@tgceymn
|
Odanın kapısı arkamdan kapandığında tuttuğum nefesimi verdim. Bu kadar gerildiğimin farkında değildim. Finley hemen arkamdaydı ama içeride konuştuğum konu hakkında tek kelime etmedi. Odama gitmek istemiyordum. Biraz saray bahçesinde gezinsem sorun olur muydu? Bunu denemeden bilemezdim. İçimde ürkek bir ses odada kalmamın en iyisi olduğunu söylüyordu. Biliyordum ki eğer o sesi dinlemeye devam edersem saklanmaya devam edecektim. Benim özgür olmam gerekiyordu. Hastalık yıllarca elimi kolumu bağlamıştı. Başka bir şeyin bunu yapmasına izin vermeyecektim. Adımlarım yavaşça durdu ve bakışlarım muhafızımdan çok gardiyanım olan adama döndü. Ben daha konuşmadan "Sizin için ne yapabilirim majesteleri?" diye sordu. Onun bana hareket etmeden konuşmasına şaşırmıştım. Yine de yüzü keyifsiz görünüyordu. Tabi istenmeyen kadına karşı nasıl davranması gerekiyordu ki? "Biraz bahçede gezmek istiyorum," dedim farklı çıkan kelimeleri duysam da garipsediğimi belli etmedim. Adamın gözleri şahin gözleri gibi keskin bir dikkate sahipti. Ruhumu okumasından korkuyordum. Ben ve özgürlüğüm arasında birçok engel vardı zaten bir de Finley'in ayak bağı olmasını istemiyordum. Yine de bana cevap verene kadar gergin bir ruh haliyle bekledim. Muhafızın hala bana baktığını görünce "Odamda hapis olmamın haksızlık olduğunu sende biliyorsun. Benim suçlu olduğuma dair kanıtınız yok." Finley'in kaşları çatıldı. "Odanızda bulunan zehir şüpheleri sizin üzerinize çekiyor." Güldüm. "Eğer Prensesi zehirleseydim ve zehri senin odana saklasaydım suçlu sen mi olacaktın?" Sorun yüzünün daha da kararmasına neden oldu. Onu kesinlikle sinir ediyordum. Sonunda pes edip nefesini verdi. "Dilediğinizi yapabilirsiniz majesteleri. Size eşlik edeceğim," derken yüzü ifadesizdi. Benden bu kadar nefret etmesine neyin sebep olduğunu sormak istiyordum ama bu şansımı zorlamak olurdu. Bahçeye gitmek istiyorsan biraz olsun dilimi tutmam gerekiyordu. Yine de kendime engel olamadım. "Benimle bir bahçe gezintisi harika olacak," derken gülümsememi bastırıyordum. Önünden yürüdüğüm için yüzümü görmesi imkansızdı. Finley derin bir nefes aldı ama tek kelime etmedi. Aman ne harika biraz daha sinir olmasına neden olmuştum. Gerçi bundan pişman değildim. Finley'in tavrı ne kadar sinir bozucu olsa da bahçede gezintiye çıkacağım için heyecanlıydım. Hava güzeldi ve bahçe o kadar harika görünüyordu ki burada gözlerimi açtığımdan beri bana güzel duygular hissettiren tek şeydi. Penceremden gördüğüm seraya gitmek için sabırsızlanıyordum. Koridor L şeklinde kıvrılınca bende takip ettim. Bahçeyi merak ediyordum ama geçtiğim yerlerde ilgi çekici eserler vardı. Koridorda sadece tablolar yoktu. Heykeller, goblinler, tek tük görünse de rahat koltuklar ve vazolar vardı. Koridor o kadar genişti ki on beş kişi yan yana yürüyebilirdi. Hayranlıkla etrafa bakarken birkaç hizmetçi dışında kimseyi görmedim. Finley sakin bir ifadeyle beni takip ederken bir kere bile şikayet etmemişti. Tuhaf bir şekilde izleniyormuş gibi hissediyordum. Etrafa baktığımda ise bana bakan kimseyi görmüyordum. Paranoyaklaşıyor olabilir miydim? Hayır, bu öyle bir şey değildi. Ne kadar bakışlarını yakalayamıyor olsam bile beni izleyen insanlar vardı. Yine de dikkatli olmalıydım. Slyvia olay örgüsünde olduğu gibi ölmediğinde hikaye akışını yakalayabilmek için beni yine ölümle karşı karşıya getirebilirdi. Sonunda koridor geniş merdivenlere bağlandığında Finey'e soru sormak zorunda kalmayacağım için memnun oldum. Merdivenler koyu mavi halıyla kaplıydı. Maun korkuluğa