Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@tgceymn

Rose anlattıklarımı sabırla dinlemekle kalmadı bana yardım edecek biri olduğunu söyledi. Saraya geldiğinde tanıştığı genç bir arabacı vardı ve ona güveniyordu. Yanaklarındaki pembelik bana güvenden daha çok şeyler hissettiğini söylese de tek kelime etmedim. Onu utandırmak istemiyordum.

Bana getirdiği salatalıklı, salamlı sandviçi yerken gül yapraklarını nasıl çıkaracağımıza dair fikrini anlattı. Gül fidanlarını budayacağımız için ortaya çıkan fazlalıkları bir arabayla dışarı çıkarabilirdik. Bunların arasına özenle kesilmiş güllerin karıştığını kimse fark edemezdi. Arabacı olan -ki isminin Nick olduğunu söylemişti.- onları kolayca alıcılara götürebilirdi. Bu işin böyle yolunda gitmesinden memnundum. Artık sadece işe koyulmak kalıyordu.

Bahçıvan eldivenlerini giyerken krala ne kadar kızsam da ona minnettar olduğumu düşünmeden edemedim. Annesi için değerli olan bir yeri bana vererek saraydan kaçmama yarayacak maddi desteği bulmamı sağlıyordu. Üstelik serada çalışırken üşümemem için seranın havasını değiştirmişti. İyi hissetmem için bir şeyler yapıyordu.

Belki de düşündüğüm kadar bencil bir adam değildi.

Beklemediğim şey ise güllerle uğraşmanın zorluğuydu. Bir noktadan sonra kendimi gül fidanlarıyla boğuşurken bulmuştum. Her yanım çamura ve diken izlerine bulanmıştı. Saçlarımın dağıldığının farkındaydım ama fidanlara sözümü dinlettirmek için o kadar uğraşıyordum ki nasıl göründüğümü umursamıyordum. Beni görmek için seraya birinin geleceğine ihtimal vermiyordum.

Ne kadar saattir çalıştığımı bilmiyordum ama en azından arabacıya verebilecek kadar gül topladığımı biliyordum. Sadece düzensiz büyüyen fidanlardan toplamıştım. Buna rağmen oldukça fazla olmuştu. Şimdi başına buyruk büyüyen fidanların köklerini çıkarıp onları doğru noktalara yeniden dikmem gerekiyordu.

Tam bu sırada birinin benimle konuştuğunu duydum.

"Parlıyorsun."

Hızla sesin geldiği yöne döndüğümde benden birkaç adım uzakta dikilen kralı gördüm. Bana bu kadar yaklaşmışken onu nasıl duymamıştım acaba?

Kral Jason'ın dikkatle bana bakıyordu. Sanki daha önce toprakla uğraşan bir kadın görmemiş gibi. Kırmızı askeri üniformasıyla geniş omuzları harika görünüyordu. Geniş omuzları ince belini vurguluyor, pantolonu kaslı bacaklarını sarıyordu.

Bakışlarım yüzüne çevrildiğinde onu incelemekten kendimi alamadım.

Gür kirpikleri biçimli gözlerini çevriliyordu. Saçları kısaydı ve sanki altından yapılmış gibi parıltı yayıyordu. Biçimli dudakları bir erkeğe göre dolgundu. Onların içten bir kahkaha atarken nasıl görüneceğini düşünmeden edemedim. Jason çok yakışıklıydı yakışıklı olmasına ama gözlerinde ki boşluk tanıdık geliyordu. Yalnızdı. Bir şekilde olayların tam ortasında bulunmasına rağmen tedbirli olmak için yalnızlığı seçiyordu. Bunu kitapta okuduğum için biliyordum. Şimdi ona bakarken emin olmuştum.

Boğazım kurumuştu ama sonunda tek bir kelime dudaklarımdan döküldü. "Efendim?"

Bana bakarken gülümsemesi daha da genişledi. Gözlerindeki o haylaz parıltı yeniden belirdi. Mavi-yeşil gözleri insanı etkisine alacak kadar güzeldi. "Dedim ki ışık saçıyorsunuz," dedi buğulu bir ses tonuyla. Neden böyle davrandığını anlamamıştım ama sesini duyuna içimde tuhaf bir gıdıklanma hissettim. Kitaptaki betimlerini hayal ederken Jason'a haksızlık etmiştim. Bunu kabul etmem gerekirdi.

Hızla yerden kalktım. Kral saçma bir şekilde iltifat etmeye başladığında gerilmiştim. Gerilmemin sebebi onun gibi birinden iltifat almamın beni mutlu etmesiydi. Buraya birinin gelmeyeceğini düşünerek rahat hareket etmiştim oysa. Farkında olmadan üzerimdeki elbiseye baktım. Her yanı kirlenmişti.

Saçlarımın dağınıklığını düşünmek bile istemiyordum.

"Majesteleri sizi burada görmeyi beklemiyordum," dedim sesimi sakin tutmaya çalışarak. Sakinliğimi korumaya çalışıyordum. Planlarımı bu kadar çabuk öğrenmiş olamazdı değil mi? "Kıyafetlerim için sizden özür dilerim."

Kral başını salladı. "Bunun için asla özür dilemeyin sevgili prenses. En şaşalı balolarda sizin kadar güzel görünmeyen kadınlar biliyorum. "

Kralın iltifatı bir an için gülmeme neden oldu. Benimle alay ediyordu ama bu canımı sıkmaktan çok eğlenmeme neden olmuştu. "Gerçekten bir iki çamur izinin yapamayacağı etki yok değil mi?" diye sormaktan kendimi alamadım. Bu adama neden düşman olmam gerekiyordu ki zaten? Onunla bir derdim yoktu. Beni cezalandırmamış, her ne kadar düşman bir ülkeden gelen prenses olmama rağmen sözlerimi dinlemişti.

"Sizi rahatsız ettiğim için üzgünüm. Sadece işlerin nasıl gittiğini görmek istedim." Sesi hiç olmadığı kadar samimi geliyordu.

Derin bir nefes alıp yavaşça bıraktım. "İşler düşündüğümden zor gidiyor ama kolay olsaydı bu kadar eğlenceli olmazdı," dedim bakışlarımı güllere doğru çevirirken. Kral bana dikkatle bakmaya devam ediyordu. Bakışları o kadar yoğundu ki etrafımda ki gücünü hissedebiliyordum.

"Burası oldukça güzel bir yer olsun istiyorum. Bunun içinde ne kadar yorulsam da önemi yok." Yeniden krala döndüğümde bana daha da yaklaştığını fark ettim. Şimdi gözlerinin içindeki mavi yeşil renk harmanını görebiliyordum. Hatta üst dudağında çentik şeklindeki yara izi bile açıkça görünüyordu.

"Ben-" dedim ve sustum. Aramızda ağır bir hava vardı sanki. O an kim olduğumu unuttum. Sadece o ve ben vardık. Tek bir hareketin dudaklarımızı birleştireceğini biliyordum ama ne ben ne o hareket edebiliyorduk. Bu an öpüşmekten daha özel, daha yoğun bir andı. Sanki aramızda bir bağ oluşuyordu. Hiçbir insan aletinin kesemeyeceği kadar kalın, görmezden gelinmeyecek kadar güçlü bir bağ.

Ona aşık olmak istemiyordum.

Aşkın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Buna dair dizi ve film izlemiştim, birçok kez oyuncuların aşık oluşlarını şahit olmuştum ama aşık olunca insan ne hissederdi bilmiyordum. Yine de şunu biliyordum ki ona bağlanırsam saraydan asla gidemezdim. Sonunda o Jenina ile evlenince sadece bir metres olarak sarayda, bu serada solup giderdim.

Bunu kendime yapamazdım.

Aşk için bile olsa.

Bu yüzden zorda olsa geri adım attım. "Sizi buraya ne getirdi bilmiyorum majesteleri ama işime devam etmek istiyorum," dedim bakışlarımı ondan kaçırarak. Ona bakmaya korkuyordum. Asla yapmayı düşünmediğim şeyler konusunda cesaretlendirircesine bakıyordu.

"Sanırım sizi işinizden ettim," diyerek cevap verdi. Gülümsemesine rağmen her zamanki soğuk tavrına bürünmüştü. "Sadece bir şeye ihtiyacınız olup olmadığını merak etmiştim o kadar. Siz işinize devam edin," dedi.

Yüzüne hüzünlü bir gülümseme dokundu. Onunda benim gibi yalnız olduğunu biliyordum. Jenina ile paylaşmadığı dertleri, kabusları vardı. Ona seslenmek, bana dönmesini sağlamak istiyordum ama sanki zaman yavaşlamıştı. Ben daha dudaklarımı aralayamadan yavaşça döndü ve benden uzaklaşmaya başladı.

Böylesi daha iyiydi.

Öyle değil mi?

**

Kral hızlı adımlarla seradan uzaklaştı ve arada mesafe bırakana kadar da durmadı. O aceleyle Finley'e bakmamıştı bile. İçki içmek istiyordu. Evet kesinlikle bir şeyler içmeliydi.

İçinde tuhaf bir his vardı.

Sanki bir tüy içinde geziniyormuş gibi bir his. Tuhaf şekilde rahatsız ederken bir yandan heyecanlanmasına neden oluyordu.

Yıllardır hayatta kalmak için mücadele etmişti. Etrafı ne kadar kalabalık olsa da o yalnızdı. Hiçbir zaman kendini ne bir insana ne de bir mekana ait hissetmişti ama şimdi kadının yeşil gözlerine baktığında bir şekilde kendini bilmediği bir yere çekiliyor gibi hissediyordu.

Kadının bir ölü gelin olduğunu düşünürken onun dayanma gücüne hayranlık duyuyordu. Düşman bir ülke de yaşama bu kadar sıkı sarılması cesaretinin ve kararlılığının göstergesiydi ve kadına kesinlikle saygı duyuyordu. Onu daha önce tanımak için çaba harcamış mıydı? Kadını bir kez bile ziyaret etmemiş sadece uzaktan görerek yetersiz beslenen biri olduğuna kanaat getirmişti.

Oysa kadın güzeldi.

Yeşil gözleri insanın ruhunun derinliklerini görüyor gibiydi. Ne zaman adama baksa adam saklamaya çalıştığı ne kadar acı ve duygu varsa yüzeye çıkıyormuş gibi hissediyordu. Onun bakışları hem korkutuyor hem etkiliyordu. Savaştan sonra bir daha asla sahip olamayacağını düşündüğü o huzuru ona verebilecekmiş gibi hissediyordu. Yeniden bir kadına dokunma isteği yaratıyordu.

Bu his tehlikeliydi.

Ondan uzak durması gerektiğini kendini hatırlattı. Jai Kralının ne planladığını bilmiyordu. Dikkatli olmalıydı.

Kendi kendine gülümsedi. Şimdi en yakın arkadaşı Henry'nin ne hissettiğini daha iyi anlıyordu.

Belki de onunla en yakın zamanda görüşmeliydi.

Saraya ilerlerken yanından geçtiği muhafızları saygıyla eğildi. Jason onların selamlarına başıyla karşılık verdi. Aklındaki düşünceler onu rahatsız etse de ilgilenmesi gereken bir krallığı vardı. Kraliçesi olmayacak bir kadın için vakit harcamaması gerektiğini biliyordu. Üstelik o aşık olmazdı. Aşkın insanı ne hale getirdiğini bildikten sonra değil.

Abisi Connor rahat durmuyordu. Her zaman gölgeler arasında fırsat kolluyordu. Her adımını dikkatli atmalıydı. Bir an durup gökyüzüne baktı. Acaba tüm bunlardan uzak olsa nasıl bir hayatı olurdu? Kendi kendine güldü. Hiç öyle bir şansı olmuş muydu?

Sağ elini kısa saçlarının üzerinde gezdirdi. Bir kadını düşünüp ülkesini tehlikeye atamazdı.

Jen ile evlendikten sonra Slyvia'yı saraydan uzaklaştırmayı düşündü. Batı Krallığı'nın desteğini aldıktan sonra artık Jai Krallığı'nın bir tehditti kalmayacaktı. Keşke Dix'e bir şekilde ulaşabilseydi ama onu en son ikizlerin doğum gününde görmüştü.

O zamandan bu yana Dix'ten haber alamıyordu.

Kaysen Krallığı da onlar için bir müttefik olabilirdi ama Jai Krallığına göre Kaysen daha çok iblisle iç içe girmişti ve oraya ulaşmak kolay değildi. Dix Kaysen Krallığı'nın savaş lorduydu. Hem iblis hem insan olan arkadaşıyla uzun zamandır görüşmemişti.

