Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@tgceymn

Rose söylediklerimi dinlemekle kalmamış planın sonunda ölüm bile olsa her daim benim yanımda olacağını söylemişti. Biz arkadaştık. Daha doğrusu Slyvia ve Rose arkadaştı. Ona arkadaşının artık yanında olmadığını söylesem en iyi ihtimalle inanmayacağını en kötü ihtimalle canının yanacağını biliyordum. Bunun olmasını istemiyordum.

O hala Slyvia'nın hafızasında sorun olduğunu düşünüyordu. Böyle düşünmesi herkes için daha iyiydi.

Genç kadın sonunda kendini toparlamış bana kahvaltımı getirmek için saray mutfağına gitmişti. Daha önce tembih ettiğim gibi kahvaltımı seraya getirecekti. O gelene kadar biraz iş yapmayı umuyordum.

Yine çalışırken rahatça giyinebileceğim bir elbise giyip seraya kadar beni sabah soğuğundan koruyacak bir pelerini üzerime geçirdim. Saçlarımı iki kalın örgüyle başımı saran bir taç şeklinde toplamıştı. Böylece gül fidanları ile boğuşurken perişan görünmeyecektim. Onca sıkıntım varken saçlarımı dert ediyor olmam ironikti.

ason geldiğinde beni perişan görsün istemiyordum. Hatta kimse beni perişan görsün istemiyordum. Güç sarayda kalmak için en gerekli şeydi.

Sera günün ilk ışıkları ve büyünün vermiş olduğu sıcaklıkla sanki başka bir diyar gibiydi. Uzun keten önlüğü giyerken kendime gülmeden edemedim. Diyar içinde diyar, ne kadar da anlamlı düşünüyordum öyle.

Bir yarım saat fidanları budamaya devam ettim. Ağır ilerliyordum ama işimi temiz yapıyordum. Giydiğim eldivene rağmen avuç içlerimin su toplamaya başladığını hissediyordum. Acı daha çok çalışmak istememe neden oluyordu. Böylece acı ve yorgunluk dışında başka bir konu düşünmüyordum. Güllerin kokusu her yanımı sarmıştı. Ilık esintiyle beraber güneşin sıcaklığı işim ne kadar yorucu olsa da beni motive ediyordu.

Rose elinde bir sepetle geldiğinde ara verdim. O zaman ne kadar yorulduğumu daha iyi anladım. Bu beden her ne kadar prensese ait olmasa da tuhaf bir şekilde narindi. Hastaysam bile Rose'un bahsettiği iksiri içtiğimde iyi olmuş olmalıydım.

Kahvaltım çikolatalı kek, sütlü çay, kızarmış ekmek, çilek reçeli, peynir ve kaymaktan oluşuyordu. İştahım yerindeydi. Tepsi de tek bir kırıntı bile bırakmamıştım. Tabi bu ortak bir çalışmaydı. Rose'da bana eşlik ederek kahvaltımı bitirmeme yardımcı olmuştu. Ona rağmen çok yediğimi hissediyordum. Çok geçmeden Slyvia kilo almış olacaktı.

Slyvia.

Aklıma gelen gerçekler gülümsememin solmasına neden oldu. Genç kadın bir prenses değil bir hizmetçiydi. Keyifle yediğim yiyecekler şimdi midemi bulandırıyordu. Bunları krala söyleme düşüncesi aklımda dolanıp duruyordu ama bunu öğrenen kral Jason kandırılmasına karşılık ne yapardı? Jai Krallığı'na bir mesaj göndermek adına bana zarar verir miydi? İçimdeki ses durmadan onun öyle biri olmadığını söylüyordu ama bir roman kahramanı da olsa insanı hemen tanıyabilir miydim?

Çayımın son yudumunu içerken sakin kalmam gerektiğini hatırlattım kendime. Sakin kalmalıydım yoksa başkasına gerek kalmadan yaşadığım stres beni canımdan edecekti.

Kahvaltıdan sonra durmadan çalıştım. Gülleri budadım. Fidanları bir yere yığdım. Satacağımız gül yapraklarını çuvalladım. Tahmin ettiğimden daha değerli çıkmıştı yapraklar. Rose'un arkadaşı Nick sorunsuzca onları saraydan çıkararak parfümcüye götürmüş ve iki yüz altına satmıştı. Bana bunu anlattığında ona minnetle sarılmamak için kendimi zor tutmuştum. Altınları aldığımda onun payını vermeyi de ihmal etmedim. Madem bir iş yapacaktık o halde karşılığını da mutlaka verecektim.

