Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1-Kenef

@siren_

Bu zamana kadar çok fazla kurgu yazdım. Bazıları saçma ve ergenceydi, bazıları hatalarla dolu. Lakin içlerinde beni en çok heyecanlandıran kurgum bu oldu çünkü kitapta ki sevgi tam istediğim gibi ve ben bu sevgiye diğer insanlar gibi çok açım.

Sıcacık bir güven ve mahalle ortamı kaldı mı ki artık ülkemizde? Teknoloji gelişeli insanlar duygusuzlaştı ve ahlaksızlaştı.

Hasret kaldık iki güler yüze ve bunu kitaplarla gidermeye çalıştık ki sağolsunlar bu platformda el attılar. Gerçekten çok sağolun.

Bu kurgum bize hayalini bile yaşatmadığınız şeyler için.

İyi okumalar dilerim.
............

1.Bölüm-Kenef

.
.
.
.
.

Aşk sakıncalı bir duygu olarak gelir bana hep. Hemen ne alaka falan demeyin hâlâ böyle düşünüyorum. Dünyadaki milyarlarca insana aşkın nasıl bir duygu olduğunu sorsak şu iğrenç aşk böcekleri dışında %85'lik bir kısımdan olumsuz cümleler duyacağımıza en az adım kadar eminim. Hele şu yazarların dillerine pelesenk olarak vurulmuş olması. Aşağı aşk yukarı aşk. Ne kadar da hoş (!)

Hem aşktan dem vuruyorlar hem de peşinden koşuyorlar. Bu nasıl bir çelişki. Bana göre en tehlikeli duygu aşk. Zararlı olan şeyler dinimizce yasaklanıyor da aşk nasıl yasaklanmamış işte orası beni biraz düşündürüyor. Acaba aşk bizim yaşadığımız o korkunç duygu değil de başka bir şey mi? Dilden dile dinden dine farklılık gösteriyorsa asıl gerçek aşk ne?

Mecnun'un Leyla için çöllerde sürünmesi mi? Leyla'nın mezarının başında hıçkırarak ağlarken Allah'ın onunda canını alması için yalvarması mı?

Keremin sırf başı Aslı'nın dizlerinde biraz daha kalsın diye otuz iki dişini çektirmesi mi? Yoksa bir kere olsun ah dememesi mi?

Aşk, Ferhat'ın Şirin için dağları delerken aldığı ölüm haberi ile ölmesi mi?

Gelin kıssadan hisse bir hikaye anlatayım size.

Harut ile Marut adında Allah'ın insanlara büyü öğreten iki meleği vermiş. Bir gün Harut ile Marut aralarında sohbet ederken sohbetlerinde "İnsanlar yerine biz duygu sahibi olsaydık sürekli ibadet ederdik" demişler Allah onlara "Size şehvet duygusunu verseydim siz insanlardan daha çok günah işlerdiniz" demiş. Melekler kendilerine güveniyorlarmış. Allah onlara şehvet duygusu verip dünyaya indirmiş. Harut ile Marut bir kadın görmüşler. Kadın Harut ile Marut'a bir şartla onlarla birlikte olacağını söylemiş. Ya kocasını öldürecek, ya puta tapacak ya da şarap içeceklerdi.

Şarap içmeyi tercih etmişler.

Hikâyeye göre kadın bir şartta daha bulunmuş. Aşk duygusuna kapılan Harut ile Marut bu şartı da kabul etmişler. Kadının şartı ona ism-i azamı öğretmeleriymiş. Onlar öğretince kadın söyleyip gökyüzüne çıkmış. Allah kadını Zühre yıldızının üstüne koymuş ve Harut ile Marut'u da Babil'de bir yerde baş aşağı kıyamete kadar duracakları cezasını vermiş.

Sizce bu kadar örnekten sonra benim aşkı insanlara gönderilmiş bir lanet olarak görmem saçma mı? Aşkın ateşinde en çok ben kavrulmuşken hem de?

Ama bir de şöyle bir aşk var kafamı karıştıran.

İçimde bir yerlerde bir tohum var filizlenmeyi bekleyen. Belki de aşk Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı vb. değildir de Hz.Ali ile Hz.Zehra'dır.

