Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@tgceymn

Burnuma taze havaya karışmış biberiye ve is kokusu geliyordu. Taze havayı alıyorsam bu cam açık demekti ama üşümüyordum. Kış mevsiminde olmamıza rağmen bedenim sıcaktı.

Uykunun mahmurluğuyla hareket etmek istediğimde bunu rahatça yapamadığımı fark etmem bir an gözlerimin açılmasına neden oldu. Uykudan uyanan zihnim neler olduğunu hatırlarken yanağımın yaslı olduğu çıplak göğsün sıcaklığını hissettim.

Gözlerim kapalıyken kaşlarım çatıldı. Çıplak göğüs mü?

Tek gözümü açıp nerede yattığıma baktım. Jason'ın yaralı tenini görünce nefesimi tuttum.

Jason'ın kollarında yatıyordum.

Jason çıplaktı tıpkı benim olduğum gibi. Bacakları bacaklarıma sarılmıştı. Bir kolu beni belimden sararken diğer kolu yanına doğru uzanmıştı. Başımı kaldırıp bakmaya çalıştığımda yüzünün bana dönük halde huzurlu bir şekilde uyuduğunu gördüm. Bana uykuda sorun yaşadığını söylemişti ama şimdi bir sorunu varmış gibi görünmüyordu.

Yaralarına ve onların altında belirgin olan kaslarına baktım. Bu kasların uzun zamandır çalışmanın vermiş olduğu bir sonuç olduğunu biliyordum. Sanki kaslarında titreşen gücü hissedebiliyordum.

Yeniden bakışlarımı kaldırıp yüzüne baktım. Perdenin kapatmadığı ve birkaç tanesinin açık olduğu pencereden içeri sızan güneş ışığı saçlarının değerli bir maden gibi parlamasına neden oluyordu. Saçlarının arasında oynaşan parıltıları okşamak istiyordum. Saçları onu ilk gördüğüm günden daha uzundu. Onlara dokunmanın nasıl hissettirdiğini biliyordum. Sanki ipek gibiydi.

Teni beyaz mermerden oyulmuş gibi pürüzsüzdü. Tabi yaraları dışında. Ona baktığımda sayısız kez acı çektiğini görebiliyordum.

Yine elimde olmadan o geniş yarayı yavaşça okşadım. Parmaklarımın ucu yaranın pürüzlü yüzeyinde geziniyordu. Bu yarayı aldığında neredeydi? Ölümde döndüğü o günlerde kendini nasıl hissetmişti? Onu destekleyecek birinden yardım almış mıydı?

Bu soruların cevaplarını bilmiyordum. Üstelik onu tam olarak tanımıyordum bile. Tek bildiğim yalnız olduğuydu.

Parmaklarım başka bir yaraya geçtiğinde elimde olmadan iç çektim. Ona dokunmadan duramayacak kadar kendimi kaybetmiş miydim?

"Sabah sevişmesi için beni uyandıran bir kadın," dedi Jason uyku mahmurluğuyla kalınlaşmış sesiyle. Beni belimden çekerek kendine daha çok yasladı. Ardından tek bir hareketle beni kucağına ata biner gibi oturmamı sağladı. Elleri belimi okşarken kalçasını kaldırıp beni yukarı doğru itti. Bacaklarımın arasındaki sertlik gözlerimin ardına kadar açılmasına neden oldu.

Mavi yeşil gözleri öyle duygu dolu bakıyordu ki bir an ne diyeceğimi unutmama neden oldu. Gülümseyerek yüzüme düşen saçları geriye doğru itti. Bacaklarımın arasındaki baskısı hala nefesimi kesiyordu.

"Bunu yapmak zorunda mıyız?" diye sordum biraz da merakla. Bu deneyim benim için yeniydi. Durmadan afallamama neden oluyordu. Jason'ı bu kadar etkileyen ben miydim yoksa eylemin kendisi miydi emin olamıyordum.

Jason, sabah güneşinde büyülü bir taş gibi parlayan gözlerini bedenimde gezdirdi. Bana dokunmadan okşayabilmesi ürpermeme neden oldu. "Sana bir sır vereyim hayatım," dedi beni yavaş yavaş kendine sürterken. Gözleri tutkuyla kararmıştı. "Bunu hayatının sonuna kadar yapacaksın."

