@tgceymn
|
Geçmişe geri dönmek istemiştim evet ama bunun gerçek olabileceğini nereden bilebilirdim? On yedi yaşıma geri döndüğüme mi inanamıyordum. Bu yüzden ailemle kahvaltı masasında otururken kollarım kıpkırmızıydı. Her ne kadar kendime uyanmam için fiziksel şiddet uygulasam da hala on yedi yaşındaydım. Genç, güzel ve enerjiktim. Üstelik bütün aile kahvaltı sofrasındaydık. Ne çalışmak için yurt dışındaydı abim ne de kardeşim benden erken evliliğim yüzünden uzaklaşmıştı. Annem babam ise daha genç ve kesinlikle daha sağlıklı görünüyorlardı. Az önce şaşkınlıktan kahvaltıya inmediğim için annemin odaya gelip terlikle beni kovalamasından anlamıştım. Şaşkındım evet ama aynı zamanda mutluydum. İçim içime sığmıyordu. "Daha ne kadar bakacaksın? Biraz daha oyalanırsan tabağındaki sosisler yok olacak," dedi abim. Sesi de kendisi kadar karizmatikti. Onu göremediğim kaç tatil kaç önemli gün geçmişti sayamamıştım. Ama şimdi o harika karizmasıyla eskisi gibi bana takılıyordu. Gerçi eski zamanda olduğumuz için bu benzetme olmamıştı. Bu durumu düşünmek beynimi yakmaya başlamıştı. Savaş, üniversitenin üçüncü yılındaydı ve avukat olmak istemediğini keşfetmesine daha vardı. O zaman ki yaşanılanları net hatırlıyordum. O zamandan sonra babam ile abimin arası bir daha iyi olmamıştı. Abim Savaş o kadar nadir eve gelirdi ki aralarında bir iletişim kurulacak ortam olmazdı. Bu yüzden o aç gözlerle tabağıma bakarken gülümsemeden edemedim. O ise benim tepkime karşılık daha temkinli bakmaya başladı. Onunla yemek kavgaları yaptığım zamanları hatırlıyordum ama şimdi bunu yapamayacak kadar saçma buluyordum. Bu yüzden tabağımı alıp hakkım olan sosisleri onun tabağına aktardım. "Sen yiyebilirsin," dedim ve tabağımı önüme koydum. Sanki az önce tabağı duvara fırlatmışım gibi bütün ailem bana şaşkın bir halde bakıyordu. Benim için yemek çok önemliydi. En azından bir zamanlar. Savaş elinde ki çatalı bırakıp hemen alıma uzandı. Sıcak ve güven veren avcunu alnıma dayadı. Bir kızın babasından sonra en güvenli limanı abisiydi ama benim limanım eskiden terk edilmişti. Şimdi ise tüm heybeti ile yanımdaydı. Allah'ım onu ne kadar da özlemiştim. Gözlerim dolarken o bana endişe ile bakıyordu. "Ateşi de yok acaba bir yere başını mı çarptı," dedi şaşkınlıkla. "Bu kızın kendi isteğiyle yemekten vazgeçtiğini görmek şaşırtıcı." Evet, geçmişte yemek yemeği sevdiğimden kırk bir yaşıma geldiğimde yerimden zor kalkıyordum neredeyse. O yüzden madem geri gelmiştim. Ne olursa olsun doğru bildiğimi yapacaktım. Sağlıklı yaşamakta bunların başında geliyordu. Eğer uyku ilacından dolayı ölmediysem geçmişimdeydim. Belki de geleceğim olarak gördüğüm o anlar kabustan ibaretti ama her şeyi en ince ayrıntısına kadar da hatırlıyordum. Kafam karmakarışıktı. Sibel, abimin söylediklerine gülerken bana gözlerinde tuhaf bir hayranlıkla baktı. Onun bana böyle bakmayı bırakması ne kadar uzun zaman önceydi. Oysa ne kadar değerliymiş, ben kıymet bilememişim. Şimdi - hala imkansız görünmesine rağmen- yeniden on yedi yaşındaydım. On yedi!!! Masada zor oturuyordum. Her an kalkıp deli gibi dans etmeye başlayabilirdim. Harika bir duyguydu. Ama