Yeni Üyelik
1.
Bölüm

BİRİNCİ BÖLÜM

@tgceymn

Bazen seçimlerimiz bizi beklemediğimiz noktalara ulaştırır. Seçim yapacağımız anda o yolu yürürken nasıl anlar yaşayacağımızı asla bilemeyiz. Her seçim bir kumar gibi gelir o yüzden. Ne yaşadığımızı bilmeyeceğimiz bir yola adım atar ve o yolun dikenler yerine çiçeklerle bezenmiş olmasını umarız.

Ve hayatımızın bir noktasında yaptığımız en ufak seçimler bile bizi ummadığımız varış noktalarına götürür.

Benim o gün yaptığım önemsiz bir seçim gibi.

Oysa tek istediğim çilekli pasta yemekti.

Annem her zaman çok yemek yediğimden şikayet eder ve başıma ne gelecekse boğazım yüzünden geleceğini söylerdi. Onun bunu söylerken aldığım kiloları düşünerek dile getirdiğini sanırdım ama hayır, sanırım tamamen başka bir konu için söylemişti.

İş arkadaşlarımla bir iş için gittiğimiz mekandan dönerken pastanenin önünde durmuştuk. Burası oldukça popüler bir mekandı ve çilekli pastası efsaneydi. Arabadan inebilir arkadaşlarla vedalaştıktan sonra evime dönebilirdim. Oysa o an aklıma düşen çilekli pastayı yeniden tatmak için sabırsızlanıyordum.

Şimdi yemeği çok istediğim çilekli pasta, pastanenin temiz fayansını süslüyordu. Başka bir zaman olsa kesinlikle bu manzara karşısında canım sıkılırdı. Harika bir pasta yerdeydi ama o an daha büyük bir sorunla karşı karşıyaydım.

Yirmi yıllık eşim, hayat arkadaşım, yoldaşım, aynı yastığa baş koyduğum adam karşımdaki bir masada oturuyordu. Yalnız değildi. Yanında benden daha genç ve kesinlikle daha güzel bir kadın vardı. Bunu görmeme rağmen yine kötü düşünmeyebilirdim ama kadın ve eşimin arasında oturan sarı saçları iki yandan örülü, sekiz yaşından büyük olmayan kız kocamın koluna sarılmış bir halde ona baba diye sesleniyordu.

Baba.

Ona baba diyordu.

Gözleri mutlulukla bakarken sevgiyle seslendiği adam benim eşimdi ve bizim bir çocuğumuz yoktu. En azından benim yoktu.

Yirmi yıllık evliliğimizde çocuk için delirdiğimi bilen Kocamın başka bir kadından çocuğu vardı. Çocukları zaman kaybı olduğunu söyleyen bu adam şimdi yanındaki kıza şefkatle bakıyor, ona pasta yediriyordu. Karşımda ki tablo bir ailenin mutlu anlarından birini yansıtıyordu. O halde aldatılan ben olmama rağmen neden kendimi bu tabloyu bozacak kötü insan gibi hissediyordum?

Ne yapmalıydım? Gidip masayı dağıtmak hesap sormak bir seçenekti ama neye yarayacaktı? Onca yıl çocuk istemelerimi göz ardı eden adamın bir metresi ve çocuğu vardı. İçimdeki öfkeyi çocuğun gözü önünde atmak bana ne getirecekti? Neden hala bu durumda bile kendimi değil de başkalarını düşünüyordum?

Sanki bina sallanıyordu. Masalar sandalyeler kayıyor, insanların sesleri boğuk bir gürültünün ardından geliyordu. Bayılmak üzereydim. Avuç içlerime batan tırnaklarımın verdiği acı bir kabusun içinde olmadığımın kanıtıydı.

Lanet bir gerçeğin ortasındaydım.

Ah Allah'ım bunu yaşamak için ne yapmıştım ben? Yıllardır her sorunumuzda elimden geleni yapmıştım. Onun bitmek tükenmek bilmeyen iş yoğunluğuna katlanmıştım. Ne için? Diğer ailesi ile vakit geçirmesi için mi? Benden boşanabilirdi. Ona dur demezdim. Ama beni ikinci kadın olarak hayatında tutmak istemişti. Peki ne için? Midem bulanıyordu. Orada daha fazla kalamazdım. O adamla yüzleşemezdim. Gözlerim bir an mutlulukla gülümseyen kız çocuğuna kaydı. Hayır, onun bir günahı yoktu. Ona mutlu gününde kötü bir anı yaşatamazdım. Lanet olsun.

