Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@tgceymn

Ben ne yapıyordum?

Önümde ilerleyen kadının Jenina olup olmadığını biliyordum. Tek gerekçem içgüdülerimdi.

Kadın o kadar telaşlıydı ki takip edilme ihtimaline karşın etrafına bakmıyordu. Ya takip edilmeyi beklemiyordu ya da Jenina değildi. Belki de onu takip etmem saçmalıktan ibaretti ama içimdeki ses durmadan takip etmemi söylüyordu.

Başka bir ara sokağa girdiğinde nefes nefese onun peşinden ilerledim. Kendimi bir filmde kovalamaca sahnesinde hissediyordum. Kadının Jenina bile olduğuna emin değildim. Beni bulamayınca endişeden delirecek olan Finley ve Rose'u düşünmek bile istemiyordum. İkisi beni bulduklarında canıma okuyacaklardı.

Tabi bulabilirlerse.

Etekleri yeri süpürüyor, kalabalık sokaklardan daha tenha yerlere doğru ilerliyordu. Onu takip etmeye devam ettiğim her an kalp çarpıntım artıyor, vücuduma soğuk terler basıyordu. Sanki onu takip etmezsem bir şey kaçıracakmışım gibi tuhaf bir hisse sahiptim.

Kadın köhne bir sokağa girdiğinde adımlarımı temkinli attım. Diğer sokaklara göre daha tehditkar görünüyordu. Her ne kadar insan görünmese de bir şekilde tehlike de olduğumu hissedebiliyordum.

Kadın birkaç kapı ilerledi ve sonunda zemini soyulmuş bir kapının önünde durdu.

Kadının etrafı kontrol edeceğini anladığım an gölgelere sindim. Öyle sık nefes alıp veriyordum ki beni net bir şekilde duyabileceğinden endişeleniyordum. Başımı saklandığım yerden çıkardığımda kadının kapıdan girdiği anı görebildim. Bende peşinden girmeden önce binayı gözlemledim.

Hayatımda bir kere bile eğlence kulübüne gitmediğim gibi meyhanede görmemiştim. Zira kendi zamanımda artık onlardan çok kalmamıştı, yoksa var mıydı? Bundan bile emin değildim.

Kapının üzerindeki tabelada yazana baktım. Harflerin bana yabancı gelmesine rağmen okuyabilmem hala garipsediğim bir durumdu. Meyhanenin ismi Demir Gül'dü. Kaşlarım çatıldı. Gül çiçeği beni her yerde takip etmeye devam ediyordu. Onu kapıya kadar takip etmemin bir anlamı yoktu. Asıl içeride ne yaptığına bakmalıydım. Bu yüzden onu içeride bulabilmek için bende adımlarımı hızlandırdım ve ağır ahşap kapıyı açarak pis kokulu bir yere girdim.

Pis koku derken burnumdan girip beynimde bir ağrı bırakarak, midemde bulanmaya sebep olabilecek bir kokudan bahsediyordum. Sanki yaz sıcağının ortasında ağzına kadar dolu halde bırakılmış üç günlük çöp konteynırı gibi kokuyordu. Öğürmemek için kendimi zor tutuyordum. İnsan burada sadece nefes alarak bile bir hastalık kapabilirdi.

Genzimi yakan kokuya rağmen içeriye, gün içinde olmamıza rağmen mumla aydınlatılacak kadar köhne ve karanlık görünen meyhaneye baktım. Burası kesinlikle iyi insanların eğlenmeye geleceği bir yer değildi.

Ben kadını aramaya çalışırken "Ne istiyorsun?" diye sordu sert bir ses.

Bakışlarım sesin geldiği yöne döndüğümde keçi sakalları kirden keçeleşmiş, kel bir adamla karşılaştım. Elindeki oldukça kirli bir bezle önündeki barı temizlemeye çalışıyordu.

"Biriyle buluşmak için geldim," dedim içime fazla nefes çekmeden konuşmaya çalıştım. Görünüşüm artık ne kadar düzgünse adamın söylediklerimi inanmamasına neden oldu ama arkamı dönüp içerideki masalara ilerlediğimde beni durdurmak için bir harekette bulunmadı.

Takip ettiğim kadını ararken pelerinim içine adeta saklanmıştım. Boş bir masaya ilerliyormuş gibi yaparak kadının nerede olduğunu anlamaya çalışıyordum. Burada bir yerdeydi ama uzun süre onu arayamazdım. Dikkat çekemezdim.

