
Otel odasındaki kocaman yatakta gerinirken dinlenmiş hissediyordum, saat henüz öğleni bile geçmemişti bu yüzden akşam 8’e kadar otelde oturamayacağım için hızlıca bir duş alıp saçlarımı düzleştirdim. Gelir gelmez Hawaii tatilimi bir sonraki haftaya atmıştım, otelde diğer hafta için de boşluk bulduğum için şanslıydım. Böylece buradaki son haftam yine Hawaii için ayrılmış oldu. Uçak biletlerimi çoktan açığa aldığım için şimdilik bilet işini sonraya bırakmıştım.
Valizime gittim ve karman çorman olmuş kıyafetlerimden giyebileceğim bir şeyler çıkardım. Üstüme koyu renk düz inen bir jean ve kolsuz bir bluz giydim. Çantama cüzdanımı ve kulaklığımı atıp odayı kilitleyerek çıktım. Telefonumdan Damien’in numarasını bulup onu aradım, en azından haber verebilirdim.
Telefonu ilk çalışta açtı, nerede olduğuna dair bir fikrim yoktu. Umrumda da değildi…
”Ben dışarı çıkıyorum, 8’de hazır olurum ama yine de haberin olsun” dedim doğrudan konuya girip.
“Brian oteldeydi, seni götürsün” dedi. Oflamamak için dişlerimi sıktım, karşısında bir yerlere götürülmek isteyen biri gibi mi duruyordum acaba?
”Tek başıma gezmek istiyorum Damien, en başında planladığım gibi” Telefonu beklemeden kapattığımda asansöre binmiştim. Nereye gideceğimi biliyordum, planlı olmayı severdim ve New York uzun zamandır listemdeydi, buraya bir kez imza günü için gelecektim fakat sonradan iptal olmuştu. Şu an hiçbir sorumluluğum olmadan gezmek son derece rahatlatıcıydı. Otel müthiş bir sokaktaydı bu yüzden yürüdüm ve sadece fotoğraf çektim. Bir kahveciden kendime soğuk bir kahve aldıktan sonra Central Parka yürüdüm. Hava güneşliydi ve bu herkesin buraya gelmesine sebep olmuş gibiydi, bulduğum ilk boş yere otururken telefonum çaldı. Arayan editörlerimden biriydi.
“Selam Mary” dedim.
“Selam Nora, nasıl geçiyor tatlım” Mary 50’li yaşlarında mükemmel bir editördü, onunla her konuda anlaşabiliyordum, fikirlerimi hep korurdu.
“Hımm, değişik?” Dedim gülerken.
“Nerdesin?” Dedi o da gülerek karşılık verirken.
“Central Park”
“A-a New york’a bu kadar çabuk gideceğini unutmuştum ama iyi oldu, bu işleri genelde Helena hallediyor biliyorum ama New yorka gideceğini paylaştığında aradılar, imza günü istediler” dedi.
“Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum Mary” dedim panikle. Burada imza günü falan yapamazdım, hele de her yerde fotoğraflarımız çekilirken, bir de Damien başımda dikilirken. Üstelik ona mesleğimi rastgele bir şey uydurduğumda gözümü bile kırpmamıştım…
”Nedenmiş o? Yayınevi ne zamandır New york’ta imza günü istendiğini söylüyordu, 2 saatini bile almaz tatlım, kısa tutarız” dedi.
“Hayır Mary üzgünüm” diye yineledim. “Buraya sadece tatil için geldim ve işle ilgili hiçbir şey istemediğimi giderken size söyledim” dedim. “Döndüğümde mutlaka telafi ederiz” dedim yumuşatmak adına.
“Peki hayatım, sen nasıl istersen. Ben haber veririm, sen tatiline dön” dedi. Şükür…onunla biraz daha yeni kitabım hakkında konuştuktan sonra kapattım ve kulaklığımdan açtığım şarkıyla etrafı izlemeye devam ettim.
Güneşin yakıcılığı biraz daha gittikten sonra gezdim ve alışveriş yaptım, almak istediğim ve sürekli ertelediğim şeylere bakarken bazı okuyucularımla konuşmuştum, bana yemek yemek için çok tatlı yerler önermişlerdi. Sonunda karnım acıktığında bir bagel dükkanından içinde en sevdiğim malzemeler olan bir tane seçip almıştım. Dükkanın dışındaki sandalyede oturup yerken tanımadığım bir numara aradı, Brian’ın neşeli sesini duydum.
