı ile ünlü olan bu nehir hakkında çektiğim vlog ve resimler ilgi odağı olmuştu. Ben de oradan aldığım gaz ile Edinburgh Kalesinden başlayıp neredeyse tüm İskoçya'yı tanıtmış oradan İngiltere'ye geçmiştim. Tarih ve efsane sever insanlar samimiyetimi ve anlattıklarımı büyük bir dikkatle dinliyor bir daha ki sefer de tanıtacağım yer için isteklerde ve bağışlarda bulunuyorlardı. Öyle öyle yaklaşık yirmi dört milyon beş yüz otuz üç bin küsüratlı bir kitleye sahip olmuştum. Başta İskoçya ve İngiltere olmak üzere seksen üç ülkeden takipçim vardı ve bu sayı giderek artıyordu. Alp hesabımı görünce uzun süreli bir kalp krizi geçirmiş ardından evin etrafında çığlık çığlığa koşuşturup hızını alamayıp Meryem'e çarparak durabilmişti. Daha doğrusu yere kapaklanmışlardı. Onun ardından 'bana bundan daha önce nasıl bahsetmezsin' başlığı adı altında uzun süreli bir trip yemiş ve Türkiye vlog'umun tur rehberi olması karşılığında anlaşmaya varmıştık. Benim için hava hoştu. Onunla daha fazla eğlenceli olacaktı. İlk durağımız olarak çiğköfte yemeye gelmiştik. Tabi ben başta biraz sorun çıkarsam da bunlar vlogumuzun tadı tuzu olarak kalmıştı. Tarihi bir yapıt olarak ilk gideceğimiz yer olarak benim tercihim 'Yerebatan Sarnıcı' olmuştu. Oldukça karşıma çıkan bu yeri gezmeden gitmek istemiyordum. Özel çekim izni bizi biraz uğraştırsa da sonunda amacımızı başarmıştık. Kamerayı bir yere sabitleyip bu seferde tanıtım videosu için hem etrafı gösterip hem de anlatmaya başladım bu video da çıkan sesim yerine şarkı koyup ayrıca da vlogum da da paylaşacaktım. "Herkese merhaba. Şuan Fatihte Yerebatan sarnıcındayız. Burası Bizans İmparatoru I.Justinianus tarafından yaptırılmış. Sarnıç şehrin birinci ve ikinci tepeleri arasındaki su ihtiyacını karşılamak amacıyla Hadrianus su yollarına bağlıymış. İstanbul Osmanlı Devleti tarafından fethedildikten sonra Sarayburnu ve Bahçe kapısı tarafına su dağıtımında kullanılmış. Daha sonra Osmanlı Devleti şehirde kendi su dağıtım sistemini kurmuş. Yerebatan sarnıcı kayalık bir zemine oturmuş, tuğladan inşa edilmiş dikdörtgen bir yapı. 336 sütun taşıyor, Kuzeybatı tarafındaki 41 sütun şu an görünür durumda değilmiş çünkü Abdülhamid Han döneminde kapatılmış. Yerebatan Sarnıcı'nın içerisinde Medusa, el heykeli gibi yapılar bulunmaktaymış. Tarihi kısmı bu yönde efsanesine gelecek olursak rivayete göre Medusa Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgonadan biriymiş. (Medusa Heykeli) Bu üç kız kardeşten sadece Yılan Başlı Medusa olumluymuş. Kendisine bakan kişileri taşa çevirme özelliğine sahipmiş. O dönemde büyük yapıları ve önemli yerleri korumak için Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin koyulduğu, Medusa'nın da bu düşünceyle buraya koyulduğu düşünülmekte. Başka bir rivayete göre Medusa simsiyah gözlü, upuzun saçlı ve mükemmel vücutlu bir kadınmış. Zeus'un oğlu Perseus'a aşık olmuş. Aynı zamanda Athena'nın da perseus'a aşık olduğu ve Medusa'yı kıskandığı bilinmekte. Athena Medusa'nın saçlarını yılana çevirmiş ve böylece Medusa'nın baktığı herkes taşa dönüşmüş. Medusa daha fazla dayanamayıp aynaya bakarak kendini taşa çevirmiş. Medusa neden ters diye düşünenler için bu sorunun cevabını şöyle söylemişler; Medusa başı sütun kaidelerine bakanların taş kesilmemesi için ters koyulmuştur. Ayrıca Yerebatan Sarnıcına neden para atılır derseniz, suya dilek dileyerek para atıldığında bu dileklerin gerçek olacağına inanılırmış. Gerçekten de hem ürpertici hem de üzücü bir rivayet. (Yerebatan Sarnıcı) Gerçekten inanılmaz göz alıcı bir yapıttı. Buram buram tarih ve sanat kokan bu yerin çekimini tamamlamış şimdi ise Alp'in arkadaşı Buğra ile tanışmaya gidiyordum. Alp'in anlattığına göre Buğra da onun gibi hatta ondan daha fazla çatlağın tekiydi ve bunları anlatırken dip not adı altında ikisini bir araya geldiğinde mutlaka başlarına bela aldığını söylemeyi es geçmedi. Tabi ben abarttığını düşünmüştüm lakin keşke öyle düşünmeyip önlem alsaydım. ................ Sonun da buluşacağımız kafeye gelmiş ve arabadan inmiştik. Baştan aşağı kahverengi ağırlıklı takılan, yüzünde ki sıcak gülümseme ile bizi karşılayan Buğra tedirginliğimi götürmüş tanışmak için uzattığım elimi çekip samimice sarılmıştı. Tabi sarılırken 'oy kuzum sen ecnebi memleketinden buralara mı geldin yavrum kıyamam gel hele otur şuraya kimsin necisin öğrenek' diye bir şeyler dese de ben pek bir şey anlamamıştım sanırım tanışmaya çalışıyordu. Ardından elimi çekiştirerek sandalyeye karşısına oturttu ve yanımızdan geçen çocuktan üç tane çay getirmesini istedi. Çocuğun 'babanın uşağı yok burada kalk al kendi çayını' demesi üzerine tartışma çıkacaktı ki başka bir çocuk masamıza gelip siparişlerimizi sordu. Çay istediğimiz çocuk buranın çalışanı değilmiş meğersem.... ''Hello Umay bacım may neym iz Buğra. Ay em a men. Ay em tıventi foro yiırs old. Ay hev a hos end kar. Eee bu kadar." Bozuk İngilizcesi o kadar kötüydü ki ama bu onun tatlılığını bozmuyordu ta ki Alp onun ensesine vurana kadar. (Hello Gordania, I am Buğra, I am a man, I am twenty-four years old, I have a house and a car.) (Merhaba Gordania, ben Buğra, erkeğim, yirmi dört yaşındayım, evim ve arabam var.) "Görücüye çıkıyor sanki amk. Kız Türkçeyi biliyor A1 ingilizcenle kızın aklını karıştırma." "Hee desene o zaman az kalsın kızı aksağanım ile aşık edecektim. Bacım bana aşık olabilirsin ama üzgünüm ben cevriyemden başkasına bakamam." Gerçekten de bu ikili benim sonum olacak. Etrafımız da oturanların çoğu bize bakıp gülüyordu utançtan renk değiştirmiştim resmen. "A yok ben sana aşık olmadım Buğra. Biz arkadaş olalım mu?" "Ay ben bunu yerim kız Türkçesi de ne şekermiş. Alayım mı seni oğluma?" Ne diyor bu? En sonun da beklenen olmuş ve yan masa da önünde ki kadınla konuşan adam bize seslenmişti. "Birader biraz sessiz olun yapamıyorsanız çıkın. Rahatsız oluyoruz." Buğra vatanını savunur gibi konuşmaya başladı sanırım Alp'in ne dek istediğini artık anlamaya başladım. "Sanane ayol kalkarım kalkmam." Adam Buğra'nın dediğine sinirlenip dişlerini sıkarak konuştu bu sefer; "Ne demek sanane lan. Almıyayım ayağımın altına düzgün konuş. Yengenle bir keyif yapalım dedik bir susmadın." Buğra elleri ile saçlarını yolmak istercesine yukarı çekiştirdi. Alp ağzını kapatmak için uğraşsa da uğraştığı ile kalmıştı. Sinirden kızaran yanakları ile aşırı komik ve tatlı görünüyordu Buğra. "Yenge mi? Bu kaçıncısı be keltoş?" Adam bu sözle ayaklandı ve düşen sandalyesinden çıkan ses bize bakmayan kesimin de bakmasını sağladı. Ortam da kaos hakimdi bir yandan Alp, Buğra'nın anasına ve bacısına sövüyorken bir yandan da garsonlar ve müşteriler sanki ilk defa kavga görmüş gibi bizi izlemeye koyulmuştu. Ben ise macera bulduğumdan kaynaklı vlogum için çekim yapmaya başlamıştım. Dünya yanarken umurunda olmamak..... Adamın yanın da ki kadın Buğra'nın sözüne ayaklanmıştı. Sarı platin saçları ve sürerken taşırdığı ruju ile garip bir imajı vardı. "Akif ne diyor bu adam? Sen beni aldatıyor musun?" Müşteriler münazara varmış gibi bir o yana bir bu yana çevirdikleri kafalarıyla tıpkı arabada kafası sallanan süs köpeğine benziyorlardı. Komikti.... "Hayatım saçmalama ne aldatması. Benim gözüm senden başkasını görür mü hiç?" Adam kendini kadına inandırmaya çalışırken Buğra'nın kahkahası yankılandı. Bu sefer kamerayı ona doğru sırıtarak çevirdim. Alp artık pes etmiş olmalı ki tanınmamak adına yüzünü masaya gömmüştü. "Yenge hanım bu ayı da ne buldun acaba. Bu adam seni aldatıyor aldatıyor uyan." Alp; "Heh işte şimdi