Sonunda pes edeceğim sırada onu gördüm.

Yandan bile olsa onu tanımıştım. O kesinlikle Jenina'ydı. Karşısında aynı onun gibi siyah pelerine sarınmış, yüzünde metal bir maske olan tuhaf bir adam vardı. Onlara doğru bir adım atmıştım ki tuhaf maskeli adam yavaşça başını bana doğru çevirmeye başladı. Benim onları izlediğimi anlamış olmalıydı. Nabzım hızlanırken nefesimi sakin tutmaya çalıştım. Birini gizli gizli izlemek benim altından kalkamayacağım bir işti.

Nereye kaçacağımı bilemeden ikimizin arasına karanlık bir figür girerek bakışmalarımızı böldü.

Adamdan öyle ürkütücü bir hava yayılıyordu ki geri adım atmak üzereydim ama ben daha hareket edemeden adam yeniden konuşmaya başladı.

"Bende seni bekliyordum hayatım. Bu kadar pahalı olmana şaşmamalı," dedi adam. Yüzünü göremiyordum, üstelik sesi de tanıdık değildi. Mide bulantım iyice artarken beni birine benzettiğini düşündüm. Ona beklediği kişi olmadığımı söylemek için dudaklarımı araladım ama bir an sonra Jenina'nın sesimi tanıyabileceğini düşünerek dudaklarımı birbirine bastırdım.

Adama bir şekilde beklediği kişi olmadığımı söylemem gerekiyordu ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Jenina'yı takip etmemi sürekli yineleyen seste artık duyulmuyordu. Cesaretim bir toz bulutu gibi dağılmıştı.

Benim bocaladığımı gören adam pis bir sırıtışa bana bakmaya devam etti. "Fahişelerin pahalı olanlarından korkacaksın," dedi gülerek arkamda duran birine. Kelime bana bir tokat gibi vurdu. Ardından eli dirseğimi sıkıca kavradı. Kalbim panikten patlayacak gibi hissediyordum.

Daha kendimi nasıl koruyacağımı düşünemeden beni zemin kadar pis merdivenlere doğru sürüklemeye başladı. Adam güçlüydü, kıyafetlerinden onun bir işçi olduğunu anlayabiliyordum. Yüzü çiçek bozuğu lekelerine sahipti, top sakallıydı ve burnu çarpıktı. Daha önce gördüğüm birine benzemiyordu. O yüzü asla unutmayacağımı biliyordum.

Merdivenleri tırmanmaya başladığımda ona direnmek için mücadeleye giriştim ama hemen koyu kahverengi gözlerini bana çevirdi. Nasıl desem, gözleri tanıdık olmasa da bakışlarında bana birini anımsatan bir ışık vardı.

Yüzü öfkeyle çarpıldı. "Kes şunu," derken öfkeliydi. Sesinden mi bakışlarından mı bilmiyorum tek kelime edemeden merdivenlerin sonuna gelmiştik. Aklım başıma geldiğinde beni kapalı odalardan birine sürüklemeye çalışıyordu.

"Ben, hayır-"

"Senin nazınla uğraşacak değilim," dediğinde tüylerim diken diken oldu. Jenina'nın peşine takılıp bu tehlikeli yere gelerek ne kadar büyük aptallık etmiştim. Bu adamın elinden sağ salim kurtulsam bile Finley yaptıklarımı Jason'a anlatacak ve kralda bana kesinlikle ceza verecekti.

"Bayım," dedim yeniden adımlarımı durdurmaya çalışarak. "Ben sizin beklediğiniz kişi değilim."

Ne dediğimi duydu ama homurdanmaktan başka bir tepki vermedi. Menteşelerinden sökülecekmiş gibi duran bir kapıyı açıp beni odanın içine fırlattığında nefesim kesildi. Ben daha hareket edemeden koridora hızlıca göz atıp hemen kapıyı kapattı. Yamuk kapı pek kapanmasa da en azından bizi koridordan uzak tutuyordu.