elimi koyarak yavaş yavaş indim. Merdiven sonunda geniş bir hole çıkıyor, çok değil biraz ileride çift kanatlı kapılar ardına kadar açık duruyordu. Bahçeden gelen sesleri, çiçeklerin kokularını şimdiden alabiliyordum. Son kalan basamakları hızla indim. Saraya gelen insanların yanından geçtikçe önce şaşkınlıkla bakıyor, sonra hızla yanımdan geçiyorlardı. Bir ülkenin prensesi olmama rağmen kimse saygı göstermiyordu. Eğer arkamda beni takip eden Finley olmasa daha kötü şeyler yapacaklarına emindim. Saraydan dışarı adım attığımda boğucu havadan sonra gelen taze havayı derin bir nefesle ciğerlerime çektim. Bahçeye dikkatle baktığımda ise bir an şaşırarak durdum. "Burası değil," dedim hayal kırıklığı içinde. Finley'in şaşkın sorusunu duydum. "Neresi değil?" Penceremden gördüğüm bahçe bu değildi. Şimdi gördüğüm bahçe özenle şekillendirilmiş çalı öbeklerinin olduğu, çiftlerin kol kola gezindiği ve gül dışında her renk ve çeşit çiçeğin olduğu bir bahçeydi. Uçsuz bucaksız gibi görünen birkaç at arabasının hareket halinde olduğu bu bahçe benim hayran olduğum yer değildi. Hemen Finley'e döndüm. "Penceremden gördüğüm bahçeye gitmek istiyorum," dedim hemen. Finley'in hala bana şaşkın bakışlar attığını görünce "Cam sera olan bahçeden bahsediyorum." "Arka bahçeden bahsediyorsunuz," dedi ve oraya giden yönü eliyle gösterdi. Suratsız bir ifade ile baksa da ona gülümsedim. "Teşekkür ederim." Karşımda asık suratlı bir muhafız olsa bile yeni bir yer keşfedeceğim için heyecanlıydım. Üstelik uzun zamandır ilk defa yorulmadan, nefesim kesilmeden rahatça yürüyebiliyordum. İstediğim gibi hareket edebilirdim. Elimde olmadan yürürken bir çocuk gibi parmak uçlarımda yaylandım. Serin hava, çiçeklerin kokusu, mavi gökyüzü ve sağlıklı bir beden mutluluğumu bir uçurtma gibi durmadan yükselmesine neden oluyordu. Muhafız ifadesiz bir yüzle başını salladı. Onun duvarları oldukça sağlamdı. Bir çatlak oluşturabilir miydim emin değildim. Peki bu umurumda mıydı? Asla. Finley çok geçmeden oldukça arkamda kaldı. Muhafız usta bir asker olmalıydı. Belki de krallıkta tüm askerler öyleydi. Kitapta büyük savaştan ve Comerdai Krallığı'nın kazanmasından bahsetmişti. Zafer oldukça büyüktü. Bu zaferin bir nedeni de Güney Krallığı Comerdai büyü yapan insanlara sahip olmasıydı. Üstelik topraklarına bulunan madenler sayelerinde güçlerini sağlamlaştırıyordu. Hala büyü yapan birini görmemiştim ama merak ediyordum. Hava serindi ve üzerimdeki ince elbise üşümeme neden oldu. Bedenim titremeye başladığında geri dönmek için geç olmadığını düşündüm ama ben daha geriye dönmeden omuzlarıma bırakılan ağırlığı hissettim. Bakışlarım omzuma döndüğünde Finley'in üzerindeki ceketin omuzlarımda olduğunu gördüm. Şaşkın bakışlarım ona kilitlendiğinde başını eğdi. "Sizi korumak için emir aldım," dedi huysuz bir sesle. "Hasta olursanız görevimi ihmal etmiş olurum." Her ne kadar kibar bir harekette bulunsa da konuşmasındaki huysuzluk bir çocuğu andırıyordu. Gülmeden edemedim. "Sorun yok Finley," dedim içten bir gülümsemeyle. "Eminim nefret ettiğin bir kadına bu kadar iyi davranman kral tarafından takdirle karşılanacaktır." Ardından pencereden gördüğüm bahçeye adım attım. Ah burası kesinlikle benim büyülendiğim bahçeydi. Öncelikle farklı çiçekler olsa da en çok kırmızı gül vardı. Kokuları havanın öyle içine işlemişti ki ne kadar derin nefes alırsam alayım doyamıyordum. Kitabın içinde olduğumu bilmeseydim bile bu bahçeyi gördükten sonra bir masalın içinde olduğumu anlardım. Bahçedeki güller uçsuz bucaksız görünüyordu. Nereden