@tgceymn
|
"Slyvia!" İsmini duyan kadın bayılmadan önce bakışlarını ona çevirdi. Bir saniye boyunca gözleri birbirine kilitlendi. Ardından sanki zaman yavaşlamış gibi Slyvia düşmeye başladı. Sanki biri zaman yavaşlatma büyüsü yapmıştı. Jason onu yakalamak için hareket ettiğini bile anlamadan kadını kollarına aldı. "Slyvia," dedi bu seferde endişeden boğuklaşan bir sesle. Kollarında baygın yatan kadına baktı. Korkunç görünüyordu. Kadının dudaklarındaki kan damlaları mum ışıklarının altında ölümcül bir güzellikle parlıyordu. Teni o kadar beyazlamıştı ki ölü onun yanında canlı görünürdü. Kadını kollarına alıp diz çöktüğü yerden kalktı. Kadın o kadar hafifti ki sanki uçup gidecek gibiydi. Kadına ne olduğunu biliyordu. Daha önce sayısız kez başına gelmişti. Yine de balo salonundan çıkmak için yürürken yaptığı hareketin sonuçları olacağını biliyordu. Nişanına devam etmesi gerekirken kollarında prenses Slyvia ile kendi nişan partisinden ayrılıyordu. Karısı olacak kadın yerine metres olarak gönderilen kadınla gidiyordu. Bunlar daha sonra aklına gelecekti. O an tek düşündüğü kollarında soluk bir halde yatan kadındı. Onun yanında ölmesine izin veremezdi. Özgürlüğünü veremeden hapsolduğu sarayda ölemezdi. O yaşayacaktı. Bunun olması için her şeyi yapmaya hazırdı. "Henry," diye bağırdı telaşla. Bir yandan etrafını saran muhafızlarla kapıya doğru hızlı adımlarla ilerliyordu. Hepsi krallarını korumak için saklandıkları noktadan çıkmışlardı. O hala sağdı. Sorun kollarındaki kadındı. Sarayında yaşayan kadını koruyamamıştı. Henry'nin arkadan gelen sesi, acı dolu düşüncelerinden sıyrılmasına neden oldu. "Arkandayım. Onu en yakın odaya götür." Daha hızlı yürümeye başladı. Mantığı ona sakin kalmasını söylüyordu, kalbi ise taş kesilmişti. Sanki geçmişteki o kabusu yeniden yaşıyordu. Hayatının tam olarak kötüye gittiği o günü yıllar sonra yeniden yaşıyordu. Jason'ın kulaklarında bir uğultu vardı. Öfkeliydi, sabırsızdı ama en önemlisi korkuyordu. Zihninde durmadan kadının öksürürken iki büklüm olduğu hali dönüp duruyordu. Sonra o görüntü annesinin çay içtikten sonra sandalyesinden düşmesiyle karışıyor, geçmiş ve bugün bir şekilde bir araya geliyordu. Annesini kurtaramamıştı. Bir başka kadının daha ölmesine izin vermeyecekti. Hızlı adımlarla ilerlerken arada kadının yüzüne bakıyor, bir hayat belirtisi arıyordu ama ne yazık ki kadın bayıldığında olduğu gibi solgun görünüyordu. İçindeki korku öfkeye karışıyor, ruhu bedeninden sökülüp alınacakmış gibi hissediyordu. Jason merdivenlerin başına geldiğinde arkasından gelen adamlara bağırdı. "Bu balo salonundan kimse çıkmayacak. Suçlu bulunana kadar kapıları kapatın." Gür sesi yankılanarak tüm muhafızlarına ulaştı. Sesi her şeye rağmen sakin çıkıyordu. Hedefin Slyvia olmadığını biliyordu. O kadehten Jason içecekti. Muhtemelen içseydi mide ağrılarıyla dolu bir gece geçirirdi oysa kadın içmişti ve şimdi ölümün soğuk nefesini soluyormuş gibi buz kesilmişti. İçindeki endişenin mantığını ele geçirmesine izin veremezdi. Oysa şimdi kucağındaki narin kadın yüzünden gözü dönmüş bir adam gibi davranıyordu. gözleri vahşi bakarken sesi her şeyini kaybeden çaresiz bir adamınki gibi çıkıyordu. Henry arkadaşına endişeyle bakmadan edemedi. Aşık olmasını, biriyle hayatını paylaşmasını isterdi ama verdiği tepkiye baktıkça bundan emin