Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@tgceymn

----Lütfen beni instagramdan da takip edinnnn kullanıcı adım tug.cesrgl------

Bedenim sertçe duvara çarptığında ciğerlerimdeki nefes birden boşaldı. Daha derin bir nefes alamadan bir el boğazıma sarılarak beni duvara bastırdı. Bedenim taze bir nefes almak için çırpınırken boğazımdaki parmaklar daha sıkı bir hal alıyordu.

Kulaklarımda tehlike çanları çalışıyordu.

Ölecektim.

"Söyle kadın ona ne verdin?" diye sordu Finley öfkeden gözü dönmüş bir halde. Sesi bir gök gürültüsünü andırıyordu. Eğer nefes almak için çaresizce çırpınmasaydım. Sesindeki nefret korkudan titrememe neden olurdu. Oysa o sırada ben cevap vermekten çok nefes almak için çırpınıyor, yitirmeye başladığım bilincime sıkıca tutunmaya çalışıyordum. Ölümden bu kadar kaçarken şimdi nefesini yüzümde hissediyordum.

Bayılacağımı sandığımda bir ses duyar gibi oldum. Ne duyduğumdan tam emin olamadan boğazımdaki baskı bir anda kayboldu. Duvardan kayıp yere diz çöktüğümde derin derin nefes almaya çalışıyordum. Ciğerlerim yeniden oksijenle şişerken boynumdaki ağrıyı umursamıyordum.

Kendime geldiğimde yataktaki çocuğa sarılan Finley'i gördüm. Yatağın diğer yanındaki kadın hem gülüyor hem ağlıyordu. Kaçmam gerekiyordu. Finley kendine geldiğinde yeniden bana saldıracaktı, bunun olmasına izin veremezdim.

Duvara tutunarak zorda olsa ayağa kalktım. Başım dönüyor, duvarlar durmadan yer değiştiriyordu. Dengemi bulmak zordu ama bir şekilde başardım. Geriye odama kadar gitmek kalıyordu. Kapını eşiğe takılıp tökezlesem de hemen kendimi toparladım. Her an arkamdan gelecek korkusuyla ilerliyordum. Bir elim boğazımdaydı. Ağrıyan kaslarımı rahatlatmaktan çok oluşabilecek morlukları saklamayı amaçlıyordum. İnsanların beni bu halde güçsüz görmelerini istemiyordum. Birileri beni zayıf görerek son darbeyi indirebilirdi.

Binadan çıktım ve hızlıca bahçeye girdim. Etrafta insanlar vardı ama bir şekilde benden uzak duruyorlardı. İlk defa bundan dolayı memnundum. Sarayın girişine hatta odama kadar kimse beni engellememişti. Sarayın merdivenlerinden çıkarken tek korkum kralın beni görmesiydi. Oysa öyle bir şey olmadı. Sonunda odaya girip kapıyı hızla arkamdan kapattım. Sırtımı kapıya dayadım ve canımı acıtacağını bile bile derin bir nefes aldım ve ardından kendimi dört duvar arasında güvenli hissettiğim an hıçkırarak ağlamaya başladım.

Odama saklandıktan çok sonra verdiğim iksirin çocuğa yaradığını hatırladım. En azından düşüncesizce yaptığım hareket bir işe yaramıştı.

*** 

Beni ilk bulan Rose Ann oldu.

O kadar çok ağlamıştım ki artık gözlerimden yaş gelmiyordu. Şöminenin yanında oturmuş, bakışlarımı sönmekte olan ateşe dikmiştim. Sadece bakıyordum. Bir şeyler düşünemeyecek kadar bıkkındım.

Rose Ann odama ne için gelmişti bilmiyordum. Zira tek kelime bile etmemişti. Boynumun halini görmüş ve soru sormadan ıslak bir bez getirerek boynuma sarmıştı. Serin bez boynumdaki ağrıya iyi gelmişti. Sonra etrafımda pervane olmaya devam etmekten çekinmemişti. Üzerimi değiştirmeme yardım etmiş, ağrılarımı geçireceğini düşünerek iksirden getirmişti ama onu almayı reddetmiştim. Artık onun değerini biliyordum. Boynum canımı acıtsa da böyle bir şey için onu kullanamazdım.