Serada vakit tahmin ettiğimden daha hızlı geçiyordu. Belki çalışmaktan belki sürekli bakabileceğim bir saat olmadığındandı emin değildim. Bakışı kaldırıp camdan gökyüzüne baktığımda çoktan gün batımı saatine geldiğimizi gördüğümde şaşırdım.

Rose yeni topladığımız gül yaprakları ve fidanlarını arabaya taşırken arkadaşına yardım etmiş, sonra onunla beraber gitmişti. Yanımda kalması için neden yoktu. Zaten seranın çift kanatlı kapısının önünde Finley dikiliyordu. Onun ne zaman geldiğinden emin değildim ama onu görmek gece yaşadığım ani ziyareti hatırlamama neden olmuştu. Gözlerimi gökyüzüne dikip bir süre hareketsiz kaldım. Zira ellerimin titremesi geçmeden bahçe makasını kullanmak istemiyordum.

Biraz kendime geldiğimde diz çöktüğüm yerden kalktım. Gökyüzü çoktan kırmızının birkaç farklı tonundaki renge bürünmüştü. Önlüğümü çıkarıp sandalyenin sırtına bırakırken bakışlarım gökyüzündeki eşsiz görüntüdeydi. Huzurlu bir hayat isterken nerede hata yapmıştım? İnsanların nasıl bir kader yaşayacağı tam olarak hangi nokta da belirleniyordu bilmiyordum. Yine de gökyüzündeki eşsiz manzaraya bakarken yüce bir gücün engelli bir yol olsa bile yanımda olduğunun farkındaydım.

Seranın kapısına doğru ilerlerken pelerini omuzlarıma attım. Seradaki bahar havası ne yazık ki kapıdan çıktığım an yok olacaktı. Birkaç dakika sonra gökyüzündeki güzel tablonun kaybolacağı gibi.

Ben dışarı çıktığımda Finley lacivert üniformasıyla her zamanki muhafız duruşundaydı. Sağ eli kılıcının üzerinde, sırtında sopa varmış gibi dimdik duruyor, tam karşısında bakıyordu. Alnına düşen saçları ona sevimlilik katıyordu. Eminim son yorumumu duymak sinirden köpürmesine neden olurdu.

Ben yürümeye başladığımda o da beni takip etti. Onunla sohbet etmek isterdim. İhtişamlı sarayda beni sevmediklerini biliyordum ama birileriyle dost olmak güzel olabilirdi. Bunlardan birinin de Finley olmasını dilerdim. Dost olduğu biriyle ölümüne kadar sadık olacakmış gibi bir his veriyordu ya da ben yalnızdım, olacaklardan korkuyordum ve hayal gücüm inanılmaz gelişmişti.

Adımlarımı yavaşlattım. Kendime saraydaki yerimin ne olduğunu hatırlatmak için aklımdaki soruyu muhafızıma sormam yeterdi. Ben yanında yürümeye başladığımda adam yine rahatsız oldu.

"Sana bir soru sorsam bana dürüste cevap verir misin Finley?" diye sordum tatlı bir sesle. Sesimi her duyduğumda irkilmekten kendimi alamıyordum. Yine de dikkatimi Finley'e verdim. Ona bakarken batan gün ışığı gözlerime vuruyor, göz kapaklarımı kısmama neden oluyordu.

Adamın huzursuzluğunu sanki elle tutulabilirmiş gibi hissediyordum. Yanımda yürürken sorabileceğimi ima eden bir baş hareketi yaptı. Her yeri büyülü gibi gösteren sıcak bir gün batımında, eşsiz manzaranın tadını çıkarmak yerine ona bu soruyu sorduğuma inanamıyordum ama hayallere kapılmadan önce gerçekleri bir kez daha görmem gerekiyordu. O gece kapının önünde olmasına rağmen içeride birinin olduğunu duysa canımı kurtarmak için savaşır mıydı?

Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Sonunda cesaretimi topladığımda "Biri beni öldürmeye çalışsaydı ona engel olur muydun?" diye sordum.

Sorum onu biran bocalattı. Adımlarını şaşırdı ve aniden gül ağacının altında durdu. Üzerimizden bir karga gaklayarak geçerken sert esen rüzgar birkaç gül yaprağının üzerimize dökülmesine neden oldu. Onunla beraber bende durmuştum. Kaşlarını çatmış bir halde bana bakarken cevabını huzursuz bir şekilde bekledim.

