64. Bölüm

53. Bölüm

Sude
sudesi

 

"Her şeyini aldın değil mi?" Helena'nın beşinci kez sorduğu soruya gözlerimi devirmemek için kendimi zorlamaya çalıştım. Onun yerine "Aldım" diye yanıtladım beşinci kez.

 

"Ne yapayım, endişeleniyorum işte." Dedi.

 

"Sen de geliyorsun Helena, kendi eşyalarını düşünsene!"

 

Valizimi odamdan çıkarırken bana yardım etti, kendi valizi kapının önünde duruyordu. Onu 1 haftalığına benimle Los Angeles'a gelmesi için ikna etmiştim. Orada koca bir ev vardı ve başından beri ben Damien konusunda destekleyen kişiye orayı göstermeli ve biraz arkadaşıma da tatil zamanı tanımalıydım. Son gittiğimizde kuzenini de görememişti, bu yüzden işlerini ayarlaması için Damien döndüğünden beri ona yalvarıyordum.

 

"Burada bir ton iş varken seninle gelmenin pek iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum ya Nora, neyse."

 

"2 aydır imza günü yapıyoruz, yoruldun." Pasaportumu son kez kontrol ettikten sonra ona baktım.

 

"Tek müşterim sen değilsin hayatım, bu ara oyuncularla da anlaşma yaptım, işleri büyütüyorum. Belki ajans değiştiririm."

 

Kendi ajansını kurmak için hala paraya ihtiyacı vardı bu yüzden fazla çalışıyordu, yine de arkadaşımın kafasının biraz da olsa dağılmaya ihtiyacı vardı.

Yüzünde gördüğüm endişe bunun Brian ile ilgili olduğunu gösterse de ona aldırmadım, ikisi arasında tuhaf bir şeyler olmaya başlamıştı. Tıpkı onun bana yaptığı gibi anlatması için bekliyordum. Ondan sadece şikayet etse de içimden bir ses başka bir şey söylüyordu.

 

"Hadi çıkalım, yoksa geç kalacağız."

 

"Neden geç kalalım Helena, zaten uçak senin deyiminle 'milyarder aşığımın' " bu beni hala utandırsa da alışmıştım. Hakkımızda çıkan haberlerin benim para avcısı olmam kısmına alışamasam da en azından burada bunlarla uğraşmıyordum.

 

Birlikte evden çıkıp havalimanına gittik ve tam anlamıyla saatler süren yolculuk boyunca yan yana oturup film izledik.

 

"Burada, özel bir uçakta oturmuş tam anlamıyla film yıldızı gibiyiz farkındasın değil mi?" Dedi Helena omzuma yasladığı başını kaldırıp bana bakmadan önce.

 

"Farkındayım ve bunun bana nasıl hissettirmesi gerektiğini de bilmiyorum"

 

"İyi hissettirsin, onu görmeye gidiyorsun. Bilmiyorum farkında mısın ama kıtalar arası bir ilişkiyi yürütmeye çalışıyorsunuz. Böyle imkanları olması bunu elbette kullanması gerektiğini gösteriyor. Yoksa her şey daha da zor olabilirdi."

 

"Şanslısın diyorsun yani?" Dedim gülümseyerek.

 

"Yani, aşık olacağın adamı binlerce kilometre ötede bulmuş olmanı saymazsak, evet. Sanki biraz."

Güldüm, haklıydı elbette.

 

"New York'ta yaşayan bir arkadaşım var, Hawaii'de tanıştığım hani? Vanessa?" Başını olumlu anlamda salladı. "Bu hafta Los Angeles'a bir etkinlik için gelecekmiş, bir ajansla çalışmıyordu ve menajer arıyordu. Seni araştırmış, görüşmek istiyor." Dedim tatlılıkla. Helena geri çekilip bana baktı.

 

"Yoksa sen beni Amerikaya daha sık gelmem için bağlamaya mı çalışıyorsun yazar hanım? Bana iş mi bağlamaya başladın yoksa? Hangimiz menajer?"

 

"Çok tatlı ve gerçekten çok ünlü Helena, yardıma ihtiyacı var. Senin için de iyi olur. Ajans kurman için yani."

 

"Görüşebiliriz tabii ki, senin arkadaşınsa sorun yok. Eğer o Londrada olmamı sorun etmeyecekse anlaşabiliriz tabii ki."