Koskoca 900 kiloluk Hayber kapısını tek başına zorlanmadan sırtlanan Allah'ın yiğidi Hz.Ali'nin eşinin tabutunu kaldıramamasıdır, yardım dilenmesidir aşk.

Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık sevda da boğulur.

"Vallahi şu misvak insan olsaydı kellesini alırdım." diyen Hz.Alinin aşkına inanıyorum.

Yani aşk hem bir büyü hem bir lanet. Benim için dünyaya bir lanet olarak uğramıştı. Çok şey alıp götürdü benden. İnancımı, güven duygumu vb. çatlaklar oluşturdu kalbimde. Çok hasar görmüştüm ama bir erkeğin önünde yaramı belli edecek kadar kendimi kaybetmiş ve güçsüz değildim. Çünkü benim her şeyim vardı onun ise o zamana kadar sadece beni.

Ve vedalar peşinde pişmanlıklar ve farkındalıklar getirdi. O günlerce kapımda divane olmuşken ben ise hayallerime ulaşmak için ufak adımlar attım. Bu kadarı geldi elimden ama benim elimden geldi.

Koşmak için önce emeklemek gerekir derdi annem.

"Uyuya kalmayalım arkadaşlar!"

Kapanmak üzere olan gözlerim Sadık Hoca'nın ihtarı ile fıldır fıldır açıldı. Bakışlarım önce önümde açık olan bilgisayarla buluştu. Ekran kapanmıştı bunu baz alırsak en az 15 dakikadır uyukluyordum. Tahtada açılı duran slayt'a baktığımda hocanın bayır aşağı kamyonla yuvarlandığını söylemem pek yerinde olurdu. Cidden söyleyecek bir şey bulamıyorum. Rektörlük buradan sana sesleniyorum şu öğrencileri bir duyun ya!

Kızarmış gözlerimi birazcık daha dayansınlar diye ovuşturup hocaya döndüm. Ders neydi ki? Esra yanımda, bakışları bir tahtada bir de bilgisayar ekranında dolaşırken kulağına yaklaştım.

"Ders ne la?"

Bakışları bana dönse de klavyeyi ezbere bilen parmakları yazmaya devam ediyordu. Baygın, neden burada olduğumu soran ifadesinin altından homurdandı.

"Web tasarımı ve kodlama kanka."

Ardından bilgisayarına geri döndü. Bende bilgisayarımı uyku modundan çıkarıp hocanın istediği web sayfasını oluşturmaya çalıştım. Hem bilgisayarla alakamın olmayıp hem de olması ne çeşit bir şaka olabilir ki. Havalı bir meslek ve de parası dolgun diye seçtiğim bu bölüm bana el hareketi çekip gülerken benim mental sağlığımı koruma çabam takdire şayan bence.

Şu zamana kadar öğrendiğim en faydalı kod'u size duyurmaktan mutluluk duyarım bu arada. Bununla mahalle bebelerine hava atabilir ellerinden şekerlerini alabilirsiniz demeyi ne kadar çok istesem de bu sadece hayalde kalan bir olay olarak kalacak, üzgünüm.

Runner.instance_.gameOver=

function(){};

Runner.instance_.currentSpeed=x;

<.

İnternet kesilince ortaya çıkan dinozor oyununu aşırı hızlı ve yanmadan oynayabilmek için yazdığım bu kod mahalle bebeleri arasında şampiyon abla olarak unvan almamı sağladı. Bence bu benim için büyük bir başarı.

Tek temennim bir baltaya sap olabilmek şuanda sonrası Allah kerim diyorum. Ekranda yer alan resim'in kodu aklıma gelmeyince Esra'nın bilgisayarına baktım. Ohoooo ana baba günü gibi. Sol tarafımdan gelen tak tak sesleri ile Süleyman'a döndüm. Bu ne arkadaş atlı mı koşturuyor peşinizden. En yakın arkadaşın ile aynı bölümde okumak isteyenler ben sizin sesiniz olayım. Yapmayın yıkılırsınız.

"Şşşş Sülo!"

Süleyman dönüp de bakmadı.

"Sultan Süleyman baksana lan."

Süleyman oflayarak bana baktı. Kavanoz gözlükleri yüzünde, gözleri kocaman bakıyordu.

"Ne var kızım yine?"

