@tgceymn
|
Yaşıyordum. Şimdilik önemli olan buydu. Durumun böyle kalması için elimden geleni yapacaktım. Hala pencereden görünen bahçeye bakıyordum. Serin esen rüzgar sonbahar ya da kış mevsiminde olduğumuzu düşündürse de hava güneşliydi. Bu yüzden hangi mevsimde olduğunu anlayamıyordum. Rüzgar titrememe neden olduğunda üzerimdeki kıyafetlere baktım. Giydiğim gecelik uzun kolluydu. Tuhaftı ve asla giymeyeceğim kadar uzundu. Prenses Slyvia oldukça mütevazı giyiniyordu. Peki beni giydiren kimdi ve ben bu yapılırken neden uyanmamıştım? Bunu daha sonra düşünecektim öncelikle yapmam gerekenler vardı. Prenses Slyvia'nın sarayda sevilmediğini anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Ailesi de bir o kadar sevgi dolu olmalıydı ki aile üyelerini bir mal olarak düşman krallığa göndermişlerdi. Burada kalamazdım. Jai Krallığına gidemezdim. Benim için tek bir seçenek kalıyordu, o da kaçmak. Nasıl kaçmaktan çok nereye kaçmalı ve nasıl hayatımı devam ettirmeliydim? Asıl bu soruların cevapları önemliydi. Prenses Slyvia'nın mücevherleri var mıydı? Onları altına çevirebilir miydim? Saçma bir harekette bulunmadan önce kesinlikle plan yapmam gerekiyordu. Kapının açılmasıyla bakışlarımı penceredeki manzaradan kapıya çevrildi. Kapının girişinde kısa boylu genç bir kadın duruyordu. Siyah elbise, beyaz önlük onun bir çalışan olduğunu gösteriyordu. Dizlerini hafifçe kırıp donuk bir ifadeyle yere baktı. "Sizinle ilgilenmek için geldim prenses," derken sesi fısıltıdan bir tık yüksekti. Nasıl olduğumu sormadı. Hatta ondan yardım isteyip istemediğime dair bir tepki beklemedi. Hızlı adımlarla odanın bir köşesine ilerledi ve daha önce dikkatimi çekmeyen kapıdan içeri girdi. Çok geçmeden su sesleri olduğum yere kadar geldi. Dışarı çıktığında ellerini önünde birleştirmiş başını eğmişti. "Banyo yapmanıza yardım edeyim prenses." İç çekmeden edemedim. Birinin yardımı olmadan banyo yapmayı özlemiştim açıkçası. Hasta olduğum için ailem etrafımda her an pervane olurdu. Buna banyolarda dahildi. Annemin gözlerindeki endişeyi hala hatırlıyordum. Ailem. Artık onların yanında olmadığım için kendimi kötü hissediyordum. Onları düşünmek gözyaşlarına boğulmama neden olacağı için kendimi tuttum. "Teşekkür ederim," dedim ismini bilmediğim genç kadına. Hastalıkla boğuştuğum bir hayat yaşasam da yirmi beş yaşına kadar kendi işimi kendim halletmiştim. "Banyomu kendim yaparım. Bana giyebileceğim kıyafetler bulabilir misin?" Genç kadın belki de ondan bir işi rica ettiğim için başını kaldırıp bana şaşkınlıkla baktı. O zaman göz renginin bal rengi olduğunu gördüm. Ardından hemen dizlerini kırıp eğildi. "Hemen hazırlıyorum Prenses." Üzerinde çiçek kabartmaları olan dolaba doğru yürürken bende banyoya ilerledim. Romanın var olduğu zaman Avrupa'nın ortaçağını andırıyordu ama kesinlikle alternatif bir zaman dilimiydi. Avrupa'nın o döneminde içinde bulunduğum bir banyonun olması söz konusu değildi. İçerisi beyaz ve altın rengiyle döşenmişti. Mermerlerin üzerinde altın tozları vardı. Musluklar, havlu asacakları, kapının kulpu bile altındandı. Hiçbir zaman sarayda ya da ona benzer bir yerde bulunmamıştım ama bu banyonun