Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@suheda0909

Ormanın içine inen siyah sis insanları korkutuyordu. İnsanlar telaş içinde eşyalarını toplamaya devam ettiler. Yağmur yağmaya başladığında ise herkes gökyüzüne baktı. Deriden yapılmış çantalarına koymaya çalıştıkları bıçakları ellerinden kayıp yağmur suyuna bulandı. O günün geldiklerini bilseler bile şaşkınlıklarını gizleyemediler. Gökten bir şelale gibi çağlayan yağmurun rengi karanlıktı. Ablasının elbisesini giydiği için bol gelmesin diye beline ip bağlayan küçük kız korkuyla irkildi. Çevresini ilk defa bu kadar telaşlı görmüştü. Belki de bu toplanma, gideceklerinin habercisiydi. Çadırın içinden siyah pelerinli bir kadın çıktı. İlk başta tanıyamamıştı fakat şapkasını geriye atınca gördü, çıkan kişi kraliçeleriydi. Her zaman açık renkler giyinen kraliçe bu gün siyah giyinmişti. Kraliçeye bakmaktan etrafına bakamamıştı. Kendini tutup etrafına baktığında herkes aynı pelerinin farklı desenlerini takmıştı. Omuzunda ağırlık hissetmesiyle irkilmesi bir oldu.

 

"Korkma kızım sadece dinle." Annesinin şefkatli sesini duyar duymaz içi pamuk gibi oldu. Onunda artık diğerleri gibi siyah pelerini vardı. Ormanda ki uğultunun bitmesini bekleyen kraliçe gergindi. Hafifçe öksürdü ve konuşmaya başladı.

 

"Bu zamana kadar benimle birlikte sabrettiniz. Yaklaşık üç asırdır bu günü bekliyoruz." Koyu kahve gözlerini heyecanla etrafında gezdirdi. Herkes en az onun kadar heyecanlıydı. İşaret parmağını havaya kaldırdı onları uyarmak için.

 

"Kural dışına çıkarsanız ölürsünüz. Bunu asla unutmayın. Herkes görevini en iyi şekilde yapmaya çalışsın. Asla ama asla kendinizi ifşa etmeyin. Onlar da bu günü beklediği için bizim gibi hazırlıklı olmalılar. Yağan bu yağmurun savaşımızın başlangıcı olduğunu biliyorlar." Konuştukça içinde ki lanet artıyordu. En çok korktuğu şey o lanetin onu ele geçirmesiydi. Bu yüzden öfkesini dövüp sabra çevirmişti. Onun gibi biri için zor olan her şeyi başarmıştı.

 

Derin bir nefes alıp sonra göğsünü kabarttı. Tüm gücüyle bağırmaya başladı.

 

"Bizi attıkları kuyuya onları da çekeceğiz." Herkes aynı anda tekrar etti söylediğini.

 

"Kendi aydınlıklarını karanlık yapacağız." O ne derse tekrar etmeye devam ettiler.

 

"Karanlığımızın her bir zerresini onlar da tadacak."

 

"Biz neyiz?" Bu sefer cevap vereceklerdi.

 

"KARANLIK!" Kraliçenin suratında öfkeli bir sırıtış vardı. Ne zaman bu kadar intikamcı olduğunu hatırlamayacak kadar çok şey yaşamıştı.

 

Gök bir anda aydınlandı ve yerini karanlığa teslim etti. Kraliçe vaktin geldiğini anladığında kılıcını havaya kaldırıp bağırdı. Kılıcından ve yüzünde beliren simgelerden siyah hareler çıkıyordu. Kraliçenin ne kadar güçlü olduğunu gördüklerinde içlerinde beliren kaybetme korkusu yerini güvene bıraktı.

 

Herkes kraliçeye uyup kılıçlarını kaldırdı ve son kez aynı sözcüğü bağırdılar. Ant içme töreninden sonra, son dört yıldır yaptıkları planın son kez üzerinden geçmek için kraliçe askerleriyle içeri girdi. Alex kraliçeyi koruma görevini üslenmişti olası her hangi bir tehditte onu kurtaracaktı. Ondan önce de Ala Kraliyet 'ini ele geçirmek için askerlere öncelik edecekti. Herkes birbirinin suratına bakıyordu, veda konuşması yapmak için kraliçe öksürdü ve tüm dikkati üzerine çekince konuşmaya başladı. "Evet, vedaları sevmediğim için çok fazla konuşmayacağım. Sizlerin bu savaşı başarı ile bitireceğinize emin olduğum için gözüm arkada kalmayacak. Biz tüm olasılıkları gözden geçirdik fakat hayat sürprizlerle dolu ve sizler bunu yakından gördünüz. Sizler benim değerli askerlerimsiniz, güzel haberlerinizi almak benim için bir onur olacak." Konuşmanın sonunda kendini çadırdan dışarı attı.