Koltukta otururken Rose Ann'in getirdiği gül ve naneli sıcak çayı içiyordum. Hiç denemediğim bir çaydı ve oldukça ferahlatıcıydı. İksiri almayı reddedince çayı getirerek bana yardımcı olmak istemişti. Ona teşekkür ederken kuruduğunu sandığım gözyaşım yanaklarımdan yeniden süzülmüştü. Sanırım sarayda gördüğüm tek şefkatli insandı.

Kendimi Finley'i düşünürken buldum. Benden nefret ettiğini biliyordum ama kardeşine yardım ettiğim için böyle bir tepkiyle karşılaşacağımı ummamıştım. Tamam, bende mantıklı bir harekette bulunmamıştım ama insanların içinde bir çocuğa ne içirebilirdim ki? Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Hayır, suçlu kesinlikle bendim. Onu takip etmiş, açıkça çok değer verdiği birine ne olduğu belli olmayan bir şey içirmiştim. Daha akıllıca kararlar vermem gerekiyordu oysa.

Gözlerimi kapatıp nefesimi yavaşça vererek sakinleşmeye çalıştım. Şimdi ne olacaktı bilmiyordum. Finley ile arkadaş olduğumuz söylenemezdi ama en azından ilk karşılaştığım andakinden daha iyiydi aramız. Oysa şimdi her şeyi yerle bir etmiştim.

Elimi cebime sokup şişenin tanıdık şekline dokundum. Çıkarıp baktığımda şişede çok az iksir olduğunu gördüm. Rose Ann yarım bir şişe daha olduğunu söylemişti. Eğer çocuğun ihtiyacı olursa ona vereceğimi düşünmüştüm ama Finley'in tepkisinden sonra bunun oldukça zor olduğu aşikardı.

İç çektiğimde acıyan boynum gözlerimi sımsıkı kapatmama neden oldu. Tanrım bu ağrı ne zaman geçecekti? Üstelik iki güne gerçekleştirilecek bir balo vardı ve boyumda oldukça belirgin bir morluk taşıyordum. Bunu kapatmak için uygun bir elbise giymem gerekecekti.

Gerçi sadece elbise değildi sorun, aynı zamanda krala yapılacak suikast girişimi de vardı. Bunu engelleyebilmemin bir yolu vardı ama iksir için artık başka bir kullanım alanı düşünüyordum. O yüzden kendimi feda etmemin bir anlamı olmayacaktı. Jason'ın ölmesini istemiyordum ama onun içinde ölmeye niyetim yoktu. Sadece dikkatli olmalı ve onun etrafında her şeyi gözlemlemeliydim.

Hava karardığında gelen akşam yemeğimi zorda olsa yedim. Her yutkunduğumda canım acıdığı için sadece havuç çorbasını içebilmiştim. Onu bile midemde tutmakta zorlanıyordum. Endişeliydim, korkuyordum. Yarın seraya gitmek zorundaydım ama kapıdan çıktığım an Finley'in bana ne yapacağını bilmiyordum. Tepsinin olduğu masadan kalkıp perdeleri açık olan teras kapısına ilerledim. Üzerimdeki yün şala sıkıca sarınıp terasın kapılarını araladım. Serin bir rüzgar yüzüme çarptığında titredim.

Tüylü ve sıcak terliklerimle terasın fayansında yürüdüm. Gece göğü öyle büyüleyiciydi ki bir an için dertlerimi unuttum. Geceleri terasa çıkmak biraz olsun nefes almamı sağlıyordu. Çocuğun halini görmek bana geçmişimi hatırlatmıştı. Onun gibi kendim gibi çocuklarla kaldığım zamanları unutmamıştım. Kimisi kurtulmayı başarmıştı ama odadan çıkarılıp bir daha geri gelmeyen çok çocuk tanımıştım. O zamanlar bende gidip geri gelmeyen çocuklardan olmaktan korkardım.