olamıyordu. Jason emrinin uygulanıp uygulanmadığına bakmadı. Dikkati omzuna yaslanmış kadının yüzündeydi. "Dayan prenses, bunu yapabileceğini biliyorum," dedi sert bir sesle. Onu tanıyalı kısa bir zaman olmuştu ama güçlü bir kadın olduğunu görebilmişti. Ölüme de inatlaşacağından emindi. Jason misafirler odalarından ilkine yöneldi. Muhafızlar girmesi için kapıyı açtığında hızla yatağa doğru ilerledi. Kadını dikkatle geniş yatağa yatırdı. O kadar solgun ve kırılgan görünüyordu ki sanki çoktan ölüme kucak açmıştı. Kadını omuzlarından tutup sarsmak istiyordu. Düşüncesini gerçekleştiremeden Henry onu kenara iterek kadına doğru eğildi ve ellerini bedeninin üzerinde gezdirdi. Ellerinden çıkan mavi ışık kadının bedenini ikinci bir deri gibi sararken Henry gözlerini kapatmıştı. Kollarının titremesinden zorlandığı belli oluyordu. Çok geçmeden alnında ter damlacıkları belirmeye başladı. Onu beklerken ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama Jason için saatler geçmişti. Henry sonunda ellerini geri çektiğinde Jason konuşmak için aceleyle dudaklarını araladı ama kapıdan giren kişinin boğuk feryadı dikkatini dağıttı. "Leydi Slyvia," diyerek içeri girdi Finley. Gözleri yatakta yatan kadını bulduğunda benzi beyazladı. Kendi kendine "Hayır bu olamaz," derken yüz ifadesi daha da taşlaştı. Gördüklerini inkar etmeye çalışıyordu. Yatağa yaklaşırken "Ona ne oldu?" diye sordu. Ne sesinde ne de yüzünde herhangi bir ifade kalmıştı ama Jason onun kadın için endişelendiğini hissedebiliyordu. "Zehirlendi," dedi Henry Jason'ın gözlerine bakarak. "İçtiği şarap onu zehirledi." Kelimelerinin dışında arkadaşına başka bilgiler vermeye çalışıyor gibi bakıyordu. Jason onun ne demek istediğini çoktan anlamıştı. Finley "Zehir," diye mırıldandı. Ardından mırıldanmıştı ama Jason tek kelimesini bile duymamıştı. Onun aklında başka şeyler vardı. Yine annesini kaybettiği gibi bir kadın daha zehirlenmişti. Oysa Jenina ile nişanlandığında bu sorunların çözüleceğini düşünüyordu. Kendini kandırdığı açıktı. Slyvia zehirlenmeyecekti. Onu zehirleyeceklerdi. Bunu düşününce bu evlilikten yarar sağlayamayacak iki kişi geliyordu aklına; Jai Krallı ve kardeşi Connor. Jason sanki biri sırtından bıçaklamış gibi irkildi. Ardından hemen yataktaki kadına baktı. Onun olması gereken yerde şimdi kadın yatıyordu. Sırf elinden aldığı içkiyi içtiği için. "Beni zehirleyeceklerdi," dedi dalgın bir sesle. Connor'ın bir şekilde harekete geçeceğini biliyordu ama onun bu kadar cüretkar davranıp nişan töreninde hamle yapacağını düşünmemişti. Peki ya Jai Kralı. Kızı burada olmasına rağmen kralı zehirler miydi? Nasıl bu kadar ihmalkar davranmıştı? "Prenses uyandığında durumu anlayacaktır," dedi Henry arkadaşının ne düşündüğünü tahmin ederek. Jason arkadaşına sert bir ifadeyle baktı. "Peki uyanacak mı?" diye sordu boğuk bir sesle. Henry konuşmadan önce derin bir nefes alınca Jason arkadaşının iyi bir haber vermeyeceğini anladı. "Zehrin yayılmasını engelledim ama zehri yok edemiyorum." Bakışları yataktaki kadına döndü. Ona acıyormuş gibi bakıyordu. "Öyle bir zehir ki onu yok etmeye kalktığımda daha hızlı çoğalmaya başlıyor. Nasıl müdahale etmem gerektiğini bilmiyorum." Bu gizem onu deli ediyormuş gibi görünüyordu." Henry yetenekli bir büyülükan doktoruydu. Yeteneği kadının iyi olmasını sağlamıyorsa