Yeni Üyelik
7.
Bölüm

YEDİNCİ BÖLÜM

@tgceymn

Ve gözlerimi açtığımda yine 1998 yılındaydım.

Şükürler olsun.

Odama güneş ışığı daha yeni yeni giriyordu ve ben bundan saatin oldukça erken olduğunu anlayabiliyordum. İçimdeki mutluluk anlatamayacağım kadar büyüktü. O yüzden nerede olduğunu bildiğim kasete uzanıp kaset çalara taktım ve play tuşuna basar basmaz müzik odamda yankılanmaya başladı.

Bu şarkıyı çok seviyordum. On yedi yaşındaki ben için bile eskiydi ama içimi kıpır kıpır yapan bir şey vardı. Yatağın üstüne çıkıp civcivli pijamalarımla dans etmeye başladım. Çok geçmeden odamın kapısı açıldı ve Savaş sol gözünü kaşıyarak içeri girdi.

"Gerçekten mi yine mi? Bazılarımız geç saatlere kadar çalışıyor. Bırakta uyuyalım," dedi huysuz bir halde.

Kızmasını umursamadım bile yataktan atlayarak yere indim ve ellerini tutup ritme uydurmaya çalıştım. "Haydi ama Savaş abi genciz, bir kera daha bu anı yaşamayacağız - tabi benim kadar şanslı değilsen- haydi gel biraz sıradışı bir şeyler yapalım," derken sağa sola sallanmaya başlamıştı bile.

Başını sağa sola sallarken gülüyordu. Sonra beni tempoya uygun çevirip kolunun altından geçirdi. "Bazen senin deli olduğunu düşünüyorum."

Kahkaha atmaktan geri kalmadım. Kırklı yaşlarımdan gelen ben kendimi deli sanıyordum. "O kadar haklısın ki"

Çok geçmeden müziğin ritmine kapılmışken kız kardeşimin şaşkın bakışlarla kapıda dikildiğini gördüm. Eskiden olsa onu aramıza almakta tereddüt ederdim ama şimdi, işte şimdi gerçekten yaşıyordum. Uzanıp onu içeri çektim.

"Yeni bir dansçı daha," dedi abim gülerek.

Sibel'in yanakları kızardı. "Ben dans edemem," dedi şaşkın ama mutlu bir halde. Kardeşlerinin onu aralarına alması hoşuna gitmişti.

"Sen benim kardeşimsin," dedim gülerek. "Tabi ki dans edebilirsin."

Sonrasında müzik bitince aynı melodi yeniden çalmaya başladı. Eski takıntımı hatırlayınca gülümsedim. Sevdiğim şarkıları üst üste kaydettirirdim. Geri sarmak bana göre değildi.

Çok geçmeden çatıda ki odamda üç kardeş çalan müzikle deli gibi dans etmeye başlamıştık. Odaya güneş ışıkları dolarken kahkaha seslerimiz yaramaz çocuklar gibi odada sekiyordu. Yaşadığım gençliğin tadına varamamış olan ben ikinci şansımı çok akıllıca kullanacaktım.

"Sabah sabah delirdiniz mi?"

Hepimiz bir anda durup kapıda dikilen anneme baktık. Ah harika işte yakalanmıştık ama gülümsememe engel olamıyordum. "Ah anne o kadar harika bir günki kendimizi dans ederken bulduk," dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. İpek sabahlığını giymişti ve yataktan kalkmasına rağmen saçları harika duruyordu. Benim hafif dalgalı ve kahverengi saçlarım ise yazın kurumuş çalılar gibiydi.

Bizim neşemiz ona da bulaşmış, gülümsemişti. "Haydi hazırlanmaya babanız müziğin sesine dayanamayıp dans etmeye başlamadan kapatalım kaseti."

Onun bu cümlesi karşısında hepimiz kahkahalarla güldük. Babam sert bir insan gibi davranırdı ama dans ve müzik konusunda nedense önlenemez bir hayranlığı vardı. Sorun şuydu ki ne müzik kulağı vardı ne de yeteneği. Onun gibi bir insanın abime sevdiği işi yapmasında neden bu kadar sert çıkmıştı anlayamıyordum.

Diğerleri gidince hemen üniformamı giydim. Bu arada tarihi kontrol ettim ve burada yaşadıklarımın dün olduğunu fark ettim. İki tarafta da bir şekilde vakit kaybetmiyordum. Birden aklıma Kerim'in hüzün dolu gözleri gelince hızla başımı sallayıp düşünceden kurtuldum. Ondan da kurtulacaktım.

