@tgceymn
|
Zaman hiç istemediğim kadar hızlı ilerliyordu. Sabahları doyurucu bir kahvaltının ardından Rose ve Finley'in eşliğinde terzide vakit geçirmek için kente iniyorduk. Terzide saatlerce dikilmek huzursuz bir kişiliğe bürünmeme neden oluyordu. Rose her seferinde eğer düşmanlarımızla karşılaşacaksak en iyi silahımın elbisem olacağını bu yüzden sabretmem gerektiğini söylüyordu. Güzel bir elbise beni hançerin keskin yanından kurtaramazdı. Tabi bunu ona söylemedim. Akşama doğru yorgun bir halde seraya gittiğimde yine Rose ve -artık yanımdan bir an olsun ayrılmayan- Finley ile birlikte çaylarımızı yudumluyorduk. Güneş gökyüzünde kaybolmaya başladığında ruhumda bir elektrik akımı gibi gezinen heyecanın etkisine giriyordum. Jason o gün ne işi olursa olsun yemek zamanını asla kaçırmıyordu. Gece olduğunda onun kollarında türlü zevki tadıyor, onun tenimi yakan okşamalarıyla kendimden geçiyordum. Bu karmaşa zamanın hızla akmasına neden oluyordu ama aynı zamanda kendimi huzurlu hissediyordum. Çoğu zaman bir roman dünyasında olduğumu unutuyordum bile. Bu dünya artık benim gerçekliğim oluyordu ve ben bundan memnundum. Huzurumu bir şeyin bozamayacağını düşünmeye başlamıştım. Sanırım biraz fazla rahatlamıştım. Çıplak omzumdaki sıcak dudakların verdiği hisle uyandım. Örtünün altından Jason'ın kolları ve bacakları bedenimi sıkıca sarıyordu. Sadece bedeniyle değil, kokusuyla da etrafımı sarmıştı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde uyku mahmuru mavi yeşil gözlerle karşılaştım. "Günaydın," dediğimde midemde uçuşan kelebekleri hissettim. Kollarının arasında dönüp dudaklarımı köprücük kemiğine bastırdığımda kollarını daha sıkı sardı. Oluşturduğumuz sıcak koca hoşuma gidiyordu. Teninin kokusunu derin bir nefesle içime çektim. Bir ormandayken nefes almak gibiydi. Sanki sadece midemde uçmuyor, bütün bedenime tuhaf bir karıncalanma yaşatıyorlardı. Yürek yakan, sıcak bir gülümsemeyle baktı. "Günaydın sevgilim." Saçlarıma yeniden bir öpücük kondurdu. Göğsüne yerleştiğimde yeniden uykuya dalmak için gözlerimi kapattım. "Sanırım biraz daha uyuyacağım." Jason çenemden tutup yavaşça yüzümü kendisine kaldırdı. Dudakları usulca dudaklarımın üzerinde gezerken bedenimdeki o tuhaf karıncalanmayı hissettim. Tam öpücüğümüz derinleşeceği sırada kendini çekti. "Ne yazık ki uyuyamazsın hayatım." Konuşmadan önce çenesine ufak bir öpücük kondurdum. "Neden ki? Biraz daha yanımda kalmanı kimse sorun etmeyecektir. Ne de olsa şimdiden kralı fazla meşgul eden kadın olarak nam salmış durumdayım." Derin bir nefes aldı. "Seninle yatakta daha fazla vakit geçirmek isterdim ama bugün misafirlerimiz saraya giriş yapacak." Onun kollarının vermiş olduğu bütün o sıcak his kayboldu. "Geliyorlar," dedim titrek bir sesle. Etrafıma ördüğüm camdan duvarlar çatlamaya başlamıştı. Dışarıdaki tüm o kötülük bir duman gibi yavaş yavaş içeri sızıyordu. Yaşadığım tüm o huzur yok oldu. Aslında bir hayalin içinde yaşadığımı fark etmek yüzüme atılmış bir tokat gibiydi. Burada ne amaçla ve nasıl bir rolle var olduğumu Jason bilse de saray halkı beni Jai Kralı'nın kızı sanıyordu. Aslında kralın emirlerine karşı gelen ve belki infaz kararı alınan sıradan bir hizmetçiden başka bir şey değildim. Hayatım kolaylıkla harcanabilirdi. Endişemi hissetmiş olacak Jason'ın kolları etrafımda daha sıkı bir hal aldı. "Sana kimse zarar veremeyecek Slyvia. Aksini düşünebilirsin ama sen benim için çok değerlisin. Kimsenin sana dokunmasına izin vermeyeceğim," derken