@tgceymn
|
Geçmişe dair unuttuğum bir diğer şey ise derslerdi. Okulun koridorunda yürürken kalbim sanki boğazımda atıyordu. Bu koridorlarda ne kadar süre yürümüştüm? Burada adım adım ilerlerken geleceğimi nasıl inşa edeceğimi biliyor muydum? Ne kadar yazık. Aslında o an anlamsız gelen bazı davranışlar zaman geçince nasılda değerli oluyordu. Şimdi bu koridorda yürürken gençlik zamanlarımı ne kadar da özlediğimi fark ediyordum. Değer bilmeden geçen onca zaman ne büyük kayıptı. Büyümek hemen istediğimiz bir düştü. Büyüdüğümüzde ise gençliğimize çocukluğumuza hasret kaldık. İnsanoğlu ne kadar da tuhaftı. Sınıfıma girmeden eşikte durup içerideki tebeşir kokusunu içime çektim. Sıralar eski tarzdaydı ve üzerlerinde hem bizim hem de üst sınıflarımızın hayalleri yazılıydı. Fark etmeden hızla geçen zamanın hatıraları masalarda kalmıştı. Neden şimdi onlara gözlerim dolmadan bakamıyordum. Eski tarz sıralardan kendiminki olduğunu düşündüğüm sıraya oturdum ve yanımın boş olduğunu fark ettim. Tabi ya sınıfın arka tarafında tam cam kenarında oturuyordum. Açıkçası o zamanlar tek oturmam sorun değildi ne de olsa yalnız kalmayı ve kitap okumayı severdim. Özellikle derste gizliden gizleye roman yazmaya bayılırdım. Diğer insanlardan bilerek uzak kalmamın sebebi buydu. O an aklıma gelen şey gülümsemenin yüzümde yavaş yavaş yayılmasına neden oldu. Geçmişte olduğum zamanda kitap yazabilirdim. Hala yolun başındaydım ama zihnim daha olgundu. Tabi yazacağım hiçbir şeyin gelecekte yazılmış olan bir kitaba benzememesi gerekiyordu. İnsanların sırf kendi zevkim için başka bir insanın geleceğini değiştirmeyi doğru bulmuyordum. Ama aklımdaki kitap konularını ele alabilirdim. Üstelik her zaman hayalim olan spor muhabiri mesleğini yapabilirdim. Kimsenin ne diyeceğini umursamadan yolumda ilerleyebilirdim. Harika!!! Türkçe öğretmenimiz içeri girdiğinde herkes yerlerine oturdu. Eda hocaya baktığımda içimden gülmek geliyordu. Onca zaman sonra yeniden genç görmek hem de o kabarık ve abartılı makyajla gülme isteğimi zorlukla bastırdım. Dersleri dinlemeye çalışırken elimde kalem durmadan çeviriyor, o an hayatımda yapacağım değişimleri düşünüyordum. Acaba sabah uyandığımda yine geçmişte mi olacaktım. Bunu sabah olana kadar öğrenemeyeceğim için düşünceyi gerilere itekledim. Şimdi asıl planım kendi geleceğimi değiştirmek ve Cenk'in kırklı yaşlarını görebilmesini sağlamaktı. Bunu yapabilecek kadar güçlü müydüm gerçekten? Ben her türlü Kerim'den uzak kalarak hayatımın gidişatını düzeltebilirim ama Cenk'in o partiye gitmesini engelledikten sonra ölümünün doğal şartlardan olmasını sağlayacak kadar başarılı olabilir miydim? Yoksa uzun süre geçmeden başka bir kazada yine mi hayatını kaybederdi? Ah bu işler tahmin ettiğimden daha zordu. En azından ben elimden geleni yapacaktım. Derslerin ağır ilerlemesinden mi yoksa içimdeki sıkıntıdan mı ya da uzun zamandır okul hayatında olmadığım için mi bilinmez saatler hatta dakikalar geçmek bilemedi. Cenk'e hala nasıl yakınlaşacağımı bulamamıştım. Yatılı okuldaydık ve Cenk ailesi ne kadar zengin olsa da yurtta kalıyordu. Okul çıkışı veya sabah gelince de yakalayamazdım. Ders aralarında ya da öğlen yemeğinde çevresinde hem arkadaş grubu hem de hayranları oluyordu. Sanırım kendimi onun kucağına atsam bile çevresinden birine çarpar geri sekerdim. Teneffüste onların olduğu tarafa bakarken tırnaklarımı yemeğe başlamıştım. Bu adama nasıl yakınlaşıp onu ölümden kurtaracaktım ki? O an Cenk'in koluna dokunup duran İnci'yi izliyordum. Kıvırcık saçları uzundu ve iri mavi gözlerini genç adamdan bir an bile ayırmamıştı. Ondan hoşlandığını herkes biliyordu ama Cenk onunla sevgili olmamıştı. Bir tane kızla yetinmeyecek kadar çapkın olduğunu duymuştum fakat ne zaman bir kızın yanında görsem yüzü hep sıkılıyormuş gibi duruyordu. Belki de popüler olmasının nedenlerinden biriydi. Her