@tgceymn
|
Comerdai Kralı Jason Comerdai kucağıma bir bomba bırakmıştı. Tam yedi gün sonra Kralın yaş balosunda Jai kralı sarayda olacaktı. Sera'da otururken güneşin yavaş yavaş dağların arkasına ilerlediğini fark ettim. Artık odama gidip biraz dinlenebilir, biraz da orada sıkıntılarıma çare bulmaya çalışabilirdim. Rose başka bir işi halletmek için çok önceden yanımızdan ayrılmıştı. Finley ise bu sefer Sera'nın tam kapısında değildi. Onu oturduğum yerden bile göremiyordum. Jason ile hakkımızda dedikodular yayıldıkça yanıma yaklaşacak insanlar olduğunu tahmin ediyor olmalıydı. Sandalyeden kalktım. Serada hissettiğim rüzgar ara ara kendini belli ediyordu. Şimdi etrafıma baktığımda birinin varlığını hissetmiyordum. Belki sadece kendi kuruntumdu. Pelerinime sarındım. Dışarısı seranın sahip olduğu bahar havasına sahip değildi. Nitekim dışarı adım atar atmaz soğuk bir rüzgar pelerinim savrulmasına neden oldu. Daha ikinci adımımı atmadan Finley hemen yanımda belirdi. Bu akşam üzerinde lacivert üniforması, gümüş rengi pelerini vardı. "Hava çok soğuk değil mi?" diye sordum kollarımı kendime sararken. "Kış çetin geçecek," diye çıkarımda bulundu. Onun neden böyle düşündüğünü anlayabiliyordum. Sonuçta benden uzun zamandır bu diyardaydı. Burada yaşayan, her şeyden habersiz biri olsaydım hayatım nasıl olurdu? Belki de ben kendi hayatımda da bir roman karakteriydim. Düşünceler tehlikeliydi ve benim akıl sağlığıma ihtiyacım vardı. Ne de olsa yedi gün sonra çetin bir savaş beni bekliyordu. Beraber ön bahçeye adım attığımız anda karşıdan gelen birkaç kadın olduğunu gördüm. Ben onları umursamasam da yanımda yürüyen Finley'in gerildiğini hissettim. Kadınlar yüzünden neden gerildiğini anlamlandıramadan gelenlerin arasında prenses Jenina olduğunu gördüm. Onun muhafızı arkada yüzünde sıkkın bir ifade ile takip ediyordu. İçimden bir ses pekte iyi şeyler olmayacağını fısıldıyordu. Belki bana bir şey demeden yanımdan geçer gider diye düşünürken Jenina tam olarak karşımda durdu. Yanındaki kadınlarda onun yanında durarak, yolumuzu kapatmış oldular. Gün tamamen işkence gibi geçiyordu ve anlaşılan daha da kötü bir hal almak üzereydi. Zorda olsa hafifçe diz kırarak kadına reverans yaptım. Yüzündeki kibir, yerlere kapansam bile yeterli olmayacağını söyler gibiydi. "Leydi Slyvia, bize katılmak için zamanınız var mıydı, leydilerle çay içmek için toplanıyorduk," diye sordu kendini zorlayarak. Yanımda dikilen Finley hala gergindi. Onun bir an bile duruşunu gevşetmemesinin nedenini anlayabiliyordum. Açık açık tehlikedeydim. Gülümsedim. "Teşekkür ederim Prenses Jenina ama bugün çok yoruldum. İzin verirseniz odamda dinlenmeyi tercih ederim." Ondan kurtulmam mümkün olacak mıydı? Reddetmekten hoşlanmadığını tahmin edebiliyordum. Beni zorlayarak sınırlarının ötesine geçmeye cüret edebilecek miydi? Kadının gözlerindeki nefreti görebiliyordum. Ondan kaçınmam kolay olmayacaktı. Yine de gülümsemesi oldukça sakin görünüyordu. "Sizi zorlamak istemiyorum leydi Slyvia, sadece dostluğunuzla