kim sağlayabilirdi bilmiyordu. Jason arkadaşının koluna tutundu. "Ya Yewan, o bir şeyler yapabilir mi?" diye sordu çaresizlikle. Henry arkadaşının elini tutarak kolundan indirdi. "O sadece zihinsel sorunları çözebilir Jason ki daha çocuk 3 aydır bu dünyada. Bu zehri alt edecek doğru bir iksir bulmamız lazım." Finley sanki ona seslenilmiş gibi hemen başını kaldırdı. Finley hala odadaydı ama Jason onu ve kadını koruyamadığı için yaşadığı suçluluk duygusunu çekecek ruh halinde değildi. Sessizce yatağın yanında dikilerek kadının gözlerini açması için dua etti ama onu dinleyen bir tanrı olduğunu düşünmüyordu. Finley çok geçmeden odadan ayrılmıştı. Gitmeden önce Jason'a bir şeyler söylemiş olmasına rağmen adam tam olarak ne dediğini hatırlamıyordu. Şifacılar kadından kan almış ve damarlarındaki zehrin ne tür olduğunu öğrenmek için odadan ayrılmışlardı. Addie Ruth odaya geldiğinde üzgündü. Tanıyalı kısa süre olmasına rağmen kadın adına üzülmüş görünüyordu. Henry onu odasına götürmek için odadan ayrılmıştı. Jason oturduğu koltuğu yatağı iyi görecek şekilde çevirmişti. Slyvia. Jason başını koltuğun sırtına yaslayarak tavandaki dans eden perilerin resmine baktı. Atalarından biri-hangisi olduğuna emin değildi- tavanlara resimler yaptırmayı seviyordu. Resmin fırça darbelerini görmek istese de başarılı olamadı. Tıpkı düşüncelerini kadından uzaklaştırmayı başaramadığı gibi. Bakışlarını yeniden yatakta ki kadına çevirdiğinde yutkundu. Eğer uyanmazsa ne yapacaktı? Kapının açıldığını duydu ama arkasını dönmedi. Muhtemelen hizmetçilerden biriydi. Slyvia'nın hizmetçisi olduğunu söyleyen ufak tefek bir genç kadın durmadan odaya girip çıkıyordu. Kadının bakışları her daim üzerindeydi. Hizmetçinin böyle davranmasının nedenini anlamlandıramadı. Belki de zehri konun yerine leydisi içtiği için Jason'ı suçluyordu. Jason'da kendisini suçluyordu. Tamam, şarapta zehir olduğunu bilemezdi ama yine de sarayındaki insanları koruması gerekiyordu. Herkesin içkisine zehir konulabilir, tüm davetliler ölebilirdi. Böyle bir güvenlik zayıflığını nasıl olmuştu da görmemişti? "Jason." Jenina'nın sesini duyan Jason gözlerini kapattı. Şuan onunla konuşmak istemiyordu. Baloda bir kere bile onu arkasında bırakırsa nasıl görüneceğini düşünmemişti. Jenina'yı sevmediğini bir kere daha anlamış oldu. Yine de ne kadar kaçarsa kaçsın kadınla bir şekilde yüzleşmesi gerekecekti. Arkasına dönüp kadına baktığında elbisesini değiştirdiğini gördü. "Jen," dedi soluğunu verirken. "Seni baloda tek başına bıraktığım için üzgünüm." Jenina nefesini bırakıp koltuğa doğru yaklaştı. "Bunu daha sonra konuşuruz," derken elini Jason'ın omzuna koyup yataktaki kadına baktı. "O nasıl?" O da durmadan bunu soruyordu ama cevap hep aynıydı. O yüzden kadına duyduğu cevabı "İyi değil," diyerek özetledi. Ardından ekledi. "Benim şarabımı içtiği için zehirlendi Jenina. Benim içmem gereken şarabı." Jenina derin bir nefes alıp başını salladı. "O şarabı içmediğine şimdi memnunum," dedi. Jason bir an kadına baktı. Jenina onun bakışlarını görmedi ama eğer görseydi o bakışlarda peydah olan şüpheyi görebilirdi. Gözlerini kısarak yataktaki kadına bakıyordu. "Balodaki insanları araştırman hoş olmadı Jason," derken sesi rahattı. "Bu zehirlenme olayının şüphelisi olmak hoşlarına gitmedi." "Biri bu işi yaptı Jenina," diyerek