Yeni Üyelik
1.
Bölüm

BİRİNCİ BÖLÜM

@tgceymn

Sosyal medyada var olanların kitap çıkarabildiği bu zamanda beni instagramdan takip edin olur mu?

---- tug.cesrgl----

Hem dostumu hem de hayatımın aşkını aynı anda kaybettim.

Emre Mert benim çocukluk arkadaşımdı. Tıpkı Sibel ve Ceren'in olduğu gibi. Arkadaşlığın ne olduğunu bilmediğimiz zamanlarda bile mahallenin sokaklarında beraber koşturuyorduk. Yaşlarımız aynı olduğu gibi annelerimizde arkadaştı. Ne zaman bir araya gelseler biz dört afacana yaramazlık için gün doğardı.

Sibellerin evinde tabureyi kullanıp tezgaha ulaşmaya çalışırken düştüğümde çenemin altına üç dikiş atılmıştı.

Emre Mert'in bacağındaki yara Cerenlerin bahçesinde koşarken telle çizildikten sonra olmuştu.

Diğerlerinde de böyle yaralar vardı. Arkadaşlığımızın daimi izleri gibiydi onlar.

Sonra büyüdük.

İşler o zaman karıştı.

Telefonumun alarmı durmadan çalınca uzanıp kapatma düğmesine bastım. Gözlerim dalgın bir halde telefonun ekranına takılı kaldı. Ne bir cevapsız arama ne mesaj vardı. Sonunda insanları kendimden uzaklaştırmakta başarılı olmuştum demek ki.

Yatağa sırt üstü yatarak yatak odamın tavanına baktım. Penceremin önünden geçen arabaların ve sokağın ilerisinde kurulan pazarcıların sesini duyabiliyordum. Yataktan kalkmak için bir sebebim yoktu. Yaşadığım ihanetten sonra o kadar darmadağın olmuştum ki işimi kaybetmiştim. Hala da toparlandığım söylenemezdi.

Çaresizlik ve geride bırakılmanın verdiği o kıvrandırıcı histen kurtulamıyordum.

O gideli yirmi gün olmuştu.

Sibel'le nişanlanalı ise on beş gün.

Yataktan doğrulduğumda zihnim eski anılara daldı. Liseye başladığımız sene Emre Mert'in benden çaldığı ilk öpücüğüm. Oysa o zamanlar ne kadar da hayal kurardık. Üniversiteyi bile beraber tercih etmiş, farklı bölümler olsa da aynı üniversite de okumuştuk.

Evlenmeyi düşünüyordu. Benim kaçırdığım nokta ise Emre Mert'in beni Sibel'le aldattığıydı.

Halıya çıplak ayaklarımla bastım. Midemdeki ağrıya bakılırsa bir şeyler yemeliydim. Elimde gelse yemek yemeği ertelerdim ama son kez bayıldığımda Ceren tarafından tehdit edilmiştim. Onun başıma musallat olmasını istemiyordum. O yüzden sarsak adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Kapalı perdenin arkasından günün nasıl bir havaya sahip olduğu belli olmuyordu. Açıkçası umurumda da değildi.

Mutfağın kapısında durduğumda bir an kendimi yeniden Sibellerin kapısında görür gibi oldum. O gün deli gibi yağmur yağıyordu. Emre Mert beni terk edeli beş gün olmuştu ve gelinliğimi seçen ben aldığım bu haberle yıkıntıdan ibarettim. Ceren yurt dışında iş seyahatindeydi. Bu yüzden kendime geldiğim an Sibel'i görmek için onlar gitmek istemiştim. Sibel ve Emre Mert beraber hukuk okumuş, aynı firmada çalışmaya başlamışlardı. Emre Mert'in bir başka ilişkisi varsa elbet hissetmiştir diye düşünüyordum.

Kapılarını açan Hamiyet teyzenin birden beyazlaşan yüzünü gördüğümde aslında ne olduğunu anlamalıydım.

