Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@tgceymn

Bedenim kaskatı kesildiğinde kulağıma değen sıcak nefesi hissettim.

"Sessiz ol. Benim," dedi fısıltıyla yabancı bir ses. Sanki onu tanımam gerekiyormuş gibi rahatça konuşuyordu.

Ama ben onun kim olduğunu bilmiyordum.

Refleksle derin bir nefes aldığımda genzimi yakan bir kan kokusu aldım. Kabusumdaki kan kokusu ondan geliyordu. Ben kiminle karşı karşıyaydım? Slyvia'nın başına gelenler hakkında hiçbir bilgim yoktu. Bu kadın sayfalarda yazmayan hangi olayları yaşamışlardı.

Ağlamayacaktım, korku algımı bozardı. Sakin kalmalı ve adamla ilgili daha çok şey öğrenmeliydim. Ayrıca kesinlikle kaçmak için bir yol bulmam gerekiyordu. Adamla elini çektiğinde yavaşça ona doğru döndüm. Yatağımın kenarında dikiliyordu. Bir sevgiliden beklenilmeyecek kadar soğuk duruyordu. Kesinlikle bir sevgili değildi.

Adam bir adım geri çekildi. "Daha ne kadar yataktan bana bakmaya devam edeceksin?" diye sordu sert bir fısıltıyla. Sanki burada olmaya tahammülü yokmuş gibi davranıyordu. Kesinlikle bir aşıktan beklenilmeyecek hareketti. O şıkkı hemen eledim. Peki bu adam kimdi ve bir prenses olan Slyvia'ya neden böyle davranıyordu?

Hızla yataktan çıkmaya çalıştım ama benim ani hareketlerim ve panik oluşum örtülere daha çok dolanmama neden oldu. Ben ne kadar içlerinden çıkmaya çalışırsam o kadar örtüye dolanıyordum. Sanki bir ahtapotla kucaklaşıyormuşum gibi. Çaresizlik ve utanç içinde hala beni bekleyen adama baktım. Örtüden kurtulamadım diye beni öldürmezdi değil mi?

Adam gölgelerin arasında homurdandı. "Her zaman ki gibisin," diyerek ileriye uzandı ve örtüler tek bir hamleyle üzerimden çekti. Örtüler olmadan odadaki serin hava bedenimin ürpermesine neden oldu. Sanki adamın varlığı oda sıcaklığını daha çok düşürmüştü.

"Şimdi birkaç dakika saçmalıklarına ara verebilecek misin?"

Adam kesinlikle Slyvia'nın rütbesini umursamıyordu. Ya adam Slyvia'dan daha önemli biriydi ya da genç kadının statüsünü önemsemiyordu.

Bakışlarım hala gölgelerde kalan yüzündeydi. Bir türlü onun yüzünü seçemiyordum ama bir şeyden emindim. Beni öldürecek olsa şimdiye kadar ölü bir kadın olurdum. Bakışlarım gölgelerin arasındaki siluetindeyken "Bu şekilde konuşmaya devam mı edeceksin?" diye sordum sert bir ses tonuyla.

Bir an sonra boynumdaki bıçağın soğukluğunu hissettim. Adam o kadar hızlı gölgelerin arasından çıkmıştı ki nefes bile alamamıştım. Yüzü o kadar yakındı ki sıcak nefesi yüzüme vuruyordu. Sanki kan kokulu kızıl bir bulut tarafından esir edilmiş gibi hissediyordum.

Canice bir ışıltının gezindiği mor gözlerine baktım. Mor gözler. O kadar parlak duruyordu ki karşımdakinin bir insan olduğundan emin değildim. Ayın ışığı saçlarına vurduğunda onlarında gümüş renginde olduğunu gördüm. Bir romanda olduğuma şu ana kadar emin değilsem şimdi emin olmuştum.

"Hatalar yapıyorsun Slyvia, canından bu kadar mı vazgeçtin? Seni kolaylıkla öldürebileceğimi unuttun mu?"