Yeniden yürümeye başladığında sorunları tek tek çözmesi gerektiğini düşündü.

Tabi başarabilirse.

***

Serada biraz daha vakit geçirmiş sonunda akşamın karanlığı bastığında bedenimdeki ağrılarla odama doğru ayaklarımı sürükleyerek yürümeye başlamıştım. İlk gün olduğu için bedenimdeki ağrıları anlayabiliyordum. Düşüncemin ardından hüzünle gülümsedim. Ben bir beden hırsızıydım ve sanki kendime aitmiş gibi davranıyordum.

Bir roman karakteri gibi hissetmiyordum üstelik. Beynim ne zaman bu düşünse sanki düşünce ellerimin arasından kayıp giden bir balık gibi kaçıyordu.

Çaprazımda yürüyen Finley'e baktım. Belki ona takılarak aklımdaki düşüncelerden uzaklaşabilirdim. "Finley," dedim gülümseyerek. Benim yanımda rahatsız olduğunu biliyordum ama bu daha çok gülmeme neden oluyordu. Onun yüzünde oluşan panik ifadesi görülmeye değerdi. O kadar güçlü ve korkutucu bir adamın yüzündeki çocuksu panik şu aralar tek eğlencemdi.

Finley gülümsemedi ama yüzünde ilk gördüğüm zamana göre daha samimi bir ifade vardı. Belki de bir arada olmak benim hakkımdaki düşüncelerin değişmesine neden oluyordu.

"Leydim."

Onun yanında yürümeye özen göstererek "Umarım yemek yemişsindir," dedim rahat bir tavırla. Yanında yürümeye çalıştıkça arkamdan gelmeye çalışıyor bu yüzden yavaşlıyordu ama bende ona ayak uyduruyordum.

"Boşuna çabalama seninle yan yana yürüyeceğim," dedim gülerek. Bir metresin nasıl davranacağını bilmiyordum ama böyle olmadığına emindim.

Finley'in yüzü asıldı. "Bu uygun bir davranış değil."

Başımı salladım. Gülmemek için titreyen dudaklarımı bir süre birbirine bastırdım. "Muhtemelen haklısın ama yine de bunu yapmaktan beni alıkoyamazsın."

Finley benimle inatlaşmadı. Belki beni yenemeyeceği için belki de kraliyet metresi olduğum için bilmiyordum ama sonunda odama giderken yan yana yürüyebilmiştik. Konuşmak istediğimde tek kelimelik cevaplar vermişti. Onu zorlamak eğlenceliydi ama fazla üzerine gittiğimde kesinlikle bana karşı bağışıklık kazanıyordu.

Bu krallıktaki adamlarla yakınlaşmak gerçekten zordu. Acaba ana karakter olmadığım için bu yüzden olabilir miydi? Kendi hayatımda da kolayca sevilen insanlar vardı ve ne yaparsa yapsın aynı sevgiyi göremeyen insanlar. Belki de bizler o zamanlarda başkalarının hayatında ana karakter olmaya çalışıyorduk.

Derdim ana karakter olmak değildi sadece huzurla yaşamak istiyordum.

Kendimi yine iç çekerken buldum. Sonunda sürekli iç çeken kadınlardan olacaktım sanırım.

Odamın kapısına geldiğimizde Finley uzanıp kapıyı açtı. Tek kelime etmemesi canımı sıkmadı.

Yanından geçerken, "İyi geceler Finley," dedim ve arkamdan kapanan kapının sesi sanki farklı bir kapanmayı simgeliyor gibiydi. Bir ürperti bedenimi sardığında tüylerim diken diken oldu. Jason ve Finley ile arkadaş olursam belki kendimi o zaman bu kadar yalnız hissetmezdim ama zaten gideceksem arkadaş olmamın ne anlamı vardı? Finley benden nefret ediyordu. Jason ne kadar iyi davransa da şüpheciydi. Bunu açıkça görebiliyordum.

Serada çalışmak beni yormuş olmasına rağmen uykum gelmiyordu. Gece sarayda yapılacak bir şey yoktu ve ben seradan ayrılmadan önce yemeğimi de yemiştim. Şimdi odada uykumun gelmesini beklemek oldukça sıkıcıydı.