"Sibel," dedim ama devamımı getirmedim. Getirmeme gerek yoktu. Hamiyet teyzenin arkasında görünen oda kapısında birbirine bakan Emre Mert ve Sibel'i görecek kadar vaktim olmuştu. Biri en iyi takım elbisesini giymiş, öbürü mor bir elbise.

Emre Mert ve Sibel nişanlanmıştı.

Sevdiğim adam ve yakın dostum bana ihanet etmişti.

Oradan nasıl ayrıldığımı eve nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Emre Mert ayrılmasıyla beni uçurumun kenarına sürüklemişti.

Sibel'in hamile olduğunu öğrendiğimde o uçurumdan aşağıya düşmüştüm.

Hala da düşüyordum.

Kabuğu kahverengi olan muzu alıp neredeyse çürüme aşamasına gelen kabuklarını soydum. Yumuşak muzdan bir lokma aldığımda zorda olsa bir iki kez çiğnedim ve yuttum. Mutfak karmakarışıktı. Neredeyse bir aydır kendimi toparlayamıyordum. Evlilik için hazırlıklara para bulabilmek için girdiğim gazete işinden ayrılmıştım. Öncesinde her günüm her saatim planlı ve doluyken şimdi bütün zamanlar bana aitti.

Onda da kendime acı çektiriyordum.

Muzu bitirdiğimde kabuğunu tezgaha bıraktım. Şükür ki ailem ben yirmi beş yaşına girdiğimde köye geri dönme kararı almışlardı. Evi bana bırakarak şehirden gittiklerinde onlara kızdığımı hatırlıyorum. Şimdi bu halimi görmediklerine memnunum.

Ailemin tek çocuğuyum. Annem her zaman işimi elime aldıktan sonra evleneceğimi ve onu torun sahibi yapacağımın hayalinden bahseder dururdu. Şimdi otuz iki yaşında uzatmalı sevgilimden ayrılmıştım çünkü en yakın dostumu hamile bırakmıştı. Çeyizlerimin olduğu odaya giremiyordum. İçerisi sanki mezarlıkmış gibi hissediyordum. Ölü hayallerimin mezarlığı.

Yeniden uyumak bilinçsizliğin vermiş olduğu o tuhaf huzura erişmek istiyordum. Bu yüzden yatak odasına geri döndüm. Belki odayı havalandırmam gerekiyordu ama umurumda değildi. Kendimi yatağa attığımda kuru gözlerimi yeniden tavana diktim. İnsanın gerçekten de bir noktadan sonra gözyaşları kuruyabiliyordu.

Kendimi yetersiz, çirkin ve bir çare hissediyordum.

Hayat masallarda okuduğumuz gibi değildi. Kahraman görünen insanlarda canavarların yüreği vardı. Artık yatağımın altında canavar olabileceğinden korkmuyordum, hatta o canavarla kendimi görüyordum. Asıl korktuğum beni kurtarmak için çıkıp gelebilecek kahramandı. Masalların başlangıcında olan prenseslerin değiştirilebileceği söylenmemişti bana. Bazıları için mutlu sonlar kimilerine cehennem azabı olabiliyordu.

Gözlerimi kapatıp yan döndüğümde telefonumdan bildirim sesi geldi. Tüm alışveriş uygulamalarını, sosyal medyayı silmiştim. Annem olabileceğini düşünerek telefonun ekranına baktım.

Daha kötüsüydü. Ceren onunla beraber dışarı çıkmamı istiyordu. Yurt dışında geldikten sonra ilk işi Sibel'i ziyaret etmek olmuştu. Hamile olduğunu öğrendiğinde onunla konuştuğunu söyledi. Bana tam olarak içeriği anlatmasa da ağır konuştuğunu tahmin edebiliyordum. Emre Mert ile konuşmamıştı. Gözüne güzel bir morluk bırakarak gerekli mesajı verdiğini söylemişti. Bir elli boyunda olabilirdi ama oldukça asabi biriydi.

