Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2-Vara

@siren_

Ay çok şükür vizeler geçti gitti. Şuan için tek temennim finallerin bu kadar hızlı gelmemesi. Suratıma koca bir tren çarpmış gibi. Neyse gelgelelim ikinci bölüme. Bu kurgunun tatlılığı çok hoşuma gidiyor. Sanırım bununla devam edicez finale kadar. Yani inşallah:)

 

...
.
.
.
.
.

2.Bölüm-Vara
............

Defalarca kez sildiğim kâğıt artık aşınmış diğer sayfayı gösterir olmuştu. Nasıl çalışkan olduğuma şahitsiniz değil mi?

"Yeter yeter yeteeeeeeeeeeeeeer." diye yakındı Süleyman yan tarafımdan. Ellerim arasında heba olmuş silgiyi zorlukla benden koparıp kalemliğine fırlattı.

Daha lazımdı o bana.

"Kâğıdı yırtmışsın." dedi bıkkın soluklarının ardından. Dudaklarımı büzüp kafamı defterin üstüne çarparcasına bıraktım. Tak diye çıkan sesi takmadım. Süleyman'dan bir oflama çıktı.

"Kalk kalk. Yatmak yok sınava saatler kaldı." Ağzımdan ağlarcasına bir mırıldama çıktı. Bıktım artık okumak istemiyorum.

Kafamı kaldırıp "Süleyman" dedim ciddiyet tonlamalı sesimle. Süleyman gözlüklerini çıkartıp dikkatle suratıma baktı. O da yorulmuştu.

"Efendim" dedi. Sesimi toparladım.

"Üniversite bana ileri görüşlülük kazandırdı biliyor musun?" Süleyman'ın tek kaşı havalandı.

"Mesela?" dedi soru sorarcasına. Düşünür gibi yapıp tavana baktım. Yüzümü ondan yana çevirip,

"Mesela sınavlar." diye atladım kaşlarım havadayken. "Bu sınavdan kalıcam diyorum ve kalıyorum." Süleyman kafama öyle sert bir şekilde vurdu ki kafamda benden geriye kalan ve yaşam savaşı veren bir kaç hücreden geriye başka hiçbir şey kalmadı. Elinin altında kal da kalkama Süleyman! Uyurken fareler götünü kemirir inşallah.

"Salak salak konuşuyorsun bende seni dinliyorum ciddi ciddi. Kaldır kafanı Berna çek önüne defteri. Kalksana!" diye çığırdı kulağıma. Yüzümü buruşturarak doğruldum sandalyede. Süleyman defteri önüme çekip düzeltti ve eline aldığı kalemimi yüzüme salladı. Bakışlarım kalemden yükselip sert hatlara sahip yüzünü buldu. Gözlüklerini çıkarınca da yakışıklı oluyordu şerefsiz. Çenesi keskin, gözleri badem gibi burn- tövbe. Ben böyle nasıl ders çalışayım ya?

Süleyman bey biraz anlayış lütfen!

"Ya anlamıyorum anlamıyorum. Zorlamasana birader." Süleyman derin bir nefes çekti ciğerlerine. Dudakları gerginleşti.

"Sokucam beynine bu konuyu endişelenme." dedi tane tane.

Ağzımdan ufak bir gülüş kaçtı.

"Süleyman senin de anlamadığın konu bu işte. Ben sana beynim yok diyorum sen bana diyorsun ki bu bilgiyi beynine sokucam. Olmayan bir şeye başka bir şeyi sokamazsın. Bir kere sıfır sıfırdır aslanım ilkokulda öğrenemedin mi? "

Süleyman gülmekle ağlamak arasında ki o ince çizgide gezinirken ben masanın yanında duran sehpanın üzerinden telefonumu aldım. Bakalım manitam mesaj atmış mı? İnternetimi açınca odanın içerisini peş peşe kurbağa vıraklaması doldurdu. Bildirim sesim benim gibi cıvıl cıvıldı.

"Değiştir artık şu sesi." Süleyman'ın homurdanmasını gram takmadan uygulamada Okan'ın ismine tıkladım. 10 tane bildirim vardı son iki ses kaydı bugüne aitti diğerleri ise düne. Ders çalışıcam diye telefonu kapattığımdan ancak görebilmiştim.

Sevgilim:
▶︎ •၊၊||၊|။||||။‌‌‌‌‌၊|• 43:11 09.02
▶︎ •၊၊||၊|။||||။‌‌‌‌‌၊|• 17:52 09.45
▶︎ •၊၊||၊|။||||။‌‌‌‌‌၊|• 08:37 10.03
Video Görüntüle 10.11
Fotoğrafı Görüntüle 10.15
▶︎ •၊၊||၊|။||||။‌‌‌‌‌၊|• 0:52 10.15
Fotoğrafı Görüntüle 10.17
Video Görüntüle 10.17
▶︎ •၊၊||၊|။||||။‌‌‌‌‌၊|• 25:18
▶︎ •၊၊||၊|။||||။‌‌‌‌‌၊|• 19:51

Ortalaması yarım saati bulan ses kayıtlarını görünce Süleyman'ın 'Ayrıl kanka ben arkandayım' adlı bakışlarını sırtımda hisseder gibi olsam da sırıtarak konuşmaya geri döndüm. Şimdi dinlemeye başlasam ne zaman biterdi ki bunlar? Biraz da yorumlama payı katsam vizeleri olurken-

"Ders ders ders. Ders çalış Berna ders. Önce ders sonra-" Büyük bir oflamayla baktım Süleyman'a.

