Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@tgceymn

Muhafızlar aralarında Jai Krallığı'nın prensini sürüklerken Kral Jason atından yeni inmişti. Onların ön bahçeye girmeden sarayın zindanlarına giden yolda ilerlediklerini gördü.

Kaşları çatıldı. Adamı sevmezdi. Hakkında birçok kötü söylenti vardı ama ganimetlerle geldikten sonra onu kendi krallığına geri gönderecek bir yol bulamamıştı. En azından yeni bir savaş çıkmasına neden olacak yol bulamamıştı.

Ahırın köşesinden dönerek adamların çıktığı arka bahçeye doğru yürüdü. Oraya adım atmayalı yıllar olmuştu. Adımları birden yavaşladı. Ne kadar olanları merak etse de bahçeye girme konusunda isteksizdi. Sanki oraya adım attığı an geçmişin hayaletleri ona musallat olacaktı. Yumruğunu sıktığında elinde hala kırbaç tuttuğunu fark etti. At gezintisinden sonra onu bırakmaya fırsatı olmadan prensin zorla götürüldüğünü görmüştü. Orada bir şeyler olmuştu ve her zaman güvendiği iç sesi ona bahçeye gitmesini söylüyordu.

En güzel ve en kötü anılarının olduğu yere.

Adımları yeniden hızlandı. Bunca zaman düşmanlarıyla mücadele ederek cesaretinin demirden bir zırh kadar güçlü olduğunu düşünürdü. Anıların olduğu bir bahçe onu ne kadar sarsabilirdi ki?

Bahçeye açılan sarmaşıklı kapıdan geçer geçmez gül kokusu burnuna doldu ve onu anılarına sürükledi. Geçmişten geldiğine emin olduğu kahkaha sesleri kulağında yankılanıyordu. Gönlünde yeniden alevlenen hasreti düşünmeme çalıştı. Duyguları hissetmek istemiyordu. Bazen duygusuz bir insan olmayı dilerdi. Gerçi sevdiği bir insanın dediği gibi duyguları olmadan iyi bir kral olamazdı.

Bahçede gezmesine rağmen prensin neden olduğu bir olay göremedi. Büyük ihtimalle bahçeye girmek yerine adamlarından birine durumu anlaması için emir vermeliydi. Kendi kendine güldü bu aklına gelmemişti çünkü bir süredir bu bahçeye girmek istiyor ama gerekli bahaneyi bulamıyordu. İşte şimdi bahçedeydi ve ne yapacağını, ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu.

Bakışları cam seraya takıldığında derin bir nefes aldı.

Gerçekten oraya girebilir miydi?

Geçmişini gölgeleyen son olayın yaşandığı yerdi orası. Ne zaman aklına gelse uykularının kaçmasına neden olan o olay. Onca yıl geçmesine rağmen hala zihninde ilk gün ki kadar canlıydı. O günden sonra bir kere bile o seraya adım atmamıştı. Ne kadar hızlı koşarsa koşsun geçmişinden kaçamıyordu.

Kendine daha fazla acı çektirmek istiyor gibiydi. Madem geçmişin hayaletleriyle uğraşmaya gönüllü olmuştu o halde seraya da girerek son darbeyi almalıydı. Bu yüzden yönünü cam seraya çevirdi ve hızlı adımlarla ilerledi. Seraya yaklaştıkça kalbi daha hızlı atıyor, nefes alışverişi sıklaşıyordu.

Sonunda aralık duran kapılara geldiğinde kaşları çatıldı. Seranın kapandığını biliyordu ama birileri geliyor olabilir miydi? Eşikte durup içeri baktığında bir an kalp krizi geçireceğini düşündü. İçeride bir kadın vardı. Arkasından gördüğü an onun hayalet olduğunu düşündü. Sonra dikkat ettiğinde onun aslında Prenses Slyvia olduğunu gördü. Bu kralı daha da şaşırttı. Onu burada ne işi vardı?

Kadın adım adım seranın içini geziyor, güllerin kokusunu derin nefesler alarak içine çekiyordu. Seranın camından vuran altın güneş ışıkları onu bir portrenin ana kahramanı gibi gösteriyordu. Acının gelmesini beklerken tuhaf bir huzurun ruhunu sardığını hissetti.