Birkaç saniye boyunca cevap vermedi.

Sonunda biçimli dudakları aralandığında cevabı "Bilmiyorum," oldu.

Güldüm. "En azından bana karşı dürüstsün," dedim yeniden yürümeye başladığımda. Finley bir an tereddüt etmiş gibi arkamdan gelmedi. Çok geçmeden benimkileri takip eden ayak seslerini duydum. Dost edinme düşüncesi buraya kadardı. Üstelik Finley ile daha çok beraberdik ve adam hala benim hayatımı kurtarma konusunda kararsızdı. Jason'ın bu durumda farklı olacağını sanmıyordum.

Bazı şeyleri kendime saklamam gerektiğini daha iyi anlamıştım.

Sarayın ön bahçesine yaklaştığımızda bir hizmetçinin bize doğru koştuğunu gördüm. İlk defa sarayda birinin koştuğunu görüyordum. Hızlı yürüyen birini bile görmemiştim. Sanırım bu yüzden dikkatimi çekmişti. Kumral saçlı, yanakları koşmaktan saçları gibi kızarmış orta yaşlı, tombulca bir kadın benim yanımdan hızlıca geçerek Finley'in önünde durdu. Beni görmediğini düşünmüştüm ama Finley'i kendine çekerek kulağına bir şeyler fısıldadığında orada olduğumu bildiğini anladım. Sadece önem vermiyordu o kadar.

Finley'e her ne söylediyse adamın yüzündeki kan çekildi ve bir an sendeledi. Ardından canını yaktığına emin olduğum bir güçle kadının kolunu tuttu. "Doğru mu söylüyorsun?" diye sorarken sesi titriyordu. Birine bir şey olmuştu. Bunu görebiliyordum.

"Git," dedim hemen. Doğrusu buymuş gibi gelmişti. Bakışları bana çevrildiğinde gözleri endişeliydi.

"Git," diye ısrar ettim. Sanki bana teşekkür edecekmiş gibi oldu ama ardından kadını peşinden koşar halde bırakacak kadar hızla sarayın ana girişinden farklı bir yöne koşmaya başladı. Onu kendi işiyle bırakıp saraya, odama dönmeliydim ama ayaklarım çoktan onun gittiği yöne doğru hareket etmeye başlamıştı.

Finley'i bu kadar sarsan şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Aslında birazda endişeliydim. Jason'ın başına bir şey gelmiş olabilirdi. Ben daha onun hayatını kurtaramadan Jai Krallığı adamın işini bitirmek için harekete geçebilirdi. Bunun düşüncesi elimin hemen cebimdeki şişeye gitmesine neden oldu. Tanıdık şişkinliği hissedince derin bir nefes aldım. Onun sayesinde planım yolunda gidecekti. O olmadan ölümün nefesini ensemde hissedebilirdim.

Finley çok hızlıydı ve çok geçmeden gözden kaybolmuştu ama arkasından koşturan tombul hizmetçi için aynısını söyleyemeyecektim. Kadının ağır oluşu sayesinde onu takip edebiliyordum.

Sarayın ayrı bir noktasında malikane gibi bir yapı vardı. Buradaki muhafız yoğunluğuna bakılırsa onların birliği olmalıydı. Kadın geniş ve oldukça yüksek kapılardan geçmek için merdivenleri tırmandığında bende onun gibi taş merdivenleri tırmanmaya başladım. Ayaklarım daha hızlı hareket etsin diye eteklerimi toplamıştım. Yanından geçtiğim muhafızlar olsa da kimse beni durdurmamıştı.

Kraliyet metresi olmanın bir yararı vardı demek ki.

Kadın pencerelerin olduğu ve gün batımından kalan son ışığın vurduğu taş koridorda ilerlerken aramızda belli bir mesafe bıraktım. Gerçi tam arkasında yürüsem bile beni fark edecekmiş gibi durmuyordu. Bir başka koridora girip üç kapı sonra durdu ve içeri girdi. Adımlarımı hızlandırıp kapıya vardığımda kadının kapıyı azda olsa aralık bıraktığını gördüm. Şansıma inanamıyordum. İnce aralıktan içeri baktığımda Finley'in dar bir yatağın yanında diz çöktüğünü gördüm.

"Ne zamandır bu kadar kötü. Gece bir şeyi yoktu," dedi çaresizce. Sesinde bir şeyler bana nedense babamı hatırlatmıştı. Uzanıp yatakta her kim varsa ona dokundu.