üst düzey olduğunu ben bile anlayabiliyordum. Geceliğimi ve iç çamaşırı olduğunu düşündüğüm kıyafetleri çıkardım. Küvetin içine oturduğumda sıcak su sanki şefkatli bir çift kol gibi sarıp sarmalamıştı. Genç kadın banyonun suyuna güzel kokulu bir şeyler dökmüş olmalıydı, her nefes aldığımda buharla beraber hoş kokular burnuma doluyordu. Vücudumu yıkadım, gümüş bir tarakla saçlarımdaki düğümleri zor olsa da çözdüm. Genç kadının bıraktığı havlulara sarınarak banyodan çıktığımda yatağın üzerindeki kıyafetleri ve perdesi açılan teras kapısının yanındaki masanın üzerinde kahvaltım vardı. Yemekleri görene kadar karnımın acıktığını fark etmemiştim. Genç hizmetçi giyinmem için odanın bir köşesinde duruyordu. "Kendim giyinebilirim," derken kadının bana yaklaşmasını engelledim. "İstersen gidebilirsin. Önemli işlerin varsan onları hallet." Genç kadın bir an için isteksizce bana baksa da sonunda odadan çıkarak beni yalnız bıraktı. Birin benimle ilgilenmesini istemiyordum. Artık kendi başımın çaresine bakabilirdim. Saraydan gittiğimde de öyle yapacaktım. Hızlıca giyindim. Elbisenin düğmeleri önden bağlandığı için memnun oldum. Kadını gönderdiğim için yardım alabileceğim biri de yoktu. Saçlarımı yanan şöminenin yanında oturup taradıktan sonra kurumaya bıraktım. Oda o kadar sıcaktı ki çok geçmeden saçlarım kurudu. Uzun zamandır hayalini kurduğum saçlara kavuşmuştum ama ne uğruna? Bazen sahip olduklarımızı kaybedince değerini anlıyorduk. Gün güneşli olmasına rağmen hava serindi. Teras kapısını araladığım için esen rüzgarın kokusunu alabiliyordum. Kar ve çiçek kokusu vardı. Kış mevsiminde olduğumuza neredeyse emindim. Yine de kışın açan çiçeklerin olması ilgimi çekmişti. O çiçeklerin nasıl olup da sanki bahar ayındaymışız gibi açtıklarını anlamıyordum. Elimdeki sıcak çaydan bir yudum aldığımda dilimin haşlanmasına neden oldum. İç çekerek kulpu çatlak, desenler solmuş fincanı tabağına bıraktım. Çıkan ses odanın içinde yankılandı. Sanki geniş bir mezarın içindeymişim gibi oda sessiz ve soğuktu. Önümdeki sehpada duran tepsiye baktım. Bana kahvaltı adına birkaç dilim kuru ekmek, neredeyse bozulmak üzere olan meyve dilimleri ve çaydan çok çamurlu suya benzeyen sıvı. Prenses Slyvia bunları mı yiyordu? Nedense bunun sebebinin gelen genç hizmetçi olmadığını düşündüm. Bir insana kötülük yapamayacak kadar çekingen görünüyordu. Yine de insanlara güvenme konusunda dikkatli olmalıydım. Güven önemliydi. Bu yüzden yapmam gereken bir görev vardı. Masadan kalktığımda bunu yapmak konusunda ne kadar isteksiz olduğumun farkındaydım. Hatta yapacağımı düşündüğüm iş yüzünden midem bulanıyordu ama geri adım atamazdım. Öncelikle odama kilitlenip kilitlenmediğimi öğrenmeliydim. Ne de olsa kral beni sadece zindandan çıkarmıştı. Suçsuzluğumu kabul etmemişti. Kitapta anlatılandan çok farklıydı. Bu kadarını ilk görüşmemizde anlayabilmiştim. Masadan kalkar kalkmaz ilk yaptığım şey kapının kilitli olup olmadığına bakmak oldu. Kapı sorunsuz açıldığında yaşadığım rahatlama kapının yanındaki muhafızla göz göze gelmem sonucunda bir balon gibi söndü. Onu tanıyordum. Kralın yanında bana acımasızca davranan muhafızdı. Kral ona