"Affedersiniz bayan yeri temizlemem için müsaade eder misiniz?" dedi pastane çalışanı ve bilinçsizce geri adım attım. Bu hareketim arkamda ki sandalyeye çarpmama ve dükkanda tuhaf bir sesin yankılanmasına neden oldu. O an eşim olacak adam ile göz göze geldim. Esmer teni birden beyazlamış, mutlu ifadesi kaynar suya atılan buzun erime hızıyla kayboldu. Hayranlıkla baktığım yeşil gözleri endişe ile irileşmişti. Onun bu tepkisi istemsizce kahkaha atma isteği uyandırdı. Neden endişe ediyordu? Sekiz yaşlarında görünen bir çocuğu olması için evliliğimizin en azından son sekiz yılında beni aldatmış olması gerekirdi. Hem onunla beraber olup hem bana nasıl dokunabilmişti. Daha iki gün önce geçirdiğimiz gece aklıma gelince midem şiddetle bulandı. Buradan hemen gitmeliydim.

Yavaş yavaş masadan kalkarken bende geriye doğru bir adım attım. Ayaklarım hala beynimin emirlerini uygulamıyordu. Masadaki kadın adamın ayaklandığını görünce bakışlarını benim olduğum tarafa çevirdi ve yüzü aniden ifadesizleşti. Bir ölü gibi görünüyordu. Güzel bir ölü gibi. Benim cansız kahverengi saçlarıma oranla parlayan altın sarısı saçları vardı ve iri mavi gözleri onun kalp şeklindeki yüzünü tamamlıyordu. Zarif, güzel ve genç görünüyordu. Kırk yaşındaki benim aksime daha hayat doluydu. Bir zamanlar bende öyleydim. Hayatımı bu adama adamadan önce bende gençlik ve neşeyle parlardım. Şimdi ise o halimin gölgesi bile değildim. Kendimi hantal biri gibi hissettim.

Böyle hissettirdiği için o adamdan daha da nefret ettim.

Ama asıl nefret ettiğim kişi kendimdi.

Dudakları aralanıp, "Pelin," dediğinde bu benim için başlangıç atışı gibi oldu. Hızla arkama döndüm ve içeriye giren müşterilere çarpmayı umursamadan hızla ileriye atıldım. O an tek istediğim gördüğüm gerçeklikten uzaklaşmaktı ama hayır, ne kadar kaçarsam kaçayım artık anılarımla beraber benimle yaşayacaktı. Az önce yirmi iki yıllık evliliğimin kendi hayalimden başka bir şey olmadığını öğrenmiştim.

"Pelin bir dakika bekle," dedi adam ama durmadım. Yine de hızlı ilerlemek benim için imkansızdı. Çok geçmeden kolumdan tutarak kendine doğru çevirdi beni.

"Bana dokunma," diye bağırdım öfkeyle ve elimi kurtarmaya çalıştım ama sıkıca kavramıştı. Bileğim acıyordu ama kalp acım o kadar ağır basmıştı ki onu bile umursamıyordum.

Kerim'in yeşil gözleri donuktu. Sanki bir camın arkasından bakıyordu. Konuşmadan önce derin bir nefes aldı. "Bak dinle beni senin-"

Kendime engel olamadan gülümsedim. Bu şefkat ya da sevgi dolu bir gülümseme değildi. Kindar bir gülümsemeydi. Evet eşim olacak adamı çok sevmiştim. Onun için yapmadığım fedakarlık kalmamıştı ama içimde bir yerlerde kendimi de seviyordum. Sevmek zorundaydım. Artık geriye kendimden başka bir şey kalmamıştı.

O yüzden başımı dik tutup lafını kestim. "Ne diyeceksin benim gördüğüm gibi değil mi? Sana lanet olsun!" Yanaklarıma esen rüzgarla titredim. Ne ara ağlamaya başlamıştım? "Bir çocuk," dedim sesim titrerken. "Senden onca yıl istediğim ama bana layık görmediğin bir çocuğun var seni şerefsiz herif." Gözyaşlarım ben engel olamadan sicim gibi gözlerimden dökülüyordu. Artık hıçkırarak ağlıyordum.