 

Annesi girişte onu bekliyordu. Ona henüz gitmemişken bile özlemle bakıyordu. "Kendine dikkat et kızım, evimizde seni bekliyor olacağım." Kraliçe de özlemle annesine baktı sınırlar o gittikten bir süre sonra kapanacaktı ve kimse içeri giremeyecekti. Böylece içeride kalanlar güvende olacaktı. Gözlerini kırpıştırdı. "Anne seni çok seviyorum." Bu sözleri duyan kadın sıkıca kızına sarıldı. "Bende seni çok seviyorum." Bu söz kraliçenin yüzünde belli belirsiz tebessüme yol açtı. Kraliçe atına atlayıp ormanın çıkışına doğru ilerlemeye başladı.

 

Halkıyla beraber lanetlerini diğerlerine yayacak ve yönetimi ele alacaktı. Uzun zaman önce kaybettikleri savaşı bu sefer kazanmak zorundaydılar...

 

Kraliçe sınırın önüne geldiğinde atını durdurdu. Son kez arkasına baktığında, öfkeyle geçtiği yollardaki bitkiler sararmıştı.

 

Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp ormanın o eşsiz kokusunu içine çekti. Üstünde bulunduğu yeri çürütmeyi bıraktığında, atıyla beraber bir adım ileri gitti. Artık sınırı geçmişti. Yer titremeye başladı. Tıpkı çok şiddetli bir deprem gibiydi. Yıllardır mühürlü ormandan savaş için çıkınca bunun olması doğaldı. At depremle beraber şahlandı. Kraliçe ise atının ipini sıkı tuttu, düşmemek için. Kısa süren deprem sona erdiğinde kraliçenin vücudunda ki izler yavaşça yok oldular...

 

Ağaçlar azaldığında atını durdurdu ve bakışlarını etrafta gezdirdi. Bütün vücudunu kaplayan, işlemeleri pelerinin kendisinden daha siyah olan pelerinini, katlayıp çantasına koydu. Artık normal bir insana benziyordu. Her şeyden daha parlak olan beyaz atına ise yerden aldığı çamuru sürdü. Ne çok güzel olacaktı ne de çok berbat görünecekti. Tekrardan atına bindi ve köye çıkacağını tahmin ettiği yolda ilerledi.

 

Sessiz sedasız geçen vakitlerden sonra dikkatini yola verdi. Yola dün akşamüstü çıkmıştı ve hiç duraksamadan ilerlemişti. Gözlerini kısıp köye baktı işte bu onlara en yakın köydü. Ama hala çok uzağında olduğuna emindi. Çünkü evler köpek kulübesi gibi görünüyordu. Sıklaşan ağaçların arasına daldı. Bir kaç adım ötede ağaçların bittiği yerde nehir gördü ve gülümsedi. Atına su içirmek için indikten sonra, atın ipini nehre doğru çekti. At bir kaç adım geri gitti.

 

"Hey gelsene Ruh bir şey yok, bizim sularımızla aynı." Atı biraz daha geri gitti. Bir şey vardı suda yoksa Ruh asla sorun çıkarmazdı. Ruh şahlanıp bir kaç metre geriye attı kendini. Hızlı akan suyun sesi yavaşça arttı. Kraliçe de arkasına döndüğünde suyun içinden dev bir timsah çıktı. Sırtında ki kılıcı çıkarıp arkasında onu bekleyen aç timsaha doğru yöneldi. İlk defa bu kadar büyük timsah görüyordu. Onu iyice ölçüp tarttı. Timsah o koca ağzını açıp kraliçeye doğru savurdu. Kraliçe ise öylece onun karşısında hamlesini yapmasını bekliyordu. Sıra ona geldiğinde, kaşlarını öfkeyle çattı ve yüksek sesle bağırdı. Kılıcını ise yere sapladı. Kılıcın yarısından çoğu yerin altına girmişti. Yer çatladı ve çatlaklardan yavaşça siyah hareler çıktı. Kraliçenin yüzünde ki izler tekrar belirdi. Timsaha doğru ilerledi ve onun sert derisinin içine girdi. Timsahı içten, hızla yaktıktan sonra küle dönüştü ve külleri akarsuya kapılıp gittiğinde sadece öfkeyle izliyordu. Kraliçe öfkesini tekrar kontrol altına almak için bekledi. Büyülü timsah suya gizlendiği için kokusunu alamıyordu. Su onun büyüleri için bir dezavantajdı. Sapladığı kılıcını tek seferde yerinden çıkarıp kabzasına koydu. Arkasını dönüp atına baktı. O at onun en değerli varlığıydı. Yavaş adımlarla atına ilerledi, kraliçe ipinden tuttu ve başını okşadı.