Bırak yutkunmayı nefes almaya korkuyordum. Adam kesinlikle beni öldürecekti. Neden bir prensese bu kadar acımasız davranıyordu? Aşağılayıcı ses tonunun anlamını çözemiyordum.

Hançeri çektiğinde elim boğazıma gitti. Neyse ki bir yara izi yoktu. Öyle olsa krala durumu nasıl açıklardım bilmiyordum. Dikkat çekmek istemiyordum tabi ölmekte.

Adam hançeri çektiği kadar hızla ortadan kaldırdı. "Kral prens Killian'ı cezalandırmak için zindana atmandan hoşlanmadı. Söylesene Slyvia kendini prenses rolüne bu kadar mı kaptırdın?"

Adamın konuşmasını yakalamaya çalışıyordum ama hala ne demek istediğini anlayamıyordum. O prenses değil miydi? Neden kendini rolüne kaptırması gerekiyordu. Bir dakika, tahmin ettiğim şey olamazdı, değil mi?

"Ben sadece bunun doğru hareket olduğunu düşündüm," diyebildim çünkü adam gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Bir şeyler söyleme gereği hissetmiştim.

Adam güldüğünde oturduğum yerde irkildim. "Demek doğru hareketti öyle mi? Sana zarar veremeyeceğimizi mi sanıyorsun? Sen sadece bir piyonsun, hizmetçi olan her zaman hizmetçi kalır."

Nefesimi hızla içime çektim.

Hizmetçi mi?

Slyvia, prenses değil de hizmetçi miydi? O halde bir metres olarak kalmasına da gerek yoktu. Jai Kralı adamı kandırmak istemişti demek. Ne aşağılık bir adamdı. Yine de özgür olabilirdim. Bu içimdeki umudun çiçek açmasına neden oldu ama birkaç saniye sonra gülümsemem soldu. Jason bana zarar vermezdi ama beni sarayda bulan karşımdaki suikastçı kaçtığım yerde de izimi bulup işimi görebilirdi. Ne kadar da aptaldım.

Bu hiç iyi olmamıştı.

Adam hala konuşuyor, hakaretlerini sıralıyordu. Gecenin kör karanlığında onu dinlemek istemiyordum. Daha çok çığlık atmak geliyordu içimden.

"Buraya bir şey için gelmiştin," dedim asıl amacını hatırlamasına yardımcı olmasını umarak. Midem o kadar bulanıyordu ki adamın karşısında kusmamak için kendimi zor tutuyordum.

Adam neyse ki söylediklerimden sonra sustu. Ardından "Kral'ın son emirlerini getirdim."

"Emirler mi?"

Adamı dinlemeye özen gösteriyordum. Jason'dan değil saraydaki benden nefret eden insanlardan kaçmak istiyordum. Onun zarar görmesini de istemezdim. Özellikle bir prenses diye hizmetçi gönderen kral tarafından.

Şimdi Slyvia'nın kitaptaki davranışları anlaşılıyordu. Kraldan uzak durmaya çalışması, zindana girdikten sonra intihar etmesi. Karşımdaki adama baktığımda Slyvia'nın ölümünün onun elinden olduğunu düşünmek çok kolaydı. Tanrım bu kadın cehennem azabı çekmiş olmalıydı. Onun hayatını görene kadar kendi hayatımın çok kötü olduğunu düşünmüştüm. Ne kadar da nankördüm. En azından sevdiklerimin arasında güzel anılarda biriktirebilmiştim.

Ellerim titriyordu. Adam bana doğru uzandığında korkuyla geri çekildim. Mor gözleri bir an için bana nefretle baktı. Bana neden bu kadar nefret dolu davranıyordu?

Siyahlar içindeki adam konuşmadan önce nefesini alırken kapının dışında bir ses duyuldu. Muhafızlar nöbet değişikliği yapıyor olmalıydı. Tam o anda çığlık atsam Finley odaya girerdi ama adam o kadar yakınımdaydı ki Finley onu etkisiz hale gelemeden adam beni kolaylıkla öldürüp kaçabilirdi. Asıl soru Finley beni ölümden korur muydu? Eğer bu geceden sağ çıkarsam bunu ona kesinlikle soracaktım.