başlamalıydım. Her bir noktayı özenle incelemek istiyordum. Sarayın ön bahçesinden çok farklıydı. Burası o sinir bozucu düzenli çalı öbeklerine ya da gereksiz bir asaletle gezinen insanlara sahip değildi. Sanki zamanın bir anında durmuş öylece birinin gelmesini bekliyordu. Attığım her adımda, bakımsız çalıları gördükçe buna emin oluyordum. Burası saraydı. Her ne kadar arka bahçe olsa bile bahçıvanlar tarafından bakımı yapılmalıydı. Gerçi bu bahçenin böyle vahşi görünmesinden memnundum. Bakışlarım cam seraya takıldı. Yüksek çatılı bir yapıydı ve her tarafı camla kaplıydı. İçindeki bitkileri görmek istiyordum. Orası benim saraydakilerden bunaldığımda kaçış noktam olacaktı. Bu yüzden seraya gidecek olan yola adım attım. Yolun iki yanında vahşice yayılmış kırmızı güller çiçek açmıştı. Bunların kış gülleri olduğunu düşündüm. Hava soğuk olmasına rağmen bir yakut gibi parlıyorlardı. Kokularını almak içinse yanlarına gidip burnumu dayamaya gerek yoktu. Benimle ilgilenen kıza her sabah bu çiçeklerden odama koymasını söylemeliydim. Dört bir yanımdan güzel kokular geliyordu. İnsan sesleri yerine kuş seslerini duyuyordum. Trafik sesleri olmadan etraf çok sakin ve huzurlu görünüyordu. Bundan tuhaf bir şekilde memnundum. Gece gökyüzüne bakmak için sabırsızlanıyordum. Şehirlerdeki gibi ışık kirliliği olmadan acaba gökyüzü nasıl görünecekti kim bilir? Finley arkamda belli bir mesafe bırakarak yürüyordu. Benimle sadece muhafızım olduğu için zaman geçirdiğini daha net bir şekilde gösteremezdi. Ceketini tutarak kollarımı geçirdim. Biberiye kokusu burnuma doldu. Finley ile dost olmak güzel olabilirdi. Başımı hızla salladım. Ondan bana dost olması imkansızdı. Kral şu an beni cezalandırmak istese ensemden tutar götürürdü. Bazı insanların duygularını değiştirmek çok zordu. Cam sera gittikçe yaklaşınca adımlarım hızlandı. Ağaç öbeğine denk geldiğimde yanlarından bir dönemece girmek zorunda kaldım. Bahçede kimse olmadığı için Finley daha da geride kalmıştı. Eminim bana ceketini verip iyi davrandığı için kendini yiyordu. Ağaçların yanından geçtikten sonra yol beni daha da tenha bir yere getirdi. Tam o sırada ilerideki gül ağacı öbeğinin oradan bir ses duydum. Biri acı bir çığlık atmıştı. Ses tüylerimi diken diken etti. Ayaklarım ben daha onlara hareket emri vermeden hızla ses doğru yürümeye başladı. Ağaçların etrafından döndüm ve karşımdaki manzarayı gördüğüm anda yaşadığım şokla bir süre ne gördüğümü anlamaya çalıştım. Biri kadın diğeri erkek iki figür birbirlerine yaslanmış halde duruyordu. Bir an onların özel bir anlarına daldığım için hızla geri çekilmeyi düşündüm ama bakışların kadına takıldı. Bana odamda yardım eden hizmetçiydi. Karşısındaki iri yarı adam tarafından ağaca sıkıştırılmıştı ve adamın eli eteğinin altındaydı. Adam bir an gelenin kim olduğuna bakmak için döndü. Geri çekilmek yerine yüzünde pis bir gülümseme belirdi. "Sevgili kardeşim seni burada görmek ne büyük tesadüf." Adam rahat tavırlarla dikiliyor sanki benim onları yalnız bırakacağımı düşünerek istifini bozmuyordu. Genç kadın bile umutsuz görünüyordu. Korkudan bembeyaz görünmesine rağmen hala yardım istemek için tek kelime etmemişti. Onun bakışları üşümeme neden oldu. Kadın yardım istese bile karşılık gelmeyeceğini düşünüyordu. Sylvia onları bu şekilde kaç defa görmüştü? Kanım öfkeyle kaynarken onun Slyvia'nın gözlerinden daha soluk ve ürkütücü görünen yeşil gözlerine baktım. Kıyafetleri üç parçadan oluşan, Jai Krallığı'nda giyilenden farklıydı. Saçlarının kenarları kazıtılmış ama başının tam