Aşağıda herkes yemek masassındaydı. Tabağıma peynir, sosis ve zeytinleri doldururken bir yandan abime bakıyordum. Sessiz görünüyordu ama yüzü dün gördüğüm kadar kötü değildi. Onunla gece olup diğer zamana dönmeden konuşmam gerekirdi. Diğer tarafta Sibel yanakları pembe halde oldukça canlı ve neşeli görünüyordu. Kardeşlerimi özlediğimi onlarla vakit geçirene kadar fark edememiştim.

Kahvaltı bitince annem hariç hepimiz sorumluluklarımıza dönmek için yola çıktık. Eylül sabahlarını eskiden de çok severdim. Sonra nedense sonbahar mevsimini sevmekten uzaklaşmıştım. Şimdi düşünüyordumda sanırım okul yolunda yürüdüğüm zamanları hatırlattığı içindi. Rüzgarın kokusu toprak ve sararan yapraklarla karışmıştı. Doyasıya içime çektim harika bir kokuydu.

Çocuk gibi sekerek yürümemek için kendimi zor tutuyordum.

Ya da neden tutuyordum ki bir an caddede çocuklar gibi sekerek yürümeye başladım. Ah yargılardan kurtulmak insanı ne kadar da özgür hissettiriyordu. Neden insanlar neder diye düşünerek yaşıyorduk? İnsan kendi kendini bu düşüncelerle tutsak ediyordu aslında.

Çok geçmeden kendimi okulun kapısında bulduğumda açıkçası geçen zamanın azlığına üzülmüştüm. Daha çok vakit geçirmek isterdim. Cenk'e hoşlandığımı söyledikten sonra nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Onunla konuşmak zor değildi. Sorun gelecekteki bana başka bir tramva yaşatmadan onunla iletişim kurmaktı. Cenk'in hayran kızlarından biri olarak anılmak istemiyordum.

Tüm okul onlara CAK diyordu.

Yani açmak gerekirse. Cenk'e Aşık Kızlar.

Birden bedenim ürperdi. Bu yaşta öyle anılamazdım. Düşüncemin saçmalığı karşısında gülümsemeden edemedim. Bazen yaşlar karışıyordu.

Derin bir nefes aldım ve doğum günümde bana alınmasını istediğim beyaz converse ayakkabılarımla bahçeye adım attım. Yeni bir gün yeni ihtimaller demekti bende bir şekilde her sorunu halledecektim.

Umarım kendime güvenimi kaybetmezdim.

Okula doğru ilerlerken etraf insanlarla kaynıyordu. Bir anda sağ omzuma aldığım darbe ile bir iki adımımı şaşırdım. Darbenin nereden geldiğini görmek için baktığımda Kerim'in kin dolu gözleri ile karşılaştım. Bana çarpan basketbol topunu biri ona geri attı ve yüzünde saklamadığı alaycı gülümsemesi ile parmağında topu çevirmeye başladı. "Üzgünüm seni görmemişim."

Ah benden intikam alıyordu. Dün onun sigaralarını parçalamamın intikamını alıyordu güya. Ne komikti.

Bende ona gülümsedim. "Sorun değil ama gözlerin bir insanı görmeyip topu atacak kadar problemliyse basketbolu bırakmanı öneririm," dedim ve diğerlerinin kıkırdamaları arasında bina kapısına doğru yürümeye başladım. Orada tam ileride duran Cenk elleri cebinde gözlerini Kerim'e dikmişti. Benim yanımdan geçerken gülümsemeyi ihmal etmedi ama tek kelime söylemedi. Bende ona diyecek bir şey bulamadığımdan bir "Günaydın" mırıldanıp sınıfa ilerledim.

İlk iki dersten sonra beden eğitimi dersimiz vardı. Eh geçmişe dönmenin kötü yanlarından biri de buydu. Bazı kötü anları tekrar yaşamanız gerekiyordu. Sanki herkesin başına gelebilirmiş gibi ne kadar da geçmişe dönmekten konuşuyordum değil mi? Belki de ruh hastasıydım. Başımı hızla sağa sola salladım. Hayır, bu gerçekti. İmkansızdı evet ama gerçekti.