Leo diye seslenmişti. Muhafız iri mavi gözlerini bana çevirdiğinde ne diyeceğimi bilemeden ona baktım. Bir an bana saldırabileceğini düşünerek geri adım atmak istedim ama bedenim hareket etmedi. Düşüncem şaşırmama neden oldu. Bana ait olmayanı ne kadar da çabuk sahiplenmiştim. Muhafız sanki burnunun ucunda kötü kokulu bir şey varmış gibi yüzünü buruşturduğunda karşılaştığım aşağılama karşısında kendime geldim. Hala Prenses Slyvia'nın haksız yere zorbalık gördüğünü düşünüyordum. "Odanızdan çıkmanızı gerektirecek bir durum mu var?" diye sorduğunda bende içimde kaynayan öfkeyle kendime gelmiştim. "Evet, Prenses Jenina'yı ziyaret etmek istiyorum," dedim. Sanki ona tokat atmışım gibi irkilince tuhaf bir tatmin duygusu hissettim. Eğer Slyvia'ya karşı bu kadar acımasız olmasaydı, lacivert üniforması içinde onu yakışıklı bile bulabilirdim. "Bunu neden yapasınız ki?" diye sorduğunda kafasının karıştığını görebiliyordum. Amacım buydu. O kadına zarar vermek istemediğimi görmelerini istiyordum. Zaten saraydan gitmek isteyen ve krala karşı duygu beslemeyen bir kadın Jenina'yı neden rakibi olarak görecekti ki? "Onu ziyaret edeceğim çünkü rahatsızlandı ve bunun sebebi olarak benim cezalandırıldığımı düşünmüş olmalı. Yapmadığım bir şey için sorun yaşamak istemiyorum." Muhafızın kaşları çatıldı. Bana asla inanmayacağını görebiliyordum. "Ona zarar vermek için gitmediğinizi nereden bileceğim?" "Madem bu kadar endişelisin, odaya kadar bana eşlik edersin," dedikten sonra ileri doğru bir adım atıp durdum. Arkamda bana şaşkınlıkla bana adama döndüm. "Adın neydi? Madem bana eşlik edeceksin adını bilmeliyim." Sorum onu kendine getirdi. "Adım Leo Finley," dedi soğuk bir sesle ve hemen ekledi. "Siz bana Finley olarak seslenin." Onunla yakın olmamı istemiyor olmalıydı. Bu benim için sorun değildi. "O halde muhafız Finley bana prenses Jenina'nın odasını gösterir misiniz?" *** Tam yarım saattir yürüyorduk ve hala prenses Jenina'nın odasına gelebilmiş değildi. Ne kadar kendinden emin görünmeye çalışsam da ara ara bedenimin titremesine engel olamıyordum. Modern zamanlarda yaşamış genç bir kadınken kendimi sarayda, prensesin bedeninde bulmuştum. Madem yaşamak için ikinci bir şansım olacaktı neden daha çocukluktan başlamamıştım? Buraya gelmem için bir sebep mi vardı? Yoksa benim okuduğum bu kitap gibi benim de hayatım bir romandan mı ibaretti? Jenina'nın odasına doğru ilerlerken Finley'in sessizliği düşüncelere daha çok dalmama neden oluyordu. Kadınla daha önce Slyvia yakın mıydı? Onun karşısında Slyvia gibi davranabilir miydim emin değildim. Kitapta ondan oldukça az bahsediliyordu. Öldüğümde yirmi beş yaşındaydım. Slyvia'nın yaşını bile bilmiyordum. Daha mı yaşlıydım yoksa da genç mi? Bunu sorabileceğim kimse yoktu. Jason ve Jenina'nın evliliği hakkında Slyvia ölene kadar net bir karar verilmiyordu. Bunun en önemli sebebi Jason'ın kadına duygu hissetmemesiydi. Jenina'nın yoğun duygularına rağmen genç kadını arkadaşı olarak görüyordu. Ne zaman ki birlikte olacaklardı Jason o zaman kadına abayı yakacaktı. Onların birlikte olması benim kaçmam için kusursuz bir zaman olacak gibi görünüyordu. Ne kadar erken