@siyahbaykuss
|
Oy kullanmayı ve yorum yapmayı unutmayın <3 O an kapıyı ilk açtığımda kimi beklediğimi yada neyle karşılaşacağımla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Siyaha yakın koyu renkli gözleri, şekillendirilmiş siyah saçları ve bunları ön plana çıkartan beyaz teni… Evet oydu. Onu gördüğümde ise adeta beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Hafızamda direk şemsiyesini aldıktan sonra arkamdan söylediği cümleler yer etmişti. ‘’Dünya küçük, illa ki yakında görüşürüz.’’ Dünya gerçekten küçük müydü? Yoksa ben bir oyunun içine mi dahil edilmiştim? Dakikalarca beklediğim, bana haber dahi etmeyen kişi ile kafe çıkışında bana iyilik etmek istediğini sandığım, bir şemsiye için laf dalaşına girdiğim kişi aynı kişi miydi? Yoksa bu benim hüsnükuruntum muydu? Ben hariç evdekiler gelen misafirlerle selamlaşırken ben hala şaşkınlığımı atlatamamıştım ve ihtimal olayları düşünmeye, o an aklımdan geçirmeye bile başlamıştım. Kapının orada dikiliyordum ama algılarım açıktı. O yavaş yavaş kapıya ilerlerken bakışlarının bana kaydığını hissediyordum ama bakmaya cesaretim yoktu. O da benim gibi şaşkın mıydı? Yoksa buraya geleceğinden haberi var mıydı? Bu konuya acayip ve anlamadığım bir şekilde kafayı takmış bulunmaktaydım. ‘’Böyle kapının dibinde kaldık. Buyurun içeriye geçelim.’’ annemin sesiyle kendime gelmiştim. Saniyelik karınca gibi çalışan beynim adeta durmuştu. Kapının dibinde durmamın saçma olduğunu fark etmiş ve hızlı adımlarla mutfağa geçmiştim. Mutfağa gelişimden dakikalar sonra ablamda arkamdan gelmişti. ‘’Neden selam vermedin insanlara?’’ ‘’Ş-şaşkınlığımdan veremedim.’’ dediğimde artık nasıl gözüküyorsam ablam iki adımıyla yakınıma gelmişti. Elinin ters yüzünü alnıma yaklaştırıp ‘’İyi misin ablacığım?’’ demişti. Başımı aşağı yukarı sallamıştım iyiyim dercesine. Büyük ihtimalle tesadüftü. Bu durumu böyle abartmama ve dramatize etmeme gerek yoktu. Eğer öyle bir durum gerçekten varsa biliyordum ki son karar her zaman bendeydi… ‘’İyiysen geçelim, insanlara hoş geldin falan de.’’ Gözlerimi devirmiştim. Saygısız bir kişi değildim kesinlikle ki en iyi bunu ablam bilirdi. Şimdi böyle üstelemesi hem saçma hem de beni kötü hissettiriyordu. Ablamla salona geçmiştik. O tekli koltuğa oturmuştu. Annesi ve babası da iki kişilik koltuklardan birisinde yer almıştı. ‘’Hoş geldiniz.’’ diyerek ortaya konuştuğumuzda tebessümle ‘’Hoş bulduk.’’ hep bir ağızdan demişlerdi. ‘’Kusura bakmayın, az önceki karmaşalıkta selam veremedim size.’’ derken büyüklerin elini öpmek için yanlarına gitmiştim. Ellerini öpüp salonda yer alan sandalyelerden birine otururken annem ‘’Leyla, Rıdvan amcan ve Ümmügül yengen. Hatırlar mısın bilemedim şimdi ama küçükken hep bir araya gelirdik.’’ demişti. Hafızamda bazı sahneler vardı ama birleştirememiştim. ‘’Yok, hatırlamıyorum.’’ dediğimde onun yere bakan bakışları bir an değişmişti. Bu arada hala ismini bilmiyordum. ‘’Eski mahallemizde komşumuzdu. Ayrılırken sen 5 yaşlarındaydın gerçi ama hiçbir zaman aramıza mesafe girse de soğukluk girmesine izin vermedik.’’ diyen babama çevirdim bakışlarımı. Annem gülümseyerek ‘’Konuşmamız için önümüzde bir sürü vakit var zaten.’’ dedi ve babamın sözünü kesti. ‘’Karnınız acıkmıştır onca yoldan geldiniz. İsterseniz sofraya geçelim.’’ diyen annemle herkes ayağa kalkmıştı. Bende ablamın peşinden mutfağa gitmiştim. Ablam ocağın altını kapatırken ‘’Çocuğu gördün mü ne kadar yakışıklı?’’ dedi. Gülerek ‘’Eniştem böyle söylediğini duysa çok kızardı sana.’’ dedim. ‘’Ayy saçmalama Leyla! Sanki ben kendim için dedim onu, senin için dediğimin gayet farkındasın.’’ dediğinde gülümsemem yüzümde donmuştu. ‘’Bugün yaptıklarınızın da, bu elbisenin de, amacınızın da gayet farkındayım abla merak etme sen.’’ Ablam mahçup bir şekilde bakmaya başlamıştı. Tam ağzını açmış bir şeyler söyleyecekken annem mutfağa gelmişti. ‘’Tıkıldınız kaldınız buraya. Gelin hadi misafirler bekliyor.’’ Ablamla aynı anda ‘’Geliyoruz anne.’’ dedik. Ablamla tencerenin içindeki yemekleri alıp salona geçmiştik. Annem yemek masasının yanına kimseyi rahatsız etmeyecek bir şekilde ortaca bir masa koymuştu. Bizde elimizde tuttuğumuz içi dolu tencereleri onun üzerine koyduk. Masanın baş köşelerinde babam ve Rıdvan Amca oturmuştu. Babamın sağına annem onun yanına da ben oturmuştum. Ablamda babamın sol tarafında oturan eniştemin yanına oturarak yerini almıştı. O da babasının sol tarafına oturarak ablamla yan yana oturmuştu. Benim çaprazımda kalıyordu. Ona gözümün ucuyla bakmaya çalışırken bana baktığını fark etmemle onun önüne dönmesi benimde ondan bakışlarımı çekmem aynı saniyeler içinde gerçekleşmişti. Annem yemekleri tabakları koymaya başlamasıyla ablamla birlikte sofradakilerin önüne tabaklarını yerleştirmeye başladık. ‘’Çok şükür uzun bir aradan sonra bağlarımız kopmadan ailecek sofrada toplanabildik.’’ dedi Rıdvan Amca. ‘’Çok şükür, çok şükür.’’ dedi babam. ‘’Buradan ayrılırken çocuklar çok küçüktü. Belki birbirlerini bile hatırlamazlar.’’ diyerek sohbete dahil olmuştu Ümmügül Yenge. ‘’Kenan’dan bir büyüğümüz var birde ismi Kamuran.’’ İsmi Kenan’dı demek. Vaat edilmiş ülke… ‘’Ya ben hatırlıyorum aslında. Gerçi o zaman Leyla ufaktı ama üçümüz çıkar oynardık. Kenan’ı hatırlayamadım ben ilk gördüğüm an. Maşallah çok değişmiş.’’ diyen ablama bakan eniştemin bakışları ablamı, Kenan’dan kıskandığı yönünde olduğu çok açıktı. Eniştemin bu hali hem çok hoşuma gitmişti hem de komiğime gitmişti. Ablamın ona olan sevgisinin büyüklüğünü bilse hiç kıskanmasına gerek olmazdı bana göre. ‘’Hatırlıyorum üçümüz oynardık.’’ diyen Kenan’a çevirdim bakışlarımı. Maziyi hatırlayan yüzünü gülümseme sarmıştı. ‘’Gerçi sen bebeklerinle oynamayı daha çok severdin. Abimde sana hep sataşırdı bu yüzden.’’ ‘’Hatırlıyorum.’’ gülerek cevap vermişti ablam. ‘’Leyla’da çok küçüktü o zamanlar hatırlamaz tabi.’’ dedi annem. Yemeğimi yiyor ve konuşmalara katılmıyordum. Sadece konuşulanları dinliyordum. ‘’Evet, küçüktü.’’ Kenan’ın sesini duyduğumda başımı ona çevirdiğimde onun da bakışlarının bende olduğunu gördüğümde bakışlarımı ondan çekmiştim. Gözlerimiz karşılaştığında çekindiğimi ve heyecanlandığımı kabul ediyordum. Bakışları o kadar değişikti ki… Aslında bir çift koyu kahverengi gözdü ama sanki söylemek istediği başka şeyler varmış gibi hissettiriyordu içimde bir yerlerde. Küçük olmam iki de bir vurgulanmasına rağmen sohbete dahil olmamış ve yemeğimle ilgilenmiştim. ‘’Aslında yaz ayı gelse ailecek bir tatil yapsak nasıl olur?’’ diye sormuştu Rıdvan Amca. ‘’İyi olur aslında hem de özlem gideririz. Bizim köye gideriz.’’ demişti babam da. Bursa’nın Yenişehir İlçesine bağlı köylerden birinde evimiz vardı. Yani tamamen doğma büyüme Bursa’lıydım. ‘’Çok güzel olur maaile gideriz inşallah.’’ Yemeklerimizi sohbetler eşliğinde yemiştik. Ben konuşmalara dahil olmamıştım ki zaten kimsede beni dahil etmek için uğraşmamıştı. Ki ben küçükken olduğu için hatırlayamadığım şeyler içinde sohbete dahil olmak hiç içimden gelmemişti bugün. Ümmügül Yenge’nin de yardımıyla 4 kadın sofrayı toparlamıştık. Erkeklerde salonda ki koltuklara yerleşmişler kendi aralarında konuşuyorlardı. Ablam Türk kahvesi hazırlarken bende onun yanında fincanları tepsiye diziyor, tabağına da ufak çikolatalardan koyuyordum. Ümmügül Yenge yanımıza gelip ‘’Hava bugün çok güzel hadi siz gidin dolaşın biraz.’’ demişti. Ablama bakıp ‘’Olur mu ki?’’ demiştim. Misafirler vardı belki babam ayıp karşılayabilirdi. Gerçi bunu Ümmügül Yenge dediğine göre Kenan’da dahil olmak üzere dördümüz çıkacaktık. ‘’Olur niye olmasın.’’ diyerek ablam cevap vermeden Ümmügül Yenge cevap vermişti. ‘’Peki o zaman kahveleri dağıttıktan sonra çıkarız.’’ dedi ablam. Ablam kahveleri fincanlara koyarken salondan da bize sorduğu soruların aynısını içeride de konuştuklarını duymuştum. Aslında dışarıya çıkmak daha iyi olabilirdi. Eğer fırsatını bulabilirsem sorularımı sorabilir, şemsiyesini de geri iade edebilirdim. Kahveleri dağıttıktan sonra üzerimize bir şeyler geçirip çıkmıştık evden. Çıkmadan önceden şemsiyeyi almayı unutmamıştım. Hava serindi ve evden çıktığım için birden gelen serin hava hafiften üşümeme neden olmuştu. Ablamla eniştem kol kola girmiş önden gitmeye başlamışlardı. Kenan ve ben de arkadan onları takip etmeye başlamıştık. Çok değişik bir atmosfer oluşmuştu bir anda. Konuşmak, hesap sormak istesem de yapamayacağım bir andaydım şuan. Ablam ve eniştem konuşmalarımızı duymaması için adımlarımı yavaşlatmıştım. Sanki o da aynı şeyi düşünmüşüz gibi o da yavaşlatmıştı adımlarını. Elimdeki şemsiyeyi ona uzatmıştım. ‘’Teşekkür ederim, alabilirsin artık.’’ Hafif bir kahkaha atmıştı. ‘’O gün bu kadar uysal değildin.’’ dedi. Sessiz kalmıştım. Asıl konuya girecektim ama bu konuyla girmek istemiyordum. O anki hissettiğim duyguları ona nasıl anlatmalıydım ki? Şemsiyeyi almadı. ‘’Sende kalabilir, almama gerek yok.’’ ‘’Alır mısın lütfen? Bir de bunun için tartışmak istemiyorum seninle.’’ diyerek anında tepki göstermiştim. Gülerek almıştı elimden şemsiyeyi. Yavaş yavaş adımlıyorduk. Hava serin ama güzeldi. Bursa’nın en çok bu havasını seviyordum bu aylarda insanı üşütmeyecek bir esintisi vardı. İnsanın içini ferahlatıyor, sakinleştiriyordu. Ablam ve eniştem kol kola girmiş gülüşüyorlardı. Sadece kahkahaları geliyordu bize. Onların yanına yetişmek istesem de mutluluklarını bozmak istememiştim. Ablamı böyle mutlu görmek beni sevindiriyor, sanki onun yerinde ben varmış gibi seviniyordum. Kenan aniden ‘’Özür dilerim.’’ dediğinde daldığım yerden çıkmıştım. ‘’Anlamadım, neden özür diliyorsun.’’ Bu konu da bir bit yeniği olduğunu anlamıştım ama salağa yatmak o an kendim için en iyi durumdu. ‘’O gün karşılaştığımızda beklettildiğini sandığın zamandan bahsediyorum.’’ ‘’O, sen miydin?’’ ‘’Evet,’’ bakışlarım aniden değişmişti. Suskunluğumu yanlış anladığında kendini açıklama zahmetine girmişti. ‘’Ama sandığın gibi değil yemin ederim. Sadece seni denemek iste-‘’ derken sözünü kesmiştim. ‘’Beni denemek istemiştin öyle mi?’’ dediğimde sesimi olabildiğince kısık tutmaya çalışıyordum. Ablamın büyük ihtimalle Kenan’dan haberi vardı ama o gün bizim karşılaştığımızdan haberi yoktu. ‘’Leyla beni yanlış anlıyorsun.’’ ‘’Demek seni yanlış anlıyorum… Sen kimsin? Sen kimsin de seni yanlış anlayacağım ben?’’ ses tonum fazla umursamaz çıkmıştı. ‘’Sert tepki veriyorsun. Biraz ses tonunu düşür!’’ sesi konuşurken sonlara doğru sertleşmişti. Bakışlarımı ona doğru çevirmiştim. ‘’Eve gitmek istiyorum ben,’’ yutkunmuştum. Şuan karşısında küçük çocuktan farkım olmadığını biliyordum. Küçük bir kız çocuğu. ‘’Sen ablamlarla takıl.’’ ‘’Bu durumu konuşmadan, aramızda halletmeden, kaçacak mısın yani?’’ ‘’Konuşulacak bir şey yok ki. Ben daha o gün gelmeden önce zaten kararımı vermiştim.’’ İnanamamış gibi bakmaya devam ediyordu bana. Konuşmaya devam ettim. ‘’Allah aşkına kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz farkında mısın? Günümüzde görücü usulü evlilikler mi kaldı!’’ ‘’Bunu yarın buluşunca konuşuruz.’’ ‘’Buluşmak istemiyorum, gerçekten.’’ ‘’Leyla!’’ ismimi sert ses tonuyla söyleyince ürkeceğimi ve evet mi diyeceğimi sanıyordu acaba? ‘’Beni denemek için beklettiğinden bahsediyordun az önce. Ne yapmamı bekliyorsun ki benden?’’ Bakışları yumuşamış az önceki gibi sert değildi bakışları. ‘’Tamam gel seni eve bırakayım. Bu konuyu ikimizin de sinirlenmediği bir anda konuşalım. Çünkü yolda senin söylediklerine odaklıyken yürüyemiyorum.’’ dediğinde gülesim gelmişti. Dinlerken yürüyemiyor muydu?! Onunla sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi konuşmakta garip hissettiriyordu beni. Kesinlikle öyle biri değildim. Karşımdaki kişiye göre seçerdim kelimeleri ve ona göre davranırdım ama ona karşı böyle fevri çıkışlarım rahatsız etmişti beni. Belki de onun bana uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi davranması da etkili olabilirdi bunda. Çünkü o da aynı benim gibi sanki uzun yıllar tanışıyormuşuz gibi seçiyordu kelimelerini. Kesinlikle dengemi alt üst etmişti. ‘’Kararım değişmeyecek ama tamam kabul ediyorum.’’ dememe gülümsemiş, ona karşı gelmemem büyük ihtimalle hoşuna gitmişti. |
0% |