kendinden emin görünüyordu. Midemdeki kelebeklerin yavaş yavaş öldüğünü hissediyordum. Jason serada beni bulan suikastçıyı biliyor muydu? Ona bunu söylememiştim. Finley'in söylediğinden ise şüpheliydim. Beni öldürmek isteyen insanlar bana kolaylıkla ulaşabiliyordu. Ensemdeki hayali soğukluğu hissettiğimde bedenim titredi. Baş parmağını alnımın ortasına değdirdi ve dikkatimi kendi üzerine çekti. "Merak etme, ben senin yanında olacağım." Eğilip dudaklarını alnıma bastırdı. Söylediklerinin ne kadarını gerçekleştirebilirdi bilmiyordum ama ona güvenmek istiyordum. Gitmeden önce her ne kadar aklımı endişelerimden uzaklaştırmaya çalışsa da bunu ancak kısa süreliğine gerçekleştirebilmişti. Gitmeden önce geç kalmamam konusunda beni uyarmıştı. Gidişini izlerken derin bir iç çektim. Sanki geç kalmam mümkünmüş gibi. Günün nasıl geçeceğini düşünmekten o kadar çok gerilmiştim ki kahvaltıda sadece birkaç çilek yemiş, bir kupa çay içebilmiştim. Rose bile daha fazla yemem için ısrar etmemişti. Hatta sanki aklı başka bir yerdeydi. Onunda yüzündeki beyazlığa bakılırsa benim kadar gergin olduğu aşikardı. Yine de kahvaltı zamanının atlattığım için memnundum. Fazla yemek yersem birinin ayaklarına kusabileceğimi hissediyordum. Böylece Rose ve birkaç hizmetçinin yardımıyla hazırlıklar başladı. Sarayda hala metres olarak anılıyordum ama Jason bu törende yanında ona eşlik ederken en iyi şekilde görünmemi istiyordu. Bu yüzden terzide hazırlanması için saatlerce hareketsiz halde dikildiğim elbiselerden birini giydirdiler. Koyu yeşil elbisenin kolları karpuz şeklindeydi ve tül sanki köpük kadar yumuşaktı. O kadar katman ve dantele rağmen oldukça hafifti. Yakası v şeklindeydi. Korsesi sıkıydı ve bu ince olan bedenimin daha da ince görünmesine neden oluyordu. Geniş eteği kabarıktı. Üzerinde sanki minik yıldızlar var gibi görünüyordu. Elbiseyi giydikten sonra hizmetçiler saçımı yapmaya başladılar. Rose mavi kadifeden bir kutuyu karşıma getirdiğinde ona şaşkınlıkla baktım. "Bu nedir Rose?" Arkadaşım bilmiş bir ifadeyle gülümseyerek mücevherin kutusunu açtı. Kadife minderin üzerinde ucunda yumurta büyüklüğünde zümrütün olduğu bir kolye vardı. Zinciri taşı kaldırabilecek kadar kalındı. Hayranlıkla kolyeye baktım. "Majesteleri sizin için gönderdi." Hizmetçilerden biri derin bir iç çekti. "Demek bahsettikleri ormanın kalbi kolyesi bu," derken sesi huşu doluydu. Onun kolye hakkında bilgili olması bu mücevherin insanların tarafından biliniyor olduğu anlamına geliyordu. Acaba onu bu kadar önemli kılan neydi? Maddi değerini saymazsak tabi. Saçım tamamlandı, hafif bir makyaj yapıldı ve sonunda kolyem boynumdaki yerini aldı. Işığı sanki içinde hapsediyor, taşların ortasına hapsolmuş bir alev varmış gibi gösteriyordu. Beni boy aynasının karşısına getirdiklerinde yansımama baktım ve nefesim kesildi. Slyvia'nın kendine has bir güzelliği vardı ama şimdi, onca hazırlıktan sonra sanki bir peri gibi görünüyordum. Beyaz tenim, düzgünce toplanan siyah saçlarım ve koyu yeşil gözlerimle kendime hayranlıkla baktım. Rose yaptığı işten memnun bir halde bakışlarını aynadaki yansımama dikmişti. "Göz alıcı görünüyorsunuz leydim." Arkasında duran iki hizmetçi kızda hararetle başlarını sallayarak onu onayladılar. Rose'un sesinde gurur vardı. Bildiği kişi olmasam da o benim tek arkadaşımdı. Ona gülümsemekten kendimi alamadım. İkimizde bir amaç uğruna bu saraya gönderilmiştik. Kim bilir o yolculuk sırasında neler çekmişler, nasıl sıkıntılar