Gelen ikinci bildirimle yeniden telefona baktım.

Bugün festival var. O kıçını kaldırıp buraya geliyorsun. Üzüldüğün yeter artık. Yoksa annenlere enkaz halinde olduğunu söylerim.

Benden beklenilmeyecek bir hızla yatakta doğruldum. Anneme ayrıldığımızı söylemiştim ama Sibel'in durumundan bahsetmemiştim. Aklı varsa Sibel'in tarafı da nişan törenini gizli tutardı. Annemi tanıyorsam gerçeği öğrendiği an arkadaşını hayatından silerdi.

Ceren'in asla boş konuşmadığımı bildiğimden hemen mesaj attım.

Tamam. Sakın bir şey söyleme geleceğim.

Cevap çok geçmeden geldi.

Buluşma için bir saatin var.

Ceren aramızda deli dolu olan tek insandı. Ona biraz ters gittiğiniz zaman burnunuzdan getirirdi. Beni acımı yaşamak için bir süre yalnız bıraktığının farkındaydım ama artık verdiği süre dolmuş olmalıydı. Acımın içinde boğulduğum o günleri özleyeceğim aklıma gelmezdi.

İnsan içine çıkabilmek için önce duş aldım. Depresyonda olmak bir süre sonra temizlik algınızın önemini yitirmesine neden oluyor.

Kısa bal rengi saçlarım ve ela gözlerimle sıradan bir güzelliği olan kadındım. Vücut hatlarım öyle kıskanılacak kadar güzel değildi. Gerçi artık hangi kadının doğal hangi kadının estetikli olduğunun anlaşılmadığı zamanda bunu önemsemiyordum. İnsan kendini nasıl güzel hissediyorsa öyle görünmeliydi.

Ben de kendimi güzel hissediyordum ama şimdi aynaya baktığımda çenem fazla çıkık, gözlerim kocaman burnum ise yamuk görünüyordu. Emre Mert giderken özgüvenimi de yanında götürmüş olmalıydı.

Hava mayıs ayına göre nasıldı bilmiyordum. Sibel olayından sonra evden dışarı adım atmamıştım. Kalabalık arasında nasıl yürüyeceğimi unutmadığımı umdum. Beyaz tişört, mavi kot pantolon giydikten sonra beyaz spor ayakkabılarımı giydim. Portmantodan gri, uzun depresyon hırkamı da aldıktan sonra hazırdım.

Ceren'in beni çok hırpalamayacağını umdum.

Hafta sonu olduğundan şehrin sokakları kalabalıktı. Aralarına karışıp ilerlemek kolaydı. Akıntıya kendimi kaptırmışım gibi hissediyordum. Artık tuttuğum ne varsa bırakmıştım. Toparlanacağımı, hayatıma devam edeceğimi biliyordum ama yakın zamanda gerçekleşeceğini sanmıyordum.

Ceren beni beklediği festival yerinin konumunu atmıştı. Oraya gidebilmek için metroya binmek zorunda kalacaktım. Hoşlandığım bir yolculuk tipi değildi ama beni arabayla götürecek bir sevgilim yoktu. Muhtemelen yeni nişanlısını hastaneye bolca taşıyacaktı. İkisinin bir an bile beni düşünüp düşünmediklerini merak ettim. Bu düşünce kahkaha atmama neden oldu. Beni düşünseler çocuk yapacak kadar yakınlaşmazlardı sanırım.

Tuhaf kahkaham metrodaki birkaç kişinin bana tuhaf gözlerle bakmasına neden oldu. Evet, ben deliyim demek istiyordum. İnsanlar ihanete uğrayınca akıl sağlıklarının bir kısmını kaybediyordu.