sözünü kesti kadının. "Comerdai Kralını öldürmek istediler. Bence herkes sorgulanmayı kabul ederek üzerindeki suçlamayı kaldırmalı." Jenina koltuğun koluna oturduğunda sürdüğü ağır koku Jason'ın bir an için midesini bulandırdı ama kadın hala konuşmaya devam ediyordu. "Peki ya nişanımız? Babam bu durumdan hoşlanmadı." Jason kadının konuşmasından dolayı gerilse de kendini rahatlamaya zorladı. Jenina ile gücünü arttırmak için evleniyordu. Oysa daha nişanında hayatına kast edilmişti. Bir şeyleri gözden kaçırıyordu ve bunun sonucunu ne yazık ki yatakta yatan kadın ödüyordu. "Burada bir kadın zarar gördü Jen. Eminim baban bunu anlayışla karşılayacaktır," dedi ve koltuğundan hızla kalktı. "Seni odana kadar götüreyim. Babanla da daha sonra görüşeceğim." Bu işin bir an önce halledilmesi gerekiyordu. Jenina kızıl saçlarını geriye doğru atarak zarif bir hareketle koltuktan kalktı. Jason odadan çıkmadan önce geriye dönüp bir kez daha Slyvia'ya baktı. Kadının bir an önce uyanmasını diliyordu. Kral ve müstakbel kraliçesi odadan çıktıktan bir süre sonra odada tek bir hareket bile olmadı. Mumlar yanıyor, bilinçsizce yatan kadının yüzünü aydınlatmaya devam ediyordu. **** Birden gözlerimi açtım. Jenina içeri girdikten sonra uyandığını açık etmekten korkmuştum. Ne zaman kendime geldiğimi bilmiyordum. Jenina'nın sesini duymuş ve hareketsiz yatmaya çalışarak onun konuşmalarını dinlemiştim. Kadının iyi biri mi yoksa kötü birimi olduğuna hala karar veremiyordum. Balo gecesinde zehirlenme olasılığına karşın elimde kalan iksiri içmiştim. Bunun işe yarayıp yaramayacağını bilmeden yapmıştım. Gözlerimi odada açtığıma ve ağrılarıma bakarak bile zehirlendiğimi anlayabiliyordum. İçtiğim iksir beni kendime getirmişti ama ağrıları engelleyecek kadar etkili olmamıştı. En azından yaşadığım için mutluydum. Yataktan kalkmak, en azından boğazımdaki yangını söndürmek için bir bardak su içmek istiyordum ama parmağımı kımıldatacak halim bile yoktu. Bilincim ellerimden kayıp giderken teslim olmaktan başka çarem yoktu. **** Ne kadar zaman sonra bilmiyorum, yeniden gözlerimi açtım. Bu sefer tavanda resmedilmiş sahneyi net görebileceğim kadar oda aydınlıktı. Bir an için zihnim nerede olduğunu anlamaya çalışırken kalbim panikle çarpmaya başladı. Romanın dünyasında olduğumu biliyordum ama burası kesinlikle benim odam değildi. Sakinleşmek için derin bir nefes aldığımda kaslarımın acısını hissettim. "Uyandın," dedi sol tarafımdan gelen Rose Ann'in sesi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde yorgun gözlerle bana baktığını gördüm. "Ben-" dedim ve yutkunmaya çalıştım. Sesim kuruyan boğazım yüzünden çatallı çıkmıştı. Hasretle suyu aradım, ben daha tek kelime etmeden Rose elinde su bardağı ile hemen başıma geldi ve boynuma destek olarak su içmeme yardım etti. Su cennetti. Boğazımdaki kuruluk geçerken olanları hatırladım. Yaşanılanlar gözlerimin önünden bir film sahnesi gibi geçiyordu. Kralın elinden kadehi alışım, içtikten sonra içim kaynıyormuş gibi olan his ve sonunda kan kusmam hepsi birden zihnimde belirmişti. "Ben zehirlendim," dedi kendi kendime. Suikastçı dediğini yapmıştı. Şimdi kral yerine benim zehirlendiğimi biliyordu. Bunun sonucunda ne yaşayacaktım kim bilir. Dudaklarımdan istemsizce bir kahkaha çıktı. Kralı korumak istemiştim ama bunun için kendi hayatımı tehlikeye