@tgceymn
|
Slyvia'nın uyandığı gün Jason'ın feci şekilde yumrukları kaşınıyordu. Henry arkadaşı olmasaydı verdiği haber yüzünden canını düşünmeden yakardı. Yutkunmasına rağmen boğazındaki yumru yok olmadı. "Emin misin?" diye sordu boğuk bir sesle. Üzgün değildi, kırgın hiç değildi. Sadece öfke doluydu. Henry yeleğinin düğmelerini çözerken canı sıkkın görünüyordu. Kara bukleleri alnına düşmüştü. Somurtmasından onun Addie Ruth'un yanına dönmek için sabırsızlandığını anlayabiliyordu ama duyduklarını sindirmek için zamana ihtiyacı vardı. "Oldukça eminim," derken gerçeği söylediği yüzündeki ifadeden aşikardı. Jason, Henry'nin söylediklerini zihninde tarttı. Bir yandan parmağındaki altın halkayı huzursuzca çeviriyordu. Jenina özellikle yüzüğü takmasında ısrar etmişti. On dakika öncesine kadar tek sıkıntısı parmağındaki yüzüktü. Oysa şimdi içinde kasırgaya neden olan bir şey öğrenmişti. Yılların ona öğrettiği önemli derslerden biri ne olursa olsun sakin kalması gerektiğiydi. Henry'e her zaman güvenirdi, sorunda bu değildi zaten. Asıl sorun onun ortaya sürdükleriydi. "Bizi bu kadar kolay kandırdığına inanamıyorum," dedi sakin bir tavırla. Bakışlarını pencereden görünen manzaraya çevirerek arkadaşıyla yüzleşmesini geciktiriyordu. İçinde öfkenin yanı sıra hayal kırıklığı vardı. Çocukluğundan bu yana her zaman yakınındakiler tarafından ihanete uğramıştı. Kraliyet ailesinden olmak bir lütuf değil lanetti. Bu yüzden her zaman insanları için çalışmıştı. Kadına aşık olduğunu sanmıyordu ki aşkın ne olduğunu bile bilmezdi. Kadınlarla beraber olur sonrasında onlar kendisinden daha fazlasını istemeden yollarını ayırırdı. Bardağını dudaklarına götürürken acı acı gülümsedi. Kalbinin güçlü bir kale olduğunu düşünürdü. Ne kadar da yanılmıştı. Arkasından gelen sesleri duyduğunda Henry'nin de kendisine içki doldurduğunu anladı. Arkadaşı konuşmadan önce derin bir iç çekti. "Bu durumu açıklaması için ona şans vermelisin." "Bunun olacağını tahmin ediyordum," dedi durumdan memnun olmadığını belli eden bir tavırla. "Kadına karşı tedbirsiz davrandım. Onun bir mağdur olduğuna inanmıştım." Henry içkisinden bir yudum aldı. "Kadının içtiği iksir oldukça güçlü. Eğer senin gibi zehre bağıl-şıklığı yoksa panzehri, zehirden önce almış demektir." Çok sert konuştuğunu düşünmüş olacak hemen ekledi. "Üzgünüm Jason. " Jason güldü. Gözlerine ulaşmayan, buz gibi soğuk bir gülümsemeydi. Gören insana ölümü aratacak kadar da korkutucu. "Üzülecek bir durum yok Henry. Sen doğru olanı yaptın. Şimdi sıra benim yapmam gerekende." Henry huzursuz bir ifadeyle arkadaşına baktı. "Ona ne yapacaksın?" Jason sonunda arkadaşına döndü. Konuştukları sırada bardağındaki buz erimiş, içkinin tadını bozmuştu. Elindekini bırakıp başka bir bardak aldı ve ağzına kadar doldurdu. Bakışları dalgın ama kelimeleri kararlıydı. "Ona soracağım. Vereceği cevaplara göre bir yol bulurum elbet." "Doğrularını söyleyeceğini mi düşünüyorsun?" Jason bakışlarını bahçeye çevirdi. "Finley'i unutuyorsun Henry. Onun gücünü unutuyorsun." Arkadaşına dönüp baktığında dudaklarında kibirli bir gülümseme vardı. "Addie Ruth sorgulanacağı zaman o odada Finley'de