Metrodan indikten sonra ikinci çıkışa doğru ilerledim. Sayısız merdiven çıkarak gün ışığına doğru ilerledim. Sonunda Ceren'in beni beklediği yere geldiğimde arkadaşımın şeker pembesi tonunda şık bir elbise ve beyaz bir spor ceket giydiğini gördüm. Başka zaman olsa yanında basit görüneceğimi düşünerek endişelenirdim. Oysa şimdi kendimi gerçekten basit hissediyordum.

Telefonundan başını kaldırıp beni gördüğünde rüzgar sarı buklelerini savurdu ve meleksi yüzü kocaman bir gülümsemeyle aydınlandı. Oldukça iyi bir firmanın halka ilişkiler müdürüydü. Otuz iki yaşındaki bir kadının olması gereken bir mevkideydi.

Ona yaklaştığımda hızla koşup bana sarıldı. Başı ancak çeneme geliyordu. Pahalı parfümünün çiçeksi kokusu beni hemen sarıp sarmaladı.

"Seni gördüğüm için çok mutluyum," dedi neşe saçarak. Elimde bir şemsiye olmasını diledim. Böylece saçtığı neşeden kendimi sakına bilirdim.

"Tehditle de olsa dışarı çıkıp seni görmek güzel," diyerek cevap verdim.

Söylediklerime biraz bile alınmış görünmüyordu. Omzunu silkti. "Eğer seni tehdit etmeseydim hala yatağında kendine acıyor olurdun."

Söyledikleri canımı yaksa da onun haksız olduğunu söyleyemezdim. Bıraksaydı hala kendime acıyor olurdum.

"Ne yapmayı planlıyoruz," dedim sesimi neşeli tutmaya çalışarak ama daha çok zavallıca çıkmıştı. Hayat enerjimi kaybettiğim gibi yeniden bulmayı umuyordum. Yoksa kalan ömrüm hem kendim için hem de çevremdekiler için oldukça zorlu geçecekti.

Ceren pembe çantasını savurarak ellerini çırptı. Bu kadar neşeli olduğuna bakılırsa alışveriş yapacaktık. Arkadaşımın terapi yöntemi buydu. Ne yazık ki benim değildi.

Kitap okumayı severdim. Her sorumu kitap okuyarak unutmaya çalışır sonrasında daha güçlü bir halde sorunu çözmek için geri dönerdim ama şimdi elime ne zaman kitap alsam ve sonunda bir karakter aşık olsa kendimi unutmaya çalıştığım şeylerle boğuşurken buluyordum. Zihin öyle bir labirentti ki bazen anılarımın arasında kaybolarak saatlerce zaman geçiriyordum.

Zavallı bir insana dönüşmüştüm. Hayallerimdeki gibi güçlü, becerikli ve başarılı kadın değildim.

"Alışveriş yaparız, ardından tatlı krizine girecek kadar dondurma yeriz," dedi. Gözleri heyecanla bakıyordu. Derin bir nefes alırken hevesini kırmamayı umdum.

"Neden olmasın. Belki bana da iyi gelir," derken buldum kendimi. Şimdi karakterimi de kaybediyordum.

Eda Atasever'den geriye ne kalacaktı?

Bir avuç hayal kırıklığı?

Galon galon göz yaşı?

Ya da bir düzüne çaresizlik.

Ceren'in peşine takılıp ünlü bir markanın mağazasına girerken Ceren'in benimle fazla ilgilenmemesini umdum. Beni bir arada tutan dikişlerim oldukça zayıftı. Eğer kendimi kaybedersem bir daha toparlanamamak üzere parçalara ayrılırdım.

Sonunda üç mağaza gezmiştik. Benim elimde hiç, Ceren'in elinde beş alışveriş poşeti vardı. Tatlılarımızı festival alanındaki tezgahta satılanlardan yemeğe karar vermiştik. Festivalin neyle alakalı ya da hangi yörenin olduğuna dair bir fikrim yoktu. Açıkçası umursamıyordum. Gerçi oldukça renkli çadırlar ve insanlar vardı. Birazda olsa dikkatimi çekmişti.

