@siyahbaykuss
|
Merhaba Arkadaşlar :) Artık bölümler her gün gelemeyecek yazım aşamasında çünkü genellikle her Perşembe bölümleri atıyorum ama bazen gelemeyebiliyor. Kitabı takibe alıp, kütüphanenize eklerseniz hikaye hakkında bilgileri daha yakından öğrenirsiniz :) Kendim için bir şeyler yaptığımda daha sakin ve kafam toplanmış gibi hissediyordum. Ne yaptığım o an önemli değildi, kendim için yapayım yeterdi. Hazırlıklar, düğün, balayı, Kenan’ın vardiyası, ailede kalma falan derken KPSS’ye düzgün çalışamamıştım. Aklımdaydı ama bir türlü testlerin başına oturamamıştım. Oturamadığım her an içinde vicdan azabı binmişti üzerime. Babamlardan döndükten sonra Kenan’ın uyumadığı anlarda kendimizi direk yatak odasında çarşafların arasında buluyorduk. Sonra Kenan uyuyor, bende akşam için yemek hazırlamaya girişiyordum. Bugün pazardı. Çok şükür gece vardiyası dün akşam itibariyle bitmiş, bende Kenan’dan kaçabildiğim ilk an kendimi kütüphaneye atmıştım. Gelecek gece vardiyası içinde kendimi evde tek kalmaya alıştırmam şarttı. Olmadı bir gecelik ablam veya Semih eşlik edebilirdi bana. Test çözmekten kafamın uyuştuğu, oturmaktan bacaklarımın ağrıdığı o saniyelerde elim sessizde olan telefonuma gitti. Güç tuşundan telefonumun ekranını açtığımda saat öğlen birdi ve bir kaç tane arama vardı onlarda Kenan’dandı. Oturduğum sandalyeden ayağa kalktım, eşyalarımı masanın üzerinde bırakıp sadece elimdeki telefonumla kütüphanenin dinlenme kısmına geçtim. Dinlenme kısmının girişinde bulunan çay makinesinden karton bardağa çay doldurup boş bulduğum yere otururken bir yandan da telefonumla Kenan’ı arıyordum. Telefon birkaç saniye çaldıktan sonra Kenan’ın sesi duyuldu. ‘’Leyla?’’ ‘’Efendim Kenan, beni aramışsın? Bir problem yok değil mi?’’ ‘’Uyandığımda seni göremediğim için aradım. Neredesin?’’ ‘’Kütüphanedeyim… Salonda kumandanın yanına not bıraktım, görmedin mi?’’ Kenan uyuduğu için onu uyandırmak istememiştim ve salonda televizyon kumandasın yanına bir not bırakmıştım. Demek ki daha televizyonu açmamıştı. ‘’Hayır, görmedim. Neden beni uyandırıp, haber vermedin?’’ ‘’Geçen hafta kütüphaneye gideceğimi zaten söylemiştim... Merak etme, geç kalmam.’’ ‘’Tamamdır hayatım, istediğin bir şey var mı?’’ diye sorduğunda biraz garipsemiştim. Kenan’da bir işin ucundan tutardı evde ama her şeyi birlikte yapardık. Ben yokken yapması tuhafıma gitmişti. ‘’Ne gibi mesela?’’ ‘’Yemek olur, tatlı olur… fark etmez.’’ Gülerek ‘’Sen mi yapacaksın?’’ diye sordum. ‘’Sipariş vermeyi düşünüyordum. Ben yapmak isterdim ama yemekten soğumanı istemem.’’ dediğinde kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde gülmeye başladım. Düşüncelerim doğru çıkmıştı. Karton bardağı birkaç yudum almak için elime aldığımda içinde çayın kalmadığını gördüğümde dinlenmemin de sonuna gelmiştim. ‘’Teşekkür ederim düşünmen bile yeter. Dünden kalan birkaç yemek vardı, eve gelince olmadı yanına aperatif şeyler yaparız.’’ dedim ve Kenan’la vedalaşıp telefonları kapattık. Elimdeki telefonu biraz daha sıkı kavrayıp ayağa kalktım. Dinlenme kısmından çıkarken kenarda duran çöp kutusuna elimdeki karton bardağı attım. Çalışma yerime geldiğimde telefonun alarmını öğleden sonra beşe ayarlayıp telefonu gözümün rahatsız olmayacağı yere koyup sorularımı çözmeye devam ettim. Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ancak telefonun titreşmesiyle dikkatim dağıldı, ellerim masanın köşesinde bulunan telefona gitti. Saat beş olmuştu bile ne ara olduğunu bile anlamadım. Soru bankalarını, kalemlerimi toplayıp yanımda getirdiğim büyük kol çantama attım hepsini. Kenan’ın evdeyken kütüphaneye gelme konusundaki düşüncelerini biraz olsun bildiğim için hızlıca kütüphaneden kendimi dışarıya atıp otobüs durağına doğru ilerlerken arkamdan birinin adını seslenmesini işittim. Sadece ismi Leyla olan ben değildim sonuçta bu yüzden bakma gereği de duymadım ancak bir el dirseğimden tuttuğunda durmak zorunda kalmıştım. Arkamı döndüğümde lise arkadaşım olan Dicle’yi görmüştüm. Okuldan yakın bir arkadaşımı görmemin sevinciyle yüzümde gülümseme oluşurken vakit kaybetmeden birbirimize sarılırken bulduk. Kaç yıl olmuştu biz buluşmayalı? Lise de iki yakın arkadaştık fakat hayat bizi farklı yerlere sürüklemişti. Liseden sonra okumak için ben farklı bir şehre giderken o ailevi sebeplerden ötürü Bursa’da okumayı seçmişti. Üniversitenin ilk yıllarında konuşsak da sonra bağlantımız kopmuştu. Dicle’nin annesi ve babası öldükten sonra ona çok ulaşmaya çalışmıştım ama kendini herkesten soyutlamış hayatını tamamen kız kardeşine adamıştı. Bu yüzden de onu şimdi gördüğüm için kendimi çok şanslı hissediyordum. Kollarımız birbirinden ayrıldığında yanında kız kardeşi Eylül’de vardı, onunla da sarılmıştık. ‘’Hemencecik bir yere oturup konuşmamız lazım,’’ dedim onu kaçırmamak için. Her gün irtibatta olduğum bir arkadaşım değildi sonuçta. ‘’Tabi ki olur, konuşalım.’’ dedi gülerek. ‘’Ben hemen eşime haber verip geliyorum,’’ dedim ve Dicle’den uzaklaşırken arkamdan ‘’Evlendin mi?!’’ dedi şaşırarak ama ona cevap vermeden çantamdan telefonumu çıkarıp Kenan’ı aramaya koyuldum. İlk aramam cevapsız kalınca merak edip tekrar aramıştım ama açan olmamıştı. Bir şey mi olmuştu acaba? Evde ne gelebilirdi ki başına? Koca adamı küçük çocukmuş gibi merak etmeye başlamıştım. Evlilik böyle bir şeydi sanırım. Koca adamı bile merak etmek… Son çare mesaj atmaktı. İnşallah görüp geri arardı. Kenan’a da 6 ay evlilik hazırlıklarında ne de evlendiğimiz iki buçuk hafta da çok fazla mesaj atmamıştım bu yüzden nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Normal düz başlamak en iyisi gibi gelmişti. Merhaba Kenan, seni aradım ama cevap vermedin. Uzun zamandır görmediğim arkadaşımı gördüm bu yüzden biraz geç kalabilirim. Haberin olsun. Mesajım daha gönderilmemişti ama birazdan gönderileceğini umuyordum. Bir mesaj atacağım diye Dicle’yi de bekletmiştim. Zaman kaybetmeden Dicle’nin yanına gittiğimde de kütüphaneye yakın kafelerden birine oturmuştuk. Dicle Türk kahvesi isterken kardeşi Eylül’e de limonata sipariş etmişti. Bende sütlü kahve sipariş etmiştim. Siparişlerimizi beklerken Dicle sol elimi alıp evlilik yüzüğümün olduğu parmağımı eline alarak ‘’Evlenmişsin kızım, hangi ara?’’ diye sordu. ‘’İki – İki buçuk hafta oldu evleneli. Daha yeni evliyim yani,’’ dedim gülerek. ‘’Bende gelmek isterdim ama çağırmamanı normal karşılıyorum. Uzun zaman oldu görüşmeyeli, konuşmayalı…’’ dedi sesi giderek mahcup bir hal almaya