"Anladım Süleyman ders. Başlama annem gibi." Süleyman kafasını onaylamazcasına sallayarak önüne döndü. Valla kusura bakma Okan ama serenat yapsan bile 1 saatlik o sesleri falan dinleyemem. Sohbete dönüp ilk videoya tıkladım. 3 dakikalık video pek bir şey değildi. İzleyebilirdim.

Giriş kısmında videoyu başlatma aşamasındayken çekilen bir görüntüsü vardı. Hafif uzun ve kıvırcık saçlarını düzelttikten sonra arkasındaki sandalyeye oturdu ve ilk olarak ekrana yani bana öpücük attı. Yakışıklı şerefsiz. Yan tarafında ki masadan önce bir kulaklık alıp kulağına yerleştirdikten sonra masaya dayalı olan gitarı eline aldı. Ovv şarkı mı söyleyecek bana, bayılırımmm.

Bir kaç saniyelik ayarlamadan sonra intro kısmına giriş yaptı. Şarkının melodisi gayet hoş ilerliyordu taa ki sözler devreye girene kadar.

Şurup gibiyim şurup
Turp gibiyim turp turp


Ben ateş sen barut Hmmmm
Öptüm seni şap şup


Şap şup
Şap şup
Şap şup


Ha şap
Ha şup


Şaka değil
İşte şurup
Krizlere girme
Beni unutup


Grup olalım grup
Ben hudut sen haydut

Süleyman'ın kahkaha sesinin aşağı ki mahalleden duyulduğuna dair rivayetler elimizde mevcut bunu biliyor muydunuz? Videoyu bir açmam oldu bir de kapatmam size o kadar söylüyorum. Okan umarım bu piyasaya falan girmezsin çünkü güzel ülkem Türkiye'm henüz senin bu billur bülbül sesini duymaya hazır değil.

"Kızım bu ne?" Süleyman kahkahalarının arasından nefes aldıkça konuşmaya çalıştı. Esmer teninde ki kızarıklık bile belli oluyordu.

"Allah." dedi aralarda. "Allah razı olsun."

"Ne alaka lan?" diye sordum huysuzca söylenerek.

"Sınav öncesi moral oldu." Valla Süleyman ne desem bilemedim ki. Acaba gerçekten de sınav öncesi moral bulup gülelim diye mi bu videoyu atmıştı bana. Benim nasibimi zorlamayı görüyor musunuz?

Tek gönderimlik videodan çıkıp altta ki fotoğrafı görüntüleye tıkladım. Gözlerim faltaşı gibi açılmış, dedikoduyu büyük bir açlıkla bekleyen bedenim titreşmişti. Kocaman açılan ağzımda cabası. Süleyman benden biraz uzaklaşıp parmak ucuyla beni dürttü.

"Kanka? İyi misin la? Aha çarpıldı sonunda."

"Süleyman." dedim koca koca açılmış gözlerim ile ona bakarken. Süleyman gözlerini benden kaçırdı. Ağzında mırıldandığı duanın farkındaydım.

Telefonumun ekranını ona çevirdim. Emin olamayarak bana baktı. Kafamı sallayarak telefona bakması için direttim.

"Kanka nude falan değil di mi ona göre bakıcam."

Kafasına telefonumu geçirdim.

"Salak salak konuşma da bak şu ekrana."

Süleyman telefonun ekranında ki yazıyı okumaya başladı ve aniden elinden bıraktı. Onunda gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Tepkilerimizin aynı olması da ayrı bir ironiydi.

"Şaka mı?"

Dişlerim dudaklarımın üzerinde sırıtırken kafamı sağa sola salladım.

"Maalesef."

Üzgünüm canım ülkem. Seni henüz hazır olmadığın o billur bülbül sesten koruyamadım ama tasalanma. Sen neler geçirip gördün bunu da atlatırsın. Diğer fotoğraflar da yaptığı anlaşmayı imzalarken çekilen fotoğraflar ve video vardı.

"Ay kanka ben şimdi ünlü karısı mı olucam? O zaman yarın sınava girmeme gerek yok ben zaten zengin oluşum." diyerek Süleyman'ın omzunu koparırcasına salladım. Süleyman omzunu benden kurtarıp geri kaçtı.

"He geri zekâlı bi sen akıllıydın." Telefonu elimden aldı. Kaşları çatık ekrana bakmaya başladı.

"Ses kayıtlarına bassana bakalım ne demiş o kadar." Hemen kafamı sağa sola sallayıp elinden telefonumu aldım.