Kafamı sağ omuzuma yaslayıp tatlı tatlı gülümsedim. Demin uyukladığım için tipimin yüzde kaç hasarlı olduğunu bilmiyorum ama Süleyman'ın irkilip geri çekilmesine bakılırsa sorun cidden büyüktü. Gözlüklerimi düzeltip gözlerimi kırpıştırdım.

"Süleyman yaaa" dedim ballana ballana. Süleyman da kendini tutamadı gülümsedi. Kafasını sağa sola sallarken söylendi.

"Ne istiyorsun yine, söyle."

"Kanka ya resimi nasıl ekliycez? Halletsene."

Süleyman bilgisayarımın ekranına eğilip baktı. Yazdığım satırlar on yediyi geçmiyordu zaten birader neye baktın? Ardından gülmeye başladı.

"Ne gülüyosun be?" Kafasını önümden itip çirkefçe bağırdım.

"Gerizekalı dersle o kadar alakan yok ki. Capilot'tan kopyaladın di mi lan?"

Yakalanmanın yüzsüzlüğü ile kalakaldım. Hafif sırıtarak sordum.

"Nereden anladın?"

"Biz daha css kullanmıyoruz salak. Kopyala yapıştır yapmışsın bildiğin."

"Süleyman" dedim a harfini uzata uzata.

"Kanka ya sen yazsana doğrusunu." Kaşlarını alnına doğru kaldırdı meymenetsiz.

"Tch olmaz."

"Niye be?"

"50 kağıt ver yazayım." dedi elini uzatarak.

Hafif geri çekildim ve 'şak' diye sesli bir nah çektim.

"Al sana 50 lira, şerefsiz soyguncu seni. Esra'ma söylerim o hemen yapar bak gör."

Çok geçmedi ki yan tarafımdan bir 'şak' sesi yankılandı. Aman Allah'ım bu minnoş narin ve hassas kulaklarım bugün neler duyuyor böyle? Esra yan taraftan nah yaptığı elini ortamıza uzattı iyice görmemizi istercesine.

"Nah yazarım kanka. Hayvan gibi uyuyorsun ders boyunca sonra Osromo soylerom o yozor."

"Hainler" diye söylendim sinir ve sitem karışık.

"Bir daha bok size çay. Hele sen!" parmağımı Süleyman'ın gözüne gözüne salladım.

"Sen sakın bir daha bana sakın sırnaşma çay diye diye."

Süleyman anında kafasını omuzuma yatırıp alttan alttan bana bakmaya başladı. Kafasını ne kadar iteklesem de çekilmedi yüzsüz, kimin arkadaşı?

Kesinlikle benim değil!

"Ama ama" dedi gözlerini kırpıştırıp. "Ayıp ediyorsun kanka ya. Cidden bunu sana yakıştıramadım. Tch tch tch." Kafasına şamarı bir tane yapıştırıp geri çekildim. Başı boşluğa düştü ve 'kıt' diye bir ses geldi. Selahattin umarım ölmüşsündür, kanka ya kusura bak ama sorun sende çok masraflısın.

"Sus, ayıp yatakta olur."

"Oha Berna yaa." Süleyman'ın yanakları hafiften kızarmıştı.

"Aman kutsal bakire Meryem." dedim alayla.

"Ben yardımcı olabilirim istersen Berna." Yabancı bir ses aramıza girip tartışmamızı böldü. Süleyman'ın arkasından uzanıp bakan sarı kafaya takılı kaldım. Soner? Sonay? Koray? Neydi lan bu çocuğun adı?

Hafif gülümseyerek tekrar konuştu. Dişleri de beyazdı hee.

"Kınay ben. Sen yine unutmuşsundur adımı."

Aslında unutmamıştım ama...

"Kınay ne biçim isim la?" diye araya girdi Angaralı bebe Süleyman. Sus Süleyman, öl Süleyman, yok ol Süleyman.

Çocuk bozulup etmeden Süleyman'ı adam yerine koyarak cevapladı. Helal valla.

"Sürekli çalışan, çalışkan demek."

Süleyman birden aydınlanarak konuştu.

"Laaan bende diyorum bu çocuk bana nerden tanıdık geliyor. Sen şu geçen sene panel açıp milletin bilgilerini satarak para kazanan kral değil misin? Bana da öğretsene birader be. Cebim iki üç kuruş görsün."

