@tgceymn
|
Mor gözler sanki beni anlamak ister gibi kısıldı. Hareketlerim karşısında nasıl davranması gerektiğini anlayamıyor gibiydi. Ona hak vermeden edemedim. Ben bile davranışlarıma anlam veremiyordum. Hançerin kabzasını tutan parmakları gerildi. Bıçağın ucu biraz daha tenime battı ve kan lekesi daha fazla genişledi. Beni öldürecekti. Bir kalbi olduğunu düşünmüştüm ama yanılıyor olmalıydım. Yine de geri çekilmedim. Korku duymadan gözlerinin içine baktım. O anda odanın açılan kapısını duyduk. Bir an sonra Rose bana sesleniyordu. Suikastçı hançeri hızla geri geçti. Göğsümün ortasındaki kan lekesi dışında bana bir hançer doğrulttuğunu gösteren herhangi bir iz yoktu. Adam terasın korkuluklarında dikiliyordu. Saçları gecenin rüzgarında savruluyordu. Mor gözleri bana odaklandı. "Bu konuşma burada bitmedi," dedi ve ben ona cevap veremeden bir an sonra terastan atladı. Onun peşinden terasın kenarına gidip aşağıya baktım ama karanlıkta bir şey göremedim. Sanki rüzgarın üzerine binip gitmişti. "Leydi Slyvia, hava soğuk," diyen Rose'un sesiyle ona döndüm. Bir ayağı odada diğer ayağı terastaydı. Sanki bir şey olduğunu anlamış gibi dikkat kesilmişti. Bakışları dikkatliydi ve terasta başkasının olduğunu bildiğine dair bir tepkisi yoktu. Sonra gözleri saçlarıma takıldı. "Aman Tanrım," derken gözleri daha da irileşti. "Bunu kim-" Elim saçlarıma gitti. Bunu ona açıklamak zorundaydım. Suikastçı tarafından yapıldığını söylemek onu ancak telaşlandırırdı. Bu yüzden elimle saçlarımı havalandırırken gülümsedim. "Nasıl yakışmış mı?" diye sordum bir kız arkadaşımla kuaförden sonra konuşuyor gibi rahat olmaya çalıştım. "Uzun saç başımın ağrımasına neden oluyordu bende kestim." Rose'un kaşları çatıldı. "Neyle?" diye sorduğunda elimde kesici bir alet olmadığını fark ettim. Rose bunu benden önce fark etmişti. Omzumu silktim. Sanırım düşürdüm dedim terasın köşesine doğru belli belirsiz bir yer göstererek. Konuyu değiştirmek benim için en iyisi olacaktı. Sanki o ana kadar serin rüzgarı hissetmemişim gibi birden titremeye başladım. Kollarımı bedenime dolayarak soğuğu bir an için kesmeyi umdum. Genç kadına gülümsedim. "Haklısın, hava dışarıda durulmayacak kadar soğuk." İçeri girmeden önce terastan geceye baktım. Saraydan gitme düşüncesi her saniye daha acil hale geliyordu. Sarayda kaynayan kötülük vardı ve ben bunu iliklerime kadar hissediyordum. Jason krallığı için her şeyi yapıyordu. Benim ise bir zorunluluğum yoktu. Özgürlüğümü elde etmekten başka. Terasın kapısını sıkıca kapatırken hayallerimi tıpkı cansız bir halde zeminde yatan saçlarım gibi gecenin soğuğunda yıldızların ışığı ile parlayan terasta bıraktım. *** "Jason, kahvaltını etmelisin." Baş ağrısı keskin bir bıçak gibi alnına saplanırken başını kaldırıp ona meraklı gözlerle bakan kadını inceledi. Jenina beraber uyandıklarından bu yana anlayışlı bir kadın rolünden çıkmamıştı. Gerçekten onun ne yaptığını anlamamış kadar salak olduğunu mu düşünmüştü? Üstelik bu gece getirdiği iksiri kabul etmiş ama çalışma odasında uzun saatler kalarak kadının yanına yaklaşmasına engel olmuştu. İksiri saray hekimlerine vermiş, bu yüzden baş ağrısıyla çetin bir sınava girmek zorunda kalmıştı. Gece Slyvia'nın yanına gideceğini söylemiş olmasına rağmen yeni bir saldırının bilgileri geldiği için gece kısa bir toplantı yapması gerekmişti. Kadının konuşmasıyla iyice iştahı kaçan Jason, tabağındaki baharatlı sosislere baktı. Yüzündeki ifadeyi korumakta güçleniyordu. İçinden gelen ve onu deli gibi gösterecek kahkahaları ise göğsünde gümbürdüyordu. Yemek salonunda birkaç hizmetçi dışında sadece ikisi vardı. Küçük bir odada olsalar bile aralarında her zaman bir mesafe olacaktı. Jason sanki tutsak alınmış gibi hissediyordu. Bir an önce kahvaltı sürecini atlatıp Slyvia'nın yanına uğramalıydı. Ona gece neden gelmediğini bir kez daha anlatmak istiyordu ama asıl istediği onu görmekti. Bunu kabul etmesi gerekiyordu. Sonunda çatalını tabağına bıraktı. Düşünmeye daha fazla devam ederse dikkatini toplayamayacaktı. "Jason iyi misin?" Jenina yeniden soru yönelttiğinde ona cevap vermediğini fark etti. Slyvia'yı görmek istediği için aklı dağınıktı. En iyisi gidip kadını görmekti. Sandalyeyi yavaşça geriye ittiğinde geniş salonda kulak tırmalayan bir ses yankılandı. Kadının gözleri sanki alev alev yanıyor gibiydi. Jason yüzündeki gülümsemenin bozulmaması için kendini kontrol etti. "Sanırım yapmam gereken işler olduğu için dikkatim dağınık Jen, gidip onları bir an önce halletsem iyi olacak." Jenina'nın gözleri dikkatliydi. Şimdi ona başka bir gözle bakıyordu. Yemek salonundan dışarı adım attığı anda Jenina adamlardan birini peşine takacağını biliyordu. Bu düşünce içinde yorgunlukla karşılandı. Ne zaman kendi hayatını yaşayacaktı sahi? Jenina parmak uçlarıyla bileğine dokunup yavaş yavaş omzuna doğru hareket etti. Jason kollarında böcek geziniyormuş gibi hissediyordu. Kadının elini itmemek için kendini zor tuttuyordu. Onun yerine gülümseyerek geri çekildi. Sanki kadından uzaklaşmak yerine sandalyesinden uzaklaşmış gibi görünüyordu. "Sence de fazla yorulmuyor musun?" diye konuşmaya başladı kadın ağdalı bir sesle. Belki de böyle konuşarak onu cezbetmeye çalışıyordu. Jenina ne zamandan beri böyleydi? Jason daha önce onun bu halini nasıl görememişti? Kendine hayret ediyordu. Tabi bunun sebebi yanında güvenebileceği insanların olmasına ihtiyaç duyması olabilirdi. O kadar çaresizdi ki bariz olanları bile bir şekilde göz ardı etmişti. Tabi burada yıllarca saraydan uzak zaman geçirmesi de etkiliydi. Yine de Jenina artık bir dostu değil, dikkat etmesi gereken bir düşmanıydı. Yakasını düzeltti. Bu aralar zor nefes alıyormuş gibi hissediyordu. "Senin yanına daha sonra uğrayacağım," dedi ve hafifçe başını eğdi. Jenina zorda olsa gülümsedi. "Bekleyeceğim," derken sesi istediğinden daha sert çıkmış olacak hemen gülümsemesini genişleterek etkisini azaltmayı amaçlar gibi göründü. Jason onun oyunlarını bilmese bu ses tonuna takılmazdı bile. Jason yemek salonundan çıkana kadar sakinliğini korudu. Koridora adım attığında ise adımlarını hızlandırdı. O bu ülkenin kralıydı. Bu şekilde sanki birinden kaçıyormuş gibi hareket etmemesi lazımdı ama bazen her şey o kadar ağır geliyordu ki tek istediği şey kaçmak oluyordu. Oysa Jenina ile zaten evlenecekti. Aşksız, tatsız bir evlilik olacaktı ama kraliçe olarak yanında duracaktı. Oysa şimdi yanında duracak kadını düşündüğünde gözlerinin önüne Slyvia'nın yüzü geliyordu. Bu düşüncenin onu rahatsız etmesini bekledi ama hayır, bunu ne kadar düşünürse o kadar mantıklı geliyordu. Jason çalışma odasına gidip bir bardak viski içmemek için kendini zor tutuyordu. Duygularını biraz olsun uyuşturmaya ihtiyacı vardı. Henry ona alkolik derken haklıydı. Sarayın havasında entrika vardı. Yemek yerken, havayı solurken, gülerken, ağlarken. Her yerdeydi ve ne kadar kaçmaya çalışırsan çalış sonunda kendini tam ortasında buluyordun. Entrika olmadan bir gününün geçtiğini bile hatırlamıyordu. Çocukluğunda annesi onu zehirlenmelere karşı bağışıklık kazansın diye ağır ağır zehirlerken tanışmıştı entrika ile. Şimdi nereye dönse sahte insanlar, dönen dolaplar ve çaresiz planlar ile karşılaşıyordu. Oysa daha hayalperest olduğu çocuklukla gençliğin sınırındaki o zamanda geleceğiyle ilgili hayalleri vardı. Sevdiği kadın ve çocuklarıyla bahçeli bir evde yaşayacak, saray ve entrikalarından uzak kalacaktı. Babasının