 

"Teşekkür ederim." Dudaklarından nadir çıkan bu sözcük söylenen kişinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu. Ruh ise gözlerini kapatıp, elinin altındaki başını aşağı eğdi.

 

Bu yaratık büyülüydü. O şey suyun koruyucusuydu, büyülüler bu sudan içemezdi. Daha çok kızdı bu dünyaya.

 

"Bizi o kadar istemiyorlar ki. Bu yaptıklarını onlara çok kötü ödeteceğim." Kendi halkına haber vermeliydi. Sulara yaklaşmaktan kaçınmaları gerekiyordu. Ruh 'un sırtına bindi ve elini kibarca onun boynuna koydu. Artık nereye gideceklerini Ruh biliyordu. Nehirden ve yoldan uzaklaşıp ormanlık alanın en kuytu yerlerine doğru yol alıyorlardı. Aceleleri olduğu için Ruh olabildiğince hızlı gidiyordu. Kraliçenin örgülü siyah saçları rüzgâr ile birlikte havalandı. İkisi de sadece bu anda özgürlerdi. Ruh kısa bir sürenin sonunda açıklık bir alanda durdu. Halkına haber vermek için iyi bir yerdi. Etrafta kimsenin kokusunu almıyordu. Atını bağladıktan sonra bir kaç adım ilerledi. Açıklığın tam ortasında durdu gözlerini kapattı. Zihnini boşaltması gerekiyordu. Kuşların sesine odaklandı. Dizlerinin üzerine çöküp ellerini omuzlarının hizasında yere koydu. Toprak yavaşça titredi ve elinin altında dağıldı. Kraliçenin yüzünde tekrardan belirdi işaretler bu sefer daha belirgindi. Avucunda yumuşayan toprağı sıktığında yer titredi. Kraliçenin iki elinin üstünde beliren işaretler beyaza dönüştü ve avuç içine aldığı toprak siyaha dönüştü. Gözleri kapalı ifadesiz yapıyordu büyüyü. Avuçlarında ki toprağı dudaklarına yaklaştırdı. İki avucunu birleştirdi ve kuvvetlice üfledi. Toprak ufak parçalar halinde etrafa saçıldı. Toz bulutu olup havada ulaşması gereken yerlere gittiler. Kraliçe onlara anısını yollamıştı. Bu şekilde onlarla haberleşecekti. Gözlerini açmadan öylece bekledi. Bütün hareler savaşçılarına ulaşana kadar olduğu yerde kaldı çünkü en ufak hatasında büyü bozulurdu. Aradan geçen uzun sürenin sonunda kendini yere bıraktı. "Kahretsin." Günlerdir uyumadığı için bedeni yorgun düşmüştü. Tökezleyerek yürüdükten sonra atının ipini çözüp bindi. "Olabildiğince yavaş git Ruh." Atı yavaşça geldikleri yolu geri dönmeye başladı. Kraliçe ise üzerine yatıp dinlendi. Planının ikinci aşamasına geçmişti. Askerleri kendi görevlerini o ise kendi görevlerini yürütecekti. Ölümü gibi küçük bir ihtimalde savaşmaya devam edip topraklarını geri alacaklardı. O bu sefer kazanacağına emindi. Kazanmak için kendini bile feda edebilirdi. Yol boyu yakınlardan aldığı insan kokusu vaktin geldiğini bildiriyordu. Gelen kişi ile halkın arasına karışacaktı.

 

Kabzasından çıkardığı ihtişamlı kılıcını önce kimse fark etmesin diye iki eliyle kılıcın sapını tutup savurdu. Kılıç askerlerin kullandığı kılıçların görünüşüne büründü.

 

Kılıcın ucunu sol omzuna dayayıp kesik açtı. Normal bir kılıç olsa çoktan yarası iyileşmiş olurdu fakat kendi topraklarında dövülerek yapıldığı için iyileşmesi uzun sürerdi.

 

Kılıcı temizleyip kabzasına koyduktan sonra nehrin kenarına gitti ve yansımasına baktı. Yüzünde harpten çıkmış gibi bir hal vardı. Nehirsen su alıp yüzünü ve elini yıkadıktan sonra yolun kenarına gitti.