Bilgisayarımı Kınay'a uzatan parmaklarımı ayıplayarak itinayla geri çekildim. My Little Ponny izleyip evde at gibi tepindiğimi mahalleli öğrenmeye hazır değildi bence. Hiç gerek yok böyle şeylere. Her tarafından samimiyetsizlik akan gülümsemem ile Kınay'a bakarak konuştum

"Aslında kendim yapıp öğrensem daha iyi olur yine de çok sağ ol Kınay."

Kınay anlamış bir şekilde bana bakarak gülümsedi ve ardından Süleyman'a baktı. Hadi bakalım Süleyman ne boklar yedin yakında Kınay tarafından ortaya çıkar. Allah kurtarsın kardeşim çünkü ben kurtaramam.

"Öğretirim kanka lafı olmaz."

Lafı olmaz olur mu Kınay bey? Mahalle arasında baya bir lafı olur bence ama siz bilirsiniz.

"Bugünlük bu kadar arkadaşlar. İmzalarınızı attıktan sonra çıkabilirsiniz."

Önüme gelen kağıda hızlıca bir imza atarak bilgisayarımı topladım. Esra ve Süleyman'la birlikte okulun yanındaki dolmuşlardan birine binerek okul kartımı bastım.

"Oha lan öğrenci yirmi lira olmuş. Yirmi yirmi daha kırk. Ne yesin bu öğrenciler?"

"Yar-"

"Berna! Oğlum bu kızın da ağzı ne bozuk ya."

"Aynı abisi!"

"Temir duymasın."

"Amaan duysun be. Pislik herif."

"Abimle yine mi kavga ettiniz?"

"Yine mi derken?" dedi Esra çatık kaşlarıyla. Battı balık yan gider Esracığım sende haklısın doğrusu.

"Yine mi derken...O münafığa nasıl sabrettin bugüne kadar valla helal kanka."

Çevir kazı yanmasın aman sus kız uyanmasın Berna böyle devam. Esra'nın çatılan kaşları gevşese de aklına gelen şeyle beraber tekrar çatıldı.

"Kız gelmiş kasıla kasıla. Haspam seni! Ay sinir yüklendi yine bana."

Derin derin nefes alıp kendi kendine gülmeye başladı. Abimle normal birisinin sevgili olacağını düşünmüyordunuz değil mi? Eğer öyleyse uyarayım yani baştan.

"Gelmiş o şırfıntı tamam mı?"

Süleyman arkadan çekinerek kulağıma fısıldadı.

"Sinirlenince kelime dağarcığı daralıyor kızın."

Süleyman durur musun hayatım zaten ortalık karışık.

"Dokunmadan konuşamıyor sanki? Hah. Temir beyin de hoşuna gidiyor tabi. Gitmez mi?"

"Gider mi?" diye mırıldandı Süleyman.

Severdim seni Süleyman. Ama sustuğun o nadir zamanlarda falan. Esra'nın ateş saçan gözleri Süleyman'a döndü. Süleyman ilk biraz geriledi. Sabret Süleyman çok acıtmayacak.

"Gitmez mi beyefendinin hoşuna. Gider. O da bir kasıldı orada. Pohpohlandı tabi beyefendi. Erkek değil mi soyları kurusun, o küçük şeyleri kopsun."

Süleyman acıyla geri çekildi. Sabret Süleyman bu da geçer.

"Benim ne suçum var ben evde anneme yardım ediyorum." diye mırıldandı Süleyman gözünde yaşlarla. Üzgünüm şahsına değil şansına Süleyman. Esra anında şefkatle kucaklıyor Süleyman'ı. Aman Allah'ım noluyor?

"Sen hariç kuzum. Sen lazımsın bu ülkeye. Senin ki kopmasın sen çoğal."

Süleyman ah be Süleyman. Kızarmasan iyiydi. 8.sınıf biyoloji dersinde ki üreme konusunda utanıp okula gitmeyen Süleyman seni de unutmadık.

Dolmuştan inip mahallenin girişine doğru yürürken gelen seslerle ileriye baktık. Bilgisayar çantamı omuzumda düzeltip etrafıma baktım.

"Kavga mı var acaba?"

"Bilmem."

"Temir bugün işte." dedi Esra kaşları havadayken.