eşlik etmenizi istemiştim. En azından size odanıza kadar eşlik etmeme izin verin.," Elini bahçeye doğru salladı. "Bahçede yürüyüş yapmış oluruz." Ben daha tek kelime etmeden samimi bir tavırla koluma girdi. Kolumu o kadar sıkı tutmuştu ki kat kat kumaşa rağmen tırnaklarının etime geçtiğini hissettim. Oysa yüzünde masum bir görüntü vardı. Bu kadın çok tehlikeliydi, tahmin ettiğimden daha tehlikeli. Başımı hafifçe salladım. Finley'e baktığımda onun ifadesiz gözlerinin beni incelediğini gördüm. Yanında Jenina'nın muhafızı duruyordu. Sanki Finley'in engel olması durumunda müdahale edecekti. Bunun olmasına izin veremezdi. "Sizin bana eşlik etmenizden şeref duyarım," derken sesimin samimi çıkmasına özen gösterdim. Tek bir yanlış hareketimin başıma büyük belalar açacağının farkındaydım. Jason'ına takıntılı olan bu kadın bana her şeyi yapabilirdi. Yürümeye başladık. Kadınlar muhafızlarla aramızda set olmuş gibi biraz uzağımızda yürümeye başladı. Sert bir rüzgar estiğinde kötü bir koku aldım. "Leydi Sylvia, sizin kralımızla yakın olduğunuzu duydum. Buna sevindim ne de olsa kraliyet metresi olarak ilgi görmüyor olmanız sizin için kötü olabilirdi." Derin bir nefes aldım. "Kral Jason'ın ilgisi benim için bir lütuf," dedim kelimelerin her birinden midem bulansa da. Sadece rol yaptığımı hatırlattım kendime. Bu sadece bir roldü. Ben onun metresi değildim. Saray denilen zindandan çıkana kadar rol yapmam gerekecekti. "Orası öyle ama takdir edersiniz ki Slyvia," dedi ve bir an durup yeniden kolumu sıktı. "Size Slyvia demem de bir sakınca yok sanırım." Gülümsedim. "Aslında var," dedim kendime bunu yapabileceğimi söylerken. "Her ne kadar bir metreste olsam sevgili prenses ben Kralın seçtiği kadınım. Bana ismimle bir tek kendisi hitap edebilir." Yürürken bedeninin kasıldığını hissettim ama onun dışında bir tepki vermedi. Normalde kısa süren yürüyüş şimdi sanki bitmek bilmiyordu. Bir an önce sarayın kapısını görmek istiyor ama hızlı hareket etmemek için kendimi tutuyordum. "Haklısınız ama yakın zamanda bu ülkenin kraliçesi olacağım. Sizde biliyorsunuz ki sarayın iç yönetimi bana ait olacak." Kadın hala azimle planının işe yarayacağını düşünüyor olmalıydı. Bir şeye ya da bir insana bu kadar takıntılı nasıl olunur bilmiyordum. "O zaman geldiğinde iyi bir yönetici olacağınızı düşünüyorum," dedim. Kadının huyuna mı gitmeliydim, ters mi konuşmalıydım bilmiyordum. Jason bu konuda bana akıl vermemişti. "Evet öyle olabilmek için çocukluğumdan itibaren eğitim aldım. Peki siz Leydi Slyvia, uzun süre kralın ilgisini üzerinizde tutabilir misiniz?" İşte beklediğim ana yaklaşıyorduk. Sonunda yüzünü bana gösterecek miydi? "Bunun sorun olacağını sanmıyorum. Jai prensesleri de başka bir eğitim alırlar prenses Jenina. Bir erkeğin neye ihtiyacı olduğunu kolaylıkla anlayıp, giderebilecek eğitimler." Gözlerine baktığımda söylediklerimin tam yerine oturduğunu görebiliyordum. Benden böyle bir cevap beklemediğinin farkındaydım. "Sizin her şekilde kralı memnun edeceğinize