“Geziniz nasıl gidiyor?” Dediğinde bu resmiliği beni güldürdü.
“Patronun mu yanında Brian, bunları aştığımızı sanıyordum”
“Alışkanlık” dedi.
“Damien bir ihtiyacın olup olmadığını kontrol etmemi istedi” dedi. Ne centilmen biri…
”Hiçbir ihtiyacım yok Brian, teşekkür ederim. Birazdan otele dönüp hazırlanacağım zaten” dedim.
“Odana bir paket bıraktılar, akşam için” Brian’ın imalı sesi kaşlarımı çatmama sebep oldu.
“Ne paketi?”
“Bilmem, sanırım elbise gibi bir şey”
“Elbise gibi bir şey?”
”Sanırım, içine bakmadım elbette” dedi. Kıs kıs gülüyordu!
”Kahrolası adam bana elbise mi aldı?” Dedim. Bu beni kuklası mı sanıyordu, bir de istediği gibi giydirecek miydi?
”Tamam Brian, akşam görüşürüz” dedim.
Bunu etkileyici bulduğum falan yoktu, adam işini şansa bırakmamak için beni giydirmeye de başlamıştı. Harika!
Bir önceki elbisem yeterince uygun gelmemiş olacak ki bu defa kendi seçiyordu. Son lokmamı ağzıma atıp çıktım ve navigasyondan en yakın mağazaların olduğu yeri bulup yürümeye başladım. Bu adamın zevki için para harcamazdım elbette, kart bendeydi. Anlaşmamız bitene kadar kullanmam için bana yeni bir kart vermişti, Brian dün uçağa binerken elime tutuşturmuştu. Bundan utanmamaya çalışsam da sinir bozucu bir durumdu, sadece onun aptal davetleri için kullanacağımı söylememe gerek yoktu herhalde… bunların hiçbirini bir daha kullanmayacak ve eve götürmeyecektim. Damien bunlarla ne isterse yapabilirdi, umurumda bile değildi.
İstemeye istemeye bir mağazaya girdim, anında tatlı bir kız yanıma geldi.
“Aradığınız özel bir şey var mı?” Diye sordu. Kızıl kıvırcık saçları başının her hareketinde sallanıyordu.
Elbiselerin özenle dizildiği askılara göz gezdirdim. “Bir davete katılmam gerekiyor, akşam yemeği aslında. O yüzden çok abartmak istemiyorum” dedim. Kız bana üç tane birbirinden güzel elbise gösterdi, tek tek denerken beni karar verebilmem için yalnız bıraktı. İçlerinden en uygun bulduğuma karar verdikten sonra uygun bir ayakkabı ve bir çantayla tamamladık, 1 saat içinde elimde üç poşetle mağazadan çıkmış ve otelin yolunu tutmuştum bile. Saat 6yı biraz geçiyordu, hala vaktim vardı.
Odaya çıktıktan sonra hızlı bir duş aldım, yürümekten yorulmuş ve terlemiştim bu yüzden duş çok iyi geldi. Üstümde havluyla odaya döndüğümde yatağın üzerindeki kutuya sinirle baktım, içine bakmak bile istemiyordum ama elbette merakıma yenik düştüm. Kutunun kapağını kaldırdım, içindeki siyah ve muhtemelen dizlerimin üç parmak üstünde bitecek zarif elbiseyi çıkardım. Belinde kahverengi bir kemer vardı, kare yaka oluşu elbiseyi çok hoş gösteriyordu. Damien zevkli ama aptal bir adamdı…
Ben de aynen bu sadelikte bir elbise seçmiştim, üstelik onun seçimini görmeden yapmıştım bunu. Demek ki bu işten anlıyordum, bana elbise alacak kadar aptallaşmasının açıklaması neydi merak ediyordum doğrusu.
Elbiseyi sinirle kutuya geri koydum ve kapağını kapattım, hazırlanmam lazımdı. Kendi elbisemi üstüme geçirdim.
Saçlarımı sıkıca topladım ve at kuyruğu yaptım. Elbise dik yaka, gece mavisi tonlarında, kolsuz ve midi boydu. Arkasında zarif bir yırtmacı vardı, beli oturuyor ve hatlarımı ortaya çıkarıyordu. Parfümümü sıktıktan sonra kulağıma pırlanta küpelerimi taktım, saçlarımı o kadar sıkı toplamıştım ki eminim açtığımda baş ağrısı çekecektim.
