@tgceymn
|
Beni instagram'dan da takip edin lütfennn --- -- tug.cesrgl -----
Hiç hayatınızda bir şeylerin değişmesini istediniz mi? Ben istedim. Aslında hayatım oldukça düzenliydi. Özel bir lise de eğitim alıyordum. Ders notlarım mükemmel olmasa da iyiydi. İstediklerimi ellerinden geldiğince yapmaya çalışan bir ailem vardı. Her ne kadar okuldaki yaşıtlarım kadar kendime bakmasam da güzel biriydim. Ama bir sorun vardı. Her şey sıradan ilerliyordu. Oldukça sıradan. Belki de izlediğim animelerden liseye başladığımda heyecanlanacağım olaylar yaşayacağımı hayal ediyordum. Ondan öncesinde çocukluk ve gençlik arasındaki o yaşlarda beklentim yoktu ama izlediklerim liseden beklentilerimi yükseltmişti. Harika bir arkadaş ortamım olacak, güzel bir ilk aşk yaşayacaktım. Belki kalbim bile kırılabilir, yıllar sonra bu üzücü anıyı yüzümde gülümseme ile hatırlayabilirdim. Aslında liseyi gençliğimin tadını çıkararak yaşamayı planlamıştım. Lise hayatım pekte beklediğim gibi gitmiyordu. Arkadaşlarım vardı elbet. Kimseden zorbalık görmüyordum. Görünmez biri de değildim ama etrafımda dost diyebileceğim kimse yoktu. Hiç aşık olmamıştım. Beğendiğim kişiler vardı gerçi mesela sınavlarımızda okul birincisi olarak hem zekası hem de görünüşü ile dikkat çeken Deniz Ekin Soydaş'ı beğeniyordum. Sorun onu herkesin beğenmesiydi. Yani bu özel bir duygudan daha çok bir ünlüye duyulan hayranlık gibiydi. Lisenin üçüncü senesinde okulun bitmesine üç ay varken lise hayatımın hayal ettiğimden ne kadar uzakta ilerlediğini fark ediyordum. Sanki bir kahramanın hikayesinde yan roldüm. Sadece varlığımı sürdürüyordum. Bunu şimdi düşünmem ne kadar tuhaf değil mi? Aslında içimde yavaş yavaş büyüyen bir gölge gibiydi. Bahar tüm canlı renkleri ile şehre ve okula hakim olurken içimdeki karanlığın beni eğlence ve gençliğin vermiş olduğu o vurdumduymaz havadan söküp aldığını hissediyordum. Okuduğum lise Özel Eretna Lisesi ikili eğitim veriyordu. Bir binada benim gibi öğrenciler eğitim alıyorken diğer binada spor lisesi vardı. Her anlamda özel bir muamele gören bu öğrencileri bazen kıskanırken buluyordum kendimi. Daha on sekiz yaşında olmadan hayatlarında ne yapacaklarını bilen insanlara hayranlık duyuyordum. Edindikleri sponsorlar sayesinde hepsinin okul yaşamı bir dizi çekimi gibi geçiyordu. Formalardan, yedikleri yemeklere kadar bizden farklıydı. Sadece aynı giriş bahçesini ve okulun armasını paylaşıyorduk. Bazen de yemekhanemizi. Ortak noktamız burada bitiyordu. Yaşadıkları zorluklar vardı elbet ama bunları görmediğimizden sanırım onların bizden daha şanslı olduğunu düşünmekten alamıyordum kendimi. Başımı kaldırıp eve giden yolda çiçeklenen ağaçlara baktım. Derin bir nefes alarak akşamın, çiçek kokulu havasını içime çektim. Bu kokunun bağımlısı olabilirdim. Yine de her zaman olduğu gibi çiçekler keyfimi yerine getirmemişti. Elbet benim gibi hayatında nasıl bir yol çizeceğini bilemeyen insanlar vardı ama çevremde gördüğüm kadarıyla bu sayı çok azdı. Gelecek sene üniversite sınavına girecek olmama rağmen hangi mesleği seçmem gerektiğine dair bir fikrim yoktu. Sanki sadece yaşamak için yaşıyordum. Annem hayatımın sonuna kadar beni hem mutlu edecek hem de para kazandıracak bir iş bulabileceğim mesleği seçmem gerektiği öğüdünü veriyordu. Babam ise insanların