Pelerini sıkıca kapatırken sesimin titremesine engel olmaya çalışarak konuşmaya başladım. "Sen-"

Adam koyu gözlerini bana çevirdiğinde "Sus," diye emretti güçlü bir fısıltıyla. Adamın ezici aurası nefes almamı bile zorlaştırıyor gibiydi. Boynuna uzandı. Onun kıyafetlerini çıkaracağını düşündüğüm an geriye doğru adım attım. Parmakları boynundaki zinciri kavradı ve zincir bir anda toz olup yok oldu. Bir göz kırpma süresi sonrasında karşımda tamamen başka bir adam duruyordu.

Ağzım şaşkınlıkla açık kaldı.

Beni odaya sürükleyen adam birden Jason'a dönüşmüştü.

Comerdai'nin Kralı'na.

Ben hala onun nasıl görünümünü değiştirdiğini düşünürken o hızla odanın diğer tarafında kirden dışarısı görünmeyen cama doğru ilerledi. Burası karşı binaya oldukça yakındı. Hani uzansa diğer evin balkonuna geçebilirdi.

"Buraya gel," dedi Jason'a ait olan buyurucu ses. Yeniden konuşmak istediğimde gözlerini öyle bir öfkeyle bana dikti ki tek kelime etmeden ona doğru ilerledim.

Belime sarılırken, "Bana sıkıca sarıl," dedi. Ne yapacağını bilmiyordum ama artık soru sormamın sakıncalı olduğunu anlamıştım. Meyhane oldukça tuhaf bir yerdi. Odanın bir şekilde gözleneceğini tahmin ediyordum. Jason bir an önce bu yüzden odadan çıkmaya alışıyordu.

Pencereyi açtı ve dışarı doğru uzandı. Tuhaf bir silah sesine benzer bir şey duyduktan sonra sol kolunu belimde sıkılaştırdı. Bende kollarımı onun boynuna sıkıca sardım. Bir an sonra boşlukta hareket ediyorduk. Midem sanki takla atıyormuş gibiydi. Çığlık atmamak için yüzümü onun omzuna bastırmıştım.

Bir an sonra ayaklarım zemine bastığında hala titriyordum. Her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki başım dönüyordu. Kendimi birden dahil olmadığım olayların içinde bulmuştum.

"Bunu," dedim iki nefes arasında. "Bir daha asla yapmayacağım." Artık isteyen istediği şekilde gizli iş çevirebilirdi. Umursamayacak, kendi hayatıma bakacaktım. Macera yaşamak bana göre değildi.

Jason elindeki ipi süpürge makinasının elektrik kablosu gibi silaha geri çekerken suratsızdı. O kadar donuk bir ifadesi vardı ki onu tanıdığım zamanlardaki haline hiç benzemiyordu. Gözlerindeki parıltı bile donmuş gibiydi. Bakışları bana çevirdiğinde gözlerindeki öfke birden donmama neden oldu.

Kaçıp gitmekle ona aynı şekilde öfkelenmek arasında kalmıştım. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Jason meyhanedeyse o zaman Jenina'nın peşinde olmalıydı. Bu yüzden mi bu kadar yorgun görünüyordu? Jenina'yı reddettikten sonra neyin peşinde olduğunu anlamak için gizli planlar kuruyordu.

Bunları tabi ki bana söylemeyecekti. Ben onun için kimdim ki?

Ama benim işe karışmam planlarını bozmuş olmalıydı. Üstelik romanın gidişatı kesinlikle beklediğim gibi gitmiyordu.

Jason onunda gözlerini bana diktiğinde "Senin orada ne işin vardı?" diye sordu soğuk bir tavırla. Bir yandan kıyafetlerini düzeltiyor, sokağa karışmak için kendini normalleştirmeye çalışıyordu. Üzerine sinen is ve sokakların o tuhaf kokusunu alabiliyordum.

Susup onun sorusunu cevapsız bırakmayı düşündüm ama bunun bir sonuca varmayacağını düşündüm.

"Jenina olduğunu sandığım bir kadını takip ediyordum," dedim. Ondan bir şey saklamaya niyetim yoktu. Aslında bir şeyler saklanan bendim. Gerçi Jason'ın ne yapmak istediğini bilmeye de hevesli değildim.

Jason'ın bana kızacağını düşünürken dudağının sol kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Gözlerinde gün batımına benzer sıcak bir parıltı vardı. Bakışı omuriliğim boyunca gezinen bir elektrik akımı gibi hissettirdi.

"Neden şaşırmadım acaba? Tabi onu görünce takip etmeden geçemedin değil mi?" diye sordu neşeyle.