yaşamışlardı. Üstelik bedenini çaldığım Slyvia neredeydi bilmiyordum bile. Görüntüm her ne kadar kusursuz olsa da bu bedenin içinde sahtekar bir kadın vardı. Endişelerimi bir an için unutmuş olsam bile gerçek hala kapının dışında beni bekliyordu. Ne kadar beklersem bekleyeyim gerçekle yüzleşmek için odadan çıkmam gerekecekti. Jason'ın görüntümü bu kadar önemsemesinin sebebi diğer krallara karşı gövde gösterisi yapmak istemesiydi. Bu sayede kralın neden o kadını seçtiğini göstermek istiyor olabilirdi. Açıkçası ben kralın nasıl bir düşünce ile hareket ettiğini bilmiyordum. Davranışlarının açıklamasını dinlemeden onu yargılamamaya karar vermiştim. Beni aynadan koparan yine Rose'un sesi oldu. "Leydim çıkmalısınız. Kral sizi bekliyor olmalı." Yavaşça derin nefes alırken yeni kumaşın ve banyo sırasında sürülen taze funda ve kır çiçeklerinin kokusunu aldım. Evet, sadece kral değil diğer krallarda beni bekliyordu. Jenina'nın orada olduğuna emindim. Acaba Jason ikimizin olduğu yerde nasıl davranacaktı? Odadan çıktığımda lacivert üniformasıyla Finley beni karşıladı. Her zaman yaptığı gibi başını eğmeden önce beğeni dolu bakışlarla beni izledi. Dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamadım. "Güzel görünüyor muyum?" diye sordum ondan iltifat alma umuduyla. Birazda ona takılmayı seviyordum sanırım. Sorularım karşısında bocalamasını izlemek çok eğlenceliydi. Finley bakışlarını kaçırdı. "Her zaman ki gibi görünüyorsunuz." Yüz ifadesi o kadar komikti ki kahkaha atmaktan kendimi alamadım. Rose yaptığımı onaylamaz bir tavır takınırken Finley sanki az önce bir şey yaşanmamış gibi davranmayı tercih ediyordu. Her ne kadar bir anlık gülümsemeyle kendimi yaşanacak yüzleşmeden uzaklaştırmaya çalışsam da koridora adım attığım an yaşanacakların endişesi ruhumu ele geçirdi. Sarayın içi her zaman kalabalık olurdu ama bu sefer kalabalığın yarattığı uğultu sanki bir kovan dolu arının sarayda geziniyormuş gibi uğultuların gezinmesine neden oluyordu. Merdivenlerin başına geldiğimde derin bir nefes almaya çalıştım ama korse o kadar sıkı bağlanmıştı ki nefesimi dikkatli kullanmazsam bayılabileceğimi fark ettim. Bu başıma gelmesini en son isteyeceğim şeydi. Merdivenlerin en sonunda balo salonunun karşısında kralın taht odası bulunuyordu ki burası farklı ülkelerden gelen ziyaretçilerini ağırladığı yerdi. Salonun daha kapısı bile kalabalık kaynıyordu. Neyse ki Finley orada görev alan muhafızlara işaret ederek önümüzden insanların çekilmesini sağladı. Yanlarından geçerken kimisi selam veriyor, kimisi onaylamaz bir ifadeyle bana bakıyordu. Bazıları arzuyla bakacak kadar cesurdu. Kralın yatağına aldığı kadının marifetini merak ediyor olmalılardı. Mide bulantımı zorlukla bastırdım. O çilekleri bile yememeliydim. Sonunda salona girdiğimde tahtında oturan Jason'ı gördüm. Oldukça rahat görünüyordu. Onun birkaç basamak altında kızıl saçları mavi elbisesine doğru bukle bukle düşen Jenina'nın oturduğunu gördüm. O sırada Jason'a bir şey söylüyorken gülümsüyordu. Kadının yakınlığı midemin burulmasına neden oldu ama duruşumu bozmadım. Tek bir tereddüt ya da duygu kırıntısı bana karşı silah olarak kullanılabilirdi. Jason'ın bakışları benimkilerle buluştuğunda ifadesiz olan yüzü birden aydınlandı. Yerinden kalktığında oturan kim varsa hepsi aynı anda ayağa kalktı. Salonun içinde sadece zemine sürtünen sandalye ve oturakların sesleri duyuldu. Konuşmalar bir bıçak gibi kesilmişti. Şimdi herkes kralın yüzünde kocaman bir gülümseme ile