 

Uçaktan indiğimizde güneş yeni doğuyordu, saat kavramımı tamamen kaybetmiştim. Damien bizi bekliyordu, beni görünce kocaman gülümsedi.

 

"Hoş geldiniz." Beni kolları arasına sarıp öptüğünde yüzünde salak bir gülümseme oluştu. Helena ile de sarıldıktan sonra, "Brian arabada bekliyordu, hadi çıkalım."

 

Helena'nın yüzü anında düştü, ona baktım. Omuz silkmekle cevap verdi.

Damien kulağıma eğildi, saçlarımın arasına bir öpücük bıraktıktan sonra "Akşam sizi yemeğe götüreceğim. Biraz uyu. Sonra haberleşiriz."

 

Arabanın kapısını bizim için açarken "Hemen plan yapmaya başlaman beni her seferinde şaşırtacak." Dedim.

 

"Sıkıcı bir erkek arkadaş olduğumu söyleyemezsin artık."

 

Helena kıkırdadı, arabaya bindikten sonra Damien ön koltuğa yerleşti. Brian dikiz aynasından bana bakıp "Hoş geldiniz, yolculuk nasıldı?" Diye sordu her zamanki resmiyetiyle.

 

"İyiydi, çoğunda film izledik zaten. Akşam sen de geliyor musun Brian? Seni de özledim." Dedim. Brian'ın sert gözleri sevecenlikle kısıldı, Helena ile aralarında ne geçiyorsa buzları eritmeleri gerekiyordu. 1 hafta birbirlerinden kaçmalarına müsaade edemezdim.

 

"Geliyor elbette, yayınevi ve şirket yüzünden onu günde 10 dakika görmeye başladım." Dedi Damien.

 

"Şirket senin, unutma. Çalışkan insanlara şükretmen gerekiyor Damien."

 

Damien hafifçe güldü. Helena bana eğildi "Gerçekten gelmek zorunda mı?"

 

"Senin onunla sorunun ne? Adam melek gibi."

 

"Sen öyle san, ne zaman yan yana gelsek gözünü dikip beni izliyor. Sanki açığımı arıyor gibi, onunla iş yapmak öyle zor ki!"

 

"Seni mi izliyor?"

 

"Evet, bu çok rahatsız edici." Brian'a baktım.

Kendi kendime gülümsedim. Burada eğleneceğim kesindi.

 

Damien'ın bana 2 ay önce anahtarını verdiği eve geldiğimizde Helena valizini içeri taşıdı.

Damien benimkini verandaya bıraktıktan sonra bana döndü, güneş yüzüne vuruyordu. Gözleri daha açık bir yeşil tonundaydı, sabah çok erken olmasına rağmen uykulu gözükmüyordu.

 

"Akşam görüşürüz." Dedi dudaklarıma eğilirken. "Seni çok özledim, tüm gün aklımda olacaksın." Diye fısıldadı. Kendimi karşısında küçük bir kız gibi hissediyordum, ona platonik olmuş ve her gülümsemesiyle ayakları yerden kesilen biri gibi.

 

Dudaklarını uzunca öptükten sonra arabaya binip uzaklaşmalarını izledim.

 

"Bu çok seksiydi." Helena'nın oyuncu sesine gözlerimi devirerek karşılık verdim.

"Hadi içeri" onu kışkışladım.

 

"Aşk yuvanız burası demek Nora Winslow, etkileyici."

 

"Daha çok seninle aşk yuvamız gibi, ilk defa geliyorum farkındaysan." Üst kattaki yatak odasına eşyalarımı koydum. Damien ben gelmeden önce eve yeni bir çalışma masası almıştı, üstünde renkli not defterleri vardı. Gözüm yerde duran bir kutuya takıldı. Kutu kocaman bir kırmızı kurdeleyle bağlanmıştı. Yere çöktüm ve heyecanla düğümü çözmeye başladım. Kutunun kapağını kaldırdığımda ağzımdan bir hayret nidası çıktı.

Parlak cilalı açık yeşil renkli bir daktiloyla karşılaştım, eskiydi. Muhtemelen yenilenmişti çünkü tuşları hiç kullanılmamış bir haldeydi ama rengi ve tasarımı o kadar güzeldi ki kutudan çıkarırken endişeleniverdim.

