@siyahbaykuss
|
‘’Kararım değişmeyecek ama tamam kabul ediyorum.’’ Bu konuşmanın üzerinden tam olarak 1 hafta geçmişti. İkimizden de ses seda yoktu. Özellikle de benden. Bu konuyu hiç olmamış gibi ne ablama ne de anneme, babama hesap sormamış onlarda bana bir şey dememişti. Kenan’dan da bir haber yoktu. Haber beklediğimden değildi de o konuşmanın üzerindeki kararlığıyla yakın bir zamanda konuşmak için ısrar edecek gibi hisler uyandırmıştı bende. Telefon numaramı da vermemiştim o gün. O yüzden telefon üzerinden hiçbir beklenti içinde değildim. Genel olarak bir beklenti içinde de değildim demek daha doğru olabilir. Bu süreç içinde ertelediğim ders çalışma rutinime geri dönmüş ve her gün eskisi gibi kütüphaneye gidiyordum. Orada çalışan her yaştan insanın çalıştığını görünce ders çalışmanın zevki daha farklı oluyor gibi hissediyordum. Tek sorun sonbahar mevsimine girdiğimiz için her an değişiklik gösteren Bursa’nın havasındaydı. Bursa’da Uludağ olmasına rağmen gerçek kışı sadece dağlık kesim görebilirdi.Benim yaşadığım ilçede ancak dolu dolu yağmur yağardı. Bugün yağmur yağsa yarın yaz ayı gibi güneş olurdu. Bu tamamen ekolojik ortamının zamanla bozulmasıydı. Bugünde hava sanki dün güneşli değilmişçesine yağmur yağıyordu ama bu sefer hazırlıklıydım. Üzerimde hem montum hem de çantamda şemsiyem vardı. Gerçi ben kütüphaneden çıkana kadar tahminen dinerdi yağmur. Test çözmeye kaptırmıştım kendimi. KPSS için emin adımlarla geliyor gibi hissediyordum ama yine de korkuyordum. Gerçi ben SBS’den, YKS’den alışıktım ama en son sınava gireli 5 yıl oluyordu. Gözlerimi test sorulardan ayırmış ve etrafıma göz gezdirmiştim. Herkes çalışıyor, sessiz bir şekilde işlerini hallediyordu. Oturmaktan ağrıyan bacaklarım için kütüphanenin alt katında kalan kantinine gitmeye karar vermiştim. Elime sadece telefonumu alıp kalkmıştım oturduğum yerden ve alt kata, kantine doğru adımlamaya başlamıştım. Bir çay alıp boş çift kişilik koltuklardan birine oturmuştum. Gözlerimi kapatmış hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. Test çözmek değişik bir haz verse de bedenimi de yorduğu gerçekti ama az zamanım kalmıştı. Kısa bir zaman sonra oturduğum çift koltuğun bir tarafı çökünce gözlerimi açmıştım aniden. Koltuğun çöküş nedenine bakmak için başımı çevirdiğimde karşımda onu görmüştüm. Kenan’ı. Gelmeyeceğini düşündüğüm bir zamanda gelmişti. Yine… Davranışlarına alışmam gerekiyordu kısa süreliğine de olsa. Yoksa ikide bir en olmayacak yerlerde karşıma çıkması alışılamayacak bir korku bırakacaktı bende. Sonunda onun burada olduğunu kavradığımda derin nefes alıp ‘’Senin burada ne işin var?’’ diye sordum. ‘’Konuşacaktık, diye hatırlıyorum.’’ ‘’Burada mı?!’’ ‘’Yer önemsiz ama haklısın. Burası pek yeri değil gibi.’’ derken kantini incelemeye başlamıştı. Konuşulmaktan kaçamayacağımı her türlü fark etmiştim artık. Ya Kenan yada babamla her türlü bu konuyu konuşmak zorunda kalacaktım. ‘’Evet, öyle. Ben eşyalarımı toplayayım, gidelim konuşalım bir yerde.’’ diyerek kalkmıştım oturduğum yerden. Benim kalkmamla o da kalkmış ve ‘’Tamam, o zaman. Sen eşyalarını topla bende seni kapıda bekliyorum.’’ demişti. O kapıya doğru giderken bende üst kata çıkıp eşyalarımı toplamış ve kapıya inmiştim. Kapının önünde beni bekliyordu. Onu böyle görünce tuhaf hissettiğimi itiraf etmem gerekiyordu. Sırtımda okul çantası, karşımda o deri ceketiyle beni bekliyordu. Sanki ben okul kızı, o da okul çıkışıma gelen serseri bir çocuktu. Şuan tamamen ben tehlikeliyim diye bağırabilirdi ama ailesiyle bize geldiklerinde aile çocuğu gibiydi oysa ki. Koyu saçları en son gördüğümden daha dağınıktı ama ona yakışmıştı. Bize geldiklerinde sabitlediği jöleli saçlarıyla da hoştu gerçi. Bacaklarını tayt gibi sarmayan, ona yakışan siyah pantolonu ve üzerindeki siyah deri ceketiyle oldukça yakışıklı bir erkek olduğunu kabul etmeliydim. Şuan yaptığıma inanamıyordum! Onu resmen dikizlemiştim, gözlerimle taciz etmiştim adamı! Kendimden utanıyordum şuan. Derin nefes alarak az önce yaptığım hatayı görmezden gelerek onun yanına doğru adımlarımı atmıştım. Gözleriyle, gözlerimiz buluşunca içimi bir titreme almıştı. Üzerimdeki monta daha sıkı sarılma ihtiyacı duymuştum. ‘’Hadi gidelim, nereye gidiyorsak?’’ ‘’Gidelim ama arabam arka mahallede.’’ dediğinde ne demek istediğini anlamıştım. Arka mahalleye gidip arabasını binmekten söz ediyordu. Araba, bir taşıttı. İnsanları bir yerden bir yere kısa bir zamanda ulaştıran güzel bir icattı. Tek sorun benim o arabaya binmek istemememdi. Çok mu abartıyordum hiçbir fikrim yoktu ama Kenan’ı tanımıyordum, ailelerimiz tanışıyor diye ona güvenmem anlamsızdı. ‘’Iıı… Şey-‘’ ağzımı açmış arabaya binmemek için bir mazeret uyduracakken Kenan sözümü kesip ‘’ Ama istersen yakınlarda bir yere de gidebiliriz.’’ demişti. Bir can simiti gibi sarılmıştım bu önerisine ve hemen başımı onaylarcasına sallamıştım. ‘’Olur, tabi… Iıı şey yakınlarda güzel bir kafe olacaktı.’’ ‘’Gidelim, yağmur yağmazken.’’ demiş ve ardından sanki bir şeye takılmış gibi ‘’Çantanı istersen ben taşıyabilirim.’’ demişti. ‘’Yok, teşekkür ederim. Ben taşırım.’’ Yavaş adımlarla ileriki kafe için yürümeye başlamıştık. Gittiğim kütüphane işlek caddede olduğu için bir kafe bulmak sorun olmazdı. İkimizde yürürken konuşmuyorduk. Bu iyi hissettirse de aynı zamanda rahatsızda hissettiriyordu. Bir sohbet açmak zorunda gibi hissediyordum ama konuşmakta istemiyordum. Şuan sadece hemen konuşalım ve sonra da eve gitmekti amacım, başka bir dertte değildim. Yürüyerek kısa bir süre sonra bir kafe bulmuştuk. Kafenin içine girdiğimizde balkon tarafı açılabilir camlarla çevrilmişti ve klimalar açıktı. İkimizde birlikte klimanın gördüğü bir masaya geçmiştik. Geç kalınan bir konuşmaydı. O gün beni beklettiği günkü konuşulması gereken her şey birazdan gecikmeli bir şekilde bugün konuşulacaktı. Masaya oturur oturmaz ben sırtımdaki çantayı yanımdaki sandalyeye yerleştirirken garson menü isteyip istemediğimizi sormuştu. ‘’Menüye gerek yok, sence?’’ diyerek Kenan’a bakmıştım. O da beni onaylar bir şekilde ‘’Evet menüye gerek yok. Orta şekerli Türk kahvesi alayım ben.’’ ‘’Bende çay alayım.’’ Garson gittikten sonra Kenan ile bakışlarımız birleşmişti. İkimizinde aklından aynı şeyin geçtiğine yemin edebilirdim. Konuşmaya nereden başlayacaktık? Kenan bakışlarını gözlerimden çekip ‘’Böyle tuhaf oluyormuş. Sen karşımdasın, diyecek onca kelimem var, ama beynim durdu gibi şuan.’’ demişti. ‘’Aklında ne varsa açık açık konuşabilirsin benimle.’’ ‘’Peki… Ne düşünüyorsun? Yani beni, seni, bu durumumuzu… Biliyorsun ikimizin ailesi de bize belli etmese de bizden bir cevap bekliyor.’’ dedi gözlerimin içine bakarak. O kadar derin bakıyordu ki gözlerimi kaçırmak zorunda hissetmiştim. O sırada kahve ve çayda gelmişti. ‘’Kendimi sana çok dürüst bir şekilde ifade edeceğim.’’ diyerek başlamıştım. Gözlerimi gözlerine dikip, derin nefes alarak devam ettim. ‘’Aklımda şuan evliliğin e’si bile geçmiyor. Hayallerim var, bir amacım var. Seni tanımadığımı bile katmıyorum bu konuşmaya. Kendimi sana doğru bir şekilde ifade edebildim mi bilmiyorum ama düşüncelerim böyle.’’ Yani kısacası bu evliliğe yada onlar adını her ne koyuyorlarsa onda gönlüm yoktu. Gözlerini, gözlerimden bir süre daha ayırmamıştı. Sonra bakışlarını çekmişti. ‘’Kendini gayet iyi ifade ettin, merak etme.’’ Bir süre aramızda sessizlik olmuştu. O masada sanki bir yere odaklanmış gibi oraya dalmıştı. Düşünüyordu. Bende gözlerimi ondan çekmiyordum. Sonra koyu renk gözlerimi gözlerime dikip ‘’Şimdi ben kendimi sana düzgün bir şekilde ifade edebilecek miyim acaba?’’ dediğinde ikimizinde ağzından kıkırtılar çıkmıştı. Açıkçası söylediği garip bir şekilde hoşuma gitmişti. ‘’Ailelerimize kalsa bizi hemen görücü usulü ile evlendirirdi. Sende bende saygıdan ses edemezdik. Zaten hayatımızda da kimse yok, görücü usulü ile evlenen onca kişi var diyede ses edemezdik. Onlara da bir şey diyemiyorum böyle görmüş, böyle öğrenmişler.’’ Söylediklerinde çok haklıydı. Ona hak veriyordum ama kelimelerini ikimiz içinde kullanması, sanki beni yakından tanıyormuş gibi söylemesi garip hissettirmişti. Kahvesinden yudum alıp devam etti. ‘’Yanlış anlama, bunları söyleme nedenim burada konuşup, konuşmakta olsa birbirimize bir şans vermemiz.’’ ‘’Yok, yanlış anlamadım.’’ ‘’Benim demek istediğim hani dedin ya hayallerim, bir amacım var, diye ben senin hayallerine de amaçlarına da saygısızlık etmem, seni desteklerim daha çok… Daha çok hoşuma gider hatta. Böyle bir eşe sahip olmak daha çok gururlu hissettirir beni.’’ Düşüncem değişmişti şimdi ona karşı. O beni bekletmesi saygısız adam duruşunu bozmuş ve ona karşı daha sıcak bakmamı sağlamıştı. Böyle erkekler kalmış mıydı ya? Kendini geliştiren, bir kadının haklarına saygı gösteren, ben değilde biz diyen… Susmuştum. Konuşacak bir şeyimde yoktu zaten. Ne diyebilecektim ki hayata güzel bakışına, sözlerine? Devam etti konuşmaya. ‘’Senden tek bir şey isteyeceğim. Sonra eğer olmazsa söz veriyorum sana ne benim ailemden ne senin ailenden tek bir laf bile duyamazsın. Senden tek istediğim sadece 3 gün.’’ Yanlış anlaşılmaya müsait bir şey demişti. ‘’3 gün derken?’’ Bakışlarımdan ne anladıysa artık ‘’Hayır, hayır. Yanlış anlama sakın. Öyle bir şey yok.’’ diyerek kendini ifade etmeye girişmişti. ‘’3 gün vakit geçirelim, gezelim, dolaşalım. Birbirimiz hakkında fikir sahibi olalım anlamında dedim. Eğer fikirlerimiz uyuşmazsa, yollarımızı ayırırız.’’ İyi fikirdi aslında ama 3 gün çoktu. ‘’1 gün olsa, 3 gün çok gibi geldi. Yanlış anlama; eğer bir şey olmazsa sizinkilerde benimkilerde umutlanır. Hiç gerek yok buna.’’ ‘’1 günde çok az değil mi?’’ ‘’Onca yıl evli insanlar birbirlerini tanıyamıyorlar. Emin ol olacağı varsa 1 günde olur, olmayacağı varsa 15 yıl bile vakit geçirsek olmaz.’’ Başını hak verircesine salladı. ‘’Haklısın...’’ dedi. ‘’O zaman 1 günümüzü birbirimize ayırıyoruz.’’ Kabul etmiştim. Konuşması tavırları çok hoşuma gitmişti. Kendini bilen ve tavırlarına dikkat, önem veren birisi gibi duruyordu. Birbirimizle haberleşmek için telefon numaralarımızı da vermiştik. Şimdi sıra o 1 gündeydi. |
0% |