Prenses Slyvia başını kaldırıp yukarı kadar tırmanan gül sarmaşığına baktı.

"Acaba neden sadece kırmızı gül var," diye sordu dalgın bir halde kendi kendine.

Jason düşünmeden konuşmaya başladı. "Çünkü," dediğinde kadın hızla arkasına dönüp ona baktı. Bakışları adamı baştan aşağıya incelerken Jason gülümsedi. Kadının yüzünde gergin bir bakış olmasına rağmen kendisini incelemesi onu eğlendirmişti.

Sonunda farkında olmadan fazla susmuş olacak kadın "çünkü?" diyerek onu konuşmasına devam etmesi için teşvik etti.

Jason bir an için kadının arkasındaki masayı gördü ve o görüntü onu geçmişe sürükledi. Sanki orada değilmiş gibi dalgın bir sesle cevapladı. "Çünkü bu seranın sahibi kırmızı gülleri severdi."

Kadının biçimli kaşları çatıldı. Jason'ın ne demek istediğini anlamaya çalışıyor gibi görünüyordu. Zümrüt yeşili iri gözleri güneşin parlak ışığıyla değerli taşlar gibi parlıyordu. Siyah saçlarında küçük periler gibi gezinen ışıltı kıpır kıpır dans ediyordu sanki. Zindan da ona kafa tuttuğundan beri kadın onun dikkatini çekmeye başlamıştı. Ondan etkilendiğinden değil sadece ona dikkat etmesi gerektiğini hissediyordu. Kadına zindan da olduğu gibi dikkatle baktı. Ruh rengi onu ilk gördüğü andan beri aynıydı. Neden davranışları değişmişti anlam veremiyordu.

"Sizi burada görmeyi beklemiyordum," dedi kadın huzursuz bir sesle. Biçimli dudakları büzülmüştü. Jason bakışlarını kadının dudaklarından çekti. Bu aralar aleti istediği gibi çalışmıyordu, üstelik bu kadına dokunursa onu resmi olarak metresi yapardı. Bunun olmasını istemiyordu.

Jason gülümseyerek eşikten ayrılıp içeri adım attı. Kadın buradayken içeri girmek daha kolaydı. "Açıkçası bende buraya gelmeyi beklemiyordum. Sadece kardeşinizin götürüldüğünü gördüm ve birden kendimi burada buldum."

Kadın söylediklerini duyunca somurttu. Dudakları inceyken somurttuğunda dolgun bir hal almış gibiydi. Onların bu kadar pembe olduklarına daha önce dikkat etmemesi garipti.

"O aşağılık adama gerekli cezayı vereceğinize eminim," derken sesi öfkeli çıkıyordu. Bakışları birden krala döndüğünde kızgınlık vardı. "Kim bilir onun nasıl bir insan olduğunu biliyor bile olabilirsiniz."

Jason uzanıp bir gülün yapraklarına parmak ucuyla dokundu. Kadına bakmadan konuşmaya devam etti. "Aslına bakarsanız biliyordum," dedi. Düşmanının hakkında bilgi sahibi olmayacağını mı düşünüyordu gerçekten? Jai Krallığı'nın sekiz prensesi, on iki tane prensi vardı ve hepsinin kötü yanlarını biliyordu. Gerçi Prenses Slyvia hakkında yanıldığını kabul etmek zorundaydı. Soğuk ve çekingen bir kadın değildi.

Kadının öfkesi bir yanardağ gibi parladı. "Demek bilmenize rağmen sizin sınırlarınız içinde bir kadını taciz etmesine izin verdiniz öyle mi? Kim bilir kaç hizmetçiye bunu yaptı," Kadının konuşması bağırmaya dönerken yanakları al al olmuştu. "Hizmetçi oldukları için değersizler mi? Onları neden korumadınız?"

Kadın nefes almak için durunca Jason ciddi bir yüz ifadesiyle ona doğru yürüdü. "Öncelikle Prenses Slyvia karşınızda bir kral olduğunu unutmadan konuşmanızı tercih ederim. " Kadın yeniden konuşmak için dudaklarını araladığında Jason kopardığı gülü kadının dudaklarına dayadı. Gözleri ardına kadar açılırken konuşmayı unuttu.