Kaşlarım çatıldı. "Bunu önüme gelen her erkekle yapacak biri değilim," dedim huysuz bir sesle.

Jason'ın bedeni kasıldı, hareketleri durdu. Gözlerindeki tutku sanki buhar olmuş, yerini anlamlandıramadığın bir duygu almıştı. Bir anda beni altına aldığında dudaklarımdan ufak bir çığlık kaçtı. Şimdi bacaklarımın arasındaydı ve bana onun yüzünde bir kez bile görmediğim öfkeyle bakıyordu. "Bir başka erkekle olmayı mı düşünüyorsun?" diye sordu tehditkar bir sesle.

"Ben," dedim ve yutkundum. Boğazım kurumuştu. Girişimdeki sertliği aklımın mantıklı konuşma yapamayacak kadar bulanmasına neden oluyordu. Bedenim beklentiyle titrerken istemsizce kalçamı oynattım. İçime bir titreme dalgalandı.

Jason gülümsedi. "Senin yerine ben cevap vereyim hayatım, senin derinliklerine ulaşabilen tek adamın altında kıvranıyorsun şuan." Yavaşça doğrulup girişime yaslandı. "Benimsin Slyvia, sonsuza kadar benim," dedi ve canımı acıtmaktan korkar gibi yavaşça içime girdi. Acının gelmesini bekledim ama onun yerine zevk vardı. Üstelik Jason gözlerini aldığı zevkle kapatmış, üzerimde gidip geliyordu.

Mavi yeşil gözler benimkileri bulmadan önce dudaklarından bir inilti döküldü. "Söyle," dediğinde kendimi o kadar zevke kaptırmıştım ki ne konuştuğumuzu hatırlamakta zorlandım.

"Neyi?" diye sorabildim nefes nefese.

Bir eliyle göğsümü sıkarken güldü. "Bana ait olduğunu söyle," dedi çatallı sesiyle. Sanki o da benimle konuşmakta zorlanıyordu. Nefesi sıklaşmış, alnı kırışmıştı. Her gidip gelişinde dudaklarından iniltiler dökülüyordu.

Güldüm. Kalçamı oynattığımda derin bir nefes aldı. Onun bu halini fırsat bilip yeniden üstüne çıktım. Bu yeni deneyimin bana verdiği güçten hoşlanıyordum. "Comerdai Kralı Jason, sen bana aitsin," dedim onun söylediğinin tam tersini söyleyerek.

"Sadece benimle sevişecek, bana ait olacaksın," derken onun bana öğrettiği şekilde hareket ediyordum. Gözlerinin kapanmasından, adımı söyleyerek daha hızlı olmamı tembihlemesinden iyi ilerlediğimi anlayabiliyordum. Göğsüne vurduğumda dikkatini bana verdi. "Söyle," dedim ellerimi göğsüne bastırıp kalçamı bir kez daha çevirerek. Boğazından gelen hırıltıyla birlikte kalçalarımı tutup sıktı. Başını geriye doğru savurup konuşmaya başladı.

"Her zaman sana ait olacağım," derken kalçası altımda hareket ediyordu. Gözlerimin içine baktığında ormanın içindeki eşsiz gölü görebiliyordum.

"Sen beni istemediğin zaman bile sana ait olacağım." Son kelimeleri o kadar içtendi ve çaresizlik içindeydi ki kendimi kaybettim. Bir an sonra ikimizde konuşamayacak haldeydik. Vücutlarımızın ritmine kapılıp zamanı ve sorunlarımızı unuturken birbirimizin bedenine daha çok karıştık. Sonunda sarsılarak adını sayıkladığımda zirveye çıkarken bana eşlik etti. İkimizde birbirimize dolanmış halde yatarken nefeslerimizin düzenlenmesini bekliyorduk

Sonunda biraz olsun kendime geldiğimde güldüm.

Jason uzanıp saçlarımı geriye doğru itti. Kısa saçlarım ne kadar toplamak istesem de durmadan yüzüme düşüyordu. "Neden gülüyorsun?" diye sordu boğuk sesiyle.

İç geçirmekten kendimi alamadım. "O kadar metres olmak istemediğimi söyledim ama sonunda seninle beraber olarak unvanı hak etmiş oldum."