Tatlı satan bir yer ararken gözlerim diğerlerine göre oldukça küçük ve eski görünen bir çadır dikkatimi çekti. Birçok kurdele esen rüzgarla dalgalanıyordu. Tabelasında birçok dilde yazılan bir cümle vardı. Son şans falcısı. Bazı dilleri tanıyordum bazıları ise bir anlam ifade etmiyordu. Ceren'de benim baktığım çadırı fark etmişti.

"Burada falcı var demek, ," dedi heyecanla. Sonra gözlerinde tuhaf bir ışıltıyla bana baktı. "Hadi fal baktıralım."

Ben daha ona cevap veremeden elimi tutup çadırdan içeri soktu. İkimizde içeri girince bir an durakladık. Çadır dışarıdan küçük görünebilirdi ama içerisi tuhaf bir şekilde geniş görünüyordu. Çadırın bir kısmına portatif raflar vardı. Raflarda içinde ne olduğunu bilmediğim şişeler dizilmişti. Ziyaretçileri karşılan yuvarlak masa vardı. Masanın bir tarafında tabure diğer tarafında ise bej rengi üzeri tuhaf işlemelerle kaplıydı. İçerideki gül ve is kokusu genzimi yaktı.

"Oldukça farklı görünüyor," dedi Ceren yanımda. Hevesi sönmüş gibiydi ama hala vazgeçecek gibi durmuyordu.

Ona gitmemiz gerektiğini söylemek istediğim zaman çadırın arka tarafından içeriye giren kadını gördüm.

Kadın neredeyse benim boylarımdaydı. Uzun siyah saçları düz bir şekilde beline uzanıyordu. Koyu mavi gözleri üzerime sabitlendiğinde yüksekliğinden emin olmadığım bir yerden atlarken hissettiğim yürek hoplamasını hissettim. Gül kokusu daha yoğundu.

"Hoş geldiniz, geçmiş ve geleceğin neler yazdığını okumak için falınıza baktırmaya mı geldiğiniz?"

Sesi bir melodiye sahip gibiydi. Kadına baktığımda onun genç olduğunu görebiliyordum ama gözleri sanki daha yaşlı birine ait gibi duruyordu.

Benim yerime konuşan Ceren oldu. "Evet, o yüzden geldik," dedi. Konuşmasındaki sönüklük onunda kadından tuhaf bir şekilde etkilendiğini gösteriyordu.

Kadın sanki kayar gibi tabureye ilerledi. Üzerindeki renkli elbise insanın dikkatini çekiyordu. Tabureye oturduğunda tuhaf bir enerji yayan mavi gözlerini bize çevirdi.

"Önce hanginiz baktırmak istersiniz?"

Ceren hemen dirseğimden tutup beni ileri itti. "Önce arkadaşım baktırsın," dedi ve bana gülümsedi. Ben dışarıda bize dondurma arayacağım. İşin bitince çadırın önünde bekle beni," dedi ve ben itiraz edemeden çadırdan hızla çıkarak gül kokusunun sardığı çadırda beni kadınla baş başa bıraktı.

Kadın mor mu siyah mı emin olmadığım masa örtüsüne ellerini koyup "Otur," dedi.

Kadının emredici konuşması rahatsız etse de gidip mindere oturdum. Minder göründüğünden daha yumuşaktı. İçine gömülmüş gibiydim. Bağdaş kurup oturduğumda masa hala göz hizamdaydı.

"Fal bakmadan önce ödeme alınır," dedi kadın masanın üzerine siyah kadife bir kese çıkarmıştı.

Cebime zor olsa da ulaştım ve yüzlük çıkarıp masaya bıraktım. Kadın göz ucuyla paraya baktı ama almak için uzanmadı. Onun yerine kesenin içine elini soktu çıkardığında elinde şekilleri farklı beyaz nesneler vardı. İlk önce onların taş olduğunu düşündüm ama değildi. Oldukça uzun zamandır kullanıldığı belli olan kemiklerdi. Hangi canlının kemikleri olduğunu düşünmek istemiyordum.