Adam yeniden bana baktığında yüzünde buz kadar sert ve soğuk bir ifade vardı.. "Beni dikkatle dinle. Burada fazla kalamam," derken gergin bir halde başını yeniden kapıya çevirdi.

"Anla-" konuşmaya devam edemeden elini yeniden ağzıma kapattı. Bundan nefret etmeye başlamıştım.

Yeniden mor gözlerine bakarken aklıma gelen bilgi kanımın çekilmesine neden oldu. Şimdi adamın neden böyle göründüğünü anlamıştım. Onlar insan değildi. Doğu Krallığı'nın özel yetiştirilen suikastçıları aynen böyle insanüstü görünüyordu.

Onlara Xero deniliyordu.

Jason onlara ve Jai Krallığı'nın iş birliği yaptığı iblislere karşı dikkatli olması gerektiğine dair kendi kendine düşündüğü bir paragraf vardı. Bunu nasıl unutmuştum.

"Ben-"

"Sessiz ol," diye tıslamasıyla dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Baloda bu işi bitireceğiz. Kral Batı Krallığı ile anlaşmaya fırsat bulamayacak." Uzanıp elimi kavradı. Kaçınmaya çalıştım ama boş bir çabaydı. Parmakları elimi bir mengene gibi sıkıştırmıştı. Bileklerime batan tırnakları dudaklarımdan acı bir iniltinin çıkmasına neden oldu.

Avcuma serin bir cam şişe bıraktığında duyguların sakinleşti. Serçe parmağım kadar olan şişede rengini tam olarak seçemediğim bir sıvı vardı. Avcumda buz gibi bir his bırakıyordu.

"İksiri al. Baloda zehirlenmek istemezsin."

Şişeye şaşkın bir halde bakakaldım. Burada neler olduğunu hala beynim algılayamamıştı.

"Beni anladın mı?"

Adamın söylediği son sözleri hayal meyal duydum ve başımı ağır ağır salladım. Bir an önce gitmesini istiyordum. Zihnimi toplamam gerekiyordu.

"Dikkat et, bir daha hata yaparsan bedelini canınla ödersin."

Sonra bir göz kırpma süresinde yeniden odada yalnızdım. Terasın kapısı bile kapalıydı. Onun az önce odada olduğuna dair bir kanıt yoktu elimdeki panzehir şişesinden başka.

Adamın gittiğini bilsem de yerimden kımıldamadan bir süre bekledim. Sanki hareket etsem gölgelerin arasından yeniden çıkarak bana zarar verecekti. Adamın ziyaretiyle öğrendiklerimi düşündüm.

Slyvia bir prenses değildi.

Ve Jason verilecek baloda öldürülecekti.

Jason'a bir zarar gelmesini asla istemezdim. Buna izin verecek değildim ama Doğu kralı benim onun emirlerine uymadığımı gördüğünde bana ne olacaktı? Sarayın içinde, kapımda bir muhafız varken suikastçı tarafından uyandırılmıştım. Öldürülmem an meselesiydi.

Hızla yataktan kalktım. Hayır öldürülmeyecektim. Bunu bir kere yaşamıştım bir daha olmasına asla izin veremezdim. Sadece düşünmeliydim. Düşünmeli ve iki tarafından sorununu çözecek bir yol bulmalıydım.

Jai Krallığı beni bir piyon olarak buraya göndermiş ve tuhafta olsa bir unvan almamı sağlamıştı. Öncesinde saraydan kaçarak bir hayat kurabileceğimi düşünüyordum ama şimdi Jai Krallığı'ndan çok uzaklara gitmem gerekiyordu. Hem de çok uzaklara. Bunu başarabilir miydim bilmiyordum. Her şekilde planlarım beklenilenden uzun sürecekti.

Sarayda kalabilmek ve bu sürede insanlar tarafından kabul görmem gerekiyordu. Bu sayede Jai Krallığı'ndan gelebilecek suikastçılara karşı beni koruyabilirdi. Böyle düşünmeliydim ama endişem Jason'a bir şey olmasıydı. Belki de gidip ona her şeyi anlatmalıydım. Böylece dürüstlüğümden etkilenir bana yardımcı olurdu.

Nefesimi vererek kendimi mavi koltuğa attım.

Doğu Kralı Jason'ı öldürmek istiyordu. Bir insanın öleceğini bile bile nasıl bunun olmasına izin verebilirdim? Jai Kralı madenleri ele geçirmek için oldukça cüretkar davranıyordu. Elimdeki şişeye baktım. Elimde panzehir oldukça Jason'ı koruyabilirdim. Onu zehirle öldüreceklerdi ama ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyordum. Baloda dikkatli olmalıydım.

Elimde şişe hızla kapıya doğru ilerledim. Nasıl bir yol izleyeceğime emin değildim. Kapının pirinçten kulpunu tutup hızla açtım. Finley bir anda bana dönerek elini kılıcının kabzasına koydu.

"Leydim bir sorun mu var?" diye sordu omzumun üzerinden odamı kontrol ederken. Onun burada olup içeridekilerden habersiz oluşu canımı sıktı. Ona anlatsam ne yapabilirdi? Benden nefret ettiğini bile bile beni koruması için onu görevlendirmesi hataydı.

Elimdeki şişeyi daha sıkı tuttum. Odama bir suikastçı girdi dediğimde bana inanacaklar mıydı sanki? Şimdi bile karşımdaki adamın gözlerinde şüphe yüzünde rahatsız bir ifade vardı.

"Ben-Ben sadece kötü bir rüya gördüm," dedim kuruyan dudaklarımı yaladım ve yumruğumu geceliğimin eteğinin arasında sakladım. "Burada olduğundan emin olmak istedim."

Finley cevap vermedi, sadece başını salladı ve kapının önünde dikilmeye devam ettim. Ona bir şey demeden sessizce kapıyı kapattım. Son zamanda aramızdaki ilişkinin biraz olsun ilerlediğini düşünmüştüm. Yatağıma doğru ilerlerken elimdeki şişeye baktım. Panzehrim vardı. O halde Jason yerine ben zehirlensem de bir şey olmazdı. Bu sayede onun güvenini kazanabilir, Jai kralının casusu olmadığımı kanıtlayabilirdim.

Basit plan düşündükçe daha da mantıklı geliyordu. Jason'ın hayatını kurtaracak, onun güvenini kazanacak sonunda saraydan kaçmak adına para biriktirmeye devam edecektim. Tabi hangi ülkeye kaçmam gerektiğini de bulmalıydım. Yakın zamanda kütüphaneye gitmem gerekecekti. Bu dünya da hangi ülkeler var bilmiyordum.

Ama her şeyden önce Rose ile konuşmalıydım.

Oldukça zor ve uzun bir gece olacaktı.

***

Gün doğmadan önce şöminedeki ateşi canlandırmak için gelen Rose'un sesini duydum. Pencerenin karşısındaki yüksek sırtlı koltukta oturduğum için beni görmüyor olmalıydı. Üzerime attığım battaniye, elimdeki şişeyle koltukta oturarak sabahlamıştım. Uyanık kaldığım her dakika planım üzerinde mantık hatalarını düzeltmeye çalışmıştım.

Rose kapıyı kapattığında "Günaydın Rose," dedim. Konuşmamın ardından ufak bir çığlık attı. Odanın kapısı aniden açıldı.

"Ne oluyor?" diye sordu Finley'in yerine gelen uzun boylu bir muhafız.

Koltuktan sakince kalkıp ona baktım. "Sorun yok. Hizmetçim beni uyanık görünce şaşırdı o kadar," diye açıkladım. Bir şekilde odaya girip biri var mı diye aramasını bekledim ama onun yerine başını sert bir tavırla salladı ve kapıyı arkasından kapatarak çıktı. Demek korumak buraya kadardı.

"Leydim beni korkuttunuz," dedi Rose yere düşürdüğü odun kovasını almak için eğilirken.

Sabaha kadar yeterince beklemiştim. Bu yüzden hemen konuya girdim. "Prenses olmadığımı biliyorum."

Rose iri gözlerinin daha da açılmasına neden olacak bir ifadeyle bana baktı. "Nasıl?"

"Gece bir Xero beni ziyaret etti."

Rose daha fazla ses çıkarmamak için elini hızla ağzına götürdü. Korku dolu iniltisi avcunda kayboldu. O kendine gelmeye çalışırken ona doğru ilerledim. "Kralı öldürmek istediklerini biliyor muydun?"

Rose omuzları çökmüş bir halde bana bakarken elini indirdi. Yeni doğan güneşin ışığında yüzünün soluk hali belli oluyordu. "Bana gerçekleri anlat Rose. Aslında kim olduğumuzu ve buraya nasıl sürüklendiğimizi anlat."

Rose dizleri onu ayakta tutamayınca şöminenin yanındaki sandalyeye oturdu. "Anlatacağım," dedi titreyen bir sesle. "Bence sende oturmalısın."

Onu dinleyerek diğer taraftaki sandalyeye oturdum. Rose anlatmaya başladı. Slyvia'da kendisi gibi yetimdi. Saray hizmetçi olmak için yetiştirilmişlerdi. Jai Krallığı insan, iblis ve melezlerle dolup taşan bir krallıktı. Yetim olmak bir iblisin oyuncağı olmaktı ya da acımasız adamların. Sarayda hizmetçi olarak çalışmak bizim şansımızdı. Tabi Prens Killian'ın yani Kai'nin hizmetçileri olana kadar.

Benim kendi ellerimle zindana gönderdiğim Jai Prensinin.

Aman Tanrım.

Kai diğer hizmetçileri gibi bizi de rahatsız ediyordu. Öyle ki bazen acımasız olduğunda hizmetçilerinden birkaçı ölüyordu. Bir şekilde Comerdai Krallığı'na rol için bile olsa gönderileceğimizi öğrendiğimizde sevinmiştik ama kabusumuzda bizimle gelmişti. Slyvia sonunda umutsuzluğa kapılmış, Jai Kralının emirlerine uymayacağını söylemişti. Ardından zehirlenme olayı olmuş zindana düşmüştü. Sonrası bildiğimiz gibiydi.

Yeni öğrendiğim bilgiler nefesimin kesilmesine neden olmuştu. Elimdeki iksire bakarak düşünüyordum. Slyvia'nın hayatının ne kadar zor olduğunu düşündüm. Şimdi kendi işkencecisini zindana attırdığını bilse ne düşünürdü kim bilir. Onun ve Rose'un hatta krallıktaki diğer hizmetçi kadınların neler çektiğini kim bilebilirdi ki?

"Bu nedir?" diye sordum Rose'a şişeyi göstererek.

Rose hızla gözyaşlarını sildi. "Ona menekşe iksiri deniyor. Elli yılda bir açan cam menekşelerinden yapılır ve on dolunay ışığında bekletiliyor. Nadir bir iksirdir. Derler ki ölüm haricinde her hastalığı, sakatlığı tedavi edebilirmiş." Genç kadının kaşları çatıldı. "Bunu neden sana verdi ki? Zaten kral saraydan ayrılmadan önce sana bir tane vermişti. Zindandan çıktıktan sonra baygınken yarısını sana içirmiştim."

"Bana şişeyi göster."

Rose hemen kalkıp yatağımın yanındaki komodine ilerledi. Çekmeceyi açtı, elini uzatıp tavanında bir yere bastırdı ve bir tıkırtı duyuldu. Ardından genç kadın elindeki şişeyle doğruldu ve bana getirdi. Bana verilen şişenin içindeki sıvıya benziyordu. Koyu mor ve içinde sim varmış gibi parlayan bir sıvı. Yalnız onun yarısına kadar tüketilmişti.

Planımı uygulamak şimdi daha mantıklı geliyordu.

"Beni dinle Rose," dedim kızın kızarmış gözlerine bakarken. "Sana anlatacaklarımı adım adım uygulayacaksın."

Sonra ona planımı anlattım; sonunda bizi özgürlüğümüze kavuşturacak planı.

Loading...
0%