"Sizde abimi iyice kavgacı yaptınız." dedim küskünlükle. Bende ki bu yüzsüzlüğün kaynağı neydi acaba?

"Yalan mı." dedi Süleyman. Süleyman sen kaşınıyon?

"Biri taşınıyor galiba arabalara baksanıza."

Kaşlarımı çatıp ileriyi görmeye çalıştım. Hafif telaşlı bir kalabalık vardı ellerinde eşyalarla. Yanlarında deli dana gibi gezeni gözlerimin numarası on da olsa tanırdım, babam. Yav adam gelmişsin elli yaşına bir durulsan mı artık he?

"Baban yine deli divane." dedi Esra alayla.

"Kayınpederin hakkında böyle konuşman hiç etik değil. Diğer yandan çok ağır gözüküyor muyum bir bakın hemen."

Esra'yla Süleyman yolun ortasında durup baştan aşağı beni süzdüler.

"Yoo aynı duruyorsun. Neden sordun sakın diyete başlıycam deme kafanı kırarım." Sırıtarak baktım suratlarına.

"Öyle bir niyetim yok. Akşam evde 'Berna kızım gel şu sırtımı bir çiğne' seansları başlayacakta ondan soruyorum. Düzeltelim derken hepten bozmayalım adamı."

Esra kafama vurarak güldü.

"Salak."

"Senin salağın aşkım." öpücük atmışken arkada ki bir çocukla göz göze geldim. Ellerinde eşyayla bana bakakalmışken benim dudaklarımın büzüşük halde durması yanlış anlaşılmaya müsaitti. Hemen dudaklarımı düzelttim o da bakışlarını kaçırmıştı.

Ne güzel bir hoş geldin hediyesi değil mi?

"Lan sana öpücük atarken çocukla göz göze geldim." Esra'nın omzuna en okkalısından bir tokadı geçirdim.

"Ne!"

Süleyman yolun ortasında kahkahalara boğuldu. Nefes alma Süleyman! Peşinden Esra da gülmeye başladı.

"Gülmeyin lan şerefsizler." Adımlarımı hızlandırıp önden gittim. Peşimden de onlar bana yetişti.

"Yavaş lan atlı mı kovalıyor."

"İt kovalıyor kanka."

Süleyman saçımı çekiştirdi.

"Saçım." diye çığırınca topluluğun bakışları bizi buldu ve babamındı. Ama ama ama benim hayalet olup buradan sıyrılma planlarım vardı. Süleyman bir kez daha öl be.

"Berna."

Şey baba Berna ölmüş aslında biliyor musun? Ben aslında reenkarnasyona uğrayarak Berna'nın bedeninde yeniden yaşama tutunmuş bahtsız bir bedeviyim.

"Efendim baba."

Babam elindeki kolileri o uzun boylu çocuğa vererek alnındaki teri sildi. Thor benim babam ama çekiç'i yok. Akşam görürüm ben seni 'sırtım sırtım' diye.

"Gel kızım."

Beni kolları arasına alıp arkamda dağ gibi durdu. Karşısında ki adam da yorgun bir gülümsemeyle bize baktı.

"Yusuf bey bu da benim iki numara. Güzel kızım Berna'm."

Merhaba Yusuf amca o güzel benim. Elinde ki ağır duran koliyi hemen aldım.

"Aman kızım ağırdır o taşıyamazsın."

Babam gülerek Yusuf amcanın tuttuğum kolinin üzerindeki elini ekti.

"O taşır onu Yusuf bey gel sen bi soluklan gençler halletsin birazda."

Boşuna mı abimin spor salonunda sabahladık aslanım? Omuzlarıma bastığım ağırlıklar bana vatan gülüşü sergiler gibi arkamda.

"Olur mu öyle Adem bey?"

Bence de olmaz Yusuf Bey.

"Olur olur." dedi babam.

Olurmuş.

Elimde ki koliyi biraz daha kaldırdım havaya ve arkada ki Süleymana göz kırptım.

"Yakışıyor mu birader erkekler dururken kızların iş yapması. Gel bir işin ucundan tut."

Süleyman gülerek geri geri giderken yüzümü hin bir gülümseme kapladı.

"Baba Sü-"

Süleyman hemen koşarak ağzımı kapattı ve pis pis bakarak elimdeki koliyi koparırcasına aldı.