Jason gülmedi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra saçlarımın tepesine bir öpücük kondurdu. "Böyle düşünmene üzüldüm. Kimin seni nasıl düşündüğü önemli değil. Sen benim için bir metres değilsin." Belime daha sıkı sarıldı. "Daha fazlası olduğunda kesin."

Ben de ona birkaç kelime söylemek isterdim ama yorgunluk ve mutluluktan konuşmaya halim yoktu. Kollarında yatarken kapının çaldığını duyduk. Bir an sonra Jason hızla yataktan kalktı.

"Lanet olsun toplantıyı kaçırdım," diye söylendi kıyafetlerini ararken. Ona uşağının gelebileceğini ve yeni kıyafetler getirebileceğini söylemek istedim ama kendini kaptırmış, telaşlı hali kesinlikle izlemeye değerdi.

Elinde pantolonu bir an durup bana baktı. İfadesinde şaşkınlık vardı.

"Ben uyudum," dedi kaşlarını çatarak.

Onun haline güldüm. "Başka bir şey mi yapmayı mı bekliyordun?"

Jason gülümserken başını sağa sola salladı. "Kabus görmeden, şiddetli baş ağrım olmadan uyudum." Mutlu görünüyordu. Sanki uzun zamandır istediği ama elde edemediği bir şeye kavuşmuş insanın huzur dolu gülümsemesi vardı yüzünde.

Örtüyü üzerime çekerken miskin bir ifadeyle ona gülümsedim. Birlikte olmamızın ona böyle bir his yaşatacağını bilmiyordum. Demek birlikteliğimiz onun için bu kadar önemliydi.

Jason haline gülüp giyinmeye devam etti. Bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. "Şimdi banyo yapacak vakit yok ve ben bugünü üzerimde senin kokunla nasıl sakince getireceğim bilmiyorum." Önce gömleğini sonra ceketini giyerken bende örtüye sarılı bedenimle yanına gittim.

"Olur da zaman bulursan seni serada bekliyor olacağım," dedim ona vaad verirmiş gibi.

Jason'ın gülümsemesi titredi. "Seninle orada sevişebileceğimi sanmıyorum," derken bakışları dalgındı.

Parmak ucumda yükselip dudaklarına kısa bir öpücük kondurdum. "Merak etme sana kötü bir şey yapmam sadece vakit geçiririz. Biraz uzaklaşmak sana iyi gelir," dedim.

Jason minnettar bir ifadeyle gülümsedi. Ardından hızla bana sarılıp öperken ayaklarımı kısa bir süreliğine yerden kesti. Dili ağzımın içinde ufak bir keşif yaptıktan sonra beni yere indirdi. "Gitmeliyim sevgilim," dedi ve alnımı öptükten sonra odadan hızla ayrıldı.

Örtüye sarılı halde onun arkasından bakarken Rose'a yapmam gereken açıklamalar olduğunu düşündüm. Ben kalmak istiyordum ama onun benimle aynı hisleri paylaşacağını sanmıyordum.

Jason gittikten sonra küvetteki ılık suya kendimi bıraktım. Ilık su ağrıyan kaslarıma oldukça iyi gelmişti. Rose olmadığı için kokulu yağlar yoktu ama su başlı başına beni rahatlatmaya yetmişti. Acelem yoktu. Her ne kadar bir elbise almak için dışarı çıkmam gerekse de hızlanmak için acele etmiyordum.

Banyoda yeteri kadar vakit geçirdikten sonra küvetten çıktım. Derim artık buruşmaya başlamıştı ama o kadar yorgundum ki kolaylıkla hareket edemiyordum. Güzelce kurulandıktan sonra saçımı havluya sarıp giysi dolabımın karşısına geçtim. Rose ortalarda olmadığına göre kendim kolaylıkla giyebileceğim bir elbise seçmeliydim.

Nane yeşili elbiseyi aldım. Bu elbise önden düğmeliydi ve kolayca kendim giyebilirdim. Bir an bile başka elbiseye bakmadan giyinmeye başladım. Elbise kolayca giyiliyordu. Üstelik etekleri kabarık olmadığı için hareketlerimi kısıtlayacak bir engeli de yoktu.