vardı." Henry'nin bakışları buz gibi oldu. "Bana o günü hatırlatma. Karımla aranızda bir yemin olmasından hoşlanmıyorum." Jason içkisinden bir yudum alırken gözlerini devirdi. "Addie bir şey hatırlamıyor Henry, o yemini bir tek ben taşıyorum." Henry bardağını yerine bırakırken homurdandı. "İsabet olmuş." Sanki bir şey söyleyecekmiş gibi durdu. Belki de sessizce gitmesi daha iyiydi ama tam tersi karar vermiş olacak konuşmaya başladı. "Benim yaptığım hataları yapma Jason. Eğer bu kadına bir çekim hissediyorsan gerçekleri öğrenmeden adım atma." Jason arkadaşına cevap vermedi. Henry odadan sessizce çıkarken Jason kadınla konuşacağına dair kendine söz verdi. Kadınla yüzleşmesi için kendini toparlaması iki koca gününü almıştı. Neden vereceği cevaplardan bu kadar çekiniyordu anlam veremiyordu. Ondan etkilendiğini artık kabul etmişti. Savaştan sonraki dönemde ne kadar kadınlarla birlikte olmaya çalışsa da kimse onun yaptığı kadar heyecanlanmasına neden olmamıştı. Kadının söyleyecekleri kaderini belirleyecekti. Şimdi kadın parlak zümrüt gözleri ile ona bakarken şaşkın ve korkmuş görünüyordu. Hala kadından etkileniyordu. Sanki damarlarındaki kan çekiliyormuş gibi bir histi bu. Her şeyiyle kadına doğru çekiliyor, gül kokusuna karışmış kadınsı kokusu tutkusunu kabartıyordu. Günün sıcak ışığıyla aydınlanan saçlarında parıltılar vardı. Beyaz boynu bir kuğunun zarifliğiyle öne doğru eğilmişti. Gördüğü, konuştuğu kadın bir yalandan ibaretti. Onu kandırmak için var olan bir kadındı. Acaba hiç ona içtenlikle davrandığı bir an olmuş muydu? Bu yüzden onunla konuşup ensesine parmaklarını kilitlediğinde güzel dudaklarından dökülecek kelimelerden korkuyordu. "Benim için tehlikelisin. Beraber olmak için krallığımı bırakmama neden olacak kadar tehlikeli," diye konuşmaya başladı. Kadının gözlerinde şaşkınlık okunuyordu. Ona biraz daha eğildi. "O yüzden ben senden zorla öğrenmeden bana gerçekte olanları anlat." Jason gözlerini ona dikmişti, kadında aynı şekilde karşılık verdi. Birkaç dakika birbirlerini tarttılar. Sonunda konuşmaya başlayan kadın oldu. Kadın panik olmadı. Aksine yüzü bir duvar kadar ifadesizleşti. Buz gibi bir sesle "Elinizi üzerimden çekin," dedi. Onun bu tepkisi karşısında Jason güldü ama elini de çekmeyi ihmal etmedi. O bakışlarda bir şey vardı. İnsana hükmedecek bakışlara sahipti. Sanki bir kraliçe gibi. Jason onu etkisine alan bu duygudan kurtulmaya çalıştı. "Sadece kime hizmet ettiğinizi merak ediyorum. Babana mı yoksa çok sevgili ağabeyim Connor'a mı? Bunca zamandır bana söylediğin her kelimenin yalan olduğunu itiraf edecek misin?" diye sordu gülümseyerek. Kadında gülümseyerek onu şaşırttı. Yeşil gözleri donuk bir taş gibi parlıyor, dolgun dudakları yukarı doğru kıvrılarak sanki karşısındakini küçüksüyordu. "Eğer bana inanmayacaksan neden anlatmakla uğraşayım ki?" diye sordu alaycı bir ifadeyle. Kadının endişeli davranacağını düşünmüştü hatta belki ağlayarak gerçekleri anlatır, ona yalvarırdı ama karşısındaki kadın düşündüğü gibi davranmaktan çok uzaktı ve nedense ondan şüphelenmesine rağmen ona saygı duyduğunu hissetti. Yine de girdikleri bu güç yarışında ondan aşağı kalır yanı