saraydan ayrılırsam çift o kadar hızlı bir araya gelirdi. Finley durduğunda bende durdum. Adam soğuk mavi gözlerini bana çevirdi. "Burası Prenses Jenina'nın odası," derken sanki hareketlerime dikkat etmem gerektiğine dair uyarıyordu. Ben daha bir şey söylemeden kapının önünde dikilen hizmetçiye döndü. "Prenses Jenina'ya onu kraliyet metresinin görmek istediğini söyleyin," dedi. Bu unvan tüylerimin diken diken olmasına neden oldu. Hizmetçi içeri girmeden önce "Slyvia," dedim. Az kalsın kendi adımı söyleyecektim ama şükür ki ağzımdan çıkmamıştı. Hizmetçi kadın bir eli kapının kulpunda bana şaşkınlıkla baktı. "Ona prenses Slyvia'nın onu görmek istediğini söyleyin." Hizmetçi telaşla odaya girdiğinde sakince cevabını bekledim. Prenses Jenina beni görmek istemeyebilirdi. O zaman nasıl bir yol izlemem gerektiğini bilmiyordum ama beni görmeyeceğini düşünerek buraya gelmeden duramazdım. Birkaç dakikalık süren sancılı bekleyişin ardından hizmetçi kapıda göründü. "Prenses sizinle görüşecek leydim," dedi ve geçmem için kapının önünden çekildi. Hareketlendiğim an Finley'de peşimden harekete geçti. Gerçekten kadına bir zarar vereceğimi düşünüyor olmalıydı. Kitabı okurken Jason'ın hiç aşık olmadığını hatırlıyordum ama içeri girip prenses Jenina'nın güzelliği ile karşılaştığımda adamın gözlerinden şüphe ettim. Kadın bir tanrıça kadar güzel görünüyordu. Ana karakterin olması gerektiği gibi büyüleyiciydi. Kızıl saçları dalga dalga şalının üzerinden beline iniyordu. İri kahverengi gözlerini gür kirpiklerle çevriliydi. Harika görünüyordu ve birazda solgun. "Sizi karşılamak için kalkamadığımdan affınıza sığınıyorum prenses. Hala zehrin etkisi tam olarak geçmedi," dedi melodik bir sesle. Gerçek bir prensesti. "Sorun değil," dedim umursamaz bir tavırla ve genç kadının karşısındaki koltuğa geçerek oturdum. Finley çok geçmeden bir gölge gibi koltuğumun arkasına geçti. Bu hareketinin beni korumaktan çok bir harekette bulunursam engellemek için olduğunu biliyordum. Bunun canımı sıkmaması gerekirdi ama yine de kendime engel olamadım. "Sizi iyi gördüğüme sevindim," dedim aradaki sessizlik uzadığında. "Umarım sizi zehirleyenin ben olmadığımı biliyorsunuzdur." Prenses Jenina kibarca gülümseyerek elindeki kitabı koltuğa bıraktı. "Açıkçası bunu kimin yaptığını bilmiyorum ama Jason sarayda gezinmenize izin verdiyse eminim suçlu olmadığınızı düşünüyordur." "Sözlerime ne kadar inanırsınız bilmiyorum ama ben sizi zehirlemedim," dedim hemen. Bu kadının halinde rahatsız olduğum bir şey vardı. Tam olarak anlamlandıramıyordum ama yine de içimden bir ses buzun üzerinde yürüyormuşçasına dikkatli olmam gerektiğini söylüyordu. "Benim de düşüncem bu," dedi kibarca. "Hem beni neden zehirlemek isteyesiniz ki? Sizin hem prenses hem saray metresi olarak konumunuz benden yüksek. Jason size güveniyorsa bende güveniyorum." Ah kadın bariz bir şekilde yalan söylüyordu. Demek durum buydu. Kadının Jason'a aşık olduğunu biliyordum. Prenses Slyvia'nın bir şekilde Jason'ın yatağına girdiğini düşünüyor olmalıydı. Bu hiç olmamıştı ve bundan sonra olmasına da asla müsaade etmeyecektim. Gülümsedim. "Aslına bakarsanız bana verilen