Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@siyahbaykuss

İyi okumalar <3

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın :)


Verilen sözleri tutmak ne kadar önemliydi? Her verilen söz ne olursa olsun tutulmalı mıydı? Bir söz uğruna hayatına birini dahil edecek olmak etik sayılır mıydı? Hayatına girip çıkan insanlardan birazda insanın kendisi mesuliyetli.

Bu konuyla ilgili kendimi teselli edecek cümleler bulabilirdim az çok ama önemli olan bunları icraata geçirebilecek miydim?

İsmini bile bilmiyordum, daha doğrusu öğrenmek istememiştim. Nasıl bulupta aynı masaya oturacağım onu bile bilmiyordum. Hakkında bilgi almak istememiştim, masa numarası dışında bir bilgim yoktu onunla alakalı. Tek isteğim niyetini az çok öğrenip, kendi niyetimi de belirtip sohbeti bitirmekti.

Buluşacağımız kafenin durağına yaklaşınca otobüsün kırmızı ikaz düğmesine basmış ve az bir mesafeden sonrada inmiştim.

Aniden bulutlanan havada şu anki ruh halime tuzu biberi olmuştu. Evden çıkmadan önce gayet güneşli olan hava birden bire bulutlanmıştı. Yağmur yağmasaydı bari.

Otobüs durağının bulunduğu yere yürüme mesafesi ile yaklaşık 5 dakikaydı buluşacağımız mekan ama sanki 5 dakikalık mesafe bana 2 dakika gibi gelmişti ne ara mekanın önüne geldiğimi anlamamıştım.

Kafenin içi oldukça minimal ve hoştu. Bir an bu kafeyi özellikle seçmiş olduğunu düşünmüştüm. Sonra aklıma eğer niyetinde ciddi biriyse tabi ki özellikle böyle bir yer seçmesi gerektiği aklıma geldi.

Onunla ilgili düşünmeyi acilen bırakmalıydım.

Yanıma kafede çalıştığı üzerindeki yaka kartından belli olan genç bir kız gelmişti. Ona ‘’G10 numaralı masa nerede acaba?’’ diye sorduğumda şaşırsa da bir şey söylemeden bana masayı göstermişti.

Gösterdiği masanın sandalyesine yerleşip oturup yanındaki sandalyeye çantamı asarken garson kız önüme menüyü bırakıp ‘’Hoş geldiniz.’’ diyerek yanımdan uzaklaşmıştı.

Şansa masa dolu değildi, dolu olsaydı n’olacaktı acaba?

Hala gelmemişti. O gelene kadar önümdeki menü ile ilgilenebilirdim. Menüyü incelerken Türk kahvesi alacağıma emin olduğuma rağmen içeceklere ve fiyatlarına göz gezdirdim.

Menüye bakmaktan sıkıldığım an yüzümü ellerimin arasına aldım. Nerede kalmıştı bu adam? Gelmeye meraklı değilse merak etmesine gerek yoktu. Zaten bende burada durmaya hiç meraklı değildim.

Üçüncü defa yanıma gelen garsona artık kayıtsız kalmayarak soğumaya başlayan havaya rağmen buz gibi bir meyveli maden suyu istemiştim.

Artık burada çalışan elemanlar bile benden bıktığını ve burada ne aradığımı düşündüklerini düşünmeye başlamıştım. Acaba normal miydi?

Yoksa beni tanıyamamış mıydı? En doğru soru beni tanıyacak kadar görmüş müydü? olmalı sanırım. Bana talip olduğuna göre beni görmüş olmalıydı.

Kol saatime baktığımda anlaştığımız saatten 35 dakika geçmiş olduğunu gördüm. Meyveli maden suyum bitmişti. Gözümü kapıdan ayıramıyordum ve her gelen kişiye dikkatli bir şekilde incelemeye çalışıyordum. Sanki gelecek kişiyi hayatımda görmüştüm de.

İşin içinde babam olmasaydı kesinlikle böyle durumlara katlanmazdım. Burada geçirdiğim 35 dakikamın boşa geçmesi beni sinirlendirmişti. Kendimi aptal yerine konmuş gibi hissediyorum.

Sinirle ayağa kalkıp çantamı ve ince kabanımı alıp ayağa kalkmıştım. İçtiğim sodanın parasını ödedikten hemen sonra telefonumu alıp annemi aramıştım. O kadar sinirliydim ki, bir daha ağzıyla kuş tutsalar buluşmazdım o kişiyle.

Tamam, işi olabilir veya aniden işi çıkmış olabilirdi ama bu haber vermesine kesinlikle engel olmamalıydı.

‘’Alo kızım.’’ Telefonu açan anneme patlamamak için kendimi tutmuştum. Onun bir suçu yoktu sonuçta.

Sadece ağzımdan ‘’Geliyorum eve.’’ cümlesi çıkmıştı.

‘’N’oldu? Konuşabildiniz mi?’’

‘’Konuşamadık çünkü gelmedi anne,’’ sinirden duraksamıştım. ‘’Geliyorum eve, evde konuşuruz.’’ diyerek devam etmiştim. Annemde ‘’Peki, gel bakalım. Gelince konuşalım’’ dedikten sonra telefon görüşmesini sonlandırmıştık.