olmayacaktı. Bu yüzden Jason zarif olmayan bir ifadeyle gülümsedi. "Dene," dedi. Slyvia sonunda pes edercesine adama baktı. Omzunu silktiğinde gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı. "Madem gerçekleri duymak istiyorsun. Tamam o zaman," dedi kibirle. Jason karşısında artık bir kraliçe görüyordu. Bu algı onun irkilmesine neden oldu. Her zaman yanında olmasını istediği o savaşçı kraliçe karşısında duran kadın olabilir miydi? "Anlat prenses," dedi Jason boğuk bir sesle. Gerçekler kötü olsa bile duymak istiyordu. Genç kadın kıkırdadı. "Birincisi," dedi elini sallayarak sanki başından görünmez bir taç çıkarıyordu. "Ben prenses değilim." "Saçmalıyorsun," dedi hemen Jason. "Senden hoşlanıyor olmam sana ceza vermeyeceğim anlamına gelmez. Doğruları konuşmak senin hayrına olur." Kadının tek kaşı kalktı. "Benden hoşlanıyorsun yani" Bunu duymak onu eğlendirmiş gibi görünüyordu. Jason yanakları kızarırken elini boş ver dercesine salladı. "Konumuz bu değil." **** Karşımda ilk defa utanan bir erkek görüyordum. Utangaçlığını öfkesi arkasına gizlemişti. Bir şekilde benden şüphelenmiş olmalıydı. Jason görünenin aksine, akıllı ve pratik zekalı bir adamdı. Ona bağırma isteği boğazımın ağrımasına neden oluyordu. Jason'ın yüzünde bir anlık beliren ifade hayal kırıklığıydı. Çevresinde her zaman ona ihanet eden insanların olduğunu biliyordum. Her ne kadar bana yakınlık göstermese de birinin daha yalan söylediğine şahit olmak canını sıkmış olmalıydı. Yalan söylemeye devam etmek zordu. Taşımak zorunda kaldığım yük bazen nefesimi kesiyordu. Bu yüzden son bir kez daha cesaretimi topladım. "Aslında doğruyu söyledim. Ben Jai Kralının casusu olarak gönderilen bir hizmetçiden başka bir şey değilim." Jason bir an durdu, sanki ne diyeceğini bilemiyormuş gibi bir ifade takındı. Bıkkın bir halde masaya doğru ilerleyip üzerimdeki önlüğü çıkardım. "Jai Kralının birçok prensesi var majesteleri ama sanırım size kendi kızlarını layık görmedi. Beni size göndererek kusursuz bir plan yaptığını düşündü." Her şeyi anlattıkça rahatlıyordum. Sanki beni cezalandıracak adam karşımda durmuyordu. Jason vurguladığım noktayı yakaladı. "Düşündü derken ne demek istiyorsun?" "Jai Kralı sizin düşmanınız olabilir majesteleri ama ben değilim. Ben sadece özgür olmak istiyorum." Beyaz sandalyeye oturduğumda onunda karşıma oturmasını bekledim ama o ayakta kalmayı tercih etti. "Bu yüzden balo gecesi size suikast düzenleneceğini duyduğumda sizi korumak için harekete geçtim." Jason'ın kaşları hayretle kalktı. "Beni suikastten kurtarmayı mı amaçladın?" Derin bir nefes alıp yavaşça verdi. Oldukça umutsuz görünüyordu. "Jai kralı beni öldürecek." Başaralı olduğum düşünürse kesinlikle beni ortadan kaldırmak için elinden geleni yapacaktı. Jason'ın gözleri öfkeyle baktı. Yüz ifadesinin bu kadar sert görünebileceğini düşünmemiştim. Onun düşmanı olmak ölümle dost olmak gibi bir his olmalıydı. "Sana benim krallığımda kimse zarar veremez," derken sesi içimi titretecek kadar sertti. Sözleri bir yemin gibi tenime işledi. Ona inanıyordum ama herkesi koruyamazdı. Bir insan kral olsa bile sadece insandı. "Peki düğünden sonra beni saraydan