eminim. Umarım ileride sağlığınıza dikkat edersiniz. Size bir şey olursa Jason'ın üzüleceğine eminim." Sonunda durduğunda sarayın merdivenlerine geldiğimizi fark ettim. "Bize katılamıyor olmanız çok kötü Leydi Slyvia. Umarım yakın zamanda iyi hisseder ve bize başka bir etkinlikte katılırsınız." Yavaşça dizlerimi kırıp basit bir reverans yaptım. "Bende öyle umuyorum." Jenina yine geldikleri gibi hızla geri dönerlerken Finley yanıma gelip ufak bir ıslık çaldı. Bakışlarıyla bizden uzaklaşan prenses ve grubunu takip ediyordu. "Majestelerinin dediği gibi oldu," derken Jason'a hayralık duyduğu sesinden belli oluyordu. Jason ona ne demişti bilmiyordum ama bana göre Jenina görünenden daha tehlikeli bir kadındı. "Jenina göründüğü gibi değil Finley," dedim bende kadının gözden kaybolmasını izlerken. Gün artık alacakaranlığa dönmüştü. "Daha dikkatli olmalıyız. Özgürlüğümü ölerek elde etmek istemem," dedikten sonra arkamı dönüp merdivenleri tırmanmaya başladım. İçimde korku yerine daha başka bir duygu vardı. Damarlarımda dolaşan, kanımın kaynamasına neden olan bir duygu. Öfke. **** Masamın üzerindeki fincanı alıp yavaşça dudaklarıma götürdüm. Tüten buharından çok sıcak olduğu anlaşılıyordu. Çaydan içmeden önce kokusunu içime çektim. Gülün tatlı kokusu buharla beraber burnuma doldu. Gülden asla sıkılmayacakmış gibi hissediyordum. Ne de olsa kaçış için çoğu parayı onun sayesinde kazanmıştım. Tabi ölmeden bunu gerçekleştirebilirsem. Fincandan küçük bir yudum aldım. Dilimin üzerindeki tadın keyfini çıkarırken kapı öyle sert bir şekilde açıldı ki irkildim. Bunun sonucunda sıcak çay elime dökülünce acıyla tıslamama neden oldu. Fincanı hemen bırakıp elime baktım. Ben daha elimin ne kadar yandığını anlayamadan güçlü bir el bileğimi kavrayıp elimi kendine çekti. "Tanrım, elin çok yanmadı değil mi?" diye sordu endişeyle Jason. Jason karşımdaydı. Sarı saçlı başı elime doğru eğilmişti. Gözlerini göremiyordum ama sesi oldukça endişeli çıkıyordu. Parmakları nazik bir şekilde elimi çeviriyor, kızarıklığı serinletmek için nefesini üflüyordu. Elim kızarmaya başlamıştı ama yavaşça acısının geçtiğini hissediyordum. Elimi hızla çekince mavi yeşil gözleri bana döndü. "Eğer kapıyı bu şekilde açmasaydınız gayet iyiydim ekselansları." Jason yavaşça doğrulurken yüzündeki kendini beğenmiş gülümseme yerini almıştı. "Buraya neden geldiğimi biliyorsun. Duyduklarımdan sonra sakin kalmamı bekleyemezsin," derken oldukça rahat görünüyordu. Hemen karşımdaki koltuğuna kendini bırakarak bacak bacak üstüne attı. Ne kadar gülümsüyor olsa da gözlerindeki yorgunluğu artık daha net görebiliyordum. "Prenses Jenina'nın beni görmeye geldiğini öğrendin demek." Jason'ın gülümsemesi derinleşti ve başını yana eğdi. "Böyle olacağını biliyordum," bir an durup düşünüyormuş gibi yaptı. "Sanırım seni tehdit etti," diyerek konuşmasını tamamladı. Gözlerinde vahşi bir bakış vardı. Tek kaşımı kaldırıp alaycı bir gülümsemeyle ona baktım. Karşımdaki koltukta o kadar rahat bir tavırla oturmuştu ki gören onunla