Son olarak ayakkabılarımı giydikten sonra Rose'u düşünüyordum. Benden bu kadar uzak kalmaz, sabah ilk iş bana sıcak çikolatamı getirmek olurdu. Endişe mideme çöreklendi. Ona bir şey olmazdı değil mi?

Ayakkabılarımın bağcıklarını daha hızlı bağlamaya çalıştım. Ben daha son düğümü atmadan kralın oda kapısı tıklatıldı ve elinde tepsi olmayan Rose içeri girdi. Rose bana selam vermek için eğildi ama tek kelime etmedi. Yüzüne baktığımda tuhaf bir ifade olduğunu gördüm. Koltuğun üzerindeki eldivenleri almak için eğildiğimde ona baktım.

"Rose sen iyi misin?"

Genç kadın bana baktığında bakışları birden dalgın düşüncelerinden çıkmış gibi kendine geldi. "Ben özür dilerim bir şey düşünüyordum," derken sesi zayıf çıkıyordu. Sanki bir sorunla karşılaşmıştı ama bunun sonucunda yenilmiş gibi görünüyordu. Onu kendi haline bırakamazdım, ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Bu şekilde ona yardım edebilirdim.

"Rose anlat bana," dedim yumuşak bir sesle.

Elinde ki şapkamın kenarlarını öyle bir sıkıyordu ki artık onu takamayacağımı biliyordum. Gerçi umursadığımdan değildi ama Rose böyle şeylere dikkat ederdi.

Bana baktığında gözünden bir damla yaş yanağından süzüldü. Ardından birkaç derin nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Nick bana evlenme teklifi etti," dedikten sonra hıçkırıklarına engel olamadı.

Hemen harekete geçip ona sarıldım. Başını omzuma dayayıp ağlamaya devam etti. Bir süre o ağlarken sadece saçlarını okşadım ve sakinleştirici şeyler söyledim. Sonunda hıçkırıkları azaldığında onu koltuğa oturttum.

"Bu sevinilecek bir haber neden bu kadar üzüldün?"

Rose kızarmış gözlerini bana çevirdiğinde çaresiz görünüyordu. "Ben evlenebileceği bir kadın değilim," derken sesi titriyordu. Sanki kendinden iğrenir gibi bir hali vardı. Benden uzaklaştı, koltuğa sanki kendini atar gibi oturdu. Kucağındaki parmaklarını birbirine sarmış o kadar büyük bir güçle sıkıyordu ki parmaklarını kıracağından korktum. Hemen uzanıp ellerini birbirinden ayırdım.

Kaşlarım çatık, aklım karışmış halde sordum. "Neden böyle düşünüyorsun?"

Bana bakarken dudakları yeniden titremeye başladı. "Biliyorsun," dedi sesi incelmişti. "Ben, ben prens tarafından," dedi ve sustu. Onları ilk gördüğüm zamanı hatırlayınca tüylerim diken diken oldu. Rose'un ne demek istediğini anlamıştım. Bu pislik herifin canını almak istiyordum. Bir kadına rızası olmadan bunları nasıl yapardı. Rose onun yüzünden kendini kötü hissediyordu.

Ellerini sıkıca tutarken önünde diz çöktüm. "Bana bak Rose," dedim gözlerimin içine bakmasını sağlayarak. "Bu senin suçun değil."

Yaşlı gözlerini bana çevirdi. Yüzü kanı çekilmiş gibi beyazdı. "Ama-"

Başımı hızla salladım. "Aması yok senin bunda bir suçun yok. Sen herkesten daha masumsun." Sonra ekledim. "Nick yaşadıklarını biliyor mu?"

Rose panikledi. "Hayır, ona asla anlatamam," derken çaresizlik sesinden akıyordu sanki.

"Anlatmalısın Rose. Bu senin suçun değil. Bunu saklayarak Nick'ten uzaklaşırsan hayatının sonuna kadar kendini affetmezsin."

"Ama benden nefret edebilir."

Sinirlendim ama konuşmadan önce kendimi sakinleştirdim. Karşımdaki kadına şefkatle yaklaşmam gerekiyordu. Böyle düşünmesi onun suçu değildi. Rose şuan hassas bir anındaydı ve ona öfkeli davranmak kabuğuna daha çok çekilmesine neden olurdu.

"Eğer senin elinde olmadan yaşadığın bu anlar yüzünden sana kötü davranırsa o zaman seni ve sevgini hak etmiyor demektir."