"Hizmetçi, muhafız, genç, yaşlı veya çocuk halkım benim için önemlidir. Prens saraya geldiğinden bu yana ona sadece erkek hizmetçiler yardımcı oluyor çünkü böyle olmasını emrettim. Ben dikkatli bir insanım peki ya siz prenses, siz abinizin yaptıkları konusunda her zaman bu kadar dikkatli miydiniz?"

Kadın Jason'ın ses tonundaki imayı anlamış olacak kızararak adamdan uzaklaştı. Ona arkasını dönerek seraya baktı. Jason gülerek onu rahat bırakmaya karar verdi. Madem pençelerini çekmişti onu daha fazla zorlamayacaktı.

"Artık onu istediğiniz gibi cezalandırabilirsiniz," dediğinde Jason konunun kapanmış olduğunu düşünmüştü. Demek abisini cezalandırma işini krala bırakıyordu. Bunlar Jai Krallığı'nın bir oyunu olabilir miydi? Şüpheleri sayesinde bu yaşa kadar gelmişti. Her açıdan olaya bakması gerekiyordu.

"Onu cezalandırırsam babanız sizin hakkınızda ne düşünür?"

Kadın güçlü bir kahkaha attığında güllerin arasından kuşlar havalanıp seranın çatısında dönmeye başladı. Kadın dönüp ona baktığında gözlerinde yeşil bir alev yanıyordu. "Beni bir mal gibi buraya gönderen adamın ne düşündüğünü umursar mıyım sizce?"

Kadının konuşması bir an ürpermesine neden oldu. Sanki bedeninde yıldırım geziniyordu. Ayak parmaklarından saç diplerine kadar ürpermişti. "Bunun için üzgünüm," dedi her ne kadar saraya gönderilmesinin sebebi kendisi olmasa da. Bu kadının daha önce silik bir tip olduğunu nasıl düşünmüştü?

Kadın ona o kadar dikkatli baktı ki bir an içini görebildiğini düşündü. O gözlerde bir şey vardı. Sanki ruhunu okuyabiliyormuş gibi hissettiren yeşil alevden gözler.

"Madem üzgünsünüz beni özgür bırakmaya ne dersiniz?" diye sordu aniden.

Kral kaşlarını çattı. Açık sözlüydü. "Bunu yapamam," dedi hemen. Kendisi bile bu kadar ani reddetmesine şaşırdı. Kadının gitmek istemesi şaşırmasına neden oldu. Jai Krallığı'ndan daha iyi imkanlara sahiplerdi. Kadın neden burada olmak istemiyordu? Onun metresi olarak kadınları saymaya kalksa sonu gelmezdi.

Kadın aynı sert ifade ile sordu. "Yapamaz mısınız yoksa yapmaz mısınız?"

Kral omzunu silki. "Sanırım bu durumda ikisi de fark etmez," dedi hızlıca. "Sizi gönderirsem bu Jai Krallığı tarafından hakaret olarak karşılanacak ve şuan pamuk ipliğine bağlı olan barış anlaşmamızı yok edecektir."

Kadın pes etmiş bir halde derin bir nefes alıp yavaşça verdi. "Eh şansımı denemiştim." Yeninden arkasını döndüğünde Jason düşünmeden onun peşinden ilerledi. Kadında farklı bir hava vardı. İnsanı sürükleyen bir havaydı bu.

Kadın sanki az önce önemli bir konuda konuşmamışlar gibi rahat bir tavırla, "Burası oldukça büyüleyici bir yer," dedi.

Jason zorlukla yutkundu. "Sizden önceki kraliyet metresine aitti."

Kadın unvanı duyunca homurdandı. "Sanırım bu unvandan kaçamayacağım."

Jason'ın dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi. "Sizden önceki de kaçamadı."

Kadın onun sesinde bir şey duymuş olacak dönüp ona baktı. Şimdi bakışları daha yumuşaktı.

"Peki neden kırmızı gül?" diye sordu fısıltıyla. Sanki seranın önemini anlamış gibi dikkatliydi.