başlamıştı. Bende mahcup olmalıydım aslında çünkü düğüne çağırmak isteseydim Dicle’yi bulur, çağırırdım aslında ama o anlarda bende düğüne gitmek istemiyordum ki. O zamanlar tek isteğim bir sorun olsun da düğün ertelenmesiydi ancak olmadı ve ben Kenan’la evlendim. Dicle’nin ellerini ellerimin arasına alıp ‘’Sorun yok, olması gereken buymuş demek ki.’’ dedim. O sırada da siparişlerimiz gelmişti. Dicle’nin kardeşi Eylül’e çevirdim bakışlarımı. Daha küçük bir kız çocuğuydu. Annesi ve babası öldüğünde o da 8 yaşlarında olmalıydı. ‘’Beğendin mi ablacığım limonatayı? Buranın limonatası çok güzeldir,’’ dedim. Limonatasından bir yudum aldığında başını onaylayarak sallayıp ‘’Beğendim,’’ dedi. ‘’Kaça gidiyorsun bakalım?’’ ‘’Sekizinci sınıf,’’ ‘’Şuan LGS’ye gitmen gerekir, ablan yardımcı oluyor mu bakalım?’’ dedim. Dicle de öğretmendi ama müzik öğretmeniydi. Kendi branşı değildi ama eminim yönlendireceği iyi öğretmenler vardı. Dicle sohbete dahil olup ‘’Matematik harici her sorusuna yardımcı olmaya çalışıyorum. Matematik içinde bir arkadaşımdan yardım alıyoruz,’’ dedi gülümseyerek. Ellerim Eylül’ün uzun kahverengi saçlarına giderek ‘’Çok çalış ablacığım ki ablanı geçebil,’’ dedim gülümseyerek. Dicle’de gülerek bana ‘’Pislik!’’ dedi. Dicle’ye dönerek ‘’E güzel kızsın yok mu bir enişte?’’ dedi. Dicle’de göz devirerek ‘’Tabi ya evimin önü zaten Leyla’ya enişte doluydu,’’ dedi. Gözlerimi kısarak ‘’Vardır da sen hepsine hayır diyorsundur kesin,’’ dedim. Aramıza mesafe girse de Dicle’yi çok iyi tanıyordum ki kesin öyleydi. Huylu huyundan vazgeçmezdi. Eski güzel günleri yad ederken saatin kaç olduğunu farkına bile varmamıştık. Kafenin iç kısmında olduğumuz içinde havanın karardığını farkına bile varmamıştık. Dicle’yle konuşacak çok şeyimiz birikmişti. Kardeşi Eylül burada diye daha çok güzel şeylerden konuşmuştuk ama hayatı hakkında çok şeyi merak ediyordum. Aklıma Kenan gelince çantamdan çıkarmadığım telefonumu çantanın içinden aldığımda telefonumun kapanmış olduğunu gördüm. İçimde istemsiz bir korku oluştu. Nedendir bilinmezdi. Bilmediğim şeyler korkuturdu her zaman beni bu da öyle bir şeydi sanırım. Dicle’ye dönüp ‘’Saat kaç canım?’’ diye sormuştum. ‘’Dokuza geliyor,’’ der demez ayağa kalkıp çantamı elime aldım. ‘’Bir sorun yok değil mi?’’ dediğinde o da çantasını ve telefonu alırken kardeşi Eylül’de ayağa kalkmış gitmeye hazırlanmıştı. ‘’Evde beni bekleyen biri var,’’ ‘’Doğru, kocan!’’ dedi Dicle kocan kelimesini bastırarak söylerken. Dicle’ye Kenan’la nasıl evlendiğimizi anlatmamıştım Eylül olduğu için bu yüzden severek yaptığım bir evliliğim var sanıyordu. ‘’Doğruu,’’ dedim son harfi uzatarak. Kasaya gidip ücretlerimizi ödedim, öderken biraz iddialaşmıştık. İkimizde ödemek istiyorduk ama kazanan ben olmuştum. Sözleşmiştik ve bir dahaki buluşmamızda o ödeyecek diye de anlaşmış ve kafede de ayrılmıştık. Eve giden son otobüslerden birine binip evin yakınlarında indim. Eve dönüş saatim dokuz buçuk olmuştu. Kenan kim bilir beni kaç defa aramıştı ama eğer mesajımı gördüyse eminim anlayışla karşılardı. Öyle olmasını umuyordum, anlayışsız biri olmadı şuana kadar. Evin kapısına kadar vardığımda zile basmak istememiştim bu yüzden çantamdan binbir zorlukla bulduğum