"Yok kanka yarım saat dinleyemem ben o kadar."

Süleyman telefonu elimden kapıp son ses kaydının ortasına basarak sesin odaya dolmasına neden oldu. Okan konuşurken arkadan araç sesleri geliyordu. Az çok ayırt edebildiğim cümleler arasında konuşma devam ediyordu. Cümleleri mantıksız geliyordu sanki sarhoş gibiydi. 'Özür dilerim' diyordu bir süre sessizliğinin ardından. Sonra ağlamaya başladı sessizce ağlasa da burnunu çekmesi onu ele veriyordu. Bir an tüylerim diken diken oldu. Ne için ağlıyordu böyle içli içli? Bir süre daha ağladıktan sonra 'aldatmak' sözcüğü geçti cümle arasında.

"Geriye alsana." dedim Süleyman'a. "Tam anlayamadım cümlesini."

'Bilerek olmadı bu bir bahane değil' diyordu konuşabildiği kadarıyla.
'Sarhoştum, bu bir bahane değil biliyorum.' Hâlâ mevzuya hakim değildim. Sarhoşken yaptığı bir şey için mi bana yakınıyordu? Kaşlarım anlamsızlıkla çatıldı. Başına bir şey mi gelmişti?
'Kendimden iğreniyorum. Seni aldatmışım. Bu iğrenç Berna. Biliyorum saklayabilirdim ama yapmadım. Sen çok hassastın bu konuda sonradan öğrenip tekrar darbe almanı istemedim.'
Gözümden bir yaş süzülüp yanağımı kaşındırınca anladım ağladığımı. Süleyman sesi kapatmaya çalıştı.

"Kapatma sakın." dedim sert bir sesle. Süleyman bulmaya çalıştığı sesiyle üzgünce konuştu.
"Berna-" sözünü kesip dinlemeye devam ettim.

"Sorun yok, aç Süleyman dinliycem."

Ses kaydı devam etmeye başladı. 'Ben bilmiyorum ne olduğunu hatırlamıyorum bile. Sadece kalktığımda... Keşke içmeseydim o zıkkımı Allah kahretsin. Ahhhh sikeyim.' diye çığlık attı araba içerisinde. 'Berna seni çok seviyorum.' dedi, boş geldi bana sözleri. 'Beni affetme ama-' dedi ve bekledi. İsteyeceği şeyi hak ediyor mu diye düşündü.

"Berna kapatalım bence." dedi Süleyman, duymazdan geldim yine.

'Affetme Berna'm' dedi yıkılmış sesiyle. 'Ama nolur benim yüzümden de kendine yüklenme. Senin hatan değil benim şerefsizliğimdi.' Ardından yine ağlamaya başladı ama bu sefer sessizce değil hıçkırarak ağlıyordu. 'Özür dilerim seni çok seviyorum bebeğim devam edelim demeye yüzüm yok. Nolur benden nefret etme. Nolur. Dayanamıyorum iğrencim.'

Ses kaydı burada son buluyordu. Okan 45 dakika içerisine benim ömür boyu unutamayacağım bir ihaneti sığdırmıştı. İnanılmaz bir duygusuzluk ve sessizlik içerisindeydim. Süleyman'ın endişeli bakışları altında telefonumu kapatıp sehpanın üzerine koydum sükunetle. Önümdeki defteri yanıma çekerek okumaya başladım. Hiçbir şey yok. Oku Berna. Klavyeden girilen sayı kullanacaksak sayac=sayac+1 yazıyoruz. Eğer adımda işlem yapılmışsa bunu akış şemasındaki dikdörtgende gösteririz. Sonucu çıktı da ve koşul varsa baklava dilimine benzeyen şekil içerisine- Süleyman kolu ile omzumu kavrayıp beni göğsüne yasladı.

 

"Berna." diye fısıldadı incitmekten korkarcasına. Bakışlarımı defterden hiç ayırmayarak aynı ses tonu ile cevap verdim.

"Efendim." Kemikli elleri ile çenemi kavrayıp ona bakmayı bana mecbur hâle getirdi. Gözünden süzülen yaş benim kalp kırığım içindi.

"Yapma Berna'm. Yine senin suçun değildi. O orospu çocukları için kapatma yine cennetini bize. Bu sefer olmaz Berna."

O konuştukça gözlerim acı acı doluyordu. Süleyman sus çünkü benim konuşmaya takatim yok, ağlarım. Sus.

"Süleyman." diyebildim sadece daha da konuşamadan hıçkırarak ağlamaya başladım.

"Neden?" derken gerçeği sormamıştım. Allah'a yakarışımdı bu sözcük. Konuşmadan da anlayan rabbimeydi sığınışım.

"At kırıklarını Berna. Bir daha olmayacak söz. Bu sefer ki sondu." derken durmadan akan gözyaşlarımı siliyordu.

"Süleyman." dedim kesik kesik. "Bu son değil, başlangıç."

Daha da sardı beni kollarıyla, abim gibi.

"Hayır." dedi teminat verircesine gözlerime bakarken.

