Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@tgceymn

Comerdai Kralı Jason çalışma odasındaki geniş pencereden kentin hareketlenmeye başlayan sokaklarını izlerken içkisini yudumluyordu.

Onu iliklerine hatta kadar tatmin eden bir kadının yanından kalkmıştı. Hayatında bir kere bile bu kadar zevk aldığını ya da tutku dolduğunu hatırlamıyordu. Onun yanından ayrılmak zordu ama katılması gereken bir toplantı vardı. Üstelik bu toplantı sorunsuz geçmiş olmasına rağmen huzursuz hissediyordu.

Huzursuz olmasının sebebi ise oldukça tuhaftı.

Etraf. Çok. Sessizdi.

Elindeki kristal bardağı dudaklarına götürüp güneş viskisinden bir yudum aldı. Yakıcı sıvı ardında iz bırakarak midesine doğru ilerlerken son birkaç günde yaşanılan sakinliği irdeledi.

Toplantıda bir sorun olmamış, beklediği gibi geçmişti. Jenina ona afrodizyak verecek kadar kafayı takmış olmasına rağmen Sylvia'yı odasına aldıktan sonra ona gelip tek kelime etmemişti. Ondan ses çıkmadığı gibi babasından da bir ses çıkmıyordu. Sevgili kardeşi Connor her ne kadar Slyvia'ya yakınlaşmaya çalışmış olsa da herhangi bir tehdit içeren harekette bulunmamıştı

Tüm bunlar ne kadar sıradan görünse de ona tuhaf geliyordu. Çevresindeki insanların ona deli dediğinin farkındaydı ama bu paranoyak hali sayesinde bu günlere tek parça halinde gelebilmişti.

Sorun sadece saray değildi. Aynı zamanda madenlerin olduğu kasabalardaki saldırılarda durulmuştu. Kaşları çatıldı. Saldırıların durulma nedeni olarak muhafızlarını düşünmek isterdi ama kibir bir kralı tahtan en hızlı indiren bir meziyetti.

Baloya günler kalmıştı. Saray ziyarete gelecek olan misafirler için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Huzursuzluğu bir girdap gibi dönüp duruyor ona birçok teori üretiyordu. Her şekilde önemini almalıydı. Krallığın bir kaosa sürüklenmesi en çok düşman ülkelerin işine gelirdi.

Bardağından bir yudum daha almak istediğinde içkisinin bitmiş olduğunu gördü. Koltuktan kalkerken bir plan yapması gerektiğine karar vermişti. Koruması gereken bir halkı vardı ama en önemlisi Slyvia'yı tehlikeden uzak tutmalıydı. Onca acıdan sonra hayat ona bir hediye vermişti ve o kadını korumak için her şeyi göze alırdı.

İnsan her zaman kraliçesi olacak bir kadınla karşılaşmıyordu.

***

Tuhaf bir şekilde huzurlu hissediyordum.

Kaçmak bu dünyada gözlerimi açtığım andan itibaren benin için tek seçenek olmuştu. Oysa şimdi aldığım kararla kendi isteğimle sarayda kalıyordum. Kaosun hüküm sürdüğü, insanların durmadan birbirinin kuyusunu kazdığı bir yerdi. Tüm bunlara rağmen kalmak istiyordum. Mantık yerine kalbimin sesini dinliyordum. Üstelik sahip olduğum kalp benim bile değildi.

Benim kalbim geri döndürülemez bir şekilde durmuştu.

Ailemle son bir kez konuşmak ve onlara iyi olduğumu söylemeyi istemek dışında geriye dönmek istemiyordum. O hayat benim için oldukça zordu. Annemle babamın yüzünü hatırlamaya çalıştım ama bunu bir türlü başaramadım. Panik ruhumu ele geçirmekle tehdit ederken derin derin nefes alarak kendimi sakinleştirdim.