aramızda geçenlerin hayal olduğunu düşünürdü. "Daha çok sağlığıma dikkat etmem gerektiğini, bana bir şey olursa senin buna çok üzüleceğini söyledi.." Jason'ın gülümsemesi titrer gibi oldu. O bir anlık zamanda yüzündeki endişe ve gerginliği görür gibi olmuştum ama hemen gülümsemesini tekrar takındı; tıpkı bir maske gibi. "Peki sen ne cevap verdin?" Bakışları bedenimde gezinirken ifadesi rahatsız hissetmeme neden oldu. Bana böyle, sanki ilk gördüğü kadın ben mişim gibi bakmasından hoşlanmıyordum. Kendimi çok tuhaf hissettiriyordu. Daha önce yaşamadığım bir duyguydu. Nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. "Ne diyebilirim? Söylediği imaları duymazdan gelmeye çalıştım," dedim elimi sallayarak. "Bana ne kadar inandı bilmiyorum ama kraliçe olduğunda beni bir şekilde yok edeceğini anladım. Yediğime içtiğime dikkat etmeye başlasam iyi olacak," dedim önümdeki fincana bakarak. Jason bu tepkim karşısında güldü. Konuşmadan önce öne doğru eğildi. Gözleri yine gözlerime kitlenmiş dikkatle bakıyordu. "Sana kimse zarar veremez. Söz veriyorum." Onu tanımıyordum. Sözleri ne kadar güvenilir bilmiyordum ama bana bakıp bu kelimeleri söylerken ona inandım. Yine de kendimi korumak için tedbirli olacağıma dair kendime söz verdim. Jason koltuktan kalktı. Uzanıp yanan elimi avcunun içine baktı. Bir an sonra yanımıza gelen Finley Jason'ın eline küçük bir bohça bıraktı. Kral onu pembeleşen izin üzerine bıraktı. Serinlik bir an irkilmeme neden olsa da verdiği ferahlatıcı hisle rahatladım. "Biraz dinlen," derken bana çapkınca göz kırptı. "Geceyi yanında geçirmek için yarını bekleyebilirim." Oturduğum yerde sırtım dikleşti. "Geceyi yanımda geçirmek mi?" "Seni ziyaret etmezsem sana olan düşkünlüğüm nasıl konuşulacak?" Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. "Tamam, özgürlüğüm için katlanacağım," dedim keyifsiz bir sesle. Jason kıkırdadı. Bu sesten hem etkileniyor hem nefret ediyordum. "Merak ediyorum özgürlüğün için daha nelere katlanırdın." Tek kaşımı kaldırdım. "Mesela katil olmaya katlanabilirdim." Jason'ın gülümsemesi daha da genişledi. Oda şömineden mi yoksa içtiğim sıcak çaydan mı bilmiyorum daha sıcak bir hal almıştı. Gözlerine bakmak ormanın derinliklerindeki bir göle bakmak gibiydi. Eşsizdi. Kabul etmeliydim ki çok etkileyiciydi ve bunun oldukça farkındaydı. Bana yaklaştı ve yavaşça eğildi. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Bir an sonra bunun gurur olduğunu anladım. Ne yani benimle gurur mu duyuyordu? "İyi geceler Reinna," dedi tenimi okşar gibi. Ardından beni aklım karışık bir halde bıraktı. Reinna'de ne demekti? Prens gittikten sonra bir süre aramızdaki konuşmaları düşündüm. Jenina beni ilk fırsatta aradan çıkmak için elinden geleni yapacaktı biliyordum. Beni böyle bir role mecbur bıraktığı için ona sinirlenmem gerekiyordu ama öyle bir duygu hissetmiyordum. Düşüncelerim yüzünden hemen uyuyamayacağımı biliyordum. İçimde kaynayıp duran bir endişe vardı. Jai kralı saraya geldiğinde nasıl davranmam gerekecekti. Onun