"Bu sondu."

Okan'dan gidip intikam almayı düşünmedim bile. Bu saflık falan değildi, iyi niyette. İkimizde aynı yerden yaralıydık, ikimiz de terk edilmiş yüz üstü bırakılmıştık. Bir gün demiştik ki yaralarımızı beraber saralım çünkü kaynaklarını en iyi biz biliyoruz. O çok diretmişti benim için. Hiç bir şey yapmama gerek yoktu çünkü içerisinde bulunduğu vicdan azabı onu yavaş yavaş bitirecekti.

Süleyman'ın gönlü razı olsun diye söz verdim, tutmayacağımı bilerek.

"Son olsun."

Sen ne kadar uğraşırsan uğraş bir o kadar minnettarım ki sana Süleyman, ama gönlüme de laf geçmiyor ki bunun için de üzgünüm.

Biliyorum ve kabullendim.

Ben sevilmeyeceğim ve her defasında terk edileceğim.

Bu kaderi bana annem verdi o gün çınar ağacının altında.

Ve kendime söz.

Bir daha sevmeyeceğim kırılacağımı bile bile.
.....................

"Baktın mı? Hangi sınıfta olucaz sınavı?"

Süleyman, Esra ve bir garip ben sınav yerlerini öğrenip oraya erken varmak için büyük boyutlu bir izdiham oluşturan kalabalığın içerisinde ilerlemeye çalışıyorduk. Süleyman'ın boyu uzun diye sonuç ekranının önüne onu koyduğumuzdan en arkada tüm yükü o üstlenmişti, kahraman Süleyman!

"A 102- A 103 yazıyor. Koşun en arkadan yer kapalım."

Önümde kıçına yapıştığım çocukla göz göze gelsem keşke. Acaba bana neler söylemek ister?

"Oğlum nasıl ilerleyelim lan? Önümdeki çocuk taciz davası açsa kazanır yani."

Esra yanımda kahkaha attı ve kendi önündeki kızı itekledi. Kız arkaya dönüp ters bir bakış attıktan sonra,

"İtmeyin lütfen." dedi.

Esra yapmacık bir şekilde gülümseyerek,

"Pardon." dedikten sonra kıza daha fazla çullandı. Kız hışımla tekrar arkasını döndüğünde,

"Arkadaşlar lütfen itişmeyelim." diyerek konudan sıyrıldı. Şu arkadaşlarıma bir bakar mısınız?

Birinci katın koridoruna çıkınca hafiften bir rahatlama yaşamıştık. Sağ tarafta ki yazıları takip ederek hızlıca A 102'yi buldum. İçerisi hınca hınç doluydu. Sınıflar açıklanalı daha 1 dakika olmadı ne ara yerleştiniz?

A 102'den çıkıp A 103'e girdim. Sınıf daha boştu. Süleyman arkamdan birden itince tökezledim.

"İlerlesene dolacak sıralar."

Sana bir küfür ederim kendine gelemezsin Süleyman.

En arkadan ikinci sıraya girip duvarın yanına oturdum. Üç oturak yanıma da Esra oturdu önüme de kapı gibi omuzlu Süleyman'ı oturttum mu tamamdır.

"Süleyman sen önüme geç."

Hemen boş olan sıraya çöreklenip benim önüme duvar tarafına oturdu. Kanuni Sultan Süleyman mezarından çıkıp gelse kopya çektiğimi göremez benim burada. Cebimden kalem ve silgimi çıkarıp sıranın üzerine koydum. Sıranın üzerinde hafif hafif yazılı başka derse ait yazıları da güzelcene bir sildim şimdi ben yazdım zannedip kağıdımı kopya olarak geçirmesinler zaten çalışmamıştım sınava.

Bir iki dakika sonra Tolga hoca geldi elinde sınav kağıtları ile. Onları ikiye böldü ve bir sağa bir sola olmak üzere dağıttı. Peşinden de imza kağıdını gönderdi.

"Arkadaşlar bu sınavın süresi 50 dakika olarak belirlenmiş hocanız tarafından. Kopya konusunda ki tutumumu biliyorsunuz görürsem affetmem baştan uyarayım. Sessiz bir şekilde çözün ve bırakın. İmza kağıdını önden arkaya şekilde uzatın."

Tolga hoca açıklamalarını yaparken içeriye Kınay girdi. Gözleri ile boş yerlere bakındı. Sağ cam tarafında çok fazla boşluk varken o geldi bula bula sol tarafta ki tek boş sıra olan arka sıramıza oturdu.

Kınay seni kınıyorum.

"Oh yetiştim." dedi bana hitaben. Yaa ne güzel iyi ki yetiştin panelci çocuk.

"Hı hı." dedim kafamı sallayarak.

"Senin bi moralin bozuk gibi." dedi. "Takma kafanı kredisi iki zaten bu dersin olmadı Finallerde halledersin."

Moralim sınava bozuk değildi. Aklıma yine Okan gelince hafiften gözlerim doldu onları ovuşturup sonunda bana ulaşabilen sınav kağıdına odaklandım.