sıçtık. Umay hazır da bulun birazdan kaçıcaz." Kafamı sallayıp onu onayladım. Buğra konuşmaya devam etti. "Sen gelmeden önce telefonda konuştu bu ayı canımlı, cicimli, aşkımlı vallaha midem kalktı. Neler çektiğimi bir ben bir Allah biliyor valla güzel ablam. Bir de size sonradan aşkım deyince beynimden vurulmuşa döndüm, nasıl üzüldüm nasıl üzüldüm bilemezsin. Ara sıra da garsonları dikizliyor namuzsuz. Sen bırak bence bu ayıyı. Bu arada abla dip boyan gelmiş." Alp'in 'şimdi' diyerek elimden tutup beni kaçırması , platin saçlı ablanın kocasına masa da ki çantası ile vurması ve adamın bizim peşimizden 'sizi öldürücem' diyerek koşması bir olmuştu. 'Hamlet' senaryosunu aratmayan bu tiyatro sonun da kaçmayı başarmış ve baya eğlenmiştik. Neyse ki kırık çıkık yoktu. Epey yok kat ettikten sonra nefes nefese dinlenmiş ardından birbirimize bakıp püskürerek kahkaha atmaya başladık. Cidden ben arkadaşlarımı bulmuştum ve Türkiye hiç sıkıcı geçmeyecekti artık buna eminim. ............. Ben biraz aceleci davranmışım sanırım biz kaçıp kurtulmayı becerdik mi demiştim? Kahkaha seslerimiz ile bizim izimizi önceden kaybeden adam yerimizi bulmuş oldu ve en kuvvetlisinden bir yumruğu Buğra'nın suratına geçirdi. Yakalarından tutup sallaması üzerine benim çığlıklarım eşliğinde sarsıtıcı darbeler almış çantam da ki biber gazını adamın gözüne sıkmamla elinden kurtulabilmişti. Keşke elinden kurtulabildiği gibi polisten de kurtulabilseydik. .................... "Düştüm mapus damlarına öğüt veren çok olur." "Alp, Buğraya kim öğüt veriyor?" Yemin ederim çıldırıcam en sonunda. Bir tandan Buğra kafasını demir parmaklıklara sıkıştırmış polisler onu çıkartmaya çalışıyor tabi bir cazgır sesiyle söylediği türkü var. Bir yandan da Gordania sürekli soru soruyor. Allah'ım neydi günahım? Kız daha geleli iki gün oldu Türkiye'ye ve ikinci günde de demir parmaklıklar arkasına girdi. Gordania şanssız ecnebi kekim.... Onu Buğra ile tanıştırmak hayatımda yaptığım en büyük ikinci yanlış olabilir. Birincisi annemin karnından dışarıya çıkmam..... Zor günlerdi bir de çıkar çıkmaz hatamı anlatmak için doktor popoma vurmuştu. "Kimse kimseye öğüt vermiyor Gordania. Bırak şu malı otur şuraya bekle." Beni dinlemeyip Buğranın yanına gitti. Yaklaşıp saçlarını elleri ile kavradı ne yapıyordu bu? Aniden saçına asılıp geriye çekti Buğranın kafası demirliklerden çıktı. Lan bu it oyun mu yaptı bize deminden beri. Polislerin sinirli bakışları altında Oscarlık performansını devam ettirdi. Yalancı mutluluk ile hışımla Gordania'ya sarıldı. Gordania'ya sarıldı şimdi sıçtım carkına. Kulağından çekip onu ayırdım. "Lan it oyun mu oynadın deminden beri?" "Kanka bizim için yaptım ya bırak kulağımı acıyor şerefsiz." Sona doğru acıdan bağırdı. "Buğracım senin kafanın oraya sıkışması ile bizim kurtulmamamız arasında nasıl bir ilişki kurdun bize de anlatır mısın canım arkadaşım." Kulağını elimden kurtardı ve ciddiyetle devam etti ciddiyetine sıçtığım. "Şimdi canım arkadaşım onlar beni kurtaramayıp kilitleri açacak ve içeri gireceklerdi o sıra da da sen ve Gordania polisleri etkisiz hale getirecektiniz ve bil bakalım sonra ne olacaktı?" Yaptığı plana tükürdüğüm... "Ne olacaktı?" "Az kafanı çalıştır kanka yaa her şeyi ben mi düşüncem? Neyse bu seferlik affediyorum. O sırada da açık kapıdan çıkacaktık ve bum özgürüz." Yok ben bunu öldürürüm. Tam üstüne yürürken kapı açıldı. İçeriye Gordania'nın üvey amcası Prof. Atıf Bey girdi. Eyvah... Umarım ona kızmaz. "Hoşgeldin Gordania seni burada bulacağımı hiç düşünmemiştim. Neyse bunu sonra konuşuruz daha önemli mevzularımız var. Hadi çıkın da ifade verin sonra eve gidip konuşucaz." ..................... . . . . . . . . . . . Okuyup da beğenmeyenler; Hadi Allah'a emanet canlar....
|
0% |