Kadın elinde kemikleri sallarken nefes alışverişim sıklaştı. Neden bu kadar gerildiğimi anlamıyordum. Mavi gözler bana çevrildiğinde is kokusunun gül kokusunun önüne geçtiğini fark ettim.

"Geleceğini mi öğrenmek istersin geçmişi mi?" diye sordu.

Falcıların geçmişi söylemesinin ne anlamı olurdu bilmiyordum. Geleceğim ise hiç ilgili mi çekmiyordu. Zaten karanlığa gömüldüğünü düşündüğüm geleceğim hakkında kötü şeyler söylerse canımı sıkacaktı. Fala inanmazdım ama bazen kelimeler şans eseri uyduğunda insan kendini kötü hissediyordu. Sanki kötüyü çağırır gibi.

O yüzden derin bir nefes alamamaya dikkat ederek. "Geçmiş," dedim. Kadının ne diyeceğini bilmiyordum. Ne de olsa yaşadığım ihaneti bilecek kadar doğaüstü bir güce sahip olduğunu düşünmüyordum.

Kadın elindeki kemikleri bir kez daha salladı ve masanın üzerine attı.

Kemikler masanın üzerine düşerken zaman yavaşladı. Ağır ağır yuvarlandılar, onların durmasını beklerken kalbim kulaklarımda atıyordu. Sonunda kemikler durduğunda kalp atışlarımda sakinleşti.

Kadın kemiklere baktı ve derin bir nefes aldı. "Ruhun yaralı," dedi basitçe. Onun bildiğim durumu dile getirmesi alaycı bir gülümseme takınmama neden oldu. Ruhum yaralı değildi, paramparçaydı.

"Evet," dedim bir dolandırıcıya para verdiğim için kendimi kötü hissediyordum. İşsiz kalmışken paramı bu kadar savurmamalıydım. Bir an önce bu işin bitmesini diledim. Eve gitmek ve yatağıma yatarak uyumak istiyordum.

"Ruhunun yara aldığı zamanı görebiliyorum. Bu öyle bir yara ki kaç yaşam yaşarsan yaşa ruhunda leke olarak kalacak. Yaşadığın talihsizlikler geçmiş hayatında yaptığın kötü seçimin sonucu," derken sanki kemiklerden başka bir şey görüyormuş gibi dalıp gitmişti. O konuştukça yoğunlaşan gül kokusunu midemin bulanmasına neden oluyordu.

"Bu nasıl bir seçim," diye sordum kadına. Ona ayak uydurarak ne anlayacağını öğrenmek istiyordum.

Kadın başını yana eğdi. "Bu zamandan çok uzakta, yaşamının baharında bir seçim yapmışsın. Seni her hayatında kötü bir talihe sürükleyen seçim bu." Başını kaldırıp bana baktı. "Şansın olsa kötü seçimini değiştirir miydin?" diye sordu ciddi bir ifadeyle.

Güldüm. "Evet, değiştirirdim," dedim hemen. Elimde olsa hayatımı en baştan yaşamak isterdim. Oysa öyle bir ihtimalim yoktu. Birden çadırdaki hava ağırlaştı. Koku güçlendi. Kadının saçları çadırın içinde yoktan var olan bir rüzgarla savruldu. Kadının mavi gözleri bir an beyaz gibi göründü ama bunlar o kadar kısa sürede oldu ki zihnimin benimle oyun oynadığını düşündüm.

Kadın elini kemiklerin üzerinde gezdirdi ve birden gül kokusunun yoğunluğu azaldı. Kemikleri toplamaya başladığında şaşkınlıkla ona baktım.