Nur topu gibi iki soru vardı kocaman sayfada. Tanesine yirmi beş dakika, iyiydi bence. Unutmadan ilk olarak adımı soyadımı ve öğrenci numaramı yazdım. 10 haneli öğrenci numaramı ezberleyebilmiş olmak benim önemli başarılarımdandı. 11 haneli TC kimliğimi ezberlemek ise hedeflerimde ilk sırada yer alıyordu. Elbet bir gün...

Arka tarafta soru arasam da bulamadım. İlk soruyu okudum.

Soru-1) Aşağıdaki algoritmanın sağlama tablosunu çiziniz ve ekran çıktısını gösteriniz.
1. Başla
2. SAYI1=0; SAYI2=0;
3. SAYI1 = SAYI1 + 3;
4. SAYI2 = SAYI1 +3;
5. Eğer SAYI1<9 ise; 3.adıma git.
6. SAYI2 = SAYI2 +3;
7. Eğer SAYI2<21 ise 6.adıma git.
8. SAYI1 ve SAYI2' yi ekrana yazdır.
9. Bitir


Yani şimdi eminim ki çok kolay bir sorudur ama ben çözemem. Bildiğim tek şey Başla ve Bitir. Diğer soruya bir bakayım dedim.

Soru-2) Klavyeden girilecek sayı için....

Bla bla falan filan. Tamam bunun başlangıcını biliyorum. Aşağısı full boştu kağıdın sorunun hemen altına yazmaya başladım.

1. Başla
2. X'i gir
3. Sayac=Sayac+1
4.

Dördüncü adımda bıraktım. Buradan bi beş puan falan gelirdi inşallah çünkü bende devamı yoktu. Keşke Okan'ın ardından sümük akıtacağıma bu konuya akıtsaydım daha verimli geçerdi en azından. Gizlice Süleyman'ın geniş omuzlarını aşıp farklı hazinelere -Süleyman'ın sınav kağıdına- açıldım. Atı alan Üsküdar'ı geçer misali gibi Süleyman'ı kim tutar? Hoca kâğıdı bize boş vermişti, Süleyman da boş tabak vermek ayıp misali donatmıştı kağıdı.

Geniş sırtını çaktırmadan dürttüm.

"Süleyman azıcık yana kaysana."

Kral'ın öz evladı hocaya bir bakış atıp çaktırmadan benim görebileceğim şekilde kaymıştı. Yiğidin malı meydan da olur zaten Süleyman göster yiğidim yani göster dediysem kâğıdını;)
-fesat okurlara ithafen-

Hızlıca ilk soruyu sayfama geçirdim.
"Eyvallah kral." dedim kısık sesle Süleyman'a. 50 puan cepte vardı şimdi. Diğer sorudan da bi beş puan totalimizde 55 puan var. Vize'nin yüzde kırkı alınıyorsa... Süleyman'dan azıcık daha kopya çeksem -ki çekemem Tolga Hoca bu tarafa geliyordu- biraz başımızda dikilip kürsüsüne geri döndü ama kulağı bizdeydi kesin.

"Gençler ilk on beş dakikanız doldu çıkmak isteyenler varsa çıkabilirler. Sessizce diğerleri hâlâ sınav oluyor."

Yedi sekiz civarı öğrenci kalkıp kâğıdını verirken, ben de bu fırsattan yararlanmaya karar vermiştim ta ki kâğıdım önümden çekilip başka bir kâğıtla değiş tokuş edilene kadar. Arkamı dönüpte bakamadım hoca fark eder diye. Kâğıdın üzerinde Kınay Erdem yazıyordu. Umarım sıvamayız.

İki soruyu da yapmıştı meslek lisesi çıkışlı arkadaşımız. Yazısı da inci gibiydi maşallah. O arkada benim kağıdıma bir şeyler yaparken ben burada onun kağıdının kenarına yirmişer kiloluk dambıllar çiziyordum. Omuzlarıma yüz kilo bastığımı her yerde nasıl belli edebilirim? Sonra çizdiğim resimi sildim. Bi beş dakika sonra sırtıma dokununca kâğıdı vereceğini anlayıp düzgün durdum.

Kâğıdım senin köpeğin olsun panel açıp milletin bilgilerini çalan çocuk. Benim bilgilerimi çalana kadar en sevdiğim arkadaşım artık sensin.

Önümdeki kağıdıma bakınca dördüncü adımda bıraktığım sorunun iki ve üçüncü adımını sildiğini gördüm. Yanlış yapmışım bir de oradan beş puan gelir diyordum. Eyvallah Kınay reis. Yazısını benim yazıma benzetmeye çalışarak yazmış bir de Allah'ım yerim.

Kalemimi ve silgimi cebime koyup sıramdan kalktım. Esra ve Süleyman çoktan kâğıdını verip çıkmıştı bile. Beni kapı önünde beklemiyorlarsa ağır trip atardım yalnız şimdiden söyleyeyim. Umarım beklemiyorlardır çünkü Trend yol sepetimde alınacak çok fazla şey vardı ve benim cebimde falım kâğıtlarında ki fallardan başka kâğıt yoktu.