Bol eşofmanları giyip bahçeye yeniden çıktık. Okulun tüm sınıfları beden eğitimi dersi için toplanmıştı. Diğer derslerimiz ortak değildi ama birinci sınıftan son sınıfa kadar tüm sınıfların beden eğitimi dersleri ortak oluyordu. Hocamız bize birkaç ısınma hareketi yaptırdı ama diğerlerinin aklı başka yerde gibi durmadan arkalarına bakıyorlardı. Sonra bende onların baktığı yerde döndüm ve orada oynanan basketbol maçını gördüm. Cenk omuz atarak Kerim'in elinden topu alıp potaya doğru havalı bir şekilde ilerledi. Onları izlemek istediğimiz açıkça belli olduğundan hocamız bizi diğerlerinin yanına gitmemiz için serbest bıraktı.

Hemen bir şişe su alarak diğerlerinin yanına gittim. Pek arkadaşım yoktu ama eskisi gibi çekinmenin bir anlamı yoktu artık. Adının Nalan olarak bildiğim kızıl saçlı kızın yanına oturdum. Tribünlerin ilk basamağındaydık ve neredeyse sahada sayılırdık. Oyuncular önümüzden hızla geçerken birinin üzerime düşmemesinini ummaktan başka şansım yoktu. Üst taraflar tamamen doluydu. Büyük ihtimalle biri yerinde kalkmıştı da yer bulabilmiştim. Çünkü uzağa oturmaz zorunda kalan bir iki kızın bana kötücül bakışlarını görmüştüm. İnci 'de tribünlerin tam ortasında sayılırdı. Ne benim kadar tehlikedeydi ne de oyundan uzaktı. Ayağa kalkıp uzansa yanına gelecek olan Cenk'e uzanacak kadar iyi bir mesafedeydi. Böyle diyordum çünkü genç adamın susamasına karşın elinde su şişesini tutuyor ve arada sallıyordu. Ah bu kız CAK'ların başı sayılırdı ama kimse bunu söylemeye cesaret edemezdi.

"Neler oluyor?" diye sorduğumda arkadaşıyla muhabbetini bitirip bana döndü. Gözlerinden onunla konuştuğum için şaşırdığını görebiliyordum. Yine de benimle konuşmaya başladığında içten içe memnun olduğumu hissettim.

"Kerim ve Cenk çok nadir basketbol oynar. Eh oynayınca da insan izlemekten kendini alamıyor," dedi hayranlık dolu sesle. Çoktan bakışlarını genç adamlara çevirmişti. Bende onunla beraber kıyasıya mücadele edenlere baktım. Evet bende bir zamanlar bu manzara karşısınde kendimi kaydecek kadar toydum. Her ne kadar geçmişi yeniden yaşamak lütuf olsa da yaşlanmış bir ruhla bazı şeylerden aldığın zevk değişiyordu. O an Cenk ile göz göze gelince ona gülümsedim. Bir şekilde arkadaşlığımızı ilerletmemiz gerekiyordu. O da bana etkileyici gülümsemelerinden birini gönderdi ki boğazımın kuruduğunu hissettim. Elimdeki şişenin kapığını açıp bir iki yudum içip boğazımı ıslattım. Sanırım yanılmışım hala içimde bir yerlerde genç bir kız vardı sanırım.

"İşte bu kötü oldu," dedi yanımda oturan Nalan.

Şaşkınlıkla ona baktım. "Ne oldu?"

Bana bariz olanı anlamadığım için salakmışım gibi baktı. "Cenk'in sana gülümsediğini görmedin mi? Ah kesinlikle başın belada," dedi gözleri İnci'nin tarafına doğru kayınca bende bakışlarımı o tarafa çevirdim ve kızın sanki beni boğmak istermiş gibi baktığını gördüm. Sanırım -miş demek az kalırdı. Eline geçersem tek parça kurtulamazdım.

Tam o anda elimdeki şişenin biri tarafından çekildiğini hissettim ve bakışlarımı hızla çevirdiğimde artık yapacak bir şey olmadığını fark ettim. Cenk az önce içtiğim şişeden kana kana su içiyordu. Etraf birden ölüm sessizliğine gömülmüştü. Suyu bitirdikten sonra gülümseyerek şişeyi bana geri verdi.

"Susamıştım teşekkür ederim," dedi ve hafif tempoda koşarak beni şaşkın bir halde geride bıraktı. Etrafta cenaze evlerinde olan o tuhaf, gergin sessizlik vardı. Sanırım cenaze de ki ölü de bendim. Gözlerimi İnci'ye çevirme gafletinde bulundum ve tüylerim diken diken oldu.

Ah tanrım kesinlikle başım beladaydı.

Loading...
0%