kızı değildim ama Jason hariç saraydaki herkes onun kızı olduğumu sanıyordu. Bazen tüm bu oyunlar, entrikalar midemin bulanmasına neden oluyordu. Terasın cam kapısından bahçede rüzgarla dans eden meşaleleri izliyordum. Bazı çiftlerin kol kola gezdiğini görmek içimde tuhaf ve kötü bir hissin büyümesine neden oluyordu. Onları izlerken sorunları olmadan yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu düşündüm. Sahi sorunu olmadan yaşamını sürdüren insanlar var mıydı? Sadece huzurlu bir hayat istiyordum. Bunu elde etmek bu kadar zor muydu? "Saray her zaman bu kadar karmaşık mıdır?" Gözlerimi sımsıkı kapattım, huzurlu bir hayat isteğim buraya kadardı. Bakışlarım camdaki yansımaya kaydığında nefesimi tuttum. Suikastçı tam olarak arkamda dikiliyordu. Benden uzundu, yapılı bir vücudu yoktu. Daha çok zayıftı ama onun ölümcül derecede güçlü olduğunu tahmin edebiliyordum. Mor gözleri bana bakmak yerine bahçede, insanların üzerinde geziniyordu. Derin bir nefes aldım. Ondan korkmam gerektiğini biliyordum ama korkunun öyle derinlerindeydim ki artık hissizleşmiş gibiydim. Ne kaçabilirdim, ne saklanabilirdim. Yapmam gereken tek şey yüzleşmekti. Beni bir an sonra öldüreceğini bilsem bile tepki verecek kadar güç hissetmiyordum bedenimde. Korkunun bittiği yerde de öfke başlıyordu. Belki burada olmam, bu kadının bedeninde uyanmam onların suçu değildi ama bu kadını bu hale getiren insanlardan da nefret ediyordum. "Çoğu zaman böyle," derken sesimin çatallandığını fark ettim. Bir an ağlayacağımdan korktum ama gözlerim kuruydu. Suikastçı durdu. "Zamanın daralıyor farkında mısın?" Zaman. Zaman acımasızdı. Zaten ona tamamen asla sahip olamamıştım. Her zaman ellerimden kayıp gitme ihtimali vardı. Hala da vardı. "Kralın ölümünde bir rol oynamayacağım," dedim ciddi bir tavırla ve terasın çift kanatlı kapısını aralayıp serin akşama adım attım. Eğer beni öldürecekse yıldızların altında yapmasını tercih ederdim. Son gördüğüm gökyüzü olurdu. Tıpkı ilk seferinde olduğu gibi. Derin bir nefes aldım. Gecenin isli kokusuna serin hava ve çiçeklerin kokusu karışmıştı. Nefes aldıkça alasım geliyordu. Sanki temiz havaya doyamıyordum. Çok geçmeden sert bir rüzgar esti ve saçlarımın yarısı terasın parlak mermerlerine döküldü. Topuzum olmadığı için kalan saçlarım omuzlarımı süpürdü. Jason'ın söylediklerini düşündüm. Beni koruyacağını söylemişti. Yere düşen saçlara bakarken kahkaha atmaya başladım. Acaba şuan da ölmek üzere olduğumu biliyor muydu? Belime kadar olan saçlarım şimdi çenemin hizasındaydı. Bu hareketi şaşırttı ama irkilmedim bile. Sadece güldüm. Benim tavrım karşısında adam tek kelime etmedi. Yüzünü göremediğim için ifadesi nasıldı bilemiyordum. Sonunda kahkahalarımı dizginlemeyi başardığımda pürüzlü sesini duydum. "Sana söylediklerimi ciddiye almalısın." Arkamı döndüğümde elinde az önce saçlarımı keserken kullandığı hançer vardı. Yeni bir saldırıya hazırmış gibi ileriye doğru uzatmıştı. Tek bir yanlış hareketimde onunla canımı alabilirdi. Jai Kralı ona verdiği