atmak istememiştim. Bakışlarımı odada gezdirdim. Rose Ann'den başka kimse yoktu. Belli ki kralın hayatını kurtarmak oldukça sıradan bir hareketti. Minnettarlık göreceğimi düşünüyorsam yanılıyordum. "Rose," dedim fısıltıyla. "Sanırım önce bir duşa sonra yemeğe ihtiyacım var." "Bir şeyler hazırlamalarını söylerim. Sonrada küveti senin için doldururum," dedi ve gitmek üzereyken durum dikkatli bakışlarını üzerime dikti. "Dikkatli ol Slyvia. Benim senden başka kimsem kalmadı," dedi ve ardından hızlı adımlarla kapıya ilerledi. Sadece ikimiz. İkimizin de hayatı tehlikedeydi. Öyle ya da böyle aynı yolda beraber ilerleyecektik. **** Sıcak su kaslarıma iyi gelmişti. Küvetin içinde otururken suyun içine konulan hoş kokuları buhar eşliğinde içime çekiyordum. Zehirlenmek tuhaftı ama en tuhafı sonrasında yaşanılan kas ağrısıydı. Sanki uzun süre yatakta yattıktan sonra yaşanılan ağrıya benziyordu. Zamanla bununda geçeceğini düşündüm. Saçlarımı dalgın hareketlerle yıkarken baloda olanı yeniden düşündüm. Suikastçı beni ziyarete geldiğinde onun zehir yerine başka bir yöntemle öldüreceğini sanmıştım ama yanılmış mıydım? Yoksa bir başkası daha kralı öldürmek mi istiyordu? Kadehi ve aynı kadehin Jenina'da olduğunu hatırladım. Belli ki tören için özel olarak seçilen kadehlerdendi. Ben yanlışlıkla kadehten içtikten sonra kadının yüzündeki ifadeyi hatırlıyordum. Benden nefret etmekte haklıydı. Ona nasıl kızabilirdim ki? Uzun zamandır adamı seviyordu ve sonunda onunla beraber olma şansı vardı. Oysa ben bir şekilde üzerime yapışan tuhaf unvanla aralarına en özel günlerinde girmiştim. "Demek buradasın." Sesi duyar duymaz banyoda yankılanacak bir çığlık koy verdim. Suikastçı birden karanlığa geri dönerek kayboldu. Çok geçmeden banyonun kapısından Finley girdi. Yeniden çığlık atarken kollarımla göğüslerimi kapattım. Köpük gizliyordu ama ona güvenemezdim. Finley ne halde olduğumu görünce hemen arkasını döndü. "Ben-Ben çığlık attığınızı duyunca bir şey olduğunu düşündüm," dedi utangaç bir tavırla. Bakışlarım bir an banyonun karanlık köşesine takıldı. "Hayır, hayır. Düşmek üzereyken korkudan çığlık attım. Şimdi git lütfen giyinmeliyim." Sesim telaşlı çıkıyordu ama bunda şüphe edilecek bir durum yoktu, adamın karşısında resmen çıplaktım. Finley arkasını dönünce gideceğini düşündüm ama o hala dikilmeye devam ediyordu. Gerçi en azından artık bana bakmıyordu. "Ben, kardeşime yaptığınız iyiliği ödeyemedim. Sizi koruyamadım." Bu yüzden mi bu kadar durgun görünüyordu. "Sorun yok Finley," dedim içten bir sesle. "Senin bana inanman bile benim için bir ödüldü. Bu sarayda fazla dostum yok biliyorsun." Ona sorun olmadığını anlatmak için zaman harcamak isterdim ama odada yalnız değildik ve suikastçı daha ne kadar gölgelerin arasında sabırla beklerdi bilmiyordum. "Şimdi bana müsaade edersen giyinmem gerekiyor, su oldukça soğudu," dedim. Sanki biri onu bıçaklayacakmış gibi hızla banyodan ayrıldı. Biraz daha beklese biri onu gerçekten bıçaklayacaktı. Odanın kapısı kapandığında bir süre daha sessizlik devam etti. Bu sırada bakışlarımı banyoda gezdiriyordum. Lanet olası havlular nereye gitmişti? Adamın beni çıplak görme düşünmesi midemin gerilmesine neden oluyordu. Belki de tehlikede olduğunu düşünüp gitmişti. Bir saniyelik sevincim duyduğum sesle yok oldu. Son anda dudaklarımı