Masaya yerleştirirken telefonumu elime aldım ve masadaki halini çekip Damien'a gönderdim.

 

"Burayı Londra'daki evimden daha cazip kılmak için her şeyi yapıyorsun. Yakında dönmek istemeyeceğim."

 

Kısa sürede yanıt geldi. "Amacıma ulaşıyorum, kendini evinde hisset yeter."

Dudaklarımı dişledim, aldığım en güzel hediyelerden biriydi.

Gerçek bir daktilom vardı, Damien'ın bu detayı düşünmesi bile muhteşemdi.

Sandalyeyi çekip oturdum, boş bir kağıt takarken kalbim heyecanla attı. Parmaklarım tuşlara basarken çıkan ses beni gülümsetti, Damien beni tanıyordu. Neyle mutlu olacağımı biliyordu. Şimdi evimde hissediyordum.

 

Helena odaya girip daktiloya baktığında başını iki yana salladı. "Adam sana büyü yapıyor, farkındasın değil mi?"

Kıkırdadım.

 

"Güzel ama." Dedim.

Başını bir kez daha iki yana salladı.

 

"Buraya taşınacaksan söyle, kendimi önceden hazırlamalıyım."

 

"Saçmalama, seni bırakamam." Dedim elimi kalbime koyarak.

 

"Yandaki odaya bıraktım eşyalarımı bu arada, misafir odası herhalde." Başımla onayladım.

 

"Ben biraz uyuyacağım, hala yorgun hissediyorum." Dedi. Ben de aynı durumdaydım, valizimden temiz bir pijama takımı çıkardım ve pastel yeşil tonlardaki odada göz gezdirirken yatağa uzandım. Damien ile bu evde vakit geçirmek için sabırsızlanıyordum, dönüş bileti almamıştım. Ne zaman döneceğimi de bilmiyordum zaten. Spontane olmaya alışmıştım sanırım.

 

Saatlerce uyuduktan sonra akşam 6 civarı Helena ile kahve içmiş ve hazırlanmaya başlamıştık. Üstüme siyah elbiselerimden birini geçirdim, hava artık burada biraz daha serin olsa da yine de klasik bir Los Angeles havasıydı, yakında Ekim ayına girecektik Londra'da çoktan sonbahardı.

 

 

 

 

 

 

 

Helena da koyu kahve bir elbise giymişti. Saçlarını dağınık bir topuzla toplarken bana baktı. "Nereye gideceğiz?"

 

"Bilmiyorum, yemek yiyelim de önce. Açlıktan ölüyorum." Dedim. Saçlarımı açık bırakıp hafif bir makyaj yaptım. Ayağıma topuklu ayakkabılarımı geçirirken telefonum çalmaya başladı.

 

"Efendim?" Dedim gülümseyerek. Helena bu halime gözlerini devirdi.

 

"Hazır mısın bebeğim?" Bu adamı yemek istiyordum, her tatlı sözcüğünde karnıma kramplar giriyordu.

 

"Evet, geliyor musunuz?"

 

"Aşağıdayız."

 

Camdan baktığımda arabasına yaslanmış bekler halde gördüm onu. Üstünde lacivert bir gömlek ve siyah bir pantolon bardı. Saçları ıslak görünüyordu, yemeği boşverip onu yukarı mı çağırsaydım acaba?

 

"Tamam, geliyoruz." Dedim telefonu kapatırken.

 

Helenayla evden çıktıktan sonra Damien'ı bir kez daha süzdüm. Üst düğmeleri açıktı, bronz teni çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Beni belimden tutup çektiğinde burnuma parfümünün kokusu doldu. Boynuma bir öpücük kondurduğunda gözlerimi kapattım.

"Kokunu özlemişim." Dedi kulağıma doğru. Boynuma kadar kızardım, yine de geri çekilip,

 

"Ben seninkini daha çok özlemiş olabilirim."

Dedim.

 

"Bu elbiseyi seçmenin özel bir sebebi var mı?" Dedi çıplak sırtımda ellerini gezdirirken.

 

"Bilmem? Ne olabilir ki?" Yalandan bir soruydu.

 

"Mesela beni baştan çıkarmak olabilir?"

Damien kaşlarını kaldırdı.