metresine yaklaşmasını izliyordu. Jason çarpıcı görünüyordu. Yanımdan ayrıldıktan sonra üzerini değiştirmişti. Kırmızı üniforması, altın işlemelerle bezenmişti ve Jason bir insanı çarpacak kadar büyüleyici görünüyordu. Jason tam karşımda durup elimi tuttuğunda heyecandan dizlerim titriyordu. Mavi yeşil gözleri gözlerimden ayrılmadan parmak boğumlarıma bir öpücük kondurdu. "Harika görünüyorsunuz leydim," dediğinde sesindeki hayranlığı duyabiliyordum. Bu iltifatı sadece bir baş hareketiyle kabul ettim çünkü ne söylemem gerektiğini bilmiyordum ve yabancı insanların dikkatli bakışları daha çok gerilmeme neden oluyordu. Jason beni elimden tutup koluna girmemi sağladı. "Gelin leydim bende misafirlerimizi karşılıyordum. Bana eşlik etmenizi çok isterim." Ben daha tahta doğru çıkamadan Jason birine işaret vermiş olmalıydı çünkü tahtın hemen yanında bir sandalye belirmişti. Onun yanında oturacağım için gerilmiştim ama Jason bunu yapıyorsa bir nedeni olmalıydı. Bu yüzden beni yönlendirmesine izin verdim. Sandalyeme oturur oturmaz Jenina'nın tıslamaya benzer sesini duydum. "Majesteleri, kraliyet metresine çok değer veriyor olmalısınız. Son birkaç güne kadar onunla ilgilendiğinizi anlamamıştım," dedi art niyetli bir tavırla. Jason yerine oturdu. Öyle bir tavrı vardı ki sanki kral olmak için doğmuştu. "Açıkçası bende şaşkınım Prenses Jenina," dedi hülyalı bir ifadeyle. "En son sizin getirdiğiniz ilacı içtiğimde birden Leydi Slyvia'ya karşı önlenemez bir arzum olduğunu fark ettim." Bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinde kahkahanın parıltısını görebiliyordum. Bu davranışı benimde rahatlamama neden oldu. Sandalyede arkama yaslandığımda insanların bakışlarını bana diktiklerini gördüm. Sakin kalmak zordu ama tek şansım orada sanki her zaman kralın yanına ait olmuş bir prenses gibi durmam gerekiyordu. Ne de olsa Jai Prensesiydim, öyle değil mi? Jason gelen hediyeleri teker teker kabul ederken krallarla veya temsilcilerle konuşuyordu. Dışarıdan bakarken normal bir konuşma gibi görünse de farklı bir tavır içinde olduklarından asıl ima edilen konuşmayı anlamadığımı düşündüm. Kendi hayatımda da böyleydim, bu hayatta da sanırım bazı detayları anlamakta zorluk çekiyordum. Jason bir an bana baktığında sıkılmış olduğumu anlayacak elini uzatıp elimi sıkıca tuttu. "Merak etme sevgilim. Eğer sıkılırsan buna bir son verebiliriz." Gülümsedim. "Sizin için dayanabilirim majesteleri." Bana öyle bir bakış attı ki yanaklarımın kızarmasına neden oldu. O sırada kapının girişinde duran çığırtkan elindeki değneği üç kere yere vurduğunda uğultu halinde olan konuşmalar birden kesildi. Bakışlarım kapıya döndüğünde girişte büyün bir heyetin olduğunu gördüm. Daha önce düşmanım olan adamı görmemiştim ama içimden bir ses birazdan göreceğimi söylüyordu. "Çorak toprakların, verimli vahaların kralı Abrian Fahd Jai." İçeriye heyet girerken herkes sus pus oldu. Heyetin başında renk cümbüşü gibi görünen bir kaftan giymiş adam vardı. Başındaki taç, değerli taşlarla bezenmişti. Bir yanında uzun boylu, önceki adam gibi esmer tenli bir adam, diğer yanında ise bakışları tamamen bana kilitlenmiş Prens Kai vardı. Daha önce zindana attırdığım prens. Demek ki Jason onu Jai kralına geri göndermişti. Kral onu buraya geri getirerek ne yapmayı amaçlıyor olabilirdi? Jai kralı sanki bir baykuşu andırıyordu. Benimkinden birkaç ton koyu yeşil gözlerini bana dikti. "Kızım," derken sesi gümbür gümbür çıkıyordu. "Sana sarılmama izin ver." |
0% |