neyse onun ruhsal durumu umurumda değildi. Sadece bir canı kurtarmak istiyordum. Kerim için yapacaklarım basitti. Ondan uzak dursam yeterli olurdu ama Cenk'e yakınlaşmak istiyorsam Kerim'den uzak durmak zor olacaktı. İkisi de aynı arkadaş grubun içindeydi. Üstelik Kerim, Cenk'in popülaritesinden yararlanmak için sakız gibi ona yapışmış oluyordu. Bu adamda ne görmüştüm de aşık olmuştum ben? O sırada Kerim'in kumral saçları güneş ışığında boca ettiği jöle yüzünden parlıyordu. Lakayt tavırları ise insanı kendinden uzaklaştırmaya yeterdi ama ona aşık olduğumda kırk bir yaşında değil on yedi yaşındaydım. O yaşlarda aşık olunması gereken her şeye sahipti benim gözümde ve bu yüzeysel düşüncem yüzünden ilerleyen zamanlarda bedeli ağır ödemiştim. Tam onlara bakmayı sürdürürken Cenk ile göz göze geldik. Daha diğerleri benim farkıma varmamıştı. Bakışlarından kayıp giden merak oturduğum bankta huzursuzca kıpırdanmama neden oldu. Bir şeyler karıştırdığımı anlamış gibiydi. On sekiz yaşında olmasına rağmen gözlerinde olgun bir bakış vardı. Bir an onun hayatının düşündüğüm kadar da sorunsuz olmadığı fikri aklımda yer edindi. O yaşlarda tasasız bir hayat yaşayan birinin bakışlarına benzemiyordu. Acaba ona ulaşmak için hayranlarına mı katılsaydım? Benimde onun hayranı olduğumu duyan öğrenciler bunu garipsemezdi. Ama gruptan biraz ileride durup hayran gözlerle ona bakan kızların konumları da benimkinden bir tık ilerideydi. Yine de ona ulaşamazdım. Nefesimi verirken oturduğum banktan kalktım. Bakışlarımızın arasındaki bağda bu sayede kopmuş oldu. Okulun zili çalmaya başladığında çoktan okul binasının içine girmiştim. Ve derste matematikti. Ne ben dersi severdim ne de dersin hocası beni. Serap hoca matematiği öğretmek yerine matematiği resmen derimize kazımak ister gibi anlatırdı. Kıvırcık saçları her daim kısa olur ve tuhaf renklerin karışımından makyaj yapardı. Ne zaman tahtaya çıkıp soruyu yanlış yapsak elindeki cetvelle birleştirdiğimiz parmak uçlarımıza vururdu. Bir öğrenciyi dersten uzaklaştırmak için harika bir yöntemdi. Ve ne zaman derse girse kitapları yanında getirmezdi ve bilin bakalım öğretmenlerin odasından kitaplarını derse kim getiriyordu. Tabi ki ben. Serap hoca içeri girdi ve hepimiz bir anda ayağa kalktık. Kırklı yaşlardayken hiç merak etmemiştim hala öğrenciler öğretmen geldiğinde sınıfta ayağa kalkıyorlar mıydı? Umarım yapıyorlardır çünkü Serap hoca gibi nadir öğretmenler dışında kalanlar kesinlikle saygıyı hak ediyordu. Onca yıldan sonra bile beni şaşırtmadı. Beni buldu ve "Pelin kitaplar," dedi. Bende önceki yılların vermiş olduğu alışkanlıkla yavaşça sıramdan kalktım. Ne kadar tuhaftı. Onca zaman geçmişti ama aslında geçmemişti. Her yeri hatırlıyor, herkesin göz kırpma alışkanlığına kadar biliyordum. Serap hocanın isteğini yerine getirmezsem sinirleneceğini biliyordum. Bir insan neden sınıfa gelirken kitaplarını taşımaz da beni sürüklerdi ki? Üstelik lise birinci sınıftayken elimize vurduğu cetveli yok ettim diye. Gerçi yeni bir cetvel bulması uzun zaman almamıştı ama bu ufakta olsa isyan belirtisiydi. Vay be bende fena değilmişim. Gerçi sonucu kötü olmuştu. Neden liseye başladığımda karakterim bu kadar silik olmuştu ki? Şimdi düşündüğümde diğer gençlerin benden daha yetenekli olduğunu düşünmemden kaynaklanıyordu sanırım. Koridorda yürürken elimden geldiği kadar ağır adımlarla ilerledim. Matematiği sevmiyordum ama bunun en büyük nedeni beynimin dersi algılamayacak olmasıydı. Eğer sayısal zekam olsaydı hangi hoca olursa olsun kesinlikle ilgilenirdim. Sonunda öğretmenler odasının olduğu koridora döndüğümde karşıdan gelen Cenk'i gördüm. İşte istediğim gibi onu tek yakalamıştım. Öğretmenler odasından çıkmış olmalıydı. Bana doğru yürürken bakışları bana kitlendi. Tamam onu tek yakalamak istemiştim ama ne diyecektim. Biran eski on yedi yaşındaki ruhum geri geldi sanki. Utandım. Sanki bana doğru ağır çekimde yürüyordu. İnsanın ne kadar bakarsa baksın doyamayacağı bir görüntüye sahipti. Dış görünüş açısından bazı insanların bu kadar zengin olması haksızlıktı. Yeşil gözleri bana bakarken o kadar dikkatliydi ki bedenimin titrediğini hissettim. Bu gözlerin toprak olması haksızlıktı. Bir şey yapmalıydım. 