anahtarla açmıştım. Kapıdan içeriye adım attığımda çantamı ve anahtarımı vestiyere asmış, ayakkabılarımı da dolabın içine koyup yazlık ev terliklerimi giymiştim. Evin içi o kadar çok sessiz gelmişti ki o an ışıklar açık olmasa Kenan’ın evde olmadığını bile düşünürdüm. O salondaki iki kişilik koltuklarda oturuyordu. Başını eğip ellerinin arasına aldığını gördüğümde bir sorun olduğunu düşünmüştüm. Kötü bir şey olmalıydı ki Kenan bu hale gelsin. Hemencecik yanına varıp ayaklarının dibine çömeldim. Ellerini tutup kafasından bir nebze uzaklaştırdığımda ‘’Kenan n’oldu, bir sorun mu var?’’ diye sordum. ‘’Neredeydin?’’ diye sordu. Sesi o kadar çok ifadesizdi ki nisan ayında üşüdüğümü hissetmiştim. ‘’Kenan n’oldu, bir şey mi oldu?’’ diye kelimelerimi tekrarladım. Bu hali beni korkutuyordu. ‘’Neredeydin Leyla?! Seni aradığımda telefonlarımı açmayacak, telefonunu kapatacak kadar önemli neredeydin sen?!’’ diye bağırarak bir anda ayağa kalktığında halıya çömeldiğim yerden geriye doğru düşüp oturur hale gelmiştim. Ayağa kalkıp Kenan’dan uzaklaştığımda gayet normal, ılımlı sesimle ‘’Seni aradım, telefonlarımı açmayınca mesaj yolladım. Mesajım gelmedi mi?’’ diye sordum. O ise ılıman ses tonuma karşılık bağırarak cevap vermişti bana. ‘’Ne mesajından bahsediyorsun ya sen bana! Hanımefendiyi arıyoruz ama telefonlarımızı açma cüretini bile göstermiyor.’’ dedi. ‘’Uzun zamandır görmediğim yakın arkadaşımı gördüm. Kütüphaneye yakın bir kafe de oturduk, konuştuk. Eğer o telefonu açma zahmetini gösterseydin belki de bu kadar sinirlenmezdin!’’ ses tonum konuşmamın sonuna doğru yükselmeye başlamıştı. Artık bende bağırmaya başlamıştım. Alttan aldıkça daha çok eziliyordum. ‘’Saate bakmak aklına gelmedi mi peki? Demedin mi evde kocam var, beni bekliyor diye hiç düşünmedin mi?!... Tabi Leyla Hanım daha evlendiğinin bile farkında değil ki aklına bir kocası olduğu gelsin.’’ ‘’Aklıma sen gelmesen emin ol geldiğim ev burası olmazdı.’’ Son söylediklerini yok saymıştım çünkü nedense kendi cümleleri değil de annesinin cümleleri gibi gelmişti bana o an. ‘’Gelirken saate baktın mı peki hiç?! Eğer baksaydın belki daha erken gelirdin ya da ne bileyim arkadaşından arama zahmetine girişirdin belki?’’ Geldiğimde beklediğim manzara böyle bir şey değildi. Bana ulaşamadığı için meraklanması gayet normaldi ama kötü bir şey yapmışım gibi üzerime gelmesi gerçekten iğrenç bir duyguydu. Kimsenin kalbi kırılmasın istediğim için ses tonumu düşürüp ılıman tavrımla ona yaklaşıp ‘’Kenan seni aradım hem de iki defa. Telefonunu açmadığın için mesaj attım sana sonra telefonumun şarjı bitmiş. Arkadaşım uzun zamandır görmediğim biriydi ve başına neler geldiğini merak ettiğim biriydi. Neden empati yapmıyorsun? Neden kalp kırmak yerine uzlaşmayı denemiyorsun?’’ dedim. Sesim sonlara kırılmış ağlayacak gibi çıkmıştı. Ses tonu düşürüp ‘’Tamam, peki… Sende empati yap o zaman. Biz seninle ben evdeyken kütüphaneye gitmeyeceğin konusunda anlaşmıştık. Ben sana gitme dedim, sende bana tamam dedin. Bir bakıyorum evde karım yok, arıyorum kütüphanedeyim geç kalmayacağım, diyor tamam, diyorum.’’ dediğinde sözünü kesmek zorunda hissetmiştim kendimi. Bazı kırmızı çizgilerimi Kenan’la fark ediyordum. ‘’Ne yani sorun benim sen evdeyken kütüphaneye gitmem mi? Bu evde esir miyim ben?!’’ diye bağırmaya başlamıştım. Kenan’da benim bağırmamla bağırmaya başlamıştı. ‘’Esir misin diyorum ben sana! Ben evdeyken sende evde ol diyorum,’’ Ellerimi uzun saçlarımdan geçirip sakinleşmek adına derin nefes almıştım. ‘’Kenan benim sınavıma az kaldı sen bunu anlıyor musun? Benim çalışmam Kenan Bey’in evde olduğu saatlere göre değişmiyor.’’ ‘’Ben sana ders çalışma demedim ki konuyu saptırıyorsun şuan!’’ dediğinde daha fazla bu konu hakkında tartışmak istemedim bu yüzden bir şey demeden yüz mimiklerimle ve elimle devam et diye komut verdim. ‘’Nerede kaldığımı da unutturdun amına koyayım!’’ dediğinde gözlerimi belertmiştim. Kenan’ı ilk defa küfür ederken görüyordum. ‘’Ağzını topla,’’ dedim sertçe. Karşısında arkadaşı ya da askerlik arkadaşı değil karısı vardı. Her sinirlendiğinde ağız dolusu küfür edemezdi. Yaptığı şeyin farkına vardığında da ‘’Özür dilerim, kusura bakma.’’ dedi ve devam etti. ‘’Aramayı görüp geri döndüğümde ve sen telefonunu açmadığında o kadar çok korktum ki… Sana bir şey oldu sandım. Biraz daha gelmeseydin polise kadar gidecektim.’’ dedi. Sesi dinginleşmiş ve sakinlemişti. Sesinde ki korku elle tutulur cinsten olunca gözlerim dolmuştu istemsizce. Başıma bir şey geldiği için değil ama düşüncesi bile onu korkuttuğu neden benim ağlayasım geldi bir fikrim yoktu ama o siyaha çalan koyu gözleriyle bana yavru köpek bakışları attığında onu bağrıma basasım gelmişti. Az önceki dediklerinden ötürü ona sarılmak gibi bir şey yapmadım. Gururum az önceki duygularıma baskın geldi. Sesimi bulabildiğimde konuştum. ‘’Ama bana bir şey olmadı.’’ Küskün bakışlarını üzerime çevirdiğinde ‘’Görebiliyorum,’’ dedi. ‘’Küçük kız çocuğu da değilim. Kalbimi bu kadar kırmana, kötü bir şey yapmışım gibi üzerime gelmene de gerek yoktu. En sonda diyeceğin şeyi en başta deseydin belki de bu kırıcı tartışmayı yapmayacaktık,’’ O bana böyle baktıkça ona sarılasım, öpesim geliyordu. Oysa az önceki bağırmalarına karşı gelmemesi gerekti. Öyle olması gerekti değil mi? Sanırım evlilikte gururda bir kenara bırakılması gerekti ama ben bırakmak istemiyordum. Ona sarılmak istiyordum ama yapamıyordum. ‘’Sana sarılmak istiyorum ama az önceki bana söylediklerin için gelip sarılamıyorum da sana,’’ diyerek itiraf ettim. O da ellerini göz kapaklarına bastırıp bana arkasını dönüp kısık sesle gülmeye başlamıştı. ‘’Gülmesene, pislik! Hala küsüm sana. Yatak odası harici istediğin yerde uyuyabilirsin ama sakın yatak odasına gelme!’’ diyerek vestiyere koyduğum çantamı almak için dış kapıya doğru yürüdüm. Kenan ise arkamdan gelerek beni takip ediyordu. ‘’Leyla saçmalama!... Leyla duymuyor musun beni? Karı kocanın ayrı yerlerde uyuduğu nerede görülmüş!’’ Yatak odasının kapısına kadar birlikte yürüdük. Çantamı yatağa bırakıp dolaptan bir pike ve yastık alarak arkamda duran Kenan’ın kucağına verdim. ‘’Yatak odası harici her yerde uyuyabilirsin ama sakın yatak odasına gelme çünkü yarın geleceğim ev burası değil annemlerin evi olur.’’ dedim ciddiyetle. Ne kadar haklı olursa olsun bana küfür etmenin ve bu kadar kalp kırıcı konuşmasının bende yeri yoktu. Kenan ciddiyetimi gördüğünde yavaş adımlarla arkasını dönerek odadan çıktı. |
0% |