Sert rüzgar saçımı savurduğunda onu hissettim. Gözlerimi sımsıkı kapatarak bir an yanlış hissettiğimi umdum ama hayır, orada arkamda dikiliyordu. Bana yaklaşana kadar varlığını hissetmemiştim bile. Benim işimi görmek için sabahı bile beklememişti. Ölmeden önce gördüğüm son manzaraya, yıldızlara baktım. Yıldızlı göğün altında mı ölecektim. Madem bana zarar verecekti en azından ona yaptığımı açıklamalıydım.

Konuşmadan önce yutkundum. "Ben sadece kardeşine yardım etmek istemiştim," dedim sakin bir sesle. Sanki Finley bana zarar vermek için değil de sohbete gelmiş gibi davranıyordum. "Sen benden nefret edebilirsin ama ben senden nefret etmiyorum," derken samimiydim. Birinden nefret ederek hayatımı zehirlemektense ölümü kabullenirdim.

"Sanırım hazırım," dedim arkamda dikilen adama. Gelecek darbeyi beklerken gözlerimi kapatmadım. Hayır, onun yerine gözlerim yıldızlardaydı. Eğer bu son hayatım olacaksa bir yıldız olmak isterdim. İnsan olarak yaşamayı sanırım beceremiyordum.

Arkamdan gelen adım sesleri duyduğumda kalbim bir serçe gibi çarpmaya başladı. Beynim ölüm düşüncesine uyum sağlamış olabilir ama kalbim çılgınca yaşamak istiyordu. Bunların ikisi de bana ait değildi üstelik. Bana ait olan ruhum ise sadece huzur hissediyordu.

Finley beklediğim darbeyi indirmedikçe merakım daha da artıyordu. Sonunda dayanılmayacak bir hal aldığında yavaşça arkamı döndüm. Gördüğüm manzara karşısında neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

Ay ışığının aydınlattığı ve minik yıldızlar gibi parlayan mermerin üzerinde Finley diz çöküyordu. Ona baktığımda kılıcını bana doğrulttu, öldürmek için değil tutmam için kabza kısmını. O kadar şaşırmıştım ki tek kelime edemeden ağzım açık halde ona bakakaldım.

Rahatlamalı mıydım yoksa şaşırmalı mı ya da ikisini birlikte mi hissetmeliydim emin olamıyordum.

"Siz kardeşimin hayatını kurtardınız," dedi boğuk bir sesle. Bakışları bir an için boynuma odaklandı ama hemen bakışlarını kaçırdı. "Affedilemeyecek bir hata işledim leydim, size bu hatamı canımla ödeyeceğim."

Söylediklerinde ciddi olduğunu görebiliyordum. Karşımdaki güçlü muhafız mıydı gerçekten? Kardeşi yaşama geri dönmüşken nasıl kendi hayatını kolayca sunabiliyordu?

Şalımı sıkan parmaklarım uyuşmaya başlamıştı. Üstelik gece rüzgarı durmadan saldırıyordu. Tüm bunları umursamadım. Sadece karşımdaki adama kızgındım. Sert bir sesle, "Abisini kaybetsin diye küçük kardeşini iyileştirmedim," dedim.

Ardından onun yanından geçerek içeriye girdim.

Soğuk ve korku kemiklerime kadar donmama neden olmuştu. Bu yüzden odaya girdiğimde şöminenin yanına ilerledim. Bedenim öyle buz kesmişti ki alevlerin ortasına girsem bile ısınmayacakmışım gibi hissediyordum. Finley'in odama nasıl girdiyse gitmesini bekledim ama o aksine benim yanıma geldi. Öyle kırılgan duruyordu ki neredeyse bana zarar verdiği için ona üzülecektim.

"Leydim ben size karşı hep tetikteydim. Düşmanın kanından biri olduğunuz için size her zaman önyargılı davrandım," dedi fısıltıyla. "Kardeşime yardım ettiğinizi anlamam geç oldu. O benim tek ailem. Annem bana emanet etti," derken sesi titriyordu. Derin bir nefes aldı ve sessizce bana baktı. Gözlerindeki zayıflığın yerini kararlılık almıştı. "Ona yardım ettiğiniz için size her zaman borçlu olacağım leydim." Bu sefer sesi kendinden emin çıkıyordu.