birbirine bastırdığım için çığlığım içime hapsolmuştu. "Senin bedenin bende şehvet uyandırmıyor, solucan gibi kımıldamaktan vazgeç ve neler oldu anlat," dedi emredici bir sesle. Ne ara başımda belirmişti anlamıyordum. Banyoda bir pencere olmadığı için karanlıktı ve bu adam sanki karanlığı bir pelerin gibi kullanıyordu. Elindeki havluyu bana fırlattığında son anda tuttum. Delici mor gözlerini bana dikmiş olmasına rağmen duygu belirtisi görünmüyordu. Madem umursamadığını söylüyordu bende onun karşısında aciz biri gibi durmayacaktım. Derin bir nefes alıp bana dikilen mor gözleri umursamadan ayağa kalktım. Yavaşça havluyu bedenime sararken gözleri bir an olsun yüzümden ayrılmamıştı. Sanki çıplak bir kadına değil de duvara bakıyordu. Havluyu sıkıca bağlarken ona olanları anlattım. Yalanlarla süslememe gerek yoktu çünkü şarabı içerken zehirli olacağını düşünmemiştim. Şimdi bu kötü an için kaderime şükrediyordum. Eğer kralı bilerek koruduğum öğrenilirse karşımdaki adam tarafından öldürülmem an meselesi olurdu. Onu kimse engelleyemiyordu bile. Rahatça odama girebiliyordu. "Bu iş yüzünden planları ertelemek zorunda kaldık," dedi huysuzca. Sanki boşa geçen bir tatil gününden bahsediyormuş gibi rahat bir tavrı vardı. Yutkundum. "Belki de kralın işini bitirmeyi bu zehirlemeyi kim yaptıysa ona bırakmalıyız," deme cesaretinde bulundum. Islak olduğum için soğuktan mı yoksa korkudan mı titriyordum anlayamıyordum. Adam güldüğünde ölümün yüzünü görür gibi oldum. "Bu işi bitirmek için sadece benim görevlendirildiğimi mi düşünüyorsun? Slyvia planlara karşı gelmenin nelere yol açtığını en iyi sen bilirsin," dedi keyifle. Hızla bir hançer çıkarıp ucuyla tırnaklarını temizlemeye başladı. "Eğer plan istenilen gibi gitmezse Seni yok edecekler. O yüzden uslu bir kız ol ve dediklerimi uygula." Söyledikleri bedenimin korkuyla sarsılmasına neden oldu. Tam olarak neyin içinde olduğumu daha iyi anlıyordum. Cevap verebilecekmiş gibi hissetmiyordum. Bu yüzden sadece başımı salladım. Gözlerimi kapatıp açtığımda artık banyoda yalnızdım. **** Zehirin etkisinden kurtulup uyanmam üzerinden üç gün geçmişti. Bu süreçte Henry iki kere ziyaretime gelerek beni muayene etmiş ve sonunda şaşırarak artık iyi olduğumu söylemişti. Bana şüpheci yaklaştığını görebiliyordum ama hiçbir zaman bunu dile getirmemişti. Tatlı karısı Addie Ruth çeşitli yiyecekler getirerek beni şımartmıştı. Eve dönme zamanı geldiğinde onunla ayrılacağım için üzülmüştüm. Çok az zaman geçirmemize rağmen ona kanım kaynamıştı. Rose Ann etrafımda pervane olurken, Finley her zaman ki gibi saygılı davranıyordu. Yine de ikisinin ilgisi beklediğimden fazlaydı. Tek başıma kaldığım bu bilinmeyen yerde ikisinin varlığı biraz olsun nefes almamı sağlıyordu. Bu süreçte Jason bir kere bile beni görmeye gelmemişti. Balo dansımızda konuştukları gerçekti bunu görebiliyordum. Eğer Kral beni görmeyecekse onun canını kurtarmak için bu kadar çabalamama gerek yoktu. Artık sarayda kalmama izin vermeyeceğini de biliyordum. Ama saraydan gitmek şuan akıllıca bir seçenek değildi. Ölüm tehditleri alıyor olmam temkinli davranmam gerektiğini gösteriyordu. Kaçmak için yeterince birikim de yapamamıştım. En azından bir süre daha burada kalmalıydım. Artık kendimi iyi hissettiğim için o gün gül serasına gitmeye karar verdim. Boş oturmak kesinlikle