hayatlarında büyük kararlar vermeden önce dönüm noktaları yaşadıklarını, sadece benim o anı yaşamadığımı söylüyordu. Annemin önerisini düşündüğümde hayatımın sonuna kadar yapmak istediğim bir uğraşım yoktu. Anime izlemekten bile yeri geliyor sıkılıyordum. Çizim yapmak istemiştim ama çok yeteneksizdim. Yazar olmak için çalışmaya başlamıştım ama bir sayfa yazıyı uykum gelmeden yazamıyordum bile. Babamın söylediği ise canımı daha çok sıkıyordu. Sıradan hayatımda her şey düzenliydi. Ya o karar vermeme neden olacak dönüm noktasını yaşamayan insanlar? Onlar hayatlarını nasıl yaşıyordu? Ben o anı yaşamazsam ne kararı verecektim? Sıradan hayatımda beni kendime getirecek, dönüm noktamı yaratacak ve sonunda ne istediğime dair bir fikir oluşturabilecek bir şeyler olmasını istiyordum. Hayır bunu diliyordum. Annem her zaman bir dilek dilerken dikkat etmem gerektiğini söylerdi. Ne yazık ki dileğimi dilerken onun uyarısını dikkate almadım. Kafamda varlığıma dair düşünceler dönüp dururken babamın söylediği gibi belki de ergenlik sancısı çektiğimi düşündüm. Onlarında bu yollardan geçtiğini düşündüğümde inanamıyordum. Sanki onlar varlıklarının başından beri anne ve babaydı ama onlarda genç olmuştu. Annemin söylediğine göre oldukça sorunlu bir gençti. Anlattıklarına bakılırsa oldukça eğlenceli hayatı olmuştu. Babam ise marketinde mutluydu. Market açarken bunu hayal ettiğini söylemişti. Neden böyle küçük bir hayal kurduğunu sorduğumda bana bakıp gülümsemiş "Kime göre küçük?" diye sormuştu. Hayallerin değeri sahibine göre şekillenirdi. Eve daha fazla gecikmemek için bakışlarımı ağaçtaki pembe çiçeklerden çekip yoluma döndüm. Sonra bir anda gözlerim ona takıldı. Yürüdüğüm yol genelde insanların geçtiği kalabalık bir yoldu. Belki de o yüzden yolda sadece onu görünce dikkatimi çekmişti. Onlu yaşlarda cılız bir kızdı. Saçları kalın bir örgü halindeydi, mat görünen saçları kumraldı. Ayakkabısını bağlamak için eğilmişti. Buraya kadar sorun yoktu. Yoldan geçen sıradan bir öğrenci gibiydi. Tabi bağcıklı bir ayakkabı giymemesi dışında. Merakla ona bu hareketi yaptıran şeyin ne olduğunu anlamak için etrafa bakındım. Biraz ilerisinde onu atmaca gibi izleyen iki kız olduğunu gördüm. Arkadaşları geride kaldığı için beklemiyorlardı. Yüzlerindeki ifade o yaşta birinin sahip olamayacağı kadar kin doluydu. Kızlardan birini tanıyınca yüzümü buruşturmadan edemedim. Berfin iki ev ötemizdeki lüks binada yaşıyordu. Kardeşim Yağız ile aynı sınıftaydı ve daha bu erken yaşta ona takıntılıydı. Kardeşim ona ne kadar yüz vermese de onun peşinden ayrılmıyordu. Önceleri bunu çocuksu bir takıntı olarak görüp eğlenmiştik ama Berfin takıntısını abarttığında annem kalıcı bir önlem getirmişti. Şimdi onun yanındaki kızla ayakkabısında uğraşılacak bir şey olmadığını anlayan kıza nasıl baktıklarını görünce rahatsız oldum. Aslında karışmamalıydım. Beni ilgilendirmezdi. Böyle düşünüyordum ama kendimi birden kıza doğru yürüyüp kolumu omzuna atarken buldum. Kız irkilerek iri kahverengi gözlerini bana çevirdi. Gülümsedim. "Merhaba, bende seni bekliyorum," dedim en tatlı sesimle. Gözlerimle kızları işaret ederek güven verici bir ifade takındım. Kolumu koyduğum omzu o kadar inceydi ki kemiklerinin narinliğini hissediyordum. Kız bana doğru biraz sokuldu ve