@tgceymn
|
Elimdeki şişeye yanımda oturan Nalan el koymuştu. Onunda bir CAK olduğunu bilmiyordum. Gerçi bilsem ne değişecekti emin değilim. En azından şişeyi almıştı kıskanıp saçma bir saldırıda da bulunabilirdi. Tanrım. Kırk yaşındaki halimin olduğu zamanda kızlar gözü kara hayran oluyor hatta bazen başkalarına zarar verecek kadar ileri gidiyorlardı. Tek tesellim on yedi yaşındaki halimin zarar görmemesi. Bu zamandaki kızlarda baya tutkuluydu ama fazla ileri gitmemeleri tek umudumdu. Karşılaşma 'su şişesi' olayından çok geçmeden bitmişti. Cenk'in takımı Kerim'in kaptanlık yaptığı takımı hezimete uğratmıştı resmen. Karşılaşma ders bitimine denk gelince rahat bir nefes aldım. Öğle arası olduğundan herkes etrafa dağıldı. Bende sakin bir yer bulmalı ortalık durulana kadar bir süre insanların gözüne batmamalıydım. "Hey Pelin yemeğe geliyor musun?" Sorunun geldiği yöne başımı çevirdim ve sınıfımda olan isminin Şule mi Jale mi emin olamadığım kızın samimi bir şekilde bana baktığını gördüm. Her ne kadar samimi olsa da sanki bana seslenmesinin nedeni farklı gibiydi. Etrafıma baktığımda kızların bana bakışlarını beğenmiyordum. Okulun en havalı genci ile bu denli yakın olmam rahatsız etmiş olmalıydı. Diğer erkekler ise bana ilgiyle bakıyordu. Demek Cenk ile yakın olmak insanların arasında birden popülaritemi yükseltmişti. Silik bir kız olarak yaşadığım lise hayatından sonra şimdi insanlar tarafından görünmek gerçekten şaşırtıcıydı. Umurumda da değildi gerçi. Yemeği tek başıma yemek istemiştim ama insanların daha yemekhaneye girmemle bana bakmaya başlaması durumun tahmin edemediğim bir boyutta olduğunu görünce geri döndüm. İnsanların ilgi odağı olmak istemediğim yakınlaşmaları getirecekse eğer biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Hem kendimi bu kadar olgun hissederken diğerlerinin konuşmasını dinlemek sabır edeceğim bir şey değildi. Öğlen arasını yine insanlardan uzakta geçirdikten sonra zilin sesi ile yerimden kalktım. Bu geri dönüş işinin en sıkıntılı tarafı derslerdi ve ben daha hayallerim olan işle ilgilenememiştim. Belki de okulun gazetesine girebilirdim. Bu düşünce biraz olsun içimi rahatlatmıştı. Evet, kendim için Kerim'e bulaşmamak sonrasında yapacağım en hayırlı şey bu olurdu. Öğrenciler çoktan sınıflarına girmişlerdi. Bende adımlarımı hızlandırdım. 3. sınıfların şubeleri binanın 3. katındaydı. Son merdivenleri de çıkıp sınıfa gitmek için köşeyi döndüğümde iki düğmesi açık bir yakayla karşı karşıya kaldım. Daha gözlerimi yüzüne kaldırmadan kim olduğunu anlamıştım. "Selam," dedi tatlı bir sesle. "Görende senin benden kaçtığını sanacak." Konuşmasının bitmesini beklemeden etrafı hızlıca kontrol ettim. Eh kızlarında bir sınırı vardı değil mi? Onları zorlamamak en iyisiydi. Cenk ile konuştuğumu görmek hem de öyle bir hareket yaptıktan sonra sınırlarını aşmasına neden olabilirdi. "Başımı belaya sokma niyetinde misin?" diye sordum fısıltıyla. Sadece İnci değil diğer CAK grubundan da uzak kalmaya çalışıyordum. Cenk motosiklet kazasına gerek kalmadan ellerimde ölecekti bu gidişle. Cenk'in kaşlarının kalktığını gördüm. Yeşil-Gri gözleri hayretle bakıyordu ama aslında benimle eğlendiği dudaklarının kenarının titremesinden belli oluyordu. "Benden hoşlandığını sanıyordum?" Gözlerimi devirmeden edemedim. "Senden hoşlandığımı söyledim. Bir defterden de hoşlanabilirim, bir filmden de, onca insanın içinde bana özel davranmanın sebebi senden hoşlanmam olduğunu sanmıyorum," dedim sert bir sesle. Aklında kim bilir hangi tilkiler dolanıyordu. Eğlenmesi için kullanacağı biri değildim. Gerçi Cenk'in bunu yapmak için fazla karakterli olduğunu