Akşam yemeği için sade ve şık olduğuma emindim, mini çantama ruj ve kartımı koydum. Makyajımı normalden daha fazla yaptım, elbisemin sadeliğini gözlerime yaptığım buğulu makyaj biraz olsun dağıttı. Gözlerimin içine siyah kalem sürdüm ve kırmızı rujumla tamamladım. İşte, iyi görünüyordum. Beynimin arka planında annemin onaylayan mırıltısını duyabileceğim kadar iyiydi hatta.
Bu yüzden ayağıma siyah stilettoları geçirirken içimde yükselen rahatsızlığı görmezden geldim. Odamın kapısından çıktığımda saat 19.40 olmuştu.
Lobiye inince Damien telefonla konuşurken gördüm, bir an ne yapacağımı bilemeden olduğum yerde dikildim. Bana döndüğünde göz göze geldik, ben de daha fazla bu eziyete katlanmamak için ayaklarımı hareket etmeye zorladım. Her zamanki gibi görünüyordu, yakışıklı ve ciddi. Bu adamın sürekli takım elbise giyiyor olması fazla sıkıcıydı, en azından benim için. Sürekli aynı kıyafetleri giydiğim bir işim olmasından nefret edeceğimi bir kez daha fark ettim. Eşofmanlarımı tercih ederdim…
Yanına ulaştığım an telefonu kapattı, beni süzmedi, doğrudan gözlerimin içine baktı. Acaba aldığı elbiseyi giymediğimi fark etmiş miydi diye merak ettim.
“Hazırsan gidelim mi?”
“Olur” dedim. Damien’ın aksine ben onu süzüyordum, saçları her zamanki gibi düzenliydi ama yapılmış gibi bile görünmüyordu. Bu adamdaki çabasız yakışıklılık insanın sinirlerini bozardı. Yanından geçerken omuzlarının tuhaf bir gerginlikle yüklü olduğunu fark ettim. Çıplak omzum onun koluna temas ettiği an bu gerginliği daha da arttı. Ona temas etmemden hiç hoşlanmadığını kaşlarımı kaldırarak fark ettim. Uyuz şey…
Araba kapıdaydı, benim için açtığında ön koltuğa oturdum. Kapıyı kapattığı zaman tamamen onun kokusuyla dolu arabada yalnız kaldım ve bu kokuyu istemeden de olsa zihnime kazıdım.
O da arabaya yerleştiğinde nereye gittiğimizi bilmeden geriye yaslandım. Çantamı sanki elimden kaçacakmış gibi sımsıkı tutuyordum, parmak eklemlerim bembeyaz kesilmişti. Yanında neden bu kadar gerildiğimi anlayamıyordum.
“Elbiseyi bu sefer uygun bulmuşsundur umarım” dedim kendimi tutamadan.“Anlamadım” dedi. Bakışlarının ağırlığını üstümde hissediyordum ama gözlerimi yoldan ayırmadım.
“Geçen seferkini beğenmediğini bilseydim başka bir şey bulurdum, bu kadar saçma bir şeye gerek kalmazdı”
“Geçen seferkini beğenmediğimi nereden çıkardın Nora?” Dedi. Adımı ilk defa söylemiş gibiydi, bu içimde garip bir his yarattı, rahatsız bir his. Sinirlerim daha da bozuldu.
“Bana elbise almışsın Damien! Elbise!”
bana döndüğünde kesinlikle bu tepkiyi beklemiyormuş gibiydi.
“Ben senin istediğin gibi giydireceğin süs köpeği değilim, elbise almak ne?” Dedim öfkeyle. Konuyu hiç açmamalıydım ama açmıştım bir kere ve içimdekini söylemeden rahat edemeyecektim.
“Nora, saçmalama. Niyetim o değildi, seni uğraştırmak istemedim” dedi. “Ama işe yaramamış” şimdi elbiseme yandan bir bakış atmıştı.
Ona döndüm, gözleri yoldaydı.
“Anlaşmamız senin gezi planını bozmayacak şekildeydi, sürekli bu tür şeyler için alışverişe çıkıp vakit kaybetmenin doğru olmadığını düşündüm. O yüzden bir mağazaya gidip uygun olan bir şey aldım. Seni istediğim gibi giydirmeye falan çalışmıyorum, buna gerek yok” diye açıklamaya devam etti. Sonra bana üstümdeki etkisinden hiç hoşlanmayacağım bir bakış attı. Lanet kalbim hızlandı. “Sen zaten güzelsin”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.98k Okunma |
4.58k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |