Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@tgceymn

Beni instagramdan da takip eder misinizzz-----kullanıcı adım tug.cesrgl

Örtüyü çeneme kadar çektim. Yatağın ucunda neredeyse düşecek gibi yatıyordum. Bu aynı yatakta yatma işinin benim için sancılı olacağını daha önce de anlamıştım.

Bu durumdan rahatsız olan tek bendim. Jason ise kendi bölgesinde kısmen çıplak bir şekilde rahatça uyuyabiliyordu. Onu hem kıskanıyor hem de tekmeleyerek yataktan atmak istiyordum. Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Benim için oldukça uzun bir gece olacaktı.

Bakışlarım odanın yarısını kaplayan pencerelere kaydı. Bu kadar pencere olmasının nedenini anlayamıyordum. Gerçi yerden oldukça yüksekti, birinin odayı izleme ihtimali yoktu. Bu yüzden pencerelerde perde yoktu. Odanın içini gökyüzündeki kocaman bir dolunay aydınlatıyordu. Oda da iki ayrı şömine gürül gürül bir ateşle yanarken daha önce bana söylediği gibi odanın havasını ısıtan daimi bir büyüde vardı. Rose bana büyülerin kokuları olduğunu söylemişti. Eğer dikkatli olunursa insanlar bu kokuları alabiliyordu.

Derin bir nefes aldığımda burnuma, biberiye kokusu çalındı. Belki de bu büyünün kokusuydu.

Gözlerimi sayısız kez kapatmama rağmen uykum bir türlü gelmiyordu, bedenim gergin, zihnim huzursuzdu. Uykuya dalamayacak gibi görünüyordum. Yataktan kalksam bile ne yapacağımı bilmiyordum. Başkasının odasında, yatağında uyuyamayacağımı bildiğimden bu duruma şaşırmamıştım.

Sonunda Jason'a doğru döndüm ve onun uyuyan yüzünü izledim. Sırt üstü yatıyordu. Şiddetli baş ağrısı geçtiği için uyuyor olmalıydı. Dolunayın ışığı yüzünün sağ kısmını aydınlatıyor diğer kısmı gölgede kalıyordu. Sadece tek profiliyle bile harika görünüyordu. Burnu karakteristik bir yapıya sahipti, teni o kadar pürüzsüzdü ki bir kadın öyle bir tene sahip olmak için katil olabilirdi. Kirpikleri uzundu ve onların çevrelediği gözlerini şimdi görmesem bile onlara baktığım her anda büyülendiğimi hissediyordum.

Ve dudakları-

"Beni daha ne kadar izleyeceksin?" diye sordu aniden.

Neredeyse yataktan düşecektim. Gözleri kapalıyken nasıl ona baktığımı anlayabiliyordu. Üstelik uyuyor olduğuna oldukça emindim. "Sen-sen uyumadın mı?" diye sordum utanarak.

Dudaklarında ufak bir gülümseme belirdi, sonunda gözlerini açıp bakışlarını bana çevirdi. "Ben uyurken bile uyanığım hayatım, yoksa çoktan yatakta yanında olmak yerine mezarda olurdum."

Kral olmak nasıl bir duyguydu bilmiyordum ama pek güvenli bir meslek seçimi gibi görünmüyordu.

"Sanırım uykum yok," dedim pes ederek.

Dolunayda parıldayan gözleri uykulu görünse de bana çapkınca göz kırptı. "Uykunu getirmek için birkaç yol biliyorum," dedi şehvetli bir sesle ama ciddi olmadığını görebiliyordum, sadece beni paniğe sürüklemek istiyordu.

"Ben sanırım endişeliyim," derken içimdeki o karanlık düğümün biraz daha rahatladığını hissettim. Jason ile konuşmak ilginç bir şekilde benim rahatlamama neden oluyordu.

Jason'ın kaşları çatıldı. Bana doğru dönerek yattığında yatak sarsılmadı bile. Ne kadar yüzünü net görebilsem de aramızda oldukça fazla mesafe vardı. Yine de geniş omzunu, kaslı kolunu görebiliyordum. Üzerindeki örtü sadece göğsüne kadar geliyordu.

"Ne için endişeleniyorsun?" diye sordu merakla. Ardından hemen ekledi. "Merak etme suikastçı sana yaklaşamayacak."

"O da var ama asıl endişe ettiğim Jai Kralı. Babam olarak bilindiğini düşündüğü için benimle görüşmek isteyecek ve ben onun oğlunu zindana attırdım," dedim zorlukla.

"Bunun için canını sıkma, krala bir haber gönderdim. Oğlunun kefareti için benimle görüşmesi gerekecek. Seni bu yüzden sıkıştırdığında," dedi kendinden emin bir sesle. "Ona bunu bilerek yaptığını, bu sayede bana daha yakın olduğundan bahset."

Söyledikleri kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Bunu yaparak onun gözüne girmemi istiyorsun çünkü?"

Jason benim çıkarımım karşısında güldü. "Evet, ona yakın olmalısın ki sınırdaki saldırılar hakkında bilgi alman zor olmasın."

"Yani bir şekilde beni maşa olarak kullanacaksın."

Jason derin bir nefes aldığında göğsü yükseldi. "Ben olsam öyle demezdim," derken sesinde merhamet vardı. Sanırım bana acıyordu.

Ona arkamı dönmeden önce dikkatle baktım. "Majesteleri bir krallığı yönetiyorsunuz, elbet insanları maşa olarak kullandınız, kullanacaksınız ama umarım benim de bir hayatım olduğunu, kendi seçimlerim olabileceğini aklınızdan çıkarmazsanız sevinirim," dedikten sonra ona arkamı döndüm. Daha fazla konuşmak istemiyordum. Onun bana yakınlaşmasını bir ihtimal değişen duygularına bağlamıştım ama kralın her seferinde plan içinde plan kurabileceğini unutmuştum.

Jason'ın iç geçirdiğini duydum. "Slyvia," dedi ama konuşmasının devamını getirmedi.

"İyi geceler majesteleri," dedim sert bir tavırla.

Bir süre tek kelime etmedi. Onun uyuduğunu, hatta söylediklerimi umursamadığını düşünerek sinirlendim. Yine de arkamı dönmeyecek kadar gururum vardı. Artık konuşmayacağını düşündüğüm anda sesini duydum.

"Her ne olursa olsun senin zarar görmene izin vermeyeceğim," derken kelimeleri sanki bir yemin gibi inanarak söylemişti.

Ona tek kelime etmedim. Kimseye güvenmeyecek, kendimi korumak için gözlerimi dört açacaktım ve kimseden yardım beklemeyecektim.

***

Gece ne ara uyuduğumu bilmiyordum ama kabuslarla geçen bir gece olmuştu. Duvarlardan çıkan solucanları elimdeki tahta kılıçla öldürmeye çalışmış ama onları bölerek çoğalmalarına neden olmaktan başka bir şey yapamamıştım. Sonunda artık onlarla baş edemeyince sarsılarak uyanmıştım.

Sabah olmuştu ve geniş yatakta tek başımaydım.

Gece yaptığımız konuşmadan sonra nasıl uyuyakalmıştım bilmiyordum. Onca huzursuzluğa rağmen yorgunluk ağır basmış olacak Jason'ın ne zaman kalkıp odadan çıktığını bile bilmiyordum. Bundan memnundum gerçi. Gece konuşmamızdan sonra onunla nasıl rol yapacaktım bilmiyordum.

Yataktan ayaklarımı sarkıtıp, terliklerimi ayağıma geçirdim. Bedenim gergindi. Kollarımı kaldırıp kaslarımın rahatlamasını bekledim, hafif bir sızı vardı.

Çok geçmeden yüzünde saklayamadığı bir merakla Rose geldi. Elinde kahvaltı tepsimle odada ilerledi. Bana bir şeyler sormak istediğini seziyordum ama hakkını vermem gerek tek bir soru bile sormadı. Açıkçası ona minnettardım ne anlatacağımı bile bilmiyordum.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sanki sarayda gelmiş geçmiş kadınların tüm acısını hissediyormuş gibiydim. Burada olmak, ikinci bir hayatı deneyimlemek beni hiç olmadığı kadar olgunlaştırmıştı.

"Leydi Slyvia? Syvia."

Rose'un seslenmesiyle kendime geldim. Çayımı yeni doldurmuş olmalıydı. Elinde gül desenlik porselen demlikle dikilirken bana endişeli gözlerle bakıyordu.

"Ne diyordun Rose?" diye sordum önümde dumanı tüten fincana uzandım. "Düşüncelere dalmıştım şimdi seni dinliyorum."

Rose artık merakla değil endişeyle bakıyordu. Elindeki demliği servis aracına bırakırken konuşmaya devam etti. "Kralın yaş balosuna altı gün kaldı. Elbiseniz için terziye gitmek bizim için bahane olacak," derken sesindeki hevesi gizleyemiyordu. "Dışarıda olmak sana iyi gelecektir hem," dedi ve bakışları kapalı olan kapıya kaydı. Göremediği Finley'e bakıyor olmalıydı. Aniden içeri girmesinden endişeleniyor gibiydi.

Kafam karışmıştı. "Bahane mi?"

Rose başını hevesle salladı. "Altınları almak ve zamanında Kral bize özgürlüğümüzü vermezse kaçmamıza yardım etmek için bir araba ve gemi ayarlamalıyız."

Rose bakakaldım. Bu kadın benden daha akıllıydı. Rose söylemeden önce bunu düşünmemiştim bile. Krala yakın olmak aklımı bulandırıyordu.

"Sence saraydan öylece çıkmamıza izin verirler mi?"

Rose kahvaltı için getirdiklerinden birer birer tabağıma aktarırken başını olumsuz anlamda salladı. "Kral izin vermeden dışarı çıkabileceğinizi sanmıyorum."

Bu kötü olmuştu. Tereyağlı çöreklerden birini seçip ufak bir ısırık aldım. Lokmamı yavaş yavaş çiğnerken Jason'a ne diyeceğimi düşündüm. Elbise için terziye gitmemi uygun mu bulacaktı, yoksa terzinin saraya mı gelmesini emredecekti?

Şimdi Jason kim bilir neredeydi? Jenina'nın yanında olabilir miydi? Bu düşünce iştahımın kaçmasına neden oldu.

"Kral hala sabahları Jenina ile kahvaltı ediyor mu?" diye sordum Rose'a. Midemde bir bulantıyla cevabını bekledim.

"Hizmetçilerden duyduğum kadarıyla Prenses Jenina sizin metres olarak krala eşlik ettiğinizi duyduğundan beri hasta olduğunu söyleyerek odasından çıkmıyormuş."

Bu durum kadından şüphelenmeme neden oldu. Gerçekten hasta mıydı? Yoksa gizli gizli bir planın peşinde miydi? Nefesimi bıkkın bir tavırla verdim. Jason'ı bulmam gerekecekti. Çayımdan büyük bir yudum alıp masadan kalktım.

"Sanırım beni hazırlaman gerekecek," dedim masanın yanından ayrılmak üzereyken.

Rose "Olmaz," dediğinde ona bakakaldım. Bazen onun gerçekten hizmetçim olmadığını unutuyordum. Eliyle getirdiği kahvaltılıkları gösterdi. "Önce güzel bir kahvaltı edeceksiniz, zaten zayıfsınız birde hastalık olursa ani bir durumda kaçmamızı engeller."

Başımı salladım. O haklıydı. Yeniden yerime oturduğumda bana onaylarcasına baktı. Canım bir şey yemek istemiyordu ama kendimi zorlamak zorundaydım. Sonuçta çetin bir savaş beni bekliyordu.

Rose yediklerimden memnun olana kadar kahvaltıya devam ettim. Sonunda masadan kalktığımda tıka basa doluydum. Giyinmeme yardım etti ve Jason'ı bulabileceğim ilk yere, çalışma odasına doğru ilerledim. Sabah kraliyet toplantısı gün doğumunda yapılıyordu. Toplantı çoktan bitmiş olmalıydı.

Kapıdan dışarı adım attığımda Finley, eli kılıcının topuzunda bana nereye dercesine baktı.

Bıkkın bir halde nefesimi verirken elimle koridoru işaret ettim. "Yaş balosunda giymek için dışarı çıkmak istiyorum. Bunun içinde izin almam gerekiyormuş," dedim hevessiz bir sesle.

Finley'in yüz ifadesi taş gibiydi. "Dışarı çıkmak oldukça tehlikeli."

Oflamamak için kendimi zor tuttum. Daha krala ulaşamadan muhafız lideri dışarı çıkmamamı önlüyordu.

Elimi boşver dercesine salladım. "Ben kralın metresiyim," dedim tükürürcesine. Bu unvandan her defasında nefret ediyordum. "O gece için eşsiz bir elbise giymem lazım değil mi?" diye sordum imalı bir ifadeyle. Planımızı o da biliyordu. Sonuçta Jenina'yı köşeye sıkıştırmak için ondan daha ön planda olmam gerekiyordu.

Bir kaç adım atmıştım ki hafifçe başım döndü. Stres bedenimi zorluyor olmalıydı. Diğerlerine belli etmemeye çalışarak yürümeye devam ettim. Odada dinlenmek istemiyordum. Yapılacak iler vardı ve benim vaktim yoktu.

Emin adımlarla koridoru arşınladım. Finley ve Rose beni bir adım arkamdan takip ediyordu. Kralın kaldığı kanattan çıktığımda saray insanları ile karşılaştım. Öncesinde beni görmezden gelen, umursamayan insanlar birer birer selam veriyor, bazıları halimi hatırımı soruyordu. Kralın gözdesi olmanın bir getirisiydi bu, her ne kadar istemesem de.

Sarayın diğer kanadına geçtikten sonra bir kat aşağıya inerek çalışma odasının olduğu koridora girdim. Bu geniş sarayın hala bilmediğim katları, adım atmadığım koridorları vardı ama biraz olsun yolumu bulabilecek kadar yolları tanıyabiliyordum.

Kırmızı halı kaplı saray koridorunda ilerledim. Sonunda çalışma odasına geldiğimde kapının aralık olduğunu gördüm. Jenina, masasında oturan Jason'a doğru eğilmişti. Sanki az önce öpüşmüşler gibi Jenina ona hülyalı bir bakış atıyordu. İki yanımda duran ellerim yumruk halini aldı. Eteğimin kumaşı yumruklarımın arasında kırıştı.

"Sanırım sizi rahatsız etmemeliydim," dedim sakin bir sesle. Sesimin umursamaz çıkmasına memnumdum. Rol yapmak buraya kadardı. Her ne kadar aralarında ne yaşandı bilmesem de manzaradan rahatsız olmuştu.

Jason hemen bakışlarını bana çevirdi. Bir an için gözlerinde memnun bir bakış gördüm.

Jason'ın yüzünde güneşle yarışabilecek kadar parlak bir gülümseme belirdi. "Leydi Slyvia, siz bana hiçbir zaman rahatsızlık veremezsiniz, içeri gelin lütfen."

İçeri adım adım ilerlerken önce krala sonra Prenses Jenina'ya selam verdim. Kadın her zamankinden daha soluk görünüyordu ama gözlerinde öyle bir ateş vardı ki ürpermeme neden oldu. Jenina'nın rahatsız olduğunu görebiliyordum. Bu kadın beni gözünü kırpmadan öldürebilirdi.

Jason yerinden kalmadı ama bedenini ve bakışlarını bana çevirerek tüm dikkatini bana verdi. "Sizi buraya getiren nedir? Biraz daha uyursunuz diye sizi rahatsız etmeden çıkmıştım."

Jenina keskin bakışlarını Jason'a çevirdi ama tek kelime etmedi. Kıskanç bir kadından çok hesapçı bir saray insanı gibi davranıyordu. İkimizin arasında geçen konuşmada bir rolü olmamasına rağmen hala odada dikilmeye devam ediyordu.

Gülümsedim. "Yatak oldukça rahattı majesteleri ve ben yeterince yorgundum," derken dikkatle krala baktım. Cevabımdan memnun olacak bakışları daha da parlak bir hal aldı. Bu yüzden hemen konuya girdim. "Sizden saraydan çıkmak için izin istemeye geldim."

Jason rol yaptığını unutup kaşlarını çattı. "Leydi Slyvia neden dışarı çıkmak istiyorsunuz. Sarayda isteyip bulamadığınız ne varsa hemen söyleyin sizin için var edeyim."

Başımı kibarca salladım. "Hayır, her şeye sahibim ama saray dışında bir terzi ile çalışmak istiyorum," derken bahanemin inanılır olmasını umuyordum. "Yaş balonuzda yanınızda güzel görünmek istiyorum."

Jason yerine Jenina cevap vererek oradaki varlığını belli etmeyi ihmal etmedi. "Sanırım leydi sarayın terzilerini kendisine layık görmüyor."

Gülümsememi korudum. "Aksine prenses Jenina, saray terzilerinin size hizmet edeceğini düşünerek sarayın dışına çıkmak istiyordum."

Jenina bir prensesti ben ise ne kadar kralın gözde kadını olsam da onun önüne mevki olarak geçemezdim. O da bunun farkındaydı, bu yüzden konuşmaya devam etmedi. Onun yerine Jason'a baktı. "Benim işlerimi halletmem gerekiyor Jason seninle daha sonra konuşmamıza devam ederiz," dedi yumuşak bir sesle. Ardından kralın huzurundan hızlıca ayrıldı. O gittikten sonra daha rahat nefes aldığımı hissettim.

Kral masasının arkasından kalkıp bana doğru yürümeye başladı. "Demek saray terzilerinin Jenina'gnın tarafını tutacağını düşünüyorsunuz?" diye sordu.

"Bu çok bariz değil mi?"

Kral anladığını belli edercesine başını salladı. "Bu konuda haklısın."

Kral ellerini arkasında bağlayıp bahçeye bakan camlara ilerlerdi. Bakışları çiçeklerin üzerinde bir kelebek gibi geziniyordu.

"Sanırım sana izin vermekten başka bir çarem yok," dedi ve hemen ardından ekledi. "Finley ve seçeceği iki muhafızla istediğiniz zaman saraydan çıkabilirsiniz."

Yavaşça reverans yaparak teşekkür ettim. "Şimdi izninizle," dedim ve sakince çalışma odasından çıkmak için arkamı döndüm.

"Slyvia."

Jason'ın bana seslenmesi ile ona döndüm. Bakışlarını bana sabitlemişti. "Seni bir maşa olarak kullandığımı söylediğinde haklıydın," derken sesi hissizdi. Sonra bakışlarındaki parlaklık donuk bir hal aldı. "Ama itiraf etmelisin ki sen de beni kullanıyorsun."

Ona baktım ama tek kelime etmedim. Evet, haklıydı. Ben de onu kullanıyordum.

O gün saraydan dışarı çıkmak istesek de Finley'in görevleri yüzünden beklemek zorunda kalmıştık. Rose bundan memnun değildi ama ben serada vakit geçirdiğin için keyifliydim. Saray benim bildiğim tek yerdi, dışarısı neye benziyordu bilmiyordum. Merak etmek yerine endişeleniyordum.

Gün boyu serada çalışmış, öğle ve akşam yemeklerini seradaki masada yemiştim. Jason ve Jenina'nın ne konuştuğunu merak etmek için bir yarım saat harcamıştım sadece. İkisinin arasında bir şey olsa bile umursamamalıydım.

Değil mi?

Uyumak için Jason'ın odasına gittiğimde kral odasında değildi. Rose yatmadan önce nane çayımı getirmiş, üzerimi değiştirmesine yardım etmişti. Bir süre oturarak kralın gelmesini beklememe rağmen o odaya gelmemişti. Ya acil bir işi vardı ya da başka bir yerde kalmayı tercih etmişti. Tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden onu daha fazla beklememeye karar verdim. Ne de olsa gerçekten metresi değildim. Odasına gelmemesi benim için bir anlam ifade etmiyordu.

Sonunda uyuyakaldığımda yatak olduğundan daha büyük ve soğuk gelmişti.

Loading...
0%