Tolga Hoca'nın kürsüsüne sınav kâğıdımı bırakıp dışarı çıktım. Tüh be. Kapı ağzında beni bekliyordu iki manyak.

"Oh be bitti." dedim büyük bir rahatlıkla sanki sınavı ben çözmüşüm gibi. Esra hemen koluma girdi.

"İyi çektin kopyayı hee."

Saçımı omuzumun arkasına atıp ona cilveli bir bakış attım.

"Ne sandın yarr-"

"Berna!" diye lafımı kesti Süleyman etrafa bakarken. Sanki hiç küfür duymadı.

"Aman tamam be." derken Tolga Hoca çıktı sınıftan.

"Gençler sınav olanlar var dışarı çıkın."

"Pardon hocam." derken çoktan kafeye yol almıştık. İki saat sonra ikinci sınav vardı ve ben daha onun ne sınavı olduğunu bile bilmiyordum.

Sınavdan dolayı kafe boştu. Esra ile en köşeye geçtik. Süleyman,

"Çay mı kahve mi?" diye sordu.

"Çay."

"Çay kanka."

Süleyman çayları almaya gitmişken kafenin arka kapısından içeri giren Kınayı gördüm. Yine belalı çocuklar gibi simsiyah giyinmişti. Boyu da uzundu, vampir gibi çocuktu esasen özetlemem gerekirse. Göz göze gelince ona gülümsedim. O başını eğip Süleyman'ın yanına ilerledi ve çay alıp yanımıza oturdu.

"Selam oturuyorum ama?" diye sordu.

"Sorun yok." deyip müsaade ettim. Süleyman da çay tepsisini masaya bırakıp yanıma geçti. Kınay Süleyman'a hitaben,

"Sınav nasıldı?" diye sordu. Süleyman rekabet havasının kokusunu almış tek kaşı havada cevap verdi.

"İyiydi." diye kestirip atsa da fullediğine emindim.

"Senin?" diye sordu lakin pek umurunda değil gibiydi. Öylesine sorulmuş bir soruydu sadece. Kınay arkasına yaslanırken yüzünü yamuk bir gülümseme kaplamıştı. Kopya verdi diye demiyorum gerçekten o da çok yakışıklıydı. Benim ayran gönüllülük***

"Çok iyiydi." Erkekler niye otu boku rekabet haline getiriyordu ki? Arada ki gerilim dolu hava yumuşasın diye ben araya girdim.

"İki soruluk sınav mı olur anasını satayım? Tanesi elli puan." Esra bana ayak uydurarak cevap verdi.

"Sen yine de buna şükret. İkinci sınıflardan bir çocukla konuşmuştum geçen hafta. Onların dönemindeyken hoca tek bir soru sormuş sonra öğrencilerden çok şikayet falan gelince hoca soru sayısını arttırmış, güya."

Kınay alayla güldü.
"Allah razı olsun baya arttırmış."

Çayımdan bir yudum aldım. Çok da sıcak içemiyordum, Süleyman da bunu bildiğinden üzerine kendi suyundan dökmüştü.

"Sana da teşekkür edemedim Kınay. Gerçekten çok sağ ol sen olmasaydın nanay geçerdim dersten."

Kınay gülümseyerek başını salladı.

"Sorun değil altı üstü bir soru yaptım."

Omuzlarımı silktim çocuk gibi.

"Olsun yine de sağ ol. Bir ihtiyacın olursa sende bana gel."

"Bakarız." diye geçiştirdi beni.

"Diğer sınava ne kadar kaldı." Esra telefonuna bakıp cevapladı Süleyman'ı.

"Daha bir buçuk saat var. Biraz tekrar yapmam lazım benim. Kafamda oturmayanlar var."

Süleyman Esra ile ders tekrarı yaparken Kınay ve ben sessiz kalmıştık. Elime telefonumu alıp Okan'ın mesajlarına girdim tekrardan. Açmadığım bir fotoğraf ve bir video daha vardı. Bakmak için tıklayacaktım ki telefon elimden çekilip kapatıldı. Süleyman telefonumun ekranını ters çevirip masaya koydu. Bakışlarımı suratına çıkardığımda bana değil de Esra'ya bakıyordu.

Derin bir nefes aldım, içim daralmıştı yine. Acaba cenabet mi geziyordum?

Bir buçuk saat çok hızlı gelip geçmişti. Sınav olucaz ya belki de ondandı emin değilim. Bu sefer ikinci katta olduk sınavımızı. Sıfır bilgiyle girip dopdolu kağıt vermiştim hocaya. Süleyman'a bir tencere zeytinyağlı sarma sarmak şart olmuştu artık. Hiç de hayır demezdi hayvan.