Karşımda Kerim'in yıkıldığını görebiliyordum. Geniş omuzları çökmüş, Dudaklarının kenarlarında gerginlik kırışıklıkları oluşmuştu. Aşık olduğum o yüzü aradım ama karşımda hainlik eden yaşlı bir adamdan başkasını bulamadım.

Gözlerinde ki pişmanlığı görebiliyordum. Belki de beni kendince seviyordu ama bu sevgi midemi bulandırdı. Kim ne derse desin kalpte iki kişiye yer yoktu. Elini saçlarının arasından geçirdi. Yaşına rağmen kendine bakan biriydi ve şimdi bile perişan görünmesine rağmen yakışıklıydı. Tanıştığımızda, lise yıllarında okulun havalı gençlerinden biriydi ve bana bakıp benimle sevgili olması milli piyango kazanmışım gibi hissettirmişti. Onunla konuşmaya başladığım o günden öncesini hatırlamıyordum bile. Sanki o gün var olmuştum gibi.

Şimdide yok olmak istiyordum.

Sesini bulabilmek için boğazını temizledi. "Bak ben yaptıklarımdan gurur duymuyorum," dedi başını sağa sola sallayarak. "Çocuk istemedim. Ben bu çocuk... seni.."

Kendime engel olamadan kahkaha attım. Yanımızdan geçen insanlar bize baktı ama yürümeye devam etti. Kerim'in kafası karışmıştı. Kaşlarını çatıp neden böyle bir karşılık verdiğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. Sanırım delirdiğimi düşünüyordu ki bence haklı olabilirdi. Bende delirdiğimi hissediyordum. Bir insan hem hıçkırarak ağlayıp hem de kahkaha atınca böyle görülebilirdi.

"Ne zamandır?" diye sordum. Bu pisliği ne zamandır yaşıyordu. Ne kadar zamandır beni salak yerine koyuyordu bilmek istiyordum.

Önce anlamayan gözlerle bana baktı ama bakışlarımdan ne demek istediğimi anladı. "Biz evlendikten sonra seni aldatmadım yemin ederim. Ben... Ben sadece dokuz yıl önce tek bir hata yaptım ben... ben.."

Tek bir hata. Kendi kanından çocuğunu anlatırken bir hata olarak söyleyen bir adamdan ne bekleyebilirdim. On dört yıl bana sadık kaldığını söylüyordu. Sanki ona inanabilirmişim gibi yemin etmesini dinledim.

Hıçkırıklarım kesildiğinde gözlerimi ona diktim. "Tek bir hata hem de onca yıllık evliyken. Peki bu hatadan sonra o kadınla yattın mı?"

Bir an bocaladı ve yüzü kızardı. Utanabilmesine şaşırdım. Daha fazla bir şey söylemesine gerek yoktu. Bir kez yatmamıştı. Aldatan hiç bir erkek bunu sadece bir kez yapmazdı.

Sakin olmalıydım ama içimdeki vahşi onun canına okumak istiyordu. Ne zamandır uyuyordu bu yanım? Liseden bu yana mı? Ama karşımdaki adama odaklandım. Başka bir kadınla yıllarca birliktelik kurarken nasıl benim karşımda bu kadar pişman olabilirdi? İşte o zaman ruhumu sarsan gerçeği fark ettim. Vicdan azabı çekiyordu. Beni çocuksuz, aşksız bırakmanın vicdan azabını. Bir an bile düşünmeden sol elim hareket etti ve sokakta yankılanacak tokadım yanağı ile buluştu.

Öfkeli olmalıydım ya da nefret dolu.

Ama o an içim bomboş hissediyordum.

"Boşanma evraklarını göndereceğim. Bu iş burada bitti," dedim ve o daha tek kelime etmeden. Buz gibi bir ifade ile arkamı döndüm ve bir an bile ona bakmadan oradan uzaklaştım.

Yürüdüm.

Ne kadar yürüdüm bilmiyordum.

Telefonum durmadan çaldı ama açmadım. Nasıl yürümeyi başardım onu bile biliyordum. İnsanın en sevdiği kişiden ihanet görmesi karşılaması kolay bir durum değildi. Ne yapmalıydı insan? Ağlamalı mıydım? Oysa gözlerimden artık bir damla yaş gelmiyordu. Bağırıp çağırıp onların üstüne mi saldırmalıydım? Neden yapacaktım? Sanki onların yaptıklarını geri mi alacaktı bu. Aldatılmıştım. Kırk bir yaşındaydım ve ellerimde ne var diye baktığımda kocaman bir hiç kelimesi gözlerimin önünde neon ışıkları gibi yanıp duruyordu.