Kendi hayatıma odaklanmaya çalıştım. İçimde bir yerlerde aldığım kararla ilgili bir şüphe aradım ama yoktu. Bu hayatım için elimden geleni yapmalıydım. Kabul etmeliydim ki Jason'a geri döndürülemez bir şekilde aşık olmuştum. Onun yanında olmak alabileceğim en iyi karardı. Bu yüzden de ruhumdaki karmaşa yok olmuş, kendimi hiç ummadığım bir huzurun içinde bulmuştum.

Yolun sonu belirsizdi ama yol arkadaşımın elinden tutmak o yolu benim için paha biçilmez kılıyordu.

Rose ile bir süre daha oturduk. Benimle konuşurken gittikçe rahatladığını fark ettim. Kanı çekilmiş yüzüne renk gelmişti. Gözlerinde hala donuk bir parıltı olduğunu görebiliyordum.

Bu bakışa bir isim koymam gerekirse ona endişe derdim. Nick ona nasıl bir cevap verecekti bilmiyordum ama Rose onunla konuşarak ruhuna musallat olan şeytanlardan kurtulmayı başarmalıydı. Belki de Slyvia'nın hatıralarına ulaşamadığım için kendimi şanslı saymalıydım. Ne de olsa başına iyi şeyler gelmediğini az çok tahmin edebiliyordum.

Rose sonunda derin bir nefes alıp getirdiği şapkaya onaylamaz gözlerle baktı. O kadar endişeliydi ki şapkayı şeklini bozacak kadar buruşturmuştu. Yüzünde hoşnutsuzluk vardı.

"Sanırım bu şapkayı takmayacaksın."

Kıkırdadım. "Onu odaya getirdiğin an camdan dışarı atmak istedim."

Bana baktığında gözlerinde yaramaz ışıltılar sanki dans ediyordu. Kendini tutamadı "Dün geceden sonra leydi gibi görünmek konusunda bu kadar agresif olacağını düşünmemiştim."

Kaşlarım hayretle havalandı. "O da nereden çıktı? Bir gecede fikir değiştirmedim."

Gülümsemesi alaycıydı. "Ah tabi dün gece kaçmaktan vazgeçmenize neden olacak bir gece değildi sanırım," derken sesindeki kahkahayı alabiliyordum.

Kızardım. Geceyi hatırlamak bedenime ateş basmasına neden oldu. Jason'ın ellerini yeniden bedenimde geziniyor gibi hissettim. Daha önce böyle bir yakınlık yaşamamıştım. Üstelik hayran olduğun bir adamla bunu yaşamak deneyimin etkisini daha da arttırıyordu. "Bu konuyu konuşmayacağım," dedim hızlıca yerimden kalkarken. Eteğimdeki kırışıklıkları düzeltirken yanaklarımdaki kızarıklığın geçmesini umdum.

Rose alay edercesine keyifle güldü. Moralinin düzelmesine seviniyordum ama bana takılmasından memnun değildim.

"Bu konu saraydaki herkes tarafından konuşuluyor olacak leydim ne de olsa sessiz bir gece değildi."

Aniden başımı kaldırıp ona baktım. Geçmesini umduğum kızarıkların daha yoğun bir hal aldığına emindim. "Ne demek istiyorsun?" diye sordum tek solukta. "Bizi duymuşlar mı?"

Rose kahkahasını bastırmaya çalışırken başını salladı. "Kralın sizi memnun ettiğini bilen bir dolu insanla karşılaşacağınıza eminim."

Ellerimi yanaklarıma bastırdım. "Sanırım bugün odamdan çıkmayacağım," dedim hızlıca. "Bir süre burada kalmaya niyetliyim," derken şiddetle başımı sallıyordum. Ardından ekledim. "Belki sonsuza kadar."

Rose sonunda kahkaha atmaya başladığında bende dayanamayarak onunla beraber gülmeye başladım.

Yaşadığım ironiye gülüyordum. Bir metres olmayacağımı söylerken insanlara bunu kanıtlamış kadar olmuştum ama umursamıyordum. Jason'ın kelimeleri hala kulağımda yankılanıyordu. Beni öyle görmediğini söylemişti. Benim ne düşündüğümün önemli olduğunu. Bu yüzden diğer insanların düşüncelerini umursamamam gerektiğini dile getirmişti.