 

Kulağına eğildim. "Bence sen ilk gün rujumu tazelerken bile baştan çıkarılmıştın Damien, hatırla." Dedim.

 

Ellerini cebine sokup öne doğru eğildi, burunlarımız aynı hizadaydı.

"Hatırlıyorum, her gece rüyama giriyor o dudaklar."

 

Brian arabanın içinden boğazını temizledi. Damien gülümseyerek kapıyı açtı be binmem için bekledi. Helena çoktan arabada telefonuyla oynuyordu bile.

 

Kısa sürede bir restoranda durduk, birlikte 4 kişilik bir masaya oturduğumuzda Damien telefonla konuşmak için masadan kalktı.

Bakışlarımı karşındaki ikiliye çevirdim.

Helena telefonuyla oynamaya devam ederken Brian dışarıyı izliyordu, üstünde beyaz polo yaka bir tişört vardı, belki de onu en salaş gördüğüm haliydi. Saçları hafifçe uzamıştı, boynundaki dövmenin uçları yakalı tişörtün altına gizlenmişti. Bu haliyle o kadar da sert görünmüyordu.

 

"Brian, sende ne var ne yok? Londraya geleceğini düşünüyorsum ama 2 aydır hayaleti oynuyorsun." Dedim ona takılarak. Yumuşak bakışlarını bana çevirdi.

 

"İşin bu kadar yoğun olacağını düşünmemiştim Nora, hiç fırsat bulamadım. Ama Helena ile sürekli iletişimdeydik zaten, aklın kalmasın yani." Dedi gülümseyerek. Brian'ın arkadaşlarına karşı ne kadar sevecen olduğunu bana bakınca yüzündeki ifadeden anlayabiliyordum.

Helena'ya yandan bir bakış attığında arkadaşım hâlâ telefonuyla oynuyordu.

 

"Etmiyordum zaten, arkadaşın olarak sormuştum." Dedim. Gülümsemesi büyüdü.

 

"Bana alıştın demek? Izbandut ve alışveriş olayında pek de böyle arkadaş canlısı değildin."

Helena öksürmeye başladı.

 

"İzbandut mu?"

 

"Evet, öyle dedi." Damien masaya dönmüştü.

 

"Yalan değildi." Dedim omuz silkerek.

 

"Alışveriş poşetlerini çekiştirirken çok da öyle değildin Brian, Nora senden dişli çıkmıştı" Damien ona takıldığında Brian yerinde kıpırdandı.

 

"Siz bence fazla konuşmayın, arabada birbirinizi öldürmeyin diye gereğinden fazla konuştuğumda krediyi doldurdunuz. Kim daha dişli anlatmak istemiyorum." Dedi. Ağzıma bir fermuar çekiyor gibi yaptım.

 

Helena keyifle yerine yaslandı. "Demek ciddiyetinizi bozabiliyorsunuz? Çok şaşırdım, ben bu doğuştan sanmıştım." Dedi Brian'a bakarak.

 

Brian ona döndü, yüzündeki gülümseme silindi. "Bana 5 saniyeden fazla baksaydınız belki değişimi görürdünüz." Aralarındaki gerilimi izlerken fark ettim, çekim vardı. Helenayı tanıyordum, ellerini nereye koyacağını bilememişti resmen! Garson tabaklarımızı getirmese ona cevap verecekti ama önüne döndü.

Damien kulağıma eğildi.

 

"Sence bu işin sonu nasıl bitecek güzelim?" O da fark etmişti.

 

"Bilemiyorum, ama hoşuma gitti." Damien güldü, kulağımın altına tatlı bir öpücük kondurdu. Yemeğimizi yerken şükür ki normal bir şekilde sohbet edebildik.

Restorandan çıktıktan sonra bir şeyler içmek için fazla gürültülü bir mekana girdik. Herkes deli gibi dans ediyordu, mekan seçimi için Helenaya güvendiklerine pişman olmuş gibi görünen Damien ve Brian'a baktım.

 

En azından ben bu gece eğlenecektim.

 

 

Koltuklara yerleştiğimizde müziğin sesi daha da arttı, saat henüz 11 bile olmamıştı ama mekandakilerin yarısı eminim sarhoştu.