 

Bir süredir ağacın dibinde atıyla beraber bekliyorlardı. "Nerede kaldın?" Dudaklarından dökülen mırıltılar nihayet geldiğini belirtiyordu. Yolun gerisinden atıyla beraber gelen bir adam vardı. Kraliçe adam yanına gelmeden ona bir bakış attı. " İşte tam da istediğim kişi geldi Ruh." Beğeniyle süzdüğü kraliyet askerine baktı. Muhtemelen yalnız değildi. Rütbesi baya güçlü gibi duruyordu. Tahmin ettiği gibide oldu. Hemen arkasından beş asker daha görüş alanına girdi. Kraliçeyi fark etmeleri ise saniyelerini almıştı. Üstleri, arkadan gelen askerlerden birine bir şeyler söyledi ve asker siyah atını hızlandırdı. Kraliçe belli etmese de heyecanlanmıştı. İnsan yanı ile diğer yanı hala savaşıyordu ve şu an insan yanı daha ağır basmıştı. Asker bir kaç adım ötesinde durdu ve kraliçeyi süzdü. Kraliçe güçsüzce mırıldandı. "Lütfen bana yardım edin." Asker uzun burnunu kıvırdı. "Nereden geliyorsun?" Kuruyan dudağını ıslattı kraliçe. " Ben ALA Kraliyetinden gönderildim. Kral'a yağmurun sebebini sormak için." Askerleri dün ALA'YI almışlardı ve bugün de sınır bölgesini işgal etmişlerdi. Asker bir süre düşündü karşısında ki bu kız düşman olamayacak kadar yaralanmış ve zayıf düşürülmüştü. Ona ülkesinin kötü haberini vermeden önce anlattıklarının doğru olup olmadığını teyit etmek istedi. "Devam et." Kraliçe yaslandığı ağaçta biraz doğruldu.

 

" Yola çıktığımda karşıma tuhaf bir kadın çıktı." Asker heyecanlandı aradıkları kadını görmüş olabilirdi. "Nasıl bir kadındı?" İşte o soru. Kendini anlatacaktı. Daha önce bu sözleri defalarca tekrar etmiş gibi konuştu. Üzerinde siyah işlemeli bir pelerini, bir de tuhaf bir kılıcı vardı. Ona nereye doğru gittiğini sordum. O ise bana kılıç çekti. Ç-çok çok güçlüydü." Adama en iyi hissiyatı vermeliydi. "Ona kılıcımı kaldırdığım an koluma attığı kılıç darbesiyle çizdi ve daha önce çok yaralandım ama hiç biri bu yaraya benzemiyor." Adam atından inip kılıcını kraliçeye çevirdi. "Sana sadece bunu mu yaptı?" Sorduğu soru karşısında başını sallamakla yetindi. "Peki, buralarda sarışın, güzel bir genç kadın gördün mü?" Sorduğu soruda ciddi duruyordu. "Hayır, öyle birini görmedim. Asker arkasını dönüp onu bekleyen arkadaşlarına baktı. Hepsi merakla ne söyleyeceğini bekliyorlardı. "Burada bekle." Dedikten sonra yanından ayrıldı. Kraliçe umutsuzca başını salladı. Şuan tek düşündüğü onu buradan alıp doğruca ya da dolaylı krala götürmeleriydi.

 

Kral onu ararken o kralı bulmuş olacaktı. Askerin diğerlerinin yanına gidişini izledi. Asker ulaştığı an onu sorguya çekmişlerdi. O olanları anlatırken üstleri Kraliçe'ye bakıyordu. Olanları teyit etmek ister gibi bir hali vardı. Kraliçenin adının geçtiğini öğrenmiş olmalılardı ki hepsi bu sefer kraliçeye bakmaya başladı. Onların gözünde zavallı bir savaşçı imajındaydı. Daha sonra tartışmaya başladılar. Kesinlikle onun hakkında konuşuyorlardı. "Hadi ama Kraliçe ile karşılaşmış bir kişiyi böyle başıboş bırakamazlar değil mi Ruh?" Ruh ile konuşmak kraliçeye iyi geliyordu. Yalnızlıktan sıkılmaya başlamıştı. Askerlerin tartışması bitmişti ve hepsi kraliçeye doğru geliyorlardı. Yavaşça oturduğu yerden kalktı ve onları bekledi. En önde liderleri bütün asaletleriyle ona bakıyorlardı. Kraliçe liderlerine baktı. Sarı uzun saçları kumral teniyle uyum sağlamıştı. Yüzünden bile belliydi rütbesinin yüksek olduğu. Üzerine giydiği gümüş rengi zırhın altında siyah kıyafetleri vardı. Fakat diğerleri sadece deri zırh giyinmişlerdi. Tek dikkatini çeken adamın gözlerine baktı. Kahve gözlerinin hırçınlığı ve yorgunluğu bu işi uzun zamandır yaptığını gösteriyordu. Vücut tipi ise diğerlerine göre daha inceydi. Askerleri kalıplı ve uzun boyluydu. Her geçen saniye rütbesini tahmin etmeye bir adım yaklaşıyordu. "Sana yardım edeceğiz." Kraliçe atından inip ona konuşan sarı saçlı adamı izledi. "Yaranı saracağız sen de gideceksin." İşte bu olmamıştı. Adam çok kararlı duruyordu. "Beni burada bırakamazsınız."