Kahkahalarımız ruhlarımızın üzerindeki kara bulutların dağılmasına neden oldu. Sonunda Rose terziye gitmemiz gerektiğini hatırlattığında balo kıyafetinin tamamen aklımdan çıktığını fark ettim. Bunu dile getirmedim elbet. Gece yaşanılanların aklımı başımdan aldığına dair bir ima daha duymak istemiyordum.

Odadan çıkarken bakışlarım Rose'a kaydı. Yaşadıklarına rağmen bir erkek ve kadın arasında olanlara karşı nefret beslemiyordu. Bunun için ona hayran olmadan edemedim. Yaşadığı travmaları bir şekilde atlatabilecek kadar güçlü bir kadındı. Tek dileğim Nick'in ona karşı anlayışlı olmasıydı. Eğer onu incitecek bir şey söylerse ahır için yeni bir seyis bulmak gerekecekti.

Rose ile beraber apar topar odadan çıktığımızda bize eşlik edecek olan Finley'i gördük. Yüzü o kadar ifadesizdi ki bir kaya parçasından yontulmuş heykele benziyordu.

Yutkundum. "Finley," dedim ve nasıl devam edeceğimi bilemedim.

Muhafız lideri sert bir şekilde baş selamı verdi ve eli kılıcının kabzasında ilerlememiz için bizi bekledi. Ona yalan söylediğim için bana kızgın olduğunu biliyordum. Bir şekilde beni affedeceğini düşünmüştüm ama aksine daha da mesafeli görünüyordu.

Rose bana bir bakış attıktan sonra önden ilerlemek için harekete geçti.

Derin bir nefes alıp Finley'e baktım. Benim yerime duvara bakmaya kararlı görünüyordu.

"Benimle konuşmamaya kararlı mısın?"

"Sizinle konuşuyorum leydim."

"Senden özür diledim ama hala bana karşı mesafelisin. Arkadaş olduğumuzu sanıyordum."

Finley fırtına bulutlarını andıran gözlerini bana çevirdiğinde onun tahmin ettiğimden daha çok kırıldığını gördüm. "Arkadaşlar birbirlerine yalan söylemezler," derken sesi sert çıkıyordu.

Göğsümde tuhaf bir sıkışma vardı. Arkadaşımı kaybetmek üzereydim. Hatta belki çoktan kaybetmiştim.

Derin bir nefes aldım. "Bu bir daha olmayacak," dedim kesin bir sesle.

Kaşları çatıldı. Gözlerindeki güvensizliği görebiliyordum. "Buna emin olabilir miyim bilmiyorum."

Uzanıp omzuna dokunduğumda parmak uçlarıma yükselmek zorunda kalmıştım. İrkildi ama geri çekilmedi. Gözlerinin içine bakarken yemin eder gibi kendimden emin bir sesle kelimelerimi söyledim. "Bir daha asla sana yalan söylemeyeceğim."

Pes edercesine nefesini verdi. "Ne olursa olsun bir daha yalan söylemeyeceğinize emin misiniz?" diye yumuşakça sordu. Bana inanmak istediğini görebiliyordum. Bu dudaklarımın kıvrılmasına neden oldu.

Elimi çekip topuklarımı yere indirirken hevesle başımı salladım. "Kesinlikle ne olursa olsun sana yalan söylemeyeceğim."

Dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. "Her konu da mı?"

"Her konuda."

Gülümsemesi şimdi düpedüz şeytaniydi. "O halde dün ge-"

Elimi hızla ağzına bastırdım. Gri gözleri şaşkınlık ve eğlenceyle ardına kadar açıldı. Onun soracağı soruyu düşünmek bile utancımdan yerin dibine girme isteğime neden oluyordu.

"Özel konular konusunda asla konuşmayacağım," dedim yanaklarım kızarırken. "Asla beni anladın mı?"