"Bu kadar gürültülü olması şart mıydı?" Brian etrafı incelerken rahatsız görünüyordu.

 

Helena gözlerini devirdi. "Gürültülü olmasa sanki çok sohbet edeceksin de?" Bu söylediğini sadece ben duymuş olsam da Brian onu izlemeye devam etti.

 

"Hadi, dans edelim." Dedim Damien'ı elinden tutarken. En son Miamide sarhoş olduğumda onunla dans etmiştik, sevgilimle eğlenmek istiyordum. Damien beni şaşırtan bir şekilde itiraz etmedi ve onu çekiştirmeme izin verdi. Ellerini belime doladığında vücudumu onunkine yasladım.

 

Şarkının ritminde sallanırken ve zıplarken bana ayak uydurdu. Arkamı dönüp ona yaslandığımda ellerini kalçama koydu, dudakları kulaklarımın hizasındaydı.

"Dejavu yaşıyoruz" dedim ona doğru.

 

"Kesinlikle."

 

"O gece Austin ve Isac'i anlamaman çok komikti. Kıskandığını düşündükçe çok keyifleniyorum." Diye itiraf ettim.

 

"Ben hiç keyiflenmiyorum, bir herife aynı bu şekilde sürtünmen aklıma geliyor. O gün dünyanın en sabırlı adamıydım."

 

Boynuma tatlı bir öpücük kondurdu, ama dudaklarını ordan çekmedi. Ellerinden biri karnımda gezindiğinde kendimi ona daha çok bastırdım.

 

"Öyleydin." Dedim titrek bir nefesle. "Bilerek seni sinirlendiriyorduk, kıskanman için."

 

Damien'ın eli göğsümün hemen altına kaydı, içimde sütyen yoktu, parmağını hafifçe göğsümün altına sürttüğünde nefesim kesildi. "Neden?"

 

"Çünkü benden etkilenmiyormuş gibi yapmandan sıkılmıştım." Dedim başımı yukarı kaldırıp ona bakarken. Parmağı tekrar göğsümün altı boyunca hareket etti, tüylerim diken diken oldu. Herkes deli gibi dans ederken ondan başka bir şey görmüyordum.

 

"Etkileniyordum, özellikle seni olmaması gereken şekillerde gördüğüm zamanlar. En az şu an olduğu kadar." Dedi kendini kalçama doğru bastırırken, arkamdaki sertliği hissedebiliyordum. Dudaklarına uzandığımda çenemden tutup öpüşmeyi kontrol altına aldı, dili hafifçe benimkine sataştığında ellerini belime koydu.

 

Nefes nefese geri çekildiğimiz zaman bana gülümsedi. "Seni kucaklayıp eve götürmemem için düzgün bir sebep söyle."

 

Biraz geri çekilip ona döndüm. "Helena onu Brian ile yalnız bıraktığımız için beni öldürebilir."

 

"Şu an için geçerli bir sebep ama gece sonu için değil. Benim evime geliyorsun, senden ayrı uyumayacağım."

 

Duymak istediğim tarzda bir cümleydi. Hiçbir konuda anlaşamayan iki kişi olup ilişki konusunda nasıl da aynı kişiye dönüşüvermiştik?

 

"Yarın büyükbabamla yemeğe gitmemiz konusunda ne düşünüyorsun?" Benden çok o rahatsız gibiydi.

 

"Gidebiliriz Damien, büyükbabanı seviyorum, diğerleri umurumda değil. Senin gitmen gerekiyorsa eşlik edeceğim." Dedim. Eğilip dudaklarıma minicik bir öpücük bıraktı. Bu onun teşekkür ederim deme şekliydi.

 

Elimi tutup bizi geri yerimize çektiğinde Brian'ın baktığı yere baktım. Çenesi sıkılıydı, gözlerini ayırmıyordu.

Yüzümdeki gülümseme daha çok büyüdü. Helena biriyle dans ediyordu, kıvırcık sarı saçlarını açmıştı ve tam anlamıyla güneş gibi parlıyordu. Karşısındaki adam da aynı şeyi düşünüyormuş gibi ona bakıyordu.

Yine de güldüğüm bu değildi, Brian'ın onlara öldürecek gibi bakmasıydı.

Yanılmamıştım, bu durum beni gerçekten eğlendirecekti.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 06.10.2025 13:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...