Vizenin de son sınavını verip çıktığımıza göre kendi kendimize verdiğimiz bir haftalık tatilin tadını çıkartma vakti gelmişti sonunda. Çıkmadan arkadaşlarla anlaşıp haftaya gelmemelerini rica edip anlaşmıştık. Eğer gelirlerse yoklama alınabilirdi ve benim iki dersimin devamsızlığı sınırdaydı. Zaten Allah'a emanet geçiyordum sınıfı bir sene daha okumayı gözüm hiç yemiyordu.

Son çarşı arabası gidiyordu. Süleyman önünü kesti dolmuşun.

"Abi hop!"

Dolmuş durup garip bir sesle kapılarını araladı. İçerisi dolmuştu adı gibi:) biz de sıkış tepiş içine girmek zorunda kaldık.

"Gir gir."

Cüzdanımdan elli lira çıkartıp Süleyman'a uzattım. O daha yakındı, uzatıversin.

"Şuradan benimkini de versene." Süleyman parayı aldı.

"Öğrenci mi?" Süleyman'a bir aptalmış gibi baktım. Zaten öyleydi ama olsun.

"Süleyman bu salaklığını sınavdan bitik bir şekilde çıkmana veriyorum, bir daha olmasın kardeşim."

Süleyman hiç alınmadan parayı dolmuşçuya uzattı.

"Abi Efsun mahallesine bir öğrenci alsana buradan."

Geri para üstünü aldıktan sonra cüzdanı cebime yolladım.

"Berna." Esraya bakıp 'ne oldu' gibisinden kafamı salladım.

"Sınav durgunluğu dedim geçtim ama sende başka bir şey var, dökül."

Etrafa bir bakış attım. Bizi duymak için eğilen kız, üzgünüm aradığın dedikodu buradan çıkmayacak ama yine de azmini tebrik ettim. Aferin.

"Sonra." dedim Esra'ya.

"Akşam konuşuruz."

"Tamam." dedi geri çekilirken.
....................

Kapıyı onuncu kez çalışımda sonunda sesimi duyurabilmiştim. Annemin abimin adını haykırışı ile kimin kapıyı açacağını tahmin etmem zor olmadı.

"Patladın mı lan geldik işte." diyen abim hışımla kapıyı açtığında karşısında bir adet yüzü gözü dağılmış, yorgun, bitik ve gariban bir öğrenciyle karşılaştı. Yani ben.

Yüzünü bir gülümseme aldı götürdü. Gülmesene şerefsiz, yorgunum sana düşersem kalkamam.
"Gülüm hoş geldin."

Aynı gülümseme bende de oluştu."Hoş buldum abi ve lütfen çekil. Acilen ölüm uykusuna dalmalıyım."

Yanından hızlıca geçeyim derken omuzlarımdan tutulup yerime sabitlendim. "Ölüm uykun biraz daha bekleyecek gibi."

Allah'ım beni yanına alman için tam vakti.

Dudaklarımı büzüp o kötü haberi veren abime baktım. İçinde insaf aradım ama yoktu.
"O gün." dedim korka korka. "Bugün müydü?"

Abim soru dolu bakışlarla bana baktı.
"Hangi gün?"

"O gün işte." dedim. "O kutsal altın günü. Hani kadınların birbirini çekiştirdiği ardından 'amaaan bizene onlardan biz kendimize bakalım' dedikleri, kısırların poğaçaların uçuştuğu, çayların sürekli bittiği, teyzelerin kendine potansiyel gelin aradığı o lanetli ve kutsal gün." dedim tek solukta, ardından derin bir nefes aldım. Huh.

Kafamı okşayıp bir tane yapıştırdı.

"Yine gevezeliğin tuttu bakıyorum. Altın günü falan yok. Yeni taşınan komşuları annem yemeğe davet etti. Bir merhabalaşırsın sonra müsaade isteyip gidersin."

Derince bir oflama verdim dışarıya.

"Geberiyorum yorgunluktaaaan." dedim nazlanarak. Abim saçlarımı okşayıp alnımı öptü. Arada geliyordu ona da. Ayakkabılarımı çıkarıp terliklerimi giydim ve yüzüme sahteden bir gülümseme kondurup içeriye girdim.

Televizyonun yanındaki tekli koltuklarda babam ile Yusuf amca tavla oynuyordu. Annem ile Gülizar teyze de masayı kuruyordu. Annem masaya mantı tabağını koyduktan sonra beni gördü.

"Heh geldin mi kızım. Hemen ellerini yıka sofraya geç."

"Tamam." deyip onayladım. Sonra Yusuf amca ve Gülizar teyzeye hitaben,

"Hoş geldiniz." dedim. Yusuf amca başını tavladan kaldırıp babacan bir ifade ile kafasını salladı oturduğu yerden. Gülizar teyzeyle sarılırken o da 'hoş bulduk' demişti. Abim banyodan çıktığında ben girdim ellerimi yıkamak için. Aynada saçlarımı düzelttim, kabarmışlardı. Makyaj falan yapmamıştım iyi ki şimdi onu çıkarmakla falan uğraşamazdım. Banyodan çıkarken zil sesi duyuldu evin içerisinde.

"Berna kapı." diye bağırdı abim salondan.