özellikle Kerim denilen adamın daha hayatımda olmaması mükemmeldi. İçim içime sığmıyordu. Nasıl başardım bilmiyorum ama kahvaltı sürecini atlatmayı başardım. Sibel okula gitmek için hazırdı ve arkadaşları ile gitmek için erkenden çıkmıştı ben ise elimde üniformam aynadaki görüntüme bakakalmıştım. Geçmişe dönüp hataları düzeltmek güzeldi güzel olmasına ama o kadar ders ve sınavı yeniden yaşamak tam bir ceza olacaktı. Yine de mutluluğumu ve heyecanımı yitirmem imkansızdı. Hemen gri pileli eteği, beyaz gömleği, bordo süveterle lacivert ceketimi giydim. Saçlarım sırtımın ortasına kadar uzundu. Her ne kadar sıradan bir kahverengi olsa da parlaklığını yeniden kazanmıştı ve dalgalar halinde uzanıyordu. Onları toplamak istemedim. Eskiden olsa iki yandan örerdim. Şimdi biraz daha özgür olmasını istiyordum. Çantamı aldım ve içerisinde doğru kitapların olmasını umdum. Geçmişi hatırlasam da o gün hangi ders olduğunu bilmiyordum. Hızla merdivenlerden inip annemin yanağından bir öpücük çaldıktan sonra kendimi evden dışarı attım. Gitmem gereken bir okul, değiştirmem gereken bir geleceğim vardı. Artık o eski Pelin olmayacaktım. Geride durup utanmayacak, kendimden çok insanları umursamayacaktım. Okul evimizden uzak değildi. Yürüyerek yaklaşık on beş dakikaya varabiliyordunuz. Eskiden olsa bu dakikaları harcamamak adına dolmuşa binerdim ama şimdi yürümenin ve değişmeden önce sokakların ve dükkanların nasıl göründüğünü görebiliyordum. Zaman gerçekten söyledikleri kadar acımasızdı. Yıllar sonra kapanacak birkaç bakkal, film izlemek için kiraladığımız kasetçi dükkanı, pastane- gerçi onlar farklı bir tarzları da olsa hala varlıklarını sürdürüyorlar- ve yine modern zamanlarda unutulmuş birkaç dükkan daha. Hava bile sanki daha güzel daha temizdi. Okulun demir kapılarına geldiğimde diğer öğrencilerinde içeriye doğru ilerlediklerini gördüm. Okulda popüler değildim. Birkaç arkadaşım vardı ama hiçbir zaman 'Sonsuza Kadar Dost' durumunu yaşamamıştım. Zaten sonra gelen evliliğimde bana arkadaş ortamından çok çeşitli yarı zamanlı işyerlerine tanıştığım iş arkadaşları katmıştı. Demir kapılardan geçerken bir çocuk gibi sekmek istiyordum ama kendimi durdurdum. On yedi yaşında olmam bu insanların arasına kaynaşabileceğim anlamına gelmiyordu. Ama daha bahçede beş adım atmamıştım ki arkadaşları ile konuşan Kerim'i görmek kalbimin bıçaklanmış gibi acımasına neden oldu. Bu öyle bir acıydı ki bir an nefesim kesildi. Ne adım atabildim ne de gözlerimi ondan kaçırabildim. O kadar yakışıklı görünmemesi gerekiyordu. O pisliğin yüzüne yumruğumu geçirsem beni deli olarak anarlar mıydı? Muhtemelen. Adım atabilir bu durumdan kurtulabilirdim. Başka bir kadından çocuk yapıp beni anne olmamı engelleyen adamdan uzaklaşabilirdim ama kalbim acıyla o kadar ağırlaşmıştı ki nefes alamıyordum. Sonra arkadaşları ona baktığımı görüp omzuna vurup manalı bakışlarla beni işaret ettiler. İşte oradaydı. Benim hayatımı boka çevirecek adam tüm yakışıklılığı ve gençliğiyle bana bakıp gülümsüyordu. Sonra arkadaşlarına bir şey dedi. Bakışlarını benden ayırmamıştı ama ne dediğini de duyamamıştım. Her ne dediyse diğerleri kahkaha