'Hey Cenk baksana Ekim ayında İnci'nin doğum gününe gitme, öleceksin çünkü. Hatta sen bence hiç evinden çıkma ekim ayı boyunca.' Diyecek halim yoktu. Attığımız her adım bizi birbirimize yaklaştırırken tek bir kelime bile edemeyeceğimi anladım. Hayır kırk bir yaşında birinin düşünce yapısına sahip olsam da sanırım kurtulduğumu düşündüğüm utangaçlıktan kurtulamamıştım. Tam yan yana geçişeceğimiz sırada Cenk adımlarını yavaşlattı ve beni şaşırtarak durdu. "Ne zamana kadar bana bakıp konuşmayacaksın?" diye sorduğunda birkaç adım ondan uzaklaşmıştım ama o kadar şaşırmıştım ki ayaklarım birbirine dolandı ve yalpaladım ama düşmeden doğrulmayı başardım. "Anlamadım," dedim şaşkın bir halde. Aslında ne dediğini anlayacak kadar net duymuştum ama kendime zaman kazandırmam lazımdı. Ona o kadar çok bakmış olabilir miydim gerçekten. Tanrım tam bir sapık gibi görünmüş olmalıydım. Cenk alaycı bir gülümseme takındı ki onun yüzünde gördüğüm ilk gülümsemeydi. Ne kadar alaycı olsa da yüzünde yaptığı değişim nefesimi kesmişti. Bir insan bu kadar yakışıklı olmamalıydı. Yaratanın özel bir zaman ayırdığı belliydi. "Daha önce bir kızın adımlarını şaşırttığım olmamıştı. Bu kadar mı benden hoşlanıyorsun?" Bir an o kadar etkilenmiştim ki dudaklarımdan çıkana engel olamadım. "Bu kadar kendini beğenmemelisin," dedim ama hemen dudaklarımı birbirine bastırdım. Vay be boşboğazlık tamamen yeni bir özellikti. Onunla zıtlaşarak bir şey elde edemezdim. En azından onun hayatını kurtaramazdım. Bu sefer Cenk kaşlarını çatıp "Anlamadım," dedi. Şükür ne dediğimi duymamıştı. Rahat bir nefes aldım. "Hiç. Hiçbir şey söylemedim," dedim ve bir adım daha uzaklaştım. "Şimdi gitmem lazım." Cen kollarını göğsünde bağlayınca ceketi kollarında gerildi. Onun spor yaptığını biliyordum ama kollarında kasların bu denli net görünmesini sağlayacak kadar yaptığından haberim yoktu. Öyle vücutçular gibi aşırı şişkin kasları yoktu ama var olan kesinlikle izlenmeye değerdi. "Önce soruma cevap ver. Bana neden öyle bakıyorsun?" diye sordu. Hala kaşları çatık duruyordu. Demek alay ve şakalaşma buraya kadardı. Onun hayranı olduğumu mu düşünüyordu? Ben peki ona bakmamı nasıl açıklayacaktım. Ama tüm düşüncelerin aksine başka bir şey söyledim. "Sana nasıl bakıyorum?" "Sanki nasıl desem bilmediğim önemli bir şeyi biliyormuşsun gibi. Önce şu kızlar gibi olabilir misin diye düşündüm ama hayır, gözlerinde o tuhaf hülyalı bakış yoktu. Söylesene neden bana öyle bakıyorsun?" Tanrım. Gözleri sadece yeşil değildi. Yeşil-griydi. Ne eşsiz bir göz rengi. İnsan bakarken kendini, zamanı ve mekanı unutabiliyordu. Şimdi o büyüleyici gözlerini bana dikmiş ve dikkatle bakıyordu. Benim başım onun omzuna geldiğinden bana doğru eğilmişti ve hoş bir parfüm kokuyordu. Hele o kirpikleri bir erkekte ziyan olacak kadar gür ve güzeldi. Dudakları ise dolgun, kenarları ise her an haylaz bir gülümseme bahşedecekmiş gibiydi. Bunca kızın onun peşinden koşmasına şaşırmamak gerekirdi. Sahi ben ona ne diyecektim? Tam ihtiyacım olduğu anda beynim neredeydi sanki? Tüm o hazır cevaplar, şakalaşmalar. Ama yok o an tamamen etkisiz elemandı ve aramızdaki sessizlik gittikçe büyüyordu. Tek istediğim bu delici bakışlara sahip gençten uzaklaşmaktı. Kerim'den uzaklaşmak ve ona yakınlaşmak bir şey yapmalıydım. Belki de bu çaresizliğimdi. söylediklerime sebep olan ya da başıma gelecekler vardı bilmiyordum ama kendime engel olamadan aklıma aniden gelen cümleyi bir çırpıda söyledim. "Ben senden hoşlanıyorum." |
0% |