bana yaramıyordu. Sürekli düşünüyor, planlar kuruyor ve olası kötü senaryoları zihnimde yaşayarak dert ediniyordum. Benim için en iyi seçenek sıkı çalışmaktı. Rose Ann seraya gideceğimi duyduğunda bir an için itiraz edecekmiş gibi göründü ama sonunda çaresiz olduğumu anlamış olacak kabul etti. Sıkı giyinmeme yardım etti. Serada bahar havası hakim olsa da oraya gidene kadar hava soğuk ve yağmurlu olacaktı. Hasta olmamı istemiyordu. Zehirlenmek yeterince kötüydü. Yeniden gün doğumunda dışarıda olmak hiç olmadığı kadar iyi gelmişti. Serin sabah havasına karışmış çiçeklerin kokusunu derin bir nefesle içime çektim. Hava o kadar güzeldi ki sanki ruhumdaki örümcek ağlarını silip süpürmüştü. Mavi gökyüzü, beyaz pamuklara benzer bulutlar ve güneşin sıcak ışığı doğanın uyanırken ki sesi yüzümdeki huzurlu gülümsemeyi yerine getirmişti. Tüm bu keşmekeş bittiğinde kendime bir kulübe bulacak, bahçesinde dilediğim gibi çalışacaktım. O zaman her günüm keyifle geçecekti. Bu günlerin geleceğine dair kendime söz verdim. Sadece biraz dişimi sıkmam gerekiyordu. Sürekli derin nefesler almadan duramıyordum. Kesinlikle sabahları seviyordum. Özellikle gece boyunca acılar içinde uykusuz kalıp uyanmadığım sabahları. Ölümle burun buruna gelmeden insan hayatının kıymetini anlayamıyordu. Bazen cıvıldayan kuşların sesini duymak, başını kaldırıp gökyüzüne bakmak bile insana yaşadığını hissettiriyordu ve değerliydi. Finley tek kelime etmeden beni takip ediyordu. Rose çoktan mutfağa, kahvaltımı almak için gitmişti. Pek iştahım olmasa da daha iyi hissetmek için yemem gerektiğini biliyordum. Seraya vardığımda üzerimdeki pelerini çıkarıp çalışırken giydiğim önlüğü elime aldım. O sırada kahvaltımı getiren Rose içeri girdi. Önlüğü giydikten sonra iştahım olmasa da beyaz boyalı masaya oturup getirdiklerini çıkarmasını izledim. Sosis, çilek reçeli, tereyağ, peynir, kek ve kızarmış ekmekle süt vardı. Oldukça zengin bir kahvaltıydı. Sonunda Rose Ann ile karnımızı tıka basa doldurduk. Her ne kadar Finley'e bize katılmasını söylesem de yerinden ayrılmayarak teklifimi reddetmişti. Zehirlenmemden sonra daha dikkatli olduğunu görebiliyordum. Bu durumun onun suçu olmadığını ne kadar anlatmak istesem de kabul etmiyordu. Kahvaltıdan sonra Rose Ann tabakları toplayarak sepete koydu ve mutfağa gitmek için yola çıktı. Fidanlar artık daha düzenli görünüyordu. Derin bir nefes alarak güllerin kokusunu içime çektim. Giderken serayı yanımda götüremeyeceğim için kendimi kötü hissediyordum. Onca emekten sonra her şeyi geride bırakmak kalbimi kıracaktı. Toprağa diz çökmek için eğilmeye başladığımda ayak seslerini duydum. Gelenin Rose Ann veya Finley olduğunu düşünerek umursamadan diz çöktüm. İşleri bir an önce halletmem gerekiyordu. "İyileştiğinizi görmek güzel." Elimdeki kürek parmaklarımın arasından kayarak toprağa düştü. Jason arkasından vuran güneş ışığıyla antik bir tanrı gibi görünüyordu. Üzerinki siyah üniforması her zamankiler gibi bedenine tam oturmuştu. Saçları son zamanlardan uzamış gibi hafifçe alnına dökülüyordu. Dudaklarında gülümseme gözlerinde anlamını çözemediğim bir bakış vardı. Yavaşça yerden doğrulurken yardım etmek için elini uzattı. Parmaklarım parmaklarına değdiği anda bedenimde gezinen ürpertiye engel olamadım. Bu adamı tanıyordum ama bir dokunuşu bütün bedenimi titretiyordu. "Durumum