Jason bakışlarını güllere çevirdi. "Çünkü kral onunla beraber olmak istediği gecelerde ona bir demet kırmızı gül gönderirdi. Bu onu istediğini söyleme şekliydi. Sonra da ona bu serayı yaptı. Sanırım böylece ömründeki tüm gecelerde onunla birlikte olmak istediğini söylemiş oldu."

Kadının bakışları bir an buğulandı ve hemen gözlerini kaçırdı. "Aslında bu oldukça romantik," derken güllere bakıyordu. Şimdi sera ve içindeki güller onun için farklı bir anlam ifade ediyordu. Keşke Jason'da bu kadar iyi duygular düşünebilseydi.

Kral yeniden omuz silkti. Bir gül yaprağını kopararak yere attı. Yaprak ağır ağır süzülerek yerdeki özenle döşenmiş taşların üzerine düştü. "Hikayede kıskanç bir kraliçe olmasaydı evet epey romantik bir hikaye olurdu," dedi. Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyordu. Şimdiden seradan kaçıp gitme isteğine direniyordu.

Kadın sanki onu duymuş gibi konu hakkında bir şey sormadı. Onun yerine "Bu serada vakit geçirmeme izin verebilir misiniz?" diye sordu. Serayı beğendiği anlaşılıyordu. İlginç bir şekilde seraya uymuştu. Sanki onun için yaratılmış gibiydi. Jason onu saçlarında kırmızı gül yapraklarıyla bir an için hayal ederken kadın konuşmaya devam etti. "Madem özgürlüğümü veremiyorsunuz en azından bunu çok görmeyin."

Jason hayır diyebilir, kadını seradan çıkarttıktan sonra kapısına sağlam bir kilit vurabilirdi. Hatta bunu yapmayı çok istiyordu ama ne zamana kadar geçmişinden kaçabilirdi? Artık ülkenin kralı oydu ve geçmişinin ona zarar vermesine müsaade edemezdi. Bu bahçenin tıpkı geçmişi gibi saklanmasına gerek yoktu.

"Sanırım bu kadarını yapabilirim," dedi kadının parlayan gözlerine bakarken. "Eminim annemde burayı sizin almanızı isterdi."

Kadının gözleri şaşkınlıkla irileşti. "Anneniz mi?"

Jason hüzünle gülümserken derin bir nefes aldı. Başka bir gül yaprağı parmaklarından ayrılarak zemine doğru düşmeye başladı. Gözlerini yeniden elindeki güle çevirdi. "Evet annem bir kraliyet metresiydi. Ölene kadar da kralın sevdiği tek kadındı." Sesinde hem gerçek hem de iğneleyici bir ton vardı.

Kadın anlayışlı bir sesle. "Üzgünüm," dedi. Bakışlarını kaçırmamış, ona acımamıştı. Sadece anladığını ifade eden bir hali vardı. Bu Jason'ın tuttuğunu fark etmediği nefesini vermesine neden oldu."Ben burasının böyle önemli olduğunu bilmiyordum. Eminim bu yer onu zamanında çok mutlu etmiştir."

Jason yapraklarını kaybeden çiçeğin gövdesine bakıp ardından kadına döndü. "Onu öldürende buydu," derken elindeki sapı yere attı. "Sevdiği insanlarla bir arada olması."

Gitmeden önce saygıyla eğildi. "Size burada güzel vakit geçirmenizi dilerim," dedi ve seradan hızlı adımlarla ayrıldı. Eğer biraz daha kalsaydı kederi onu boğacaktı.

Oysa ne kadar hızlı adım atarsa atsın o anıdan kaçamadı.

Serada, aynı böyle güneşli bir gün annesiyle çay içerken kadın birden nefes almayı bırakmış, sandalyesiyle yere devrilmişti. O an öyle yavaştı ki çocuk olmasına rağmen annesini düşmeden kurtarabileceğini düşünmüştü. Oysa annesi gözlerinin önünce acı çekerek ölmüştü.

Zehirlenmişti.

O gün devrilen sandalye bugün bile öyle duruyordu. Prensesin biraz olsun o seraya neşe getirmesini umdu.

Adımlarını sıklaştırırken cam seradan gittikçe uzaklaştı ama kederi onu bir gölge gibi takip ediyordu.

Loading...
0%