İnce kabanımı üzerime geçirip kafenin kapısına kadar geldim. Yağan yağmurda kötü olan ruh halimi berbat etmişti. Bursa’nın havasına bir kez daha uyuz oluyordum. Hiçbir zaman bir anı bir anına tutmayan bir havası vardı. Buradaki aptal da ben olmalıydım sanırım. Doğup büyüdüğüm şehri bilmiyormuşçasına hep inanıyordum Bursa’nın havasına.

Yapacak bir şeyim yoktu. El mahkum otobüs durağına kadar ıslanacaktım. Çantamı sol omzuma asmış kafenin kapısından uzaklaşacakken aniden başımın üzerine doğru tutulan açık şemsiye ile ne olup bittiğini kavrayamadığım için adımımı atamamıştım.

Şemsiyeyi bana tutacak diye yakınıma gelen kişiyle kısa bir an ne yapacağımı bilememiştim, sonuçta her gün böyle durumlarla karşılaşmıyordum, tanımadığım kişinin bana bu kadar yakın olması rahatsız hissettirmişti.

Karşıdan iyilik gibi gözüken durum bana tacizden başka bir duygu hissettirmemişti. Bunu bakışlarımla da belli etmiş olacaktım ki bana doğru eğilip ‘’Öyle sana kötü şeyler yapıyormuşum gibi bakma bana.’’

Bir iki adım yana kayıp uzaklaştığımda ‘’N’apıyorsunuz beyefendi?’’ demiştim. Sesimin sitemkar çıkmasını engelleyememiştim. Uzaklaştığım için ıslanan bedenim umrumda değildi şuan.

Sinirliydim, birde bu eksikti.

‘’Şemsiye tutuyorum. Kötü bir şey yapmıyorum.’’ sesi pişkince miydi yoksa sinirimden öyle mi algılamıştım bir fikrim yoktu. ‘’Ben sizden böyle bir şey istedim mi?’’

Hala bana tutmakta olduğu şemsiyeyi biraz daha yaklaştırmıştı. Kişinin yüzüne de yağmur yüzünden görememiştim. Sadece boyu ile ilgili tahminlerim vardı.

Şemsiyenin bana doğru gelen kısmını ona doğru ittirip ‘’Beyefendi gidin kendiniz kullanın şemsiyenizi, istemiyorum ben.’’ diyerek sesimi yükseltmiştim

‘’Lütfen alır mısın? Arabam var, ben onunla giderim.’’

‘’Sizde, arabanızda umurumda değil.’’ diyerek bulunduğum kafenin önünden ıslanmak pahasına aniden çıktım. Hızlı adımlarla ondan uzaklaşırken o büyük şemsiyeyi hem bana gelecek şekilde hem de kendisine gelecek şekilde tutuyordu.

‘’Bela mısın kardeşim sen ya?’’ diyerek neredeyse çığlık atmıştım. Bendede naziklik, hanımefendilik bu kadardı. Naziklikten anlamayan birisine ne anlatacak zaman ne de sabır yoktu şuan bende.

Bugün galiba şansım yoktu. Bugün Leyla’nın erkeklerden nefret etme günü olmalıydı kesinlikle. Neydi benim bugün erkeklerden çektiğim? Biri kendi istediği halde gelmez, diğeri git dediğim halde gitmemekte ısrar ederdi.

‘’Sen şu şemsiyeyi aldığında, bende sana bela olmaktan çıkacağım.’’ dediği anda sinirle karşısına geçmiştim. Islanmak umurumda değildi ama karşımdaki kişinin umurunda olmalıydı ki şemsiyeyi bana doğru tutmaya devam ediyordu.

‘’Şemsiyenizi niye alayım ben? Tanımıyorum sizi.’’

‘’Yağmurun yağması bu şemsiyeyi alman için en önemli sebeplerden biri bence.’’

Sanki çok samimiymişiz gibi sen kişi zamirini kullanması da ayrı sinirimi bozuyordu. Hiç değilse siz kipi ekini kullanması beni daha rahat ettirebilirdi.

Şemsiyeyi biraz daha yukarı doğru tutunca ayrıntılı bir şekilde görmüştüm onu. Islanmış, alnına dökülen siyah saçlarıyla ve siyaha yakın koyu renk gözleriyle bana kızgın bakan bir adam vardı karşımda. Teni siyah saçları ve koyu renk gözlerine rağmen bembeyazdı.

Aslında normal bir şekilde karşılaştığımızda kesinlikle beğeneceğim bir kişi olmasına rağmen hiç sempatik gelmiyordu şuan bana.

Dudaklarımı birbirine bastırıp elinde tutuğu şemsiyenin sapını elinden çekip almıştım. Alma sebebim bu havada onunla inatlaşamayacak kadar üşümemdi kesinlikle. Birde çok samimiymişiz gibi benimle konuşması kesinlikle beni huzursuz etmesi de oradan uzaklaşmam içinde bir diğer nedendi.

‘’Oldu mu? Memnun oldunuz mu artık?’’

‘’Evet, oldum.’’ diyerek cevap verdiğinde daha fazla konuşmak istememiştim sadece eve gitmek istiyordum.

Cevap vermeden arkamı dönüp gidiyordum ki ‘’Dünya küçük, illa ki yakında görüşürüz.’’

Kısık sesle ‘’Allah korusun,’’ diyerek karşılık vermiştim arkamı dönmeden ve hızlı adımlarla otobüs durağına kadar ilerlemiştim.

 

Loading...
0%