düşünüyordum. Öyle kötü biri olsaydı şimdiye kadar diğer kızların kalbini kırardı. Omzunu umursamaz bir tavırla silkti. "Sadece susamıştım, benden hoşlanan kız benim için şişe tutuyordu bende içtim. Bunda sorun ne?" Gerçekten samimi konuşuyordu. Beni bu kadar kendine yakın görmesini anlayamıyordum ama gözlerindeki bakıştan içten olduğu anlaşılıyordu. Bazen insan yeni tanışmasına rağmen kendini o insana sanki yıllardır tanıyormuş gibi yakın hissederdi. Cenk'in de öyle olma ihtimali vardı ama hey bir daha erkeklere kolay kolay güvenebilir miydim? Çok sevdiğim bir atasözü vardır. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. İçimden sabır dileyerek "Orada senden hoşlanan birçok kız ve ellerinde şişe vardı. Üstelik İnci seni bekliyordu," dedim. Bu bir gerçekti. Neden benim yanıma gelmişti ben bile anlam veremiyordum. Şimdi gözlerini devirme sırası ondaydı. "Aşkı hayranlıkla karıştıran kızlara ilgi duymuyorum," dedi. Sonrada hemen konuşmasına ekledi. "Hem İnci benim arkadaşım ailelerimiz dost benim için değişmeyecek bir konumda." Zavallı İnci. Şimdi ona üzülmeden edemedim. Demek platonik aşıktı. Kim bilebilirdi ki? O zamanlar tüm okul onları çıkıyor sanıyorduk. Sanırım İnci'nin bunu diğer insanlara nasıl yansıttığını anlayabiliyordum. O yüzden İnci konusunu duymazdan gelip diğerini cevapladım. "Ama aşkta sevdiğin insana hayran olmaktır." Gözleri parlarken yüzünde hoş bir gülümseme yavaş yavaş belirmeye başladı. Bir insan böyle gülümsememeliydi. "İşte bunu ayırt edebilecek birinden hoşlanırım." Derin bir nefes aldım. Ne dersem karşı çıkacakmış bir hali vardı. Gözlerinin içine bakarken bu insanın kara toprağın altına girme ihtimali bile kalbimin sancımasına neden oluyordu. Bu gencin yaşaması gerekiyordu. Bundan dolayı ona öfken birden suya değen şeker gibi eridi gitti. "Lütfen kendine dikkat et," dedim kendime engel olamadan. Yurtta kalmadığı zamanlarda motosiklet kullandığını biliyordum. Onu geçireceği kazadan kurtarabilirdim ama kaderi değiştirmek o kadar kolay mıydı? Başka bir kaza daha geçirebilirdi. Bana gülümsediğinde gözlerindeki ifade nefesimin kesilmesine neden oldu ama o minnettarlık dolu ifade bir an sonra kayboldu. Sonra yeniden o alaycı gülümseme ile "Kafana takma ufaklık," diyerek uzanıp saçlarımı karıştırdı. Ardından koridorda ilerlemeye başladı. "Ufaklık mı ufaklık mı?" o kadar sinirliydim ki mantıklı bir cümle kuramadım. Sadece yumruklarım sıkılı bir halde arkasından bakakaldım. Kırk yaşındaydım ve on yedi yaşımdaki bedenime dönmüştüm. Okulun havalı genci bana ufaklık diyordu. Aslında buna deli gibi gülmeliydim ama sorunlarım hala devam ediyordu. Öğleden sonra ki derslerde öğrencilerin bana selam vermesi ve konuşmak için yanıma yaklaşmalarına şahit oldum. Eh popülaritem eskisi gibi değildi en azından. Belki yarın yeniden kendi bedenimde uyanırsam - hala şüphelerim vardı- o zaman okulun gazetesine başvuracaktım. Kendim için bir şeyler yapmak iyi olacaktı. Son dersin bitiş zili çaldığında rahat bir nefes aldım. İnsanların samimiyetsin yakınlaşmalarından kurtulmak istiyordum. Çantamı alıp okulun kapısına doğru giderken diğerlerinin bana bakıp konuştuğunun farkındaydım. Eh ilgi çekmek hangi yaş diliminde olursam olayım kesinlikle bana göre değildi. Bahçe kapısına çıktığımda Cenk, Kerim, İnci ve diğerlerinin köşe de grup olduklarını gördüm. Cenk sanki yanıma gelecek gibi bakınca hemen adımlarımı hızlandırdım. Bu kadar insanın içinde benimle konuşması demek insanların şüphelerini doğrulamak demekti. Şükür ki beni takip etmemişti ve güvenle okulun bahçesinden ayrıldım. Evin demir bahçe kapısından girene kadar yol boyunca bugün yaşadıklarımın