atmaya başladı. Kerim'in dalkavuk arkadaşları. Mehmet, Selim, Samet. Onlarla Kerim ile çıktığım her an bir arada olmuştum. Şimdi bakıyordum da nasıl dayanabilmiştim acaba? Onlar kahkaha atarken aralarında ki birinin bana gülmediğini fark ettim. Bana bakıyordu ama diğerleri gibi alay edercesine değil. Kaşlarını çatmış sanki o an yaşadığım ruh halini anlamak istermiş gibi. Siyah saçları alnına dökülmüştü. Olduğum uzaklıktan bile belli olan yeşil gözlerinde anlamlandıramadığım bir merak vardı. Beyaz teni, şekilli yüz hatları ile insanın nefesini kesecek kadar yakışıklıydı. Bir basketbol oyuncusu olarak uzun olan Kerim'den bir baş kadar daha uzundu ama sıska değildi. Bedeni yapılıydı. Bir an onun kim olduğunu hatırlayamadım ama göz göze geldiğimizde aklımda yanıp sönen isim şaşkınlıktan nefesimin kesilmesine neden oldu. Cenk. O okulun yıldızıydı. Onu nasıl unutabilmiştim? Bırakın okuldaki kızları şehirdeki kızların hayran olduğu kişiydi. Okul çıkışında onu bekleyen yığınla kız olurdu. Okulda ona ulaşmak ise hayran olan kızların engellemesi yüzünden oldukça zordu. Derslerde, sporun çeşitli dallarında iyi olduğu gibi müzikteki yeteneği onun popüler olacağının en büyük işaretiydi. Lise çağlarında olmasına rağmen birçok müzik şirketi Cenk ile çalışmak istemesine rağmen ailesi lise bitine kadar buna izin vermemişti. İnanılmaz zengin ve ilgili ailesi. Ama o liseyi hiçbir zaman bitirememişti. Ben lise üç o da son sınıftayken bir kasım ayında yine son sınıflardan olan İnci'nin doğum gününe motosikletiyle giderken geçirdiği trafik kazasında ölmüştü. Lisenin o anma gününde nasıl kalabalık olduğunu hatırlıyordum şimdi. Onunla ilgili anım olmaması normaldi. Onca ağlama, ailesinin feryadını beynimden silmek istemiştim. Okul hayatım boyunca onunla bir kelime bile konuşmamıştım. Hatta bulunduğu ortamda bile olmamıştım. Kerim ile yakınlaştığımda ise o çoktan aramızdan ayrılmıştı. Zaten Kerim'e bu kadar yakın olmamın sebebi onu bir gün basketbol sahasında gözleri yaşlı görmemdi. O an arkadaşının özlemini çektiğini sanmıştım ama şimdi düşünüyorum da onun o kadar sevgi dolu bir yüreği olduğuna emin değilim. Ama Cenk... Onu görmek geçmiş anılarında aklıma dolmasına neden olmuştu. O bana aklı karışmış bakarken bakışlarımı hızla kaçırdım. Öleceğini bildiğiniz bir insana nasıl rahatlıkla bakabilirdiniz ki? Eylül ayının başlarındaydık ve iki ay geçmeden o feci bir kazayla aramızdan ayrılacaktı. Onunla sohbet etmesem de birden kaybın acısı hayalet gibi bedenimi sardı. Onun için yapılabilecek bir şey yoktu. Benim kendime hayrım yoktu ki ona olsun. Ama biraz düşününce geçip gitmesine kalbim izin vermeyecekti. Birkaç adım atıp arkamı döndüm. Aynı dikkatli bakışlarla bana bakıyordu. Yüzündeki şaşkın ifade meraka bırakmıştı. Ben... Ben belki de kendi yanlışlarımı düzeltirken onunda hayatını kurtarabilirdim. Eğer bir şeyleri değiştirebilmek için geri döndüysem Cenk'i de hayatta tutmayı başarabilirdim. Bu sayede hem kendimi hem de Cenk'i kurtarabilirdim. Başımı çevirip bakışlarımızın arasındaki bağı çözdüm. Okulun girişine doğru yürürken aklımdaki tek soru ise bunları nasıl başaracağımdı. |
0% |