Finley'in gözlerinin kenarları kırıştığında onun güldüğünü anladım. Hafifçe başını sallayınca elimi indirdim.

"Gece hakkında konuşulmasını istemiyorsan belki de daha sessiz olmalısın," dediğinde hırsla ona döndüm.

Ona dimdik bir bakış attım. "Vazgeçtim benimle küs kalmaya devam edebilirsin," dedim huysuz bir sesle. Ardından sinirle yürümeye başladım. O bana yetişemeden neşeli kahkahası kulağıma ulaştı.

***

Bu roman benim dünyamda 18. yy' a yakın bir özelliğe sahipti. Her ne kadar büyü gücüde olsa yine bir yükseltinin üzerinde kollarımı iki yana açarak saatlerce beklemek zorundaydım. Bu zamana alışabilirdim ama terzide saatlerce hareketsiz dikilmek ve her tarafıma iğne batırılmasından nefret etmiştim. Elbise ölçümün alınabilmesi için bunu yapmam gerekiyordu. Her saniyesinden nefret ettim.

Finley kapıda bekliyordu. Sadece o değil iki muhafızda karanlıklar arasında bizi izliyordu biliyordum. Sanki her an olay çıkabilirmiş gibi gergin ve tetikteydi. Kapıdan çıkıp Arnavut kaldırımlarının olduğu sokağa adım attığımda bakışlarını bana çevirdi. O an yüzünde dostça bir ifade belirdi. Onun arkadaşlığının benim için bu kadar önemli olacağını tahmin etmemiştim oysa. Şimdi ona bakarken yüreğimde huzuru daha iyi hissediyordum.

Arabada ağır ağır ilerlerken kent sakinlerinin sesleri arabanın içine doluyordu. İnsanlar batan güneşle beraber hızla evlerine gitmek için hareket ediyorlardı. Kış havası kendini daha sert hissettiriyordu. Rose bacaklarıma kürk örtmesine rağmen soğuk titrememe neden oluyordu.

Kış çok yakındaydı.

Batan güneşe baktığımda içimde, derinlerde artmaya başlayan heyecanı hissediyordum. Belki akşam yemeğinde belki de gece yatarken Jason'la konuşacak, onunla vakit geçirecektim. Bir şekilde onun sorunlarını çözemesem bile rahatlatmak istiyordum. Tabi başka bir şeyler de hissettiğim gerçeğini saklayamayacaktım.

Jason ile geçirdiğimiz gece ve bu sabahın hatırası bedenimde ateş dalgasının gezinmesine neden oluyordu. Fiziksel bir temasın beni bu kadar esir alacağını düşünmemiştim ama Jason'ı düşünmek bile karnımın altındaki o gerilim artmasına neden oluyordu. Başım beladaydı. Jason'a karşı sabırlı olmalıydım. İçimden bir ses ona karşı sabırlı olmalı öğütlüyordu.

Bir kralın sevgilisi olmak nasıl bir süreçti bilmiyordum. Gerçi ben birinin sevgilisi olmanın nasıl bir deneyim olduğunu da bilmiyordum. Yine de Jason'ın farklı öncelikleri olacağına emindim. Üstelik doğum günü için önemli insanları sarayında ağırlayacaktı. Dikkatli bir plan yapmalıydı çünkü herhangi bir yanlış hareket sonunda krallıklar arası savaşın patlamasına neden olabilirdi.

Jai Kralı'nı ülkesine sokmak istemediğini biliyordum ama başka seçimi yoktu. Jai Kralı ülkeye geldiğinde nasıl bir tutum takınacaktı ben de merak ediyordum. Onunla yüzleşecek olmanın düşüncesi bedenimde buz gibi bir hissin dolanmasına neden oluyordu.

Gerçekten endişe verici bir süreçti.

Seraya geldiğimde odaya çıkmak istemedim. Ne de olsa akşam yemeğine daha vakit vardı ve ben odaya hemen kapanmak istemiyordum. Artık gülleri satmakla uğraşmama gerek yoktu ama serada, yapayda olsa bahar havasında vakit geçirmeyi seviyordum.