ona veremediği ne varsa kendi çocuklarına bin katını verecekti. Tıpkı yakın dostu Henry gibi. Şimdi o hayali kurduğunda karısının yüzü olarak Slyvia'yı görmek çok kolaydı. Sıcak bir gülümseme ile elinde yaptığı turtayı bahçedeki masaya taşırken hayal edebiliyordu. Bunu yapmaması gerektiğini biliyordu. Daha dünkü çocuk değildi ama bir şekilde kendini Slyvia'ya çekilirken buluyordu. Bunlar sadece hayaldi ve çok uzun zaman önce hayal kurmayı acı bir şekilde bırakmıştı. Gerçekler kötüydü ama en azından onu kandırmıyordu. Son savaşta iblisler ve Jai askerleri o kadar zarar vermişti ki neredeyse her aile içlerinden bir üyeyi kayıp vermişti. Herkes yeniden toparlanmaya çalışıyordu. Eğer Henry ve Addie Ruth'un çocuğu olmasa neler olurdu bilmiyordu. O çocuk daha annesinin karnındayken insanların zarar görmüş zihinlerine yardım ediyordu. Henry şanslı bir adamdı. Derin bir nefes alınca burnuna viskinin kokusu doldu. Yoksunluk çekiyordu ve bundan memnun değildi. Bahçeye çıktığında havanın daha da serin olduğunu fark etti. Kış kendini göstere göstere geliyordu. Kadının yine serada olduğunu bildiğinden içi rahattı. Oranın havasını çoktan değiştirmişti. Kadının hasta olmasını istemezdi. Adımlarını hızlandırdı. Kadınla bir an önce konuşmak istiyordu. Seranın olduğu bahçeye girdiğinde adımları yavaşladı. Oraya girmek her seferinde vermesi gereken bir sınavdı. Kalbi hızlanıyor, nefesi daralıyor ama bir şekilde bunu saklamak için sakin kalmayı başarıyordu. Seradan içeri girmeden önce Finley ile göz göze geldi. Jason'ın ondan istediği gibi seranın kapısında değil biraz daha uzak bir noktada bekliyordu. Jason ona başını salladığında Finley selam verdi. Muhafız lideri Slyvia'dan nefret ederken şimdi onu bir arkadaşını korur gibi ilgiyle koruyordu. Kadının etkisi yabana atılacak gibi değildi. Ayak sesleri yeşil çimenlerin arasında boğuluyor, onlara sessiz hareket etme imkanı sağlıyordu ama Jason kadını gafil avlamak yerine daha yanına varmadan ona seslendi. "Sizin kadar çalışkan bir ka-" Kadının omuzlarında olan saçlarını görünce konuşmasına devam edemedi. Uzun koyu saçları yerine şimdi omuzlarına kadar gelen saçları almıştı. Jason'ın kaşları çatıldı. Kadın ona zümrüt yeşili gözlerle bakarken bir sorun olduğunu hissetti. "Saçların," dedi kadına yaklaşırken. , Slyvia zorda olsa gülümseyerek saçlarına dokundu. "Böyle daha rahat majesteleri. Uzun saç başımı ağrıtıyordu, en iyisi onları kesmek diye düşündüm," derken kendinden emin görünüyordu. Jason bir an için ona inandığını hissetti. Sadece bir an için. Adam yanına geldiğinde kadının bedeni gerildi. Hala ona yakın olmasından hoşlanmadığını görebiliyordu ama alışacaktı. Jason ne zaman ona yakın olsa kadına dokunma ihtiyacıyla sarsılıyordu. Jason uzanıp kadının ipek kadar yumuşak olan saçlarına dokundu. Bu haliyle de çok güzeldi. Saçlarını kazıtsa bile güzel görüneceğini biliyordum. Bunun sebebi gözlerinin içinde yanan ateşti. O öyle bir ateşti ki Jason her an o ateş tarafından sarılabileceğini hissediyordu. Kadın, saçlarını okşarken derin bir nefes aldı. Jason parmak uçlarını yumuşak yanaklarında gezdirirken bakışları dudaklarına kaydı. Kadının dudakları sanki onu davet eder gibi aralanmıştı. Sadece ona bakmak bile sertleşmesine neden oluyordu. "Şimdi sevgili Slyvia," dedi dudaklarına doğru eğilip eğer kadın onu istemiyorsa, geri çekilmesine izin verecek kadar bekledi. Geri çekilmek yerine nefesi sıklaşınca ilerledi ve dudağının sol kenarına yavaşça bir öpücük kondurdu. Geri çekildiğinde nefesi kadının dudaklarına değiyordu. Ondan uzaklaşmadan dudağının diğer kenarına geçti. "Seni öpmekten ne kadar zevk alsam da, " diye konuşmasına devam etti iki öpücü arasında. Kadın sanki yere düşmekten korkar gibi koluna sıkıca tutunmuştu. Jason onu belinden kavrayıp usulca göğsüne doğru çekti. Arından tam çenesine bir öpücük daha kondurdu. Amacı kadını baştan çıkarmak değildi. Sadece ondan gerçekleri duymak istiyordu. Bu yüzden ona sarılırken geri çekildi. "Bana gerçekleri söylemelisin." **** Hala öpücüğünün yarattığı sisten çıkamamışken bana söylediklerini bir an için anlayamadım. Onun kollarında olmak kabul etmeliydim ki çok güzel bir histi. Bedeni sıkı ve güçlüydü. Belimi öyle sıkı sarıyordu ki ne olursa olsun bırakmayacakmış gibi hissediyordum. Dudaklarım öpücüğün beklentisi ile karıncalanıyor, bedenim olacakların düşüncesi ile hoş bir ürpertiyle titriyordu. "Ben-ne?" diye saçmaladım bir an. Ne demek istiyordu? Söylediklerime inanmamış mıydı? Jason başını sağa sola salladı. "Benim küçük, tatlı Slyvia'm. Şimdi bana saçlarına ne olduğuna dair gerçeği söyle." Onun kollarından çıkmak için avuçlarımı göğsüne bastırdım ama kolları öyle sıkı sarıyordu ki kımıldayamadım. Onun yerine beni kendine daha çok bastırdığında karnımdaki sertliğini hissettim. Gözlerim ardında kadar açıldı. İçimde ılık bir rüzgar eserken onda yarattığım etki bir tatmin duygusu yaşamama neden oldu. "Ben gerçeği söyledim." Derin bir nefes alıp yavaşça verdi. "Hayır Slyvia söylemedin." Bu kadar nasıl emin olabiliyordu? Terasta ikimizden başka biri daha mı vardı? Yalanıma sadık kalıp devam mı etmeliydim? "Buna nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Jason'ın tek kaşı havalandı. Yüzünde kibirli bir ifade vardı. "Ben kralım Slyvia. Yalanları anlarım." Güldüm. "O yüzden mi Jenina sana kolaylıkla afrodizyak verdi." Jason gözlerini devirdi. "Tanrım unutturmayacaksın değil mi? Tamam onu bir istisna yapalım ama senin yalan söylediğine eminim. İnan bana gerçekleri öğrenebilirim ama ben senin bana güvenip anlatmanı tercih ederim." Jason'ın baş parmağı belimdeki çukuru ağır ağır okşarken düşünmek çok zordu. Yalan söylediğime emindi ama ona nasıl gerçekleri söyleyebilirdim? Bir casusun etrafımda olduğunu duymak beni daha da sıkıştırmasına neden olabilirdi. Yine de yalanımın arkasında durursam vaad ettiği gibi gerçekleri öğrenir ve kazanmaya başladığım güvenini kaybedebilirdim. Derin bir nefes aldım ama bu hareketim göğüslerimin ona daha da yaslanmasına neden oldu. "Evet saçlarımı ben kesmedim," dedim pes edercesine "Ama kimin kestiğini öğrendiğinde bu durumdan hoşlanmayacaksın." Jason'ın kaşları çatıldı. Ben daha bir şey anlatmadan beni ayaklarım yerden havalanacak kadar belimden kaldırdı ve sandalyeye oturmak için masanın yanına ilerledi. "Ne yapıyorsun?" diye sordum beni kolaylıkla kaldırmasına şaşırarak. Bu kadar kolay kaldırmasına inanamıyordum. Sandalyeye oturan Jason beni de belimden tutarak kucağına çekti. Sanki her zaman bunu yapıyormuşuz gibi rahatlıkla oturdum. Sertliği bu sefer kalçama değiyordu. Huzursuzca kıpırdandım ama o kalçamı sıkarak hareket etmemi engelledi. "Kımıldama minik kuşum, yoksa yapmak üzere olacağımız sohbet yerine başka bir şey yapacağız." Yutkundum. Bacaklarımın arasındaki tuhaf sızıyı giderebilmek için bacaklarımı birbirine bastırdım. Farkında bile olmadığım bir şeyin ihtiyacını duyuyor gibiydim. "Sana anlatacaklarımdan memnun kalmayacaksın," dedim nefesimi düzene sokmaya çalışarak. Gülümsediğinde yüzüne bu kadar yakın olduğum için mi bilmiyorum, nefesimin kesilmesine neden oldu. "Sen yine de bir dene Reinna." Yine aynı bilmediğim bir kelime ama şimdi bunun anlamını düşünemezdim. Anlatmam gerekenler vardı. Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Ellerimi kucağımda birleştirmiştim. Çok geçmeden ona Kral Jai'nin başıma bela ettiği suikastçıdan bahsetmeye başladım. |
0% |