uyandığımda geleceğimde nasıl değişikliklere neden olacağını düşündüm. Sahi neler değişecekti ve ben hep bu düzende mi hayatımı sürdürecektim. Bu düşünce bir an beni çok rahatsız etti. Sürekli genç ve yaşlı halim arasında gidip gelmek psikolojimi iyi etkilemezdi. Bir zaman diliminde kısılıp kalmak istesem kırk yaşımda olmak istemezdim. Ama seçim bana kalmamıştı. Evin kapısından içeri girdiğimde annemin mutfakta olduğunu doğrulayan sesler ve yemek kokuları geliyordu. "Ben geldim anne," diye bağırdım girişten. "Hoş geldin. Yemek yarım saate hazır olur yardıma gel bahçede yiyeceğiz." Merdivenleri tırmanırken gülümsemeden edemedim. Bahçede yemek yiyeceğimize göre annem ziyafet hazırlamıştı. Her zaman güzel yemekler yapardı ama bazen resmen şölen düzenlerdi. İşte o zaman eğer mevsim uygunsa dışarıda yer hem yemeğin hem de havanın tadını çıkarırdık. Harika hissettirirdi. Ama hepimiz ayrı yerlere dağılınca bu gelenekte sona ermişti. Şimdi yeniden bunu yaşıyor olmak harika hissettiriyordu. Bu yüzden hemen duşa girip yıkandım. Ardından en rahat kıyafetlerim olan bir taytla uzun bir tişört giydim. Sibel çoktan aşağıdaydı ve anneme yardım ediyordu. Bende hemen tabaklara uzanıp onlara yardım etmeye başladım. Çok geçmeden masa kurmamıza abimde katılmıştı. Bahçeye çıktığımızda artık tüm aile bahçedeydi ve yemeğe başladığımızda bir süre kimse yediği yemeğin zevkini çıkarırken konuşamadı. Annem kavun dolması, rosto çeşitli mezeler ve harika bir tatlı yapmıştı. Midem o kadar dolmuştu ki tatlıyı bitiremedim. Zayıf olmak güzeldi ama insan sevdiği yemekleri doyasıya yemek istiyordu. Eh benim gibi düşünen bir insanın neden kilo aldığı belli oluyordu. Yemekten sonra hep birlikte masayı topladık ve mutfakta açtığımız radyodan yayılan müzikle bulaşıkları yıkamaya başladık. Evde yankılanan neşeli sesler sanki içimin kelebeklerle dolu olmasına neden oluyordu. Ah bu güzel anların kıymetini nasıl bilememiştim. Meyve yemek için salona toplandığımızda elimdeki elmayı kemiriyor, bir yandan televizyondaki filmi izliyordum. Yanımda abim vardı ve onun varlığının sıcaklığı güvende hissetmeme neden oluyordu. Eskiden de yakın değildik ama bunu değiştirmek istiyordum. Akşam saatleri ilerlemişti ve ben uyandığımda yeniden kırk yaşında o hayalleri yıkılmış, aldatılmış kadın olmak istemiyordum. İçeri girdiğimden beri özellikle kaçındığım telefona doğru bakışlarımı çevirdim. Gözlerim telefonun olduğu yere kaydığında alışkın olduğum sarı rengi görmeyince panikle oturduğum yerden fırladım. Yanımda elma yemekte olan Savaş ani hareketten irkildi ve boğazına kaçan elma yüzünden öksürmeye başladı. Annem hemen sırtına vurdu. Ben hala telefonu odada ararken kıpkırmızı suratla abim bana baktı. "Kızım sen manyak mısın ne deli gibi aniden hareket ediyorsun." O an abimi umursamadan anneme döndüm. Aklım yerinde değil gibiydi. Telefonu açmadığımda da kendi zamanıma gitmiştim ama ya telefon olmadığında? "Anne telefon nerede?" diye sordum sakin bir sesle. Annem doğradığı elmadan başını kaldırmadan "Bozuktu baban tamir için götürdü." Babam televizyondan başını çevirmeden konuştu "Bir iki hafta bekleyebilir çocuk çok yoğunum dedi." Annem başını ona çevirdi. "Bir telefonu yapmak bu kadar süre alır mı? Annemler merak edecek." Babam televizyondan başını çevirip şefkatli gözlerle anneme baktı. "Ben işten arayıp haber verdim merak etme. Arada Neclalardan ararsın." Annemin bakışlarını görmüyordum ama babama sevgi dolu baktığına emindim. Hep öyle bakmıştı, öyle de bakacaktı. Ama benim daha büyük sorunum vardı. O telefon olmadan zamanda yolculuk yapabilecek miydim? Yoksa bu zamanda kısılıp kalmış mıydım? |
0% |