Bana borçlu hissetmesini istemiyordum. Onun yanında korkmadan durabilmek kesinlikle iyi olurdu ama bunun için iksiri vermemiştim. Bu yüzden başımı reddedercesine salladım. "Bunun için yapmadım," dedim konuşmamızdan utanarak. "Sadece sevdiğin birinin acı çekerken nasıl hissettiğini anlayabiliyorum." Çok değil kısa zaman önce benim için acı çeken insanlar vardı. Böyle bir iksir kendi zamanımda olsa insanlar onu elde etmek için neler yapardı kim bilir ama önce iksiri elde edenler ondan kar sağlamak için yüksek ücretlere satardı. Zaman akıp giderken bizden iyiliği de götürmüştü.

Finley koltuğumun yanına gelip diz çöktüğünde gerildim. Böyle davranmasındansa eski sert halini tercih edecek duruma gelmiştim. Ben dudaklarımı aralayıp ona kalkmasını söylemeden sağ elini kalbinin üzerine sol elini ise kemerinde takılı olan kılıcının kabzasına koydu.

"Ben muhafız lideri Leonard Nigel Finley. Ölümüm pahasına bile olsa sizi koruyacağıma, her daim size sadık kalacağıma adım ve kanım üzerine yemin ediyorum."

Kelimeler sanki birer birer hayat bulmuş hiç kırılmayacak bir zincir haline gelmişti. İkimizi birbirine bağlarken hayretle kelimelerinin son bulmasını izlemiştim.

Hayretle nefes aldığımda acıyan canımı umursamadım. "Bunu neden yaptın?" diye sordum telaşla. "Böyle bir yemini bana etmek istemediğini biliyorum," dedim bahçede konuştuklarımızı hatırlayarak. O sadece bana karşı borçlu hissediyordu o kadar. Sırf bunun için kendini bana adamasını istemiyordum.

"Bahçede bana bir soru sormuştunuz," dedi gri gözlerini gözlerime dikerek. "O zaman sizin nasıl biri olduğunuzu bilmeden cevaplamıştım. Korktuğunuzu, saraydaki insanların size zarar vermesinden endişelendiğinizi biliyorum leydim. Sizi koruyabilecek kişi olmaktan onur duyacağım."

Beni anlamak istemiyordu. "Ben çok yakında gideceğim Finley," dedim en sonunda. "Fırsatını bulduğum bir an başka bir ülkeye kaçacağım. O zamanda boşu boşuna yemin etmiş bir muhafız olacaksın."

Finley kaçacağımı söylemiş olmama rağmen şaşırmadı. "Artık siz nerede olmak isteseniz ben orada sizinle olacağım," dediğinde derin bir nefes aldım. Biraz düşünmem gerekiyordu. Kafamdaki düşünceler ve endişeler işin içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı.

"Dinlenmek istiyorum Finley," dedim yerimden kalktığımda o da hemen hareketlendi. "Ayrıca tutamayacağın bir söz daha verme. Nereye gideceğimi bilmiyorsun, kardeşini bırakıp benimle gelebilecek misin?"

Finley bir şey diyecek oldu ama o her neyse söylemekten vazgeçti. Sonunda başını hafifçe eğdi. "Sizi yalnız bırakacağım leydim," dedi ve gitmek için kapıya döndü.

"Bir dakika bekle," der demez hemen yatağımın yanındaki komodine ilerledim. İlk çekmecesinde duran iksiri aldım. Yarısına kadar doluydu. Onu alıp Finley'e doğru ilerledim. Yanına gittiğimde şişeyi ona verdim. "Kardeşin hala hastalık belirtileri gösteriyorsa mutlaka ona bundan ver."

Finley bu sefer tek kelime etmedi. Sadece başını salladı ve bir panter kadar akıcı hareketlerle odadan çıktı. Sonunda yalnız kaldığımda kendimi yeniden koltuğa attım. Sonunda sorunlarımdan biri çözülmüştü.