"Bakıyorum." derken kapıya ilerledim. Arkadan Gülizar teyze 'Asaf gelmiştir.' demişti ben kapıyı açtığımda. Haklıydı. Asaf üstünde iki düğmesi açık okul forması ve dağınık saçları ile karşımdaydı. O da sınavdan çıkmış gelmişti sanırsam.

"Hoş geldin." dedim ismini kullanmadan. Ayakkabılarını çıkarırken konuştu, bu onun sesini duyduğum ilk andı.

"Hoş buldum."

Benim yönlendirmem ile sessizce içeri girdi kapıda Gülizar teyze ve annem karşıladı onu.
"Hoş geldin oğlum."

"Hoş buldum Hanife teyze. Nasılsın?"

Annem enerjik bir sesle cevapladı Asaf'ı.

"Hamdolsun. Hadi geç bakalım sofraya sınavdan çıktınız açsınızdır. Son sınavlardı değil mi bunlar şimdi bir hafta aranız var?"

Sanki bilmiyorsun anne. Seninki de laf olsun. Asaf anneme cevap verirken ben masaya oturdum. Böyle de utanmazım. Açım valla kusura bakmayın. Abim de hemen yanıma yerleşti. Öf öf öf. Annem böyle yemekler yapacaksa Gülizar teyzeler hep bize gelebilir valla. Abim omzuma omuz attı.

"Çilli annem döktürmüş yine." Ağzımı hiç açmadan ve ona bakmadan kafamı salladım sadece. Gördüyse gördü.

"Çok mu acıktın sen?" Sus birader. Sanane çok acıktıysam.

O lanet olası çeneni kapa ve önüme yemek koy.

"Adem, Yusuf bey buyrun sofraya." dedi annem servisi yaparken. Nolur çabuk gelin, bayılıcam. Babam sofraya otururken ellerini ovuşturdu.

"Ooo benim hanım yine döktürmüş." Gözlerini tüm masada gezdirdi eksik ararcasına. Babam her zaman bir eksik bulur bu arada söylemiş miydim? Örnek A;

"Ama hani turşu? Yok mu şu kornişonlardan?" diye sordu anneme. Ben hafifçe sandalyemden masanın altına sıvışmaya çalışırken o çakır gözleri beni buldu. Kocaman sırıttım.

"Berna." dedi bir şey isteyeceği zaman kullandığı ses tonuyla.

Efendim baba. Abim yanımda kurtulduğu için hince sırıtırken ben başıma geleceği bilir bir yenilmişlikle babama bakıyor alttan alttan abimin cimmelerini karşılamaya çalışıyordum. Anadolu kadını her cephede savaşıyor bakın görün bu sabiyi.

"Anladım baba."

"İşte bu yüzden en sevdiğim çocuğum sensin." dedi beni teselli etmek istercesine. Baba yirmi yaşıma giricem yemiyorum artık bu numaraları ama sen yine de devam et, abim kuduruyor. Annem gitmeden önce son darbeyi vurdu.

"Berna iki tane de çatal getirsene eksik getirmişim ben."

"Tamam." dedim boynum bükük.

Mutfağa girdiğimde ilk iş iki çatalı ve maşayı almak oldu. Burnumun iki deliğine de peçete sokuşturup koku alıp alamadığıma baktım. Görev başarılı. Turşuya hiç bir türlü tahammülüm yoktu. Elime değse olay çıkarırdım. Maşa ile turşu suyuna değmemeye özen gösterip kornişonları tutmaya çalıştım. İki tanesini birden yakalayıp çekerken altta ki düştü ve su sıçrattı.

Turşu suyu sıçrattı.

Ağzımdan küçük bir çığlık çıktı ve ardından abimin gülme sesi. Biliyordu namussuz. Gülizar teyze seslendi. Beni bir tek sen önemsiyorsun Gülizar teyze kızın olayım mı?

"Berna iyi misin?"

"İyiyim sorun yok."

Elimi üç dört kere bulaşık deterjanı ile yıkayıp turşu kokusunun çıktığına emin olduktan sonra içeri gittim. Turşucuğumuzu ve çatalları da unutmadım tabi. Turşu önemliydi (!)

Sonunda kıçım yer görebilmişti. Büyük bir hevesle kaşığımı alıp çorbama daldırmıştım ki,

"Berna kızım." dedi babam yine mağdur sesiyle.

E amanın anı yani

Sus baba. Açım seni yerim yoksa.

Kaşınma.

Yüzümde nasıl bir ifade gördü bilmiyorum, tahmin falan da etmek istemiyorum gülüp yemeğine geri döndü.

Biri yine seslenir korkusu ile hızlıca besmele çekip çorbama çullandım. İsterse görgüsüz desinler, banane.

 

.................

.

.

.

.

.

Çok beğenerek yazdığım bir bölüm oldu. Beğeni sınırı falan koymuyorum pekte umurumda değil ama yorum yazmanız hoşuma gider. Canım sıkılıyor sizinle konuşmak iyi geliyor bana. Hadi Allah'a emanet.

 

Loading...
0%