"Yazık valla. Neymiş omuzlarına yüz kilo basıyormuş. Bok."

O ilerlerken arkasından poposuna bir tane yapıştırdım.

"Çok konuşma almayayım ayağımın altına."

Kaderin cilvesi mi Allah'ın belası mıdır bilinmez yine çocukla göz göze geldik. Beni aklında sapık bellemezdi inşallah. Göz kırpıp hayırdır demeye vardımsa da bakışlarını çekti üzerimden.

"Elleşme lan popoma, sapık."

"Yesinler götünü."

"İğrençsin Berna." dedi Esra. O da yanımızdan bir koli alıp binaya girdi. Yeni taşınan aile 2. katta oturuyordu çok şükür ki.

İçeri girdiğimizde elinde paspas ve kovayla duran teyzeyi gördük annemde yanındaydı.

"Heh geldin mi kızım." dedi bana hitaben. Anne sence?

"Geldim geldim de bunları nereye koyalım?"

Teyze hemen elindeki işi bırakıp gülümseyerek;

"Buraya koyun onları kızım. Sağolasınız zahmet verdik." dedi ve mutfağı gösterdi.

"Ne zahmeti teyzecim duymamış olayım değil mi Süleyman?"

Süleyman fino gibi başını salladı. Dermanı kalmamıştı iki blok dersten sonra çocuğumun. Aşağı inip Süleyman ile ortak bir koltuk sırtlandık Esra da geriye kalan kolilerden bir tane almıştı. Zaten sonuna yetiştiğimiz için pek bir şey kalmamıştı taşınacak. Koltuğu salona koliyi de mutfağa koyduktan sonra annemin uzattığı suyu kaparcasına aldım diğerlerinden önce. Süleyman'ın cimmesiyle biraz üzerime döküldü. Bardağın dibinde kalan suyu Süleyman'ın yüzüne fırlatınca annem bizi fark etti.

"Berna! Süleyman! Oyun oynamayın suyla. Kadıncağız yeni sildi yerleri."

"Olsun canım. Senin çocuklar mı?" dedi teyze. Allah korusun be teyze ağzın ne söyler senin böyle. Kafiyeli cümle oldu hee.

Annem gülümseyerek beni gösterdi.

"Berna benim kızım." Gülümseyerek selam verdim. Ardından Süleyman ve Esra'yı gösterdi.

"Onlarda komşularımızın çocuğu. Bizim çocuğumuz sayılır beraber büyüdüler."

Kadın gülümseyerek başını salladı.

"Ne güzel. Komşuluk burada ölmemiş gördüğüm kadarıyla." Anında hepimizin gözleri ışıldadı. Mahallemizin maşallahı var valla en çok övündüğümüz nokta bu olabilirdi.

"Öyle valla. Burası gibi mahalleyi, insanları bulamazsın. Çok şükür hemen hemen hepsi iyi insanlar."

"Ne güzel."

Konuşmayı tıkayan o tepki.

Esra sessizliği bozmak için konuştu. "Siz nereden geldiniz?"

"Biz öncesinde Samsun da yaşıyorduk. Bey'in tayini buraya çıkınca işte gördüğünüz gibi."dedi.

"Hayırlısı olsun o zaman ne diyelim. Tekrardan hoş geldiniz."

"E sizin var mı çoluk çocuk?"

Sanane Süleyman. Kusura bak ama sana olan nefretim bir başka.

"Benim de 2 oğlum var. Biri aşağıda görmüşsünüzdür, Asaf. Demin buradaydı o da. Diğer oğlumda üniversitede farklı bir şehirde. Bir haftaya o da buraya gelecek bizim yanımıza."

"Gördük gördük." dedi Süleyman omzumu imalı bir şekilde cimerken.

"Elin kolun bi durulsun omzumu çürüttün."

"Yedik omzunu."

Omzuma baktım bir de Süleyman'a.

"Adam ol."

"Sen de."

"Kendinizi hemen millete göstermeyin." diye araya girdi Esra.

"Berna"

"Heh geldi benim hayvan."

"Abime hayvan deme aşkım."

"Abini yesinler."

Kıs kıs gülerek son darbemi vurdum.

"Sen yersin."

"BERNA!"

Merdivenlerden aşağı kaçarcasına indim.

.

.

.

.

.

.

.

.......................

 

Loading...
0%