Rose şaşkın bir halde bana bakıyordu. Gözlerini kırpıştırdı ve sonunda konuşmaya başladığında bütün dikkatimi ona verdim. "Sen bunun doğru olacağını mı düşünüyorsun?"

Konuşmadan önce başımı hızla salladım. "Evet, kesinlikle bunu yapmak senin için en iyisi olacak."

Rose hala sessiz sessiz ağlarken başını salladı. "Nick'i gerçekten seviyorum ama ona her şeyi anlatsam bile benden onunla kalmamı isteyebilir," dedi gözlerindeki yaşlarla. "Ama bizim gitmemiz gerekecek. Nick evini, ailesini bırakabilecek biri değil."

Geri çekildim. İşte şimdi aldığım kararı söylemenin zamanıydı. Rose'da belki burada kalarak mutlu olabilirdi. Bende aldığım kararla mutluluğumu bulabilecek miydim biliyor muydum? Emin değildim. Sadece tek düşüncem eğer bu kararı almazsam pişmanlık duyabileceğimdi. "Rose sana söylemem gereken bir şey var."

Rose kaşlarını çattı. Benim konuşmamı beklerken huzursuz bir halde ayağa kalktım. Nereden anlatmaya başlamalıydım bilmiyordum. En iyisi bir an önce söylemekti.

"Rose ben burada kalmaya karar verdim," dedim bir çırpıda. En iyisi açık olmaktı. Beklemeler bana göre değildi.

Rose bir anda ağlamayı kesti. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırırken bana dikkatle baktı. "Burada mı? Neden?"

Bakışlarımı ondan kaçırdım. Göz ucuyla karmakarışık olan yatağa baktım. Jason ile sevişmeden önce bile ona yardım etmek için tehlikeye atıldığımı biliyordum. Onun yanında kalmanın doğru olduğunu düşünüyordum. Ona bakmak bile bana iyi geliyordu. Kokusunu içime çekmek, dokunuşlarını yeniden hissetmek istiyordum. Bunun cinsellik yüzünden olduğu düşünülebilirdi ama ben nasıl bir anlam yüklemem gerektiğini bilmiyordum. Sadece aldığım kararın arkasında durmak istiyordum.

"Ben Jason'a aşığım," dediğimde Rose'un gözleri ardına kadar açıldı. Ardından ondan beklemediğim bir şekilde yerinden hızlıca kalkıp bana sıkıca sarıldı.

"Seviyorsun. Peki o seni seviyor mu?" diye sordu merakla.

Beni seviyor muydu? Bunu bilmiyordum. Açıkçası benden etkilendiğini biliyordum ama beni sevdiğini hiç dile getirmemişti. Huzursuzca kıpırdandım. Beni sevmiyor olabilirdi. Peki ben beni sevme ihtimaline karşılık mı onu sevmiştim?

"Beni istediğini biliyorum," dedim lafı çevirerek. Bazı konuları zamanı gelince sorgulayacaktım. "Benden kalmamı istedi."Rose başını salladı. Konuşmadan önce derin bir nefes aldı. "Açıkçası bende gitmek istemiyorum ama Nick ile yüzleşmek beni endişelendiriyor." Bakışlarını bana çevirdi. "Hem burada kalırsak bizi öldüreceklerini biliyoruz. Jai Kralı asla peşimizi bırakmaz."

Rose'a hak vermeden edemiyordum ama korkuyla nereye kadar kaçabilirdik? Peki bu korku bizi uzaklara götürdüğünde kendi hayatımızı istediğimiz gibi yaşama şansımız olacak mıydı? Eğer mutlu olacağımız yerde yaşayamayacaksak o halde yaşamanın anlamı neydi?

Derin bir nefes aldım. "Jason bizi koruyacaktır ama bizde dikkatli olmalıyız," derken bunları Rose'dan çok kendime söylüyordum.

Rose elini yüzünde gezdirdi. Şimdi rengi kendine gelmişti. "Evet, dikkat etmeliyiz," dedi. Bunu yapacağımızı ikimizde biliyorduk ama nasıl yapacağımıza dair aklımız karışıktı.

Başımı sağa sola salladım. "O zaman ikimizde kalıyoruz."

Loading...
0%