Üstelik hiç ummadığım birinin sadakatini kazanmıştım.

Geleceğin belirsizliği hala gözümü korkutuyordu ama en azından yalnız değildim. Belki her şey düşündüğüm kadar kötü olmazdı. Kim bilir?

***

Sonraki iki gün ummadığım kadar hızlı geçmişti. Serada çalışmak beni ummadığım kadar becerikli biri haline getirmişti ve sattığım yapraklar sayesinde ilk gün olduğumdan daha zengindim. Üstelik saraylı hanımların konuşmasına kulak kabarttığım bir sabah şehirde popüler olan bir parfümden bahsettiklerini duydum. Ona Gül Bahçesi diyorlardı. Gülümsemeden edemedim. Belki bende gül sattığım parfümcüden bir tane şişe almalıydım.

Yaşadığımız iki gün boyunca değişen başka durumlarda vardı. Öncelikle Finley muhafızımdan çok gölgem olmuştu.

Onun bana zarar vermeyecek olmasına seviniyordum ama artık attığım her adımda beni takip etmesi bana soğuk davranan insanlara onları öldürecekmiş gibi bakması sorunlarımı çözmekten çok daha karmaşık hale getiriyordu. Sanırım ettiği yemini oldukça ciddiye alıyordu. Yine de ne dersem diyeyim her daim çevremde olmaktan vazgeçmeyecekti. Onunla arkadaş olacağımızı düşünmüştüm ama o arkadaşlıktan çok koruyuculuğu görev edinmişti.

Bu olanları Jason biliyor muydu merak ediyordum.

Jason.

Onu hatırlamak iç çekmeme neden oldu. Onu görmediğim için memnun sayılırdım. Ne de olsa yüzünü görmediğimde ne kadar etkileyici olduğunu hatırlamak zor oluyordu. Yine de içimdeki o tuhaf hisse tamamen sırtımı dönemiyordum.

Jason'ı göremiyordum çünkü yapılacak balo aslında Prenses Jenina ve onun arasında gerçekleşecek evliliği açıklamak için olacaktı. Hatta bu yüzden Batı Kralının saraya geldiğini duymuştum. Onların beni akşam yemeğine davet etmesini beklemiyordum tabi. Hangi adam müstakbel kayınbabasının olduğu bir masaya yalanda olsa metresini çağırırdı ki?

Elimdeki kurdeleye baktım. Elbiseme uygun bir mor rengindeydi. Saçlarım yapılırken aynadaki görüntüme odaklandım. Boynumdaki morluk hala kötüydü. Bu yüzden elimdeki kalın kurdeleyi boynuma takacaktık. Balo gününün geldiğine inanamıyordum. Ne kadar gitmek istemesem de Jason'a yapılacak olan suikast girişimi beni buna mecbur kılıyordu.

"Saçın bitti," dedi Rose Ann aynadan yansımama bakarken memnun bir ifadeyle gülümsüyordu. Saçlarım gerçekten harika dalgaların ustaca ensemde toplandığı bir topuz şeklini almıştı ve yüzümün şekline oldukça yakışmıştı. Rose kesinlikle yetenekliydi.

"Harika görünüyor, eline sağlık," dedim bende onunkine benzer bir gülümsemeyle bakarken. Sonunda elimdeki kurdeleyi boynuma bağlamadan önce ucuna oldukça güzel şekillendirilmiş, yuvarlak bir ametist taş taktı. Kurdele boynumdaki yerini aldığında hem morluklar kapanmış hem de şık bir görünüm elde etmiştim.

Ayağa kalktığımda üzerimdeki etek yıldızlı bir gökyüzü gibi aşağıya döküldü. Koyu mor elbise kumaşının üzerindeki tüle sanki yıldızlar serpilmiş gibi parlıyordu. Bu parlaklık insanın gözlerini rahatsız edecek kadar fazla değildi ama yine de elbiseyi büyülü göstermeyi başarıyordu. Kare biçimli yakası, dirseğime kadar gelen kollarıyla filmlerde gördüğüm dönem elbiselerinden daha güzeldi. Aynadaki yüzüme baktığımda gülümsemeye çalıştım.