gönderdiğinde yarım kalan işlerini halledebilirler," dedim. Jason yarım bir gülümsemeyle "Sen kraliyet metresisin istediğin kadar sarayda kalabilirsin." Hayretle kaşlarım havalandı. Kelimenin varlığı tüylerimi ürpertmeye yetmişti. Metres, ne kadar aşağılayıcı bir kelimeydi. "Aslında senin kraliyet metresin Prenses Slyvia ve öyle biri yok," dedim hızlıca. Unvandan hoşlanmadığımı belli etmek Jason'ın daha çok eğlenmesine neden olmuştu. Jason yanıma geldiğinde seranın havası ısınmış gibi hissettim. Uzanıp terden yanağıma yapışmış saçları kulağımın arkasına sıkıştırdı. Nasırlı parmak uçları tenime değdiği yerde bir ürperti bıraktı. "Gerçeği bilen biziz," dedi mavi yeşil gözlerini yüzümde gezdirirken. "Diğerleri seni öyle bilmeye devam etmeli." Parmakları çeneme değdiğinde yüzümü kendi yüzüne doğru kaldırdı. "Herkes seni metres olarak bilirse casusluk daha iyi yaparsın." Parmaklarını çenemden çekti. Gerilerken derin bir nefes aldım. Nefesimi tuttuğumu fark etmemiştim bile. "Bunu yapmak ölümüme neden olur." "Yapmazsan seni metres olmaya zorlayan adamdan intikam alamazsın. Burada kaldığın sürece senden görevlerini yerine getirmeni bekleyecek bir yığın insan var." Kucağımdaki ellerim yumruk halini aldı. "Bunu benden kim isteyebilir?" Jason yorgun bir ifadeyle güldü. "Sarayın entrikalarından bir haber olduğun malum. Eğer metres olarak görev almazsan sonunda gözden düşersin. Gözden düşen bir saraylı ölümün bölgesinde geziniyor gibi olur." Gözleri bir an daldı. Yine başka bir zamanı düşünüyor olmalıydı. Sinirle soludum. "Bunun olmasına asla izin vermeyeceğim," dedim sert bir sesle. "Sonunda ölüm olsa bile birileri istediği için bir erkeğin altına yatmayacağım." Jason öyle bir gülümsedi ki sanki güneş yeryüzüne inmişti. Bana yaklaşmıyordu ama sanki bana değecek kadar yakındı. "Benimle sevişme düşüncesi seni bu kadar tiksindiriyor mu?" Telaşla, "Bununla alakası yok," dedim. "Sadece birinin zoruyla yapmayacağım." Tek kaşı kalktı. "Yani kendi isteğinle yapabilirsin?" Bir an bocaladım. "Yani," dedim düşünmeye çalışarak. "İstediğim için yapabilirim." İşte o an Jason bana doğru büyük bir adım atıp kolunu belime dolayarak beni kendine çekti. Bir anda kendimi parmak uçlarımda buldum. Pamuktan ibaretmişim gibi kolayca kaldırmıştı. Parmak uçlarım yere değse de kesinlikle ağırlığım yoktu ve bunu tek koluyla yapabiliyordu. Diğer elinin avcunu yanağıma dayadı. Gözleri gözlerimdeydi ve sanki beni kendine çeken bir girdaptı. "O halde seni öpebilir miyim?" diye sordu fısıltıyla. Buna izin vermezsem canını yakabilecekmişim gibi duruyordu. Daha öpüşmemiştik bile ama nefesi dudaklarıma değdiğinde içimin titrediğini hissediyordum. Sert göğsünde ezilen göğüslerim karıncalanmaya başlamıştı. Bir erkek tarafından asla böyle kucaklanmamıştım. Tek kelime etmedim ama kollarından uzaklaşmak için bir şey de yapmadım. Benim sessizliğimi evet olarak algıladı ve yavaşça dudaklarıma eğildi. Önce yumuşak, sanki tüyle okşuyormuş gibi bir öpücük kondurdu. Öpücüğün etkisi ise ürkütücü olmuştu. Parmak uçlarıma kadar titremiştim. Biraz geri çekildi ve gözlerime baktı. Orada bana söylediklerini görebiliyordum ama