hakkında bilgi almış olmalısınız," dedim kendime hakim olamadan. Ona laf sokmamın bir anlamı yoktu belki ama içimde kalmasına da izin verecek değildim. Jason miskin bir gülümsemeyle başını salladı. "Açıkçası evet düzenli olarak bilgi alıyorum," dedi. Söylediklerimin altındaki manayı anlamadığını düşündüm ama biraz sonra gülümsemesi azaldı." Bu zehirlenme olayı kendimi suçlu hissettirdi. Oysa siz önceden saraydan ayrılmak istemiştiniz. Size bunu vermeyerek hayatınızı tehlikeye attığımı bilmiyordum." Ona dikkatle baktım. Konuşması farklı, yüz ifadesi farklı şeyler söylüyordu. Sanki ona bakmaya doyamıyordum. Sarı saçları, beyaz teni ve insanı ruhuna kadar görebilen mavi-yeşil gözleri. Öyle dikkatli bakıyordu ki gözlerimi gözlerinden alamıyordum. "Ben-" diye konuşmaya başladım ama ne diyecektim? Konuşmama nasıl devam edeceğimi hatırlamıyordum. Jason zarif ama güçlü iki adımla bana yaklaştı. Gül kokusunun altında alabiliyordum. Biberiye ve is kokuyordu. Bana dokunacak kadar yaklaştı ama yapmadı onun yerine başını eğerek konuşmaya başladı. "Özgürlüğünü istediğini sanıyorum." Bir kadını öptüğünde başka bir aleme sürükleyecek kadar tutkulu ağzı vardı. Bakışlarımı gözlerine doğru çevirmeye zorladım. Adam bana ne kadar yaklaşırsa kanım onun için şarkı söylüyormuşçasına coşuyordu. Bu halde düşünmek çok zordu. Ne demeliydim? Nasıl bir cevap hem sarayda kalmamı hem de şüphe çekmememi sağlardı? Gerektiğinde zeki biriydim ama ani hareket etmem gerektiğinde beynim sanki çalışmayı bırakıyordu. Bana doğru eğildi. Şimdi nefesi dudaklarıma değiyordu. "Tam olarak ne istiyorsun minik Kırlangıcım?" Nefesi dudaklarıma değdiğinde istemsizce dudaklarımı aralayıp derin bir nefes aldım. Beni büyülemiş olmalıydı çünkü bir an sonra verdiğim cevabın başka bir anlamı yoktu. "Seninle kalmak istiyorum," dediğimde dudaklarımı birbirine bastırıp söylediklerimi geri almayı diledim. Durumu kurtarmak istemiştim ama söylediklerim oldukça cüretkar olmuştu. Kelimelerimin ona daha fazla kibir bahşedeceğini düşünürken onun gülümsemesi yavaş yavaş soldu. Gözlerinin rengi koyulaştı. İfadesi daha da yumuşadı ve içimi ısıtan bir şeye dönüştü. Sabah güneşi tepeye tırmanırken sıcak ışığıyla bizi aydınlatıyordu. Aramızda polenler uçuşurken büyülü bahar havası çevremizi sarıp sarmalıyordu. Sol elini yavaşça kaldırıp parmak uçlarıyla yanağımı okşadı. Parmakları yanağıma değdiğinde içim kıpır kıpır oldu. Yavaşça dudaklarım aralandı ve nefesimi içime çektim. Bu hareketim Jason'ın dudaklarıma bakmasına neden oldu. Gözleri dudaklarıma odaklanmışken yutkunduğunu gördüm. Baş parmağı yavaşça alt dudağımda gezindi. "Bazen," dedi boğuk bir sesle. "Hayatımın daha basit olmasını dilettiriyorsun." Nefesi dudaklarımı yaladı ama bana doğru hareket etmeden öylece kaldı. Gür kirpiklerini, burnunun üzerindeki eskiden kalma yaranın izini bile görebiliyordum. Bir an sonra parmakları yanağımdan kayarak ensemde kilitlendiğinde beni gerçekten öpeceğini düşündüm. Bedenim beklentiyle gerilmişti. Sanki vücudumda bir enerji uğulduyordu. "Benim için tehlikelisin. Beraber olmak için krallığımı bırakmama neden olacak kadar tehlikeli" Gözleri gözlerimle buluştu ve derin bir nefes alırken şefkatli bakışları soğuk bir ifadeye büründü. "O yüzden ben senden zorla öğrenmeden bana gerçekte olanları anlat." |
0% |