"Bu gece eğer başarırsam," dedim Rose Ann'dan çok kendimle konuşarak. "Hayatımızın gidişatı değişebilir." Eğer olursa başaramazsam işte o zaman Jai Kralı istediğine kavuşacak, aynı zamanda beni aradan çıkarmak için elinden geleni yapacaktı. Bu gece olabilecekleri krala söylemeyi yeniden düşündüm.

"Sence krala gerçekleri anlatsam bana inanır mı?" diye sordum genç kadına dönerek.

Rose Ann aynanın önündeki karmaşayı topluyordu. "Büyük ihtimal Jai Kralı adına bir oyun oynadığını düşünecektir. Hatta bunun olmasının nedenini sen olarak görebilir."

Oflamamak için kendimi zor tuttum. Sonunda saat gece ona yaklaştığında aşağıya inmeye karar verdim. Balo saat onda başlayacaktı ve ben kralı göz hapsinde tutmak için orada olmalıydım.

"Sanırım gitme vakti geldi," dedim Rose'a bakarak. Neler olup bitecekti bilmiyorum ama bu odada onunla bu olanları konuşmak için sağ salim odaya gelmek istiyordum.

Rose başını salladı. Konuşmayı seven biri değildi ve ben onu zorlamak istemiyordum. Bu yüzden kapıya doğru ilerledim ve dışarı çıktım. Finley her zamanki yerindeydi. Beni görünce gözleri biran irileşti ama hemen sonra her zaman ki muhafız ifadesine büründü.

"Kabul et Finley," dedim onun önünden yürümeye başlarken. "Beni güzel buldun değil mi?"

Mütevazi bir tavırla "Siz her zaman güzelsiniz leydim," derken kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

"Finley ettiğin sadakat yemininin yalakalığı içermediğine eminim. Bu yüzden bana iltifat etmekten vazgeç," dedim gülerek. Ona her iltifat etmeye çalıştığında tüylerimin diken diken olduğunu söylemek çok kaba olurdu değil mi?

"Sadece sizi mutlu etmek istedim."

"İnan bana gerçekleri söyleyerek beni her zaman mutlu edebilirsin."

Merdivenlerin başına geldiğimizde eldivenli elimi korkuluğa koydum. Kabarık eteklerle merdiven çıkmak en zoruydu ama inerken de dikkatli olmalıydım.

"Bu akşam büyüleyici görünüyorsunuz," dediğinde bir an tökezledim. Korkuluğu sıkıca tutarak Finley'e baktım. "Beni iltifatlarınla öldürmeye mi çalışıyorsun?" Gülümsemem dudaklarımda olmasa ciddi konuştuğum düşünülebilirdi. Finley'da birkaç gündür ilk defa gülümseyerek yanıma gelip koluna girmem için bana uzattı.

"Bunun olmasını hiç istemem. Size eşlik edebilir miyim?" diye sordu çekingen bir tavırla.

Rahatlayarak hemen koluna girdim. "Hiç sormayacaksın sanmıştım."

Merdivenlerden inerken ona baktım. Sanırım düşündüğümden daha uzun süre bakmış olacağım rahatsız olarak sordu. "Bir sorun mu var leydim?"

Jason'ı bilmiyordum ama Finley'in bir şekilde bana yardım edeceğini hissediyordum. Bana bir yemin vermişti. Bunun gerekliliği olarak canımı almayacağını biliyordum. Bu gece onun yardımını alabilirdim. Ne kadar da aptaldım. Neden daha önce aklıma gelmemişti sanki?

"Finley her ne olursa olsun bana yardım edersin değil mi?"

Düşünmedi bile. Hemen cevap verdi. "Her zaman," dedi kesin bir tavırla. O zaman indiğimiz katta durarak ilerlemesini engelledim. Onunla konuşmak için duyulmayacak bir yere gitmemiz gerekiyordu.

"O zaman sana anlatacaklarımı dinlemelisin," dedim hemen kolunu daha da sıkarak. "Ama önce kimsenin bizi duymayacağı bir yere gidelim."

Loading...
0%