anlayamıyordum. Sonra yeniden eğilip dudaklarımın kenarından öptü. Dilinin ucu dudağımın kenarına değdiğinde dudaklarım aralandı ve nefesimi içime çektim. Kollarının arasında titriyordum ama durmadı. Dili alt dudağımın üzerinde yavaşça kaydı. Sanki öpmüyordu da tadıma bakıyordu. Dudaklarımdan başlayıp içimde dalgalanan bir akıma kapılmış gibi hissediyordum. Alt dudağımı yavaşça dudaklarının arasına aldı ve beni nazikçe öpmeye başladı. Bazen dili dudaklarıma, dişlerime değiyor, gizemli bir mağara keşfediyormuş gibi her yere dokunuyordu. O beni öptükçe ona beceriksizce ama tutku dolu karşılıklar vererek kendime çekiyordum. İçimde yanmaya başlayan ateş aklım başımda olsa beni korkutabilirdi ama onun kollarında bir şeyden korkmuyordum. Ellerinden biri bel çukurumdan aşağıya inerek kalçamı avuçladı. Çok ufak bir yanım durmam gerektiğini söylüyordu ama o ses çabucak sustu. Jason beni yine belimden kaldırdı ve masanın üzerine oturttu. Ona sıkıca, sonrasında utanmama neden olacak kadar sıkıca sarılmıştım. Öpücüğüne son verdiğinde bir süre alnını alnıma dayayıp nefesinin sakinleşmesini bekledi. "Tanrım, benim sonum olacaksın," derken bundan pekte şikayetçi gibi değildi. Ardından benden yavaşça uzaklaştı. Masanın üzerinde kendimi otururken bulmak mantığımın geri gelmesine neden oldu. Jason hemen uzanıp yanağımı okşadı. "Utanma," derken sesi şefkatli çıkıyordu. "Uzun zamandır hissetmediğim duyguları hissediyorsun. Sadece emin olmak istemiştim, senden yapmak istemediğin bir şeyi istemeyeceğim." Dudaklarım sızlıyordu ve karnımın altındaki bir nokta itiraz ediyordu. Birkaç saniye hem nefesimin hem de kalp atışlarımın sakinleşmesini bekledim. Jason sanki her zaman ki gibi görünüyordu. O kadar kadınla birlikte olmuş bir adamdan sırf biriyle öpüştü diye dağılmasını bekleyemezdim ama bana ilginç bir şekilde iyi davranıyordu. "Bana kızgın değil misin?" diye sordum endişeyle. Jason'ın gülümsemesi genişledi. "Kızgınım," dedi neşeli bir sesle. Sesiyle söyledikleri hiç uyumlu değildi. Kaşlarım daha da çatıldı. Belki saçmalıyordum ama bir şekilde gerçeği bilmeliydim. "Beni cezalandırmayacak mısın? Sana yalan söyledim." Jason başını salladı. "Bana yalan söyledin ama sana sorduğumda sonunun ölüm olacağını bile bile gerçeği söyledin. Zehirden kurtulmanı sağlayan iksiri kullanmak için Jai Kralının verdiğini düşünüyorum haksız mıyım?" Başımı salladım. Jason'ın parmakları bu sefer boynuma indi. Sanki öpücüğün devamını getirmek istiyor gibi bakıyordu. Tıpkı aç bir adamın yemeğine baktığı gibi. Bu düşünceyle bacaklarımı birbirine bastırdım. Bu adama yakın olmak mantığımın devre dışı kalmasına neden oluyordu. "Zehir olayının Jai Kralı'nın başının altından çıktığına emin olamayız," dedi ve ellerini çekip düşünceli bir halde işleri geri yürümeye başladı. "Her zaman tetikte olmalıyız." "Biz mi?" diye sordum şaşkınlıkla. , Jason yanıma gelip yüzümü avuçlarının içine aldı. "Sana her şeyi anlatamam Slyvia ama inanıyorum ki kendi özgürlüğün için her şeyi yaparsın." Tereddütsüz. "Evet," dedim. Kararlılığım karşısında bakışları parladı. "O halde Leydi Slyvia tutku dolu bir metres olmak için rol yapmaya hazır olun." |
0% |