 

İşaret parmağıyla az önce yanına gelen askeri gösterdi. "Ona ALA'LI olduğumu söylediğimde bana acıyarak baktı. Bana ne olduğunu söyleyeceksiniz!" Kraliçe öfkeli bir şekilde haykırmıştı. Sinirlenen adam Kraliçenin çenesini sıktı ve tısladı. "Kim ya da ne olduğun umurumda değil." Kraliçe olayın gerçekliğine kapılıp adamın elini sıkıp çenesinden çekti. "Kral'ın yanına gittiğimde ona Kraliçe'yi gördüğümü söyleyeceğim ve sizin bu tavrınızı anlattıktan sonra eminim duydukları hoşuna gitmeyecektir." Sarı saçlı lider öfkelenmişti. "Emin ol Kraliçe'yi ona söylemen bir işe yaramayacak. Çünkü sınır toprakları çoktan ele geçirildi ve askerleri peşimizden geliyorlar." Bakışlarını Kraliçe'nin gözlerine dikti. "Sen dün yoldayken de ülkeni ele geçirip tüm halkı sürgün ettiler." Duyduklarından sonra gözünden bir damla yaş düşürdü. "Annem." Söylediği kelime onun çok önemli bir anlam ifade ettiği için ağlıyordu. Yavaşça sol kolunu tutarak ayaklandı kalktı. Liderleri de onunla beraber ayaklandığında ne yapacağını merak etmişti. "Ben gitmeliyim." Askerler kızın durumuna üzülmüşlerdi. Atına yöneldiği sırada lider onu durdurdu. "Gitmen bir işe yaramayacak. Askerler karşılarına çıkan herkesi öldürüyorlar." Boşluğa bakan Kraliçe öfkeli bakışlarını ona yönlendirdi.

 

"Daha iyi bir planın var mı?" Sahte gözyaşlarını akıtmaya devam etti. "Benim annem onların elindeyken kaçamam." Lider tekrar durdurdu.

 

"Annen onun için ölmeni değil yaşamanı isterdi." Karşısına geçti Kraliçe.

 

"Kimsin sen?" Kraliçe kim olduğunu biliyordu ve onunda söylemesini bekledi. "Kuzey Koruyucusu." Kraliçe kaşlarını çattıktan sonra cevap verdi. "Koruyucular bölgeleri işgal edildiğinde ölmezler mi?" Lider bu çelişkili soruyla beraber bir adım geri gitti. Kızın sıradan biri olmadığını anlamıştı. "Bu seni ilgilendirmez." Kraliçe açtığı bir adımlık mesafeyi tekrar kapattı. "Sizinle geleceğim. Kral'dan sığınma talebinde bulunacağım." İkisinin de gözleri kısılmış birbirlerinin açığını kolluyorlardı.

 

"Önce yaranı saralım." Gerginlik geçtiğinde şifacı olan asker çantasını getirdikten sonra kızı oturtturup yarasını açtı. "Bu koku da ne?" Kendini geri çektiğinde diğerleri merakla yarasına baktı. "Bilmiyorum, sanırım kılıcı yüzünden." Kraliçe gereken cevabı verdiğini düşünüyordu. Kanı lanet yüzünden kötü kokuyordu. İlk defa lanetin kokusunu alıyorlardı. "Yaran çok derin değil. O yüzden kısa sürede iyileşirsin." Teşekkür bakışları attıktan sonra hazırlandılar ve yola koyuldular. Zaman hızlı geçiyor ve plan işliyordu. Beklenen kaderin gerçekleşmesine az kalmıştı.

 

 

Loading...
0%