Belki bir televizyon, internet ve telefonum olsa vakit geçirebilirdim ama onların bu alemde olmadığı kesindi. Belki kitap okuyabilirdim ama krallığın dilini okuyabilir miydim bilmiyordum. Onun için kütüphaneye gitmem gerekecekti ki onunda yerini bilmiyordum.

Acaba istesem Finley beni götürebilir miydi?

Mavi, sarı işlemeli yatak örtüsünün üzerine kendimi attım. Finley saat geç olduğu için beni istediğim yere götürmeyecekti biliyordum. Bu yüzden yapmayacağı bir şeyi isteyerek sinirlerimi zorlamak istemiyordum. Ne de olsa benim muhafızım olmasının sebebi kralın emir vermesinden kaynaklanıyordu.

Bakışlarım tavanda resmedilen sahnede gezindi.

Serada çalışırken Jason'ın bir an beni öpeceğini düşünmüştüm. Hatta ilginç bir şekilde beni öpmediğinde rahatlamaktan çok ufak bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Birinin beni öptüğünde nasıl hissedeceğimi merak etmiştim.

Annem düşündüklerimi duysa kesin kahkahalarla gülerdi.

Annem.

Gözlerim yaşarınca hemen yataktan kalktım. Ağlamayacaktım. Öyle ya da böyle artık özgürdüm. Geriye bakmak istemiyordum, doğduğum andan itibaren aileme zor zamanlar yaşatmıştım. Artık kendilerini daha iyi hissediyor olmalılardı. Elbet benim için üzüleceklerdi ama hayatlarına devam etmelerini istiyordum.

Tanrım neler düşünüyordum böyle.

Yataktan uzaklaşıp terasın cam kapısına ilerledim. Terasın cam kapısını örten brokar perdeleri teker teker kenara çektim. Bir perdenin bu kadar ağır olabileceğine ihtimal vermezdim. Sonunda perdeleri hallettim ve terasın kapılarını açtım. Altın tozu serpilmiş fayans döşeli terasa adım attım.

Bakışlarımı gece göğüne kaldırdığımda hayranlıkla nefesimi hızla çektim.

Gördüğüm en harika manzara karşımdaydı.

Gece göğünde binlerce yıldız vardı. Sanki siyah bir kumaşın üzerine pırlantalar dağıtılmış gibiydi. O kadar yakında duruyorlardı ki uzansam bir bir toplayabilirmişim gibi geliyordu. Bu dünya beni her an bir öncekinden daha fazla büyülüyor, ruhumun coşmasına neden oluyordu. Serin bir rüzgar estiğinde gecenin kokusunu içime çektim.

Umut ve huzur gibi kokuyordu.

Terasın korkuluklarına doğru ağır adımlarla ilerledim. Terasın mermerleri sanki daha yeni ovulmuş gibi parlıyordu. Gökyüzündeki yıldızların parıltısı ayaklarımın altına bir halı gibi seriliydi. Esen serin rüzgar buklelerimi hafifçe havalandırdı. Eşsiz bir geceydi.

Serin hava tüylerimin diken diken etmişti ama içeri girmek için fazla isteksizdim. Bahçedeki çiçeklere aldanıp bahar aylarında olduğumuzu düşünmek kolaydı. Kışları modern zamanda çiçeklerin açtığını hiç görmemiştim. Ne kadarda çok şey kaybediyorduk.

Kollarımı bedenime sarıp insanlar ve kolumda açık damar yolu olmadan gecenin tadını çıkardım. Bir yerlerden müzik ve kahkaha sesleri geliyordu. Ses gelecek kadar yakın ama onları göremeyeceğim kadar uzaktı.

Acaba kralda eğlenen o topluluğun arasında mıydı? Beni yemek odasında bıraktıktan sonra insanların arasına katılarak gecenin tadını çıkarıyor olabilir miydi?

Öyle olduğunu düşünmüyordum.

Kitapta okuduğum kadarıyla zorunda olmadıkça balolara bile katılmıyordu. O her zaman boş vaktini ya kılıç talimi yaparak ya da içki içerek geçiriyordu. Tabi birde kadınlar vardı. Yatağından gelip geçen kadınlar. Her zaman onun hakkında iyi bir aşık olduğunı söylüyorlardı.