"Bu kadar mı?" diye sordum şaşırarak. Kadının en azından biraz daha devam edeceğini sanmıştım.

Kadın kemikleri kesesine yerleştirirken donuk bir gülümsemeyle bana baktı. "Söz verildi, anlaşma tamamlandı," derken sıradan bir olaydan bahseder gibiydi. Sonra aklına gelmiş gibi birden bana baktı. "Merdivenlere dikkat edin," dedi.

Oturduğum minderden kalktım. Kendimi bir tuhaf hissediyordum. Sanki çok uzun zaman uyumuşumda yeni kalkmışım gibi başım ağırdı. Çadırdan dışarı çıkmadan kadına bakmak için geri döndüğümde artık orada kimsenin olmadığını gördüm. Bütün bedenimden bir titreme geçti. Çadırdan dışarı çıkarak güneşli havanın keyfini çıkardım. Ceren ortalıkta görünmüyordu. Onunla daha fazla vakit geçirebileceğimi sanmıyordum. Cebimden telefonumu çıkarıp hemen mesaj yazdım.

Falcıdan çıktım. Kendimi iyi hissetmiyorum. Eve geçiyorum.

Mesajı gönderdikten sonra hemen telefonu kapattım. Onunla uğraşacak enerjim falcıda tükenmişti. Çadırdan hızla uzaklaştım. Evimin sınırlarına girmek için sabırsızlanıyordum. Kadına resmen para kaptırmıştım. Bir de onun saçmalıklarını dinlemiştim. Geçmişte kötü seçim yapmamış bir kadın var mıydı acaba? İlla ki bir noktada yanlış yolda yürünürdü.

Kadının söylediklerini zihnimin karanlık köşelerine sakladım. Bir daha oradan çıkarmaya niyetim yoktu.

Metro alanına geldiğimde sanki biri kulağıma fısıldamış gibi bakışlarımı kaldırdım. Yolun diğer tarafındaki çifte takıldı gözlerim. Emre Mert kolunu Sibel'in beline dolamıştı. Kadın ona gülümseyerek bakıyordu. Onları o halde görmek dengemi şaşırttı ve merdivenden inmek üzere attığım adım basamağın ucuna geldi ve bedenim öne doğru savrulurken dik merdivenlerde düşmeye başladım.

Karanlığın içinde olmama rağmen boğuk olsa da ses duyuyordum. Birileri bir şey söylüyordu ama ne olduklarını anlamıyordum.

Gözlerimi zor da olsa aralamaya çalıştığımda yanımda duran birinin seslendiğini duydum.

"Leydi Mercer uyanıyor hemen doktor çağırın."

Birinin koşuşturduğunu duydum. Ayak sesleri zemine vurduğunda gürültü dayanılmazdı. Gözlerimi daha da aralarken donuk bir ışıkla aydınlanan yere baktım. Neredeydim?

"Ben neredeyim?" diye sordum. En son merdivenden yuvarlandığımı hatırlıyordum.

"Merdivenden düştünüz Leydi Mercer hareket etmeyin."

Başımı çevirmek istediğimde hissettiğim ağrı hareket etmemi engelledi ama bakışlarımı konuşan kadına çevirdim. Tuhaf bir kıyafet giyiyordu. Aralarında beyaz olan saçları sıkı bir topuzla geriye toplanmıştı. Gözlerinin kenarlarında kırışıklıklar vardı. Onu tanımıyordum. Gözlerim yavaş yavaş kadından ayrılıp başka bir yere çevrildi. Görüyordum ama gördüklerimi anlam veremiyordum. Baş ağrım yavaş yavaş geçerken zihnime dolan bilgiler kanımın çekilmesine neden oldu.

Ben Eda Atasever'dim. 2020 yılında yaşıyordum.

Aynı zamanda bir baronun kızı olan Helena Anne Mercer'dım ve anlaşılan 1824 yılındaki bu kadının bedenine hapsolmuştum.

Loading...
0%