Başımı sağa sola salladım. Adamın etkisinden kurtulmaya çalıştım. Jason eşsiz bir değerli taş gibiydi. İnsanın gözlerini alıyordu, mükemmeldi ama sahip olmaya kalktığında başını ağrıtacak bir çok sorun ortaya çıkıyordu. Buna değmezdi.

"Sadece meraktan," dedim omzumu silkerken. "Onun bir şeyler çevirebileceğini düşündüm."

"Bu yüzden hemen onu takip ettin."

"İçgüdülerim bana bunu yapmamı söyledi."

Jason bana biraz daha yaklaştır. "Demek içgüdülerin," dedi bal kadar tatlı ama bir o kadar zehirli bir sesle. Gülümsemesi soğuk bir rüzgar etkisi yaratırken dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Bir daha içgüdün seninle konuşmaya kalkarsa onun sesini kesmesini sağla."

Ben cevap veremeden ekledi. "Seni tehlikeden korumaya çalıştıkça neden tam merkezine atılıyorsun?"

Güldüm. Söylediği şeyi gerçekten yapıyor muydu? Benim nasıl tehlikelerin içinde olduğumu bile bilmiyordu üstelik. Suikastçının bir şekilde geri geleceğini biliyordum. Geldiğinde onun karşısından bir kere daha sağ çıkabilir miydim emin değildim. Bilmediğim bir dünyada sıkışıp kaldığımı bile bilmiyordu. "Beni tehlikeden korumak mı? Daha çok krallığını korumaya çalışıyormuşsun gibi bir halin var."

Jason derin bir nefes alıp yavaşça verdi. Bu sırada gözlerini kapatıp başını arkaya doğru yatırmıştı. "Anlamıyorsun-"

Ondan bir adım uzaklaştım. "Hayır sen anlamıyorsun," dedim kendimden emin bir sesle. Rose ve Finley beni deli gibi arıyor olmalıydı. Sırf merak uğruna değerli zamanımdan olmuştum onu saymıyordum bile. "Düşünmen gereken insanlar var ama benimde düşünmem gereken bir hayatım var. Jason kendini ülkene adadığını görebiliyorum ama hepsine aynı anda sahip olmayacağını bilmelisin. Tıpkı babanın olamadığı gibi."

Jason bir süre konuşmadan gözlerime baktı. "İnan bana ne benim ne de babamın hakkında bir şey bildiğin yok. Sadece senin iyi olmana ihtiyacım var. Bu karmaşada birde seni düşünemem."

Kaşlarım çatıldı. "Beni düşünmek zorunda değilsin."

Gülme sırası bu sefer ondaydı. "İnan bana bunu durmadan kendime söylüyorum ama aklım almıyor." Uzanıp parmaklarıyla yanağımı okşadı. "Beni krallığımla kendi aranda bir seçime sürükleme Slyvia. Seni tanıyalı kısa zaman olmasına rağmen seni seçerim. Bunun sonucuna katlanabilir misin?"

Nefesimi içime hızla çekerken gözlerinin içine baktım. Aramızdaki bu çekimin anlamını bilmiyordum ama durmadan ondan etkilenirken buluyordum kendimi. Bu işin sonu iyi değildi. Ben onunla olmak istesem bile her zaman metres olarak damga yiyecektim, beni seçmek için krallığının geleceğini hiçe sayacaktı. Oysa bunu istemiyordum, sorun olmamalıydı. İstediğim tek şey huzurdu. Koskocaman huzurlu bir hayat.

Jason'ın arkasında hareketlilik gördüğümde bir anda dikkatim dağıldı. Bakışlarım oraya kaydığında gördüğüm kişi Rose'du. Genç kadının bakışları benimkilere takıldığında yüzü aydınlandı ve biran tökezleyerek birkaç adım ileri atıldı. . Tam düşeceği sırada onu biri tuttu; Finley. Bakışları endişeyle bana bakarken bir an sonra karşımdaki adama, Jason'a odaklandı. Yüzü daha da ciddileşti. Onları Jason'dan uzaklaştırmalıydım.

O yüzden bakışlarımı Jason'ın gözlerine diktim. "İyi olacağım," dedim ve Rose'a doğru yürümeden önce gözlerine bakarak ekledim. "Yardım etseniz de etmeseniz de."

Loading...
0%