tepesinde kalan saçları örgüyle görülmüş halde sırtına kadar uzanıyordu. Bu adam Slyvia'nın kardeşiydi demek. Kim bilir kaç kardeşi daha saraydaydı. Neden burada kalıyorlardı? Hizmetçi kız hıçkırarak ağlamaya başladığında kendime geldim. Düşüncelerin sırası değildi. Daha önce biriyle kavga bile etmemiştim ama kızı adamın insafına bırakacak değildim. "Hemen çek ellerini," dedim sert bir sesle. Benden korkmayacağını bildiğim için başka bir tehdit bulmam gerektiğini biliyordum. "Ya da Finley'e elini bileğinden kesmesini söylerim." Acaba bunu emretsem Finley benim emrimi dinler miydi? Bileğini kestirdiğim için krallıkta nasıl bir kadın olarak anılırdım acaba? Tarihlerine kanlı metres diye bile geçebilirdim. Tanrım neler düşünüyordum böyle. Adamın kendine güvenen gülümsemesi yavaşça dağıldı ve bakışları omzumun üzerinden arkaya odaklandı. Finley bize katılmış olmalıydı. Adam istemeye istemeye kızın eteğinin altından elini çekti. Bir yandan geri adım attığı için kendine bile şaşırıyor gibiydi. Rüzgara kapılan bir yaprak gibi titreyen hizmetçi ondan hızla uzaklaşmak istedi ama ayakları birbirine dolanınca tökezledi. Hemen ona uzanıp kolundan tutarak arkama çektim. Artık ona zarar gelmeyeceğini söylemek istiyordum ama adamdan gözlerimi ayıramıyordum. Karşımdaki adam içinde bulunduğum bedenin kardeşi olabilirdi ama benim için bir anlam ifade etmiyordu. Kızın hala titrediğini görmesem bile hissediyordum. Onun zor durumunu gördükten sonra adamın yaptıklarını göz ardı edemezdim. Üstelik karşımdaki adamın canını yakmak istiyordum. Bir daha kimseye böyle kötü anlar yaşatmayacak kadar canını yakmak istiyordum. Adam benden önce davranarak "Kardeşim ne zamandır benim zevklerime karışıyor," diye sordu. Ağaç gövdesi kadar kalın kollarını göğsünde bağladı. İstese tek bir hareketiyle boynumu kırabilirdi. Bu düşünce huzursuz hissetmeme neden oldu. O sırada muhafız Finley'in bir adım gerimde olduğunu fark ettim. Finley benden nefret ediyordu ama bana zarar verilmesine müsaade etmezmiş gibi hissediyordum. Daha doğrusu bu zayıf umuda sıkıca tutunuyordum. "İsteksiz kadınlara dokunacak kadar pisliksen sana söylediklerimi dert etmeme gerek yok." Arkamda genç kızın hıçkırdığını duydum. Midem bulanıyordu. Kızın odaya geldiğindeki halini düşündüm. Kim bilir ne kadar süredir bunu yaşıyordu. Karşımdaki adam hala kendini beğenmiş bir ifadeyle sırıtıyordu. Durumun farkında değil gibiydi. "Onun öyle titrediğine bakma sen gelene kadar oldukça istekliydi." Burnum tiksintiyle kırıştı. Adam bu işten sıyrılacağını biliyordu. Hatta bundan emindi. Adalet olmadığı zaman zalimler daha cüretkar oluyordu. "Güzel kardeşim izin verirsen kaldığım işe devam etmek istiyorum," dediğinde, bir an bile düşünmeden "Finley," diye seslendim. Finley ikiletmeden hemen yanıma geldi. Başını hafifçe eğdi. "Leydim." Başımla karşımdaki adamı işaret ettim. "Onu tutuklayın. Cezasını kralın kendisi versin," dedim kendimden emin bir sesle. Kral Jason kendi mülkünde adamın bunu yaptığını duyduğunda ne ceza verecekti merak ediyordum. İki adamda birden bana baktı; birinin gözlerinde öfke diğerinde şaşkınlık vardı. "Yapamazsın, seni lanet kadın," diye bağırdı karşımdaki adam. Adını bile bilmiyordum. Ona seslenmek istemiyordum. Adam bana doğru adım attı. "Sen kim oldu-" sanki gizli bir el onu susturmuş gibi konuşmayı kesti. Kılıcına davrandığında bir an Finley'e zarar verebileceği için endişelendim ama Finley ileri atılıp hızlı hareketlerle adamı silahsız bıraktı. Sonunda birkaç asker geldiğinde Finley adamı çoktan silahsız bırakmıştı. Bahçede kimse yokken birden basıl çıktıklarını anlamadım. Her şey o kadar ani olmuştu ki arkamızdan askerler bana durmadan bağıran adamı sürüklerken hala olanları anlamaya çalışıyordum. "Leydim," diye seslenen Finley sayesinde düşüncelerimden uzaklaştım. Bakışlarım hala Slyvia'nın abisinin önceden durduğu yerdeydi. Ne kadar tehlikeli olduğunu düşündüm. Syvia krallığında neler çekmişti? Neden bu kadar ürkek bir kızdı? Başına gelmiş olabilecek olayların düşüncesi ruhumu karartıyordu. "Evet," dedim dalgın dalgın. Yaptıklarımın sonuçları ne olacaktı merak ediyordum. Yine de aynı durumla karşılaşsam o pislik herife dersini verirdim. Finley dikkatle bana bakıyordu. Sanki her an tuhaf bir şey yapmamı beklermiş gibiydi. Soru sorduğunda sesi daha yumuşaktı. "Odanıza dönmek ister misiniz?" Başımı sağa sola salladım. Kendimi konuşacak gibi hissetmiyordum. Yeni bir bedende uyanalı yirmi dört saat olmuş muydu? Kaçıncı sorunla karşı karşıya kalıyordum. Sağlıklı bir bedende olmak tüm sorunlarımı çözmüyordu. Bazen dileklerimize dikkat etmemiz gerekirdi. Ben o dikkatsizliğin bedelini ödememek için dişimi tırnağıma takmalıydım. "Odama gitmek istemiyorum," dedim bakışlarım hala cam seradaydı. "Finley benim için genç hizmetçime odasına kadar eşlik eder misin?" Finley'in beni yalnız bırakmayacağını biliyordum ama şansımı denemek istemiştim. Nitekim Finley'de itiraz edecekmiş gibi dudaklarını araladı ama beni şaşırtarak başını salladı ve yanımda titreyen kadına döndü. "Size odanıza kadar eşlik edeyim." Genç hizmetçi bana baktığında gülümseyerek başımı salladım. Konuşabilecek kadar kendimde hissetmiyordum. Finley'in bana karşı olan tutumundaki ani değişiklik bir an için kendim olmamı engelliyordu. Onları bir süre uzaklaşırken izledim ve gözden kaybolduklarında yüzümü cam seraya çevirdim. Artık daha yakındım. Camlar ne kadar yağan yağmurlardan dolayı izlere sahip olsa da içerisini az çok görebiliyordum. Sanki bahçeden daha çok kırmızı gül varmış gibi duruyordu. Seranın kapısına geldiğimde beyaza boyanmış çift kanatlı kapıya uzandım. Kapının kenarlarında ve kulpunda gül kabartması vardı. Bir zamanlar kan kırmızısı olduğuna emin olduğum boya zamanla ve hava şartlarıyla soluk pembe bir renk almıştı. Kapı gıcırtıyla açıldığında girmemem gereken bir yere adım atıyormuş gibi hissettim. Tavana kadar gül sarmaşıkları vardı ve yaprakların arasından zorda olsa sızan gün ışığı seranın içini altın rengine boyuyordu. Sera geniş görünse de aslında bir kulübeden biraz daha büyüktü. Gülden bahçe bir çiçek olmadığı için burasının özel birine ait olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Gerçi o biri kimse uzun zamandır buraya uğramamış olmalıydı. Seranın ortasındaki beyaz masa paslanmıştı, sandalyelerden biri toz içindeyken diğeri yerdeydi. Güller sanki her yere uzanmak istermiş gibi çiçek açmışlardı. "Acaba neden sadece kırmızı gül var," diye sordum dalgın bir halde. Seranın kapısından gelen cevap irkilmeme neden oldu. "Çünkü," dediğinde arkamı döndüm ve binici kıyafetleri içinde olan kral Jason'ı gördüm. İtiraf etmeliydim ki nefes kesici görünüyordu. Lacivert binici kıyafetleri bedenini sarmıştı, attan henüz indiği kıyafetlerinin buruşuk halinden anlaşılıyordu. Ben onun etkisinden kurtulmaya çalışırken "Çünkü?" diyerek konuşmasına devam etmesini istedim. Jason yaslandığı kapıdan uzaklaştı. Yüzünde dalgın bir ifade ile seraya baktı. Sonra geçmişin anılarına dalan bir adamın sesiyle konuşmasına devam etti. "Çünkü bu seranın sahibi kırmızı gülleri severdi." |
0% |