Tüm bu zamanlar dışında kişisel kütüphanesinde vakit geçiriyordu.

Kaşlarım istemsizce çatıldı. Ruhumdaki huzursuzluk topraktan çıkan bir tohum gibiydi. Kitabı yarıya kadar olsa da okuyan biri olarak Jason'a her akşam kişisel kütüphanesinde kimin eşlik ettiğini biliyordum.

Prenses Jenina.

Bu ayrıntıyı nasıl olmuştu da unutabilmiştim?

Yeniden seradaki hali gözlerimin önüne geldi. Onunla vakit geçirsem aramızdakiler değişebilir miydi? Hızla başımı sağa sola salladım. Düşüncelerim bana ihanet ediyordu ve bundan kesinlikle memnun değildim. Kral olarak yapılması gerekeni yapacak Jenina ile evlenecekti. Zaten kaderinde başka bir kadın olduğunu bildiğim adama aşık olmayacaktım.

Parmaklarım yumruk halini alırken içimde öfkeye benzer duygunun coşkun hali şaşırmama neden oldu. Hissettiklerim kıskançlık olabilir miydi? Kendi kendime güldüm. Jason sadece ona destek olacak birini yanında istiyordu. Gücü olan birini. Ben ona istediğini veremezdim. Bunu yapmakta istemiyordum.

Sert bir rüzgar estiğinde karnıma giren ağrı artık içeri girmemin zamanı geldiğini gösteriyordu. Romanın içinde olmam hastalanmayacağım ya da canımın yanmayacağı anlamına gelmiyordu. Yıldızlı göğe arkamı dönerek terastan çıktım. Kapıları sıkıca kapatırken sıcaklığın etkisiyle bedenimin gevşediğini hissettim. Artık gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Ayaklarımı sürüyerek yatağa doğru ilerledim.

Yatağın hemen yanında mum yanıyordu. Uzun ve tuhaf bir şamdanın üzerinde yanan mumu söndürmek istemedim. Şömineden yanan ateşin aydınlığı kısmı de olsa odanın içinde var olsa da mumunda yanmasını istiyordum.

Korkuyordum.

Yatağa girene kadar bunu kendime itiraf bile etmemiştim. Önümde, ayaklarımın altına serili olan bir macera vardı ve ben korkuyordum.

Sarayda kısılıp kalmaktan.

Kaçtığımda hayatımı kuramamaktan.

Ölmekten.

Ama en önemlisi yalnız kalmaktan.

Listeyi yapmaya devam edersem uzayıp gideceğini biliyordum. Her şeyi ne kadar eğlenceli görmek istesem de tabi ki endişelerimde vardı. Onları gidermek için kendimi kandırmak istemiyordum. Sarayın dışındaki hayatı kitapta okuduğum kadarıyla biliyordum. O da kısıtlı bir bilgiydi. Keşke Finley ile daha yakın olabilseydik. Belki o zaman beni saraydan ara ara dışarı çıkarabilirdi. Bu kesinlikle imkansızdı bir hayaldi.

Huzursuz düşüncelerle uykuya daldığımdan dolayımı bilmiyorum kendimi bir kabusun içinde buldum.

Gece zifiri karanlık ve ben denizin ortasında yüzmeye çalışıyorum. Burnumu ve ağzımı her nefes aldığımda yakan tuhaf bir koku var. Kulaç atmaya çalışıyor ama bir türlü yapamıyorum. Sanki bedenim olduğundan daha ağır.

Sonra bulutların ardından çıkan dolunaya bakıyorum. Gümüşi ışığı sayesinde nerede olduğumu anlayabileceğim için seviniyorum. Işık huzmesi içinde bulunduğum denizi aydınlattığında elimi kaldırıyorum ve bakıyorum.

Kan içindeyim.

Bir kan denizinin içinde yüzmeye çalıştığımı fark ediyorum. Aldığım koku kanın paslı kokusu. İçimde büyüyen dehşeti durdurmaya çalışamadan çığlık atmak için dudaklarımı aralıyorum sesin yankılanmasını bekliyorum.

Onun yerine bir elin ağzıma sıkıca kapanmasıyla gözlerimi açtım.

Odamda davetsiz bir misafir vardı.

Loading...
0%