emirler neyi içeriyordu. Eğer emirlere karşı gelirsem beni sarayda öldürebileceği de bu emirlerin arasında mıydı? Adamın donuk mor gözleri bana sabitlenmişti. Orada hayata benzer bir ışık aradım ama soğuk bir kar sabahında gökyüzü kadar donuktu. "Adın ne?" diye sordum konudan uzaklaşarak. Madem beni öldürecekti. Onun kim olduğunu bilmek hakkımdı. Gri kaşları bir an için hayretle havalanır gibi oldu ama hemen kendini toparladı. "Ben bir suikastçıyım. Benim bir ismim yok," dedi sanki bu çok doğal bir durummuş gibi. Acımasız bir suikastçı olmadan önce onun benliğini silmek için önce isimlerinden başlıyor olmalıydılar. Bu kadar acımasız bir hareketin getirdiği acıları düşündüm. Bir benliğinin olmaması ve silah olarak kullanılmak kim isterdi. Bu adamın bir seçim şansı olmuş muydu? Başımı sağa sola salladım. "Elbet vardı," derken kitapta okuduğum bilgileri hatırlamaya çalıştım. Bana bakarken mor rengi gözlerinde parıltı görür gibi oldum. Gökyüzündeki yıldızların yansıması da olabilirdi emin değildim. "İsmin önemi yok," derken sesi sert çıkmıştı. Elindeki hançeri havaya kaldırdı. Hançerin metali yıldızların ışığında parıldıyordu. "Sadece bunun önemi var. Yaşam ve ölümün arasındaki keskin metalin." Sıkkın bir ifadeyle derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Terasın mermer korkuluğuna yaslandım ve kollarımı göğsümde bağladım. Serin rüzgar esiyordu ama üşümüş gibi hissetmiyordum. Gülümsedim. İnsan katili olabilecek adama gülümser miydi? Sanırım bende yavaş yavaş kafayı yiyordum. "Eğer hatırlamıyorsan sana bir isim verebiliriz," diye bir öneride bulundum. Neden bu isim konusuna bu kadar takmıştım acaba? Belki de bana zarar verecek adamdan iliklerime kadar nefret etmek için onun bir ismi olsun istiyordum. Kaşları çatıldı. "O ismi kullanmayacağıma emin olabilirsin. Ben dilini kesmeden önce konuşmayı bırak." Kaşlarım hayretle havalandı. "Karar ver işkence mi edeceksin yoksa canımı mı alacaksın?" "Bu konuşma gittikçe saçma bir hal alıyor," derken ona hak vermeden edemedim. Sonunda yeniden konuya dönen o oldu. "Jai Kralı son olanlardan memnun değil." Kahkaha atmaktan kendim alamadım. "Jai Kralına söyle kendi işine baksın." Bu sefer gri kaşları çatıldı. Gittikçe daha fazla duygu gösteriyordu. Hala hançeri tutuşundan bir an bile düşünmeden saldırabileceğinin farkındaydım. Bu kadar konuşması bile beni şaşırtmıştı. İnsani belirtiler göstermesi şaşkınlık vericiydi. Yarı insan sayılmazken bile. Bana doğru sessiz iki adım attı. Gri saçları esen rüzgarla dalgalanıyordu. Keskin hatlı çenesi gerginliğini belli ediyordu. "Seni öldürebilecek olmam korkutmuyor mu?" Güldüm. Bende ona bir adım yaklaştım. Şimdi hançerin ucu tam iki göğsümün ortasını gösteriyordu. Hançerin ucu etime battı ve beyaz geceliğimin ortasında ufak bir kan lekesi belirdi. Suikastçı hala ifadesiz bir yüzle bana bakıyordu. Tek bir hamlesi son nefesimin geceye karışmasına neden olabilirdi. "Ölümden korkmuyorum," dedim kendimden emin bir sesle. "Beni asıl korkutan yaşamak." |
0% |