bu unvandan nefret ediyorum. Benim aksime saraydaki herkes tarafından kraliçe olacak gözüyle bakılan siz benden daha yakınsınız krala." Jenina mahcubiyetle gülümsedi. Ya yetenekli bir oyuncuydu ya da samimi davranıyordu. "Jason bu konuda asla benimle konuşmadı." "O akıllı bir adam doğru zamanda adımı atacaktır." Şükür ki bunu görmek için burada olmayacaktım. O zaman çok uzakta olmayı planlıyordum. Jenina ile konuşmamıza devam ederken kapıda gördüğümüz hizmetçi çay servisi yapmaya başladı. Önümüze konulan fincanlara ikimizde uzanmıyorduk. Bu hareket ikimizin de birbirimize güvenmediğini gösteriyordu. Demek Jenina ne kadar bana inandığını dile getirse de bana karşı şüpheleri vardı. Bu durumda kendi zehirlenmesini sergileyip suçu bana atmış olmayabilirdi. "Jason sizinle de vakit geçirmek isteyebilir," derken oldukça normal görünebiliyordu. "Benim kraliçe olmam söz konusu olsa bile sizde ona yakın olarak bir çocuk verebilirsiniz." Kadın kocası olacak adamın benden çocuk sahibi olabileceğini söylerken ne kadar da rahat görünüyordu. Eğer kıskançlık içten içe onu delirtmiyorsa belki de adama aşık değildi kim bilir. Ben olsam sevdiğim adamı kimseyle paylaşmazdım. "Ne yazık ki Kral Jason ile yakın olmak gibi bir düşüncem yok." Jenina rahat bir nefes aldı. "Bunu duymak beni sevindirdi. Eğer Jason sizinle birlikte olmak isterse onu engelleyemem." Başımı sağa sola salladım. "Ben başka kadınlarla evlenecek adamlarla beraber olmam. Hele ki karısı olan bir adamla asla." Jenina şaşkın görünüyordu. Arkamdaki Finley'in bile heykele benzer duruşunu bozduğunu hissettim. "Ama o bunu isterse sizin hayır demeniz uygun olmayacaktır." Burnumdan alaycı bir nefes verdim. "Neden? Kral olduğu için mi? Buraya isteğim dışında gönderildim ve ne kadar krallığınız bana bir metres unvanı verse de o unvana uygun yaşamaya niyetim yok." Prenses Jenina o kadar şaşkın görünüyordu ki bana karşı tedbirli olmayı bırakıp çayına uzanarak bir yudum aldı. "Sarayın sınırları içerisinde ondan kaçabilmeniz mümkün olmayacak. Saray meclisi sırf Jai Krallığının arasında ki ittifakı güçlendirmek için krala sizden çocuk yapması için baskıda bulunacaktır." Bu kadın neler diyordu böyle? Bunların olma ihtimali gerçekten var mıydı? Tamam siyasetin hiçbir türlüsünü anlamıyordum ama kadının anlattıkları kanımın donmasına neden oluyordu. Hem başka bir kadınla evlenecek hem de benden nefret ettiği bariz olan bir adamla sırf iki ülke aradaki barışı korusun diye yatacak değildim. Üstelik bu adam ne kadar yakışıklı olursa olsun. Yerimden kalktıktan sonra eteğimin kırışıklıklarını düzelttim. "Prenses Jenina düşündüğünüz gibi bir şey olmayacak, Kral Jason ve ben hiçbir şekilde bir araya gelmeyeceğiz. Saray meclisi ne kadar baskı yaparsa yapsın." Kadının gözlerinden garip bir parıltı geçti. "Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" Gitmek için odanın ortasına ilerledim. Şimdi genç kadının gözlerini daha iyi görebiliyordum. Gülümseyerek konuşmaya başladım. "Eminim çünkü kısa bir zaman sonra sarayda olmayacağım," dedim ve başımı eğerek hafifçe selam verdim. Ardından kadını şaşkın bir ifadeyle bırakarak odasından çıktım. |
0% |