Seraya varmış, Rose'un bir süre sonra getirdiği gül ve nane aromalı çayımı yudumlarken kendimi buraya ait hissediyordum. Arada esen ılık bir rüzgarla gül dalları aheste aheste sallanıyor, gül kokuların daha da artmasına neden oluyordu. Rose çoktan yemek hazırlıklarıyla ilgilenmek için saraya gitmişti. Finley kapıda bekliyordu. Bugünde her zamanki günler gibiydi.

Benim için neredeyse huzurlu bir gündü.

Neredeyse diyorum çünkü çayımdan daha ikinci yudumu alamadan duyduğum ses elimdeki fincanı düşürmeme neden oldu. Fincanın içindeki sıcak çay ayaklarıma döküldüğünde acısını belli edecek bir ses bile çıkaramadım.

O hırıltılı sesi duyduğumda ruhum buz kesti.

"Kralın koynuna girince benden kaçabileceğini mi sandın?"

Ellerim kucağımda yumruk şeklini aldı. Öfkeliydim hem de hiç olmadığım kadar ama enseme bir hançer dayalıyken ne yapabilirdim ki? Göz ucuyla seranın kapısında duran Finley'e baktım. Tanrım tek bir kelimem beni kurtarmasını sağlayabilirdi. Tabi o sırada enseme saplanacak olan hançerden kurtulabilirsem.

Suikastçı tuhaf, gıcırdamayı andıran bir ses çıkardı. Çok sonra onun güldüğünü anladım.

"İstersen çağır onu," dedi kendinden emin bir sesle. "Çağır ve nasıl öldüğünü izle."

Güçlükle yutkundum. "Beni öldürecek olsan bu kadar oyalanmazdın. Benden ne istiyorsun?"

Bir süre sessiz kaldı. Bir milim bile kımıldayamıyordum. "Senden ne istediğimi biliyorsun, o da kralın öldürülmesi."

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Onun ölmesini ne kadar çok insan istiyordu. Kral olmanın çekici hiçbir yanı yoktu.

Dudaklarımı aralayıp bunu yapamayacağımı söylemem gerekiyordu ama ben daha konuşmaya başlamadan ensemdeki baskı yok oldu. Artık onu arkamda hissetmiyordum. Hızla sandalyemden kalktım.

Finley kaşları çatılmış halde bana doğru yürüyordu. Suikastçıyı görmüş olabilir miydi?

Sanmıyordum.

Yüzüm nasıl görünüyorsa eli hemen kılıcının kabzasına gitti. Öfkeyle tısladı. "O şerefsiz buradaydı değil mi?" diye sordu kararan ifadesiyle.

Derin bir nefes aldım. "Gitti," dedim. Ellerimi masaya dayadım ve nefesimi düzenlemeye çalıştım. "Ben iyiyim, sen içeri girdiğinde gitti."

"Sana bir zarar vermedi değil mi?" diye sordu endişeyle

Başımı sağa sola salladım. "Hayır, tam zamanında geldin," Nefesim düzene girmişti. Doğrulup elbisemi düzenledim. Ayaklarımdaki acı artık dinmişti. "Sen neden geldin?" diye sordum.

Finley bir an ne diyeceğini unutmuş gibi baktı. Ardından hemen ekledi. "Kral sizi yemek için bekliyor. Hizmetçi size iletmemi söyledi," dedi.

Nefesimi yavaşça verdim. "O halde kralı bekletmeyelim," dedim ve ayaklarıma gelen güçle zorda olsa yürümeye başladım. Suikastçının geldiğini benden duymalıydı. Onun bana yaklaştığını duyduğunda yanımdan bir an bile ayrılmayacağını ya da başkasını başıma nöbetçi dikeceğini biliyordum. Sanırım bundan memnun olacaktım.

Diğer bir seçenek ölümüme neden olabilirdi.

Tehlikeler bir türlü bitmiyordu.

Loading...
0%