Tombul kadın nefes nefese cevapladı. "Bunun ne kadar ani değiştiğini biliyorsun. Hastalık kontrol edilecek gibi değil. Artık onu-"

Finley "Hayır," diye bağırdığında yerimden sıçradım. Sonra hemen koridora bakarak birilerinin olup olmadığını kontrol ettim. Görünürde kimse yoktu.

"Onu şifaevine göndermeyeceğim. Bu yaşta orada bakımı özenli olmaz."

"Böyle de bakamıyoruz Leo. Paramparça oluyorsun."

Finley yatağın yanında doğrulduğunda o zaman onu görebildim. Küçük bir erkek çocuk sanki çoktan ölmüş gibi beyaz bir yüzle yatıyordu. Kaç yaşlarında olduğunu çözemiyordum ama dokuz yaşından büyük olamazdı. Böyle çocukları daha öncede görmüştüm. Kaldığım hastanenin kanadında onlardan birçoğu vardı.

Gözlerimin yaşlarla dolmasına engel olamadım.

"Onu bırakamam," dedi Finley. Sesi titriyordu. "Anneme söz verdim. Küçük kardeşime bakacağıma dair söz verdim." Şimdi onun ağladığına emindim. Elimi dudaklarıma bastırdım çünkü bende ağlamaya başlamıştım. Sesindeki acı kalbime işliyordu.

"Özür dilerim," dedi diğer kadın. "Sadece iyi olmanızı istiyorum." Kadının sesindeki dürüstlük aşikardı. "Bu hastalığın tedavisi olsaydı keşke ama yok Leo. Cesur olmalısın böyle onu saklayarak kendi hayatını da riske atıyorsun."

Finley cevap vermedi. Bakışları kardeşine çevrilmişti. Artık göz yaşlarım o kadar hızlı akıyordu ki kapının ince araladığından hiçbir şey göremiyordum. Her şey bulanıktı. Yaşlarla ıslanan elimi eteğime silerken dudağımı ısırdım. Hıçkırarak orada olduğumu belli etmek istemiyordum. Elimi aşağıya doğru indirirken şişkinliğe denk gelince bir an durdum. Ağlamam bile bıçak gibi kesilmişti.

Şişenin içindeki iksir için Rose ne demişti?

Ölüm hariç her şeyi iyileştirebilecek bir iksir.

Şişeyi çıkarıp içindeki sıvıya baktım. Sıradan bir şey gibi duruyordu. Gerçekten yatakta yatan çocuğu da kurtarabilir miydi? Ben bunları düşünürken yatakta yatan çocuk birden derin bir nefes alarak iki büklüm oldu ve titremeye başladı. Odanın içinde önce herhangi bir şey olmadı ama sonra Finley ve kadın hemen yatağın başına gitti.

"Krizleri daha sık oluyor," dedi kadın titreyen ve kasılan çocuğun kollarını tutup hareketsiz hale getirmeye çalışırken.

"Dmitri, beni duyuyor musun kardeşim?" Finley sehpanın üzerindeki bir şişeyi aldığında kardeşiyle konuşmaya devam etti. "Dmitri savaş onunla duyuyor musun beni masalardaki kahramanlar gibi savaş onunla." Finley ilaç şişesine baktı ve gördüğü şey karşısında lanet okudu. Belli ki her ne kullanıyorlarsa bitmişti. Kadın çaresiz gözlerle adama baktı. Finley sanki bir an yere yıkılacakmış gibi duruyordu.

Daha fazla bekleyemeyecektim. Kapıyı hızla itip içeri girdim ve Finley'in yanından bir hışımla geçtim. Kadının bana hayretle baktığını hissediyordum ama zaman kaybedemezdim. Finley kendine gelip beni uzaklaştırmadan aklımdakini yapmalıydım.

Bu yüzden hızla şişenin tıpasını çakmak yakar gibi geri geçtim. Şişenin ağzı açılınca çocuğun yanaklarına bastırarak ağzının aralanmasını sağladım ve şişenin yarısını boğazından aşağıya döktüm. İksir boğazında önce köpürdü sonra kayboldu. Hala şiddetle titriyordu. İksirin ne kadarı onun iyileşmesine yardımcı olurdu bilmiyordum. Parmağımı tıpadan çektiğimde şişenin ağzı kapandı.

Ardından güçlü bir çift kol beni tuttuğu gibi duvara fırlattı.

Loading...
0%