Kafamı kaldırdığımda bulunduğum sokağın çok tanıdık olduğunu fark ettim. Ah, annemlerin sokağına gelmiştim. Liseden mezun olana kadar yaşadığım ev sokağın sonundaydı. Kerim ile lise de tanışmış, birbirimize aşık olmuştuk 1999 yılında da evlenmiştik. Milenyum çağına girerken. Sonra o üniversitede Hukuk okumuştu ben ise ev işleri ile meşgul olmuştum. Şimdi onun neden beni üniversitedeki arkadaşları ile tanıştırmadığını daha iyi anlıyordum. Benden utanması bir yana, arkadaşlarının onun evli olduğunu bile bildiğinden şüpheliydim. Evlendikten sonra kim bilir ne kadar sevgilisi olmuştu. Ah lanet olsun bu kadar kör nasıl yaşayabilmiştim? Aşk denilen o lanetli şey bu kadar mı kör, sağır ve dilsiz etmişti beni?

Ama iyi saklamıştı. Bir avukat olmasının yararları da vardı tabi. Yirmi yıllık eşimi hiçbir zaman tanıyamamıştım. Çok geçmeden ailemin evine doğru ağır ağır ilerlemeye başladım. Kendi evime gitmek istemiyordum. O adamın izinin olduğu bir yere gidebilecek kadar kendimde değildim.

Beyaza boyanmış, demir bahçe kapısını açtığımda annemin hala çocukları gibi baktığı güzel çiçekleri beni karşıladı ama sanki her şey siyah beyazdı. Hayatım boyunca hangi yaşta olursam olayım kötü olaylar hemen beni etkilerdi. Eh aldatılmak ve eşimden çok istediğim o çocuğun başka bir kadından olduğunu görmekte ruh halime iyi gelmiyordu. O yüzden annemin cennetten bir parça gibi görünen bahçesi sanki siyah beyaz bir filmden çıkmış gibiydi.

Taşlı yoldan ağır ağır ilerledim. Annem ve babam seksen küsur yaşlarında olmasına rağmen oldukça dinçlerdi. Önce abim çalışmak için yurt dışına gitmişti, sonra ben evlenmiştim. Ardından kız kardeşim Serap üniversite için başka şehre gitmiş ve orada evlenip kalmıştı. Gözlerime erik ağacının altındaki masa takıldı. Orada ikindi çayımızı içerken kız kardeşime Kerim ile evleneceğimi söylemiştim ve onun benim adıma sevineceğini beklerken bana kızmıştı. Akılsız olduğumu, Kerim gibi biri için hayatımı mahvetmemem gerektiğini söylemişti. Ama ben ne yapmıştım. Onunda Kerim'den hoşlandığını ve bizi kıskandığını düşünmüş, bununla kalmamış ona bunu söylemiştim. Sonunda sıkı olan bağlarımız yavaşça çözülmüş, ardından da tamamen kopmuştu.

Lise hayatım tamamen pişmanlıklardan ibaretti.

Ön kapıya vardığımda derin bir nefes aldım ve eski zile basıp sokaktan rahatça duyulan o rahatsız edici melodiyi dinledim. Kapının açılmasını beklerken artık hayatımın büyük bir değişim içine girdiğini fark ettim. Yirmi yıl ve lise de ona hayran geçirdiğim en değerli yıllarım... Hepsi şimdi çöp olmuştu. Kalbimde tıpkı ruhum gibi çöpe dönmüştü. Bir zamanlar bu kapıda dikilirken deli dolu, genç ve cüretkardım. İçimdeki umut gözlerime yansırdı.

Şimdi yıllar sonra ben yine aynı kapıda dikiliyordum. Deli dolu halim ölmüştü, genç halim ölmüştü. Ne cüretkardım ne de umut dolu.

Yürüyen bir ölü gibiydim.

Kapı yavaş yavaş açıldığında annemin şaşkın yüzü ile karşılaştım.

"Kızım, burada ne işin var? İşte olman gerekmiyor muydu?"

İşi umursamamıştım bile. Muhtemelen beni arayanlarda onlardı. Anneme kısa bir ziyaret için geldiğimi söylemek için dudaklarımı araladım ama tek kelime çıkmadan gözlerimden yaşlar aklamaya başladı.

Ardından isterik hıçkırıklara boğuldum.

Loading...
0%