ilerlemeye başladık. Berfin'e doğru yürüdüğümüzde hemen karşımızda durdu. "Leyla abla, Arın ile konuşacaktık," dediğinde yanımdaki kızdan bahsettiğini anladım. Kızın bedeni hafiften titreyince onu kendime daha çok bastırdım. "Daha sonra konuşursunuz," dedim gülümsememi bozmadan. Berfin onu tanıdığına göre Yağız ile aynı sınıfta olmalıydı. "Yemek için bize geliyordu," diye ekledim hemen. Sonra bunu söylediğime pişman oldum. Berfin'in bize gelmesi yasaklandığı için eve adım atamıyordu. Şimdi sevmediği belli olan kızın evimize geleceğini söylemiştim. İyilik yaparken daha fazla kötülük yaptığımdan endişelendim. Yanlarından hızla geçmeden önce, "Görüşürüz," dedim. Benden beş yaş küçük olmasına rağmen bu kız beni neden bu kadar geriyordu acaba? Evimin önüne gelene kadar bir an bile durmadım. Onun gibi kızlar korkunçtu. Büyüdüğü zaman değişmesini umuyordum ama annesinin mahalledeki insanlara davranışlara bakılırsa bir değişim olursa şans eseri olurdu. Bahçeye açılan beyaza boyanmış demir kapıya ulaştığımda yanımda sürüklediğim kız aklıma geldi. Ses çıkarmadan beni takip etmişti. "Üzgünüm," dedim az önce onu daha zor bir duruma sokmuş olabileceğimi düşünerek. Kız konuşmadan bakışları arkama kayınca Berfin'in bizi izlediğini anladım. "Belki de bizim eve gelmelisin en azından o gidene kadar," dedim. Kız başını sallayarak açtığım bahçe kapısından içeri girdi. Kızın bakımsız hali ve zayıflığı onun yeterli beslenip beslenmediğini düşünmeme neden oldu. Markete doğru baktığımda babamın kasada olmadığını gördüm. Onun yerine bakan Rıza abi vardı. Yarı zamanlı çalışıyordu. Bu sayede akşamları babam yemeklerini bizimle yerdi. "Orada dikilecek misin?" diye sordu kardeşim. Hızla döndüğümde onun bahçeye girdiğini gördüm. Berfin hala köşede onu görmediğimizi sanarak bahçeye bakıyordu. Kız gerçekten sıkıntılı biri olacaktı. Yağız'ın gaf yapmasından korkarak hızla uzanıp onu kolundan tuttum. "Bak arkadaşın geldi," diyerek onları bahçenin iç kısmına götürdüm. Yağız ben 1,65 olmama rağmen neredeyse omzuma geliyordu. Hatta geçmişti bile. Kaşlarımı çatıp ona baktım. Bu çocuk ona bakmadığım her an uzuyor gibiydi. Sinirle kolunu elimden kurtardı. "Ne yapıyorsun bırak," dediğinde yine her zamanki sinirli ifadesini takınmıştı. Ergenliğe girdiği andan itibaren sevimli kardeşim yerine sinir bozucu hali gelmişti. Böyle zamanlarda ona gıcık oluyordum. Ben daha tek kelime etmeden hızla yanımızdan uzaklaşarak apartman kapısından içeri girdi. Onun arkasından bakarken nefesimi yavaşça verip gözlerimi kapattım. "Kusura bakma," dediğimde kıza baktım ve onunda yüzünde ufak bir gülümseme ile az önce kardeşimin gittiği apartman kapısına bakıyordu. Yanaklarındaki canlılık karşısında kaşlarım çatıldı. Yağız kızı tanıdığına dair tek kelime etmemişti ama kızın ona bakışına bakılırsa ilk defa görmüyordu. "Seni eve bırakmamı ister misin?" diye sordum sonunda. Bir an önce eve gidip üzerimdeki formayı çıkarmak istiyordum. Yağız'la da kavga edeceğim kesindi. Ablasına saygı duymayı zor yoldan olsa da öğrenecekti. Kızın dudaklarındaki gülümseme soldu. "Hayır, ben giderim," derken sanki omuzları daha da çökmüştü. Başımı salladım. Böylesi daha iyiydi. Zaten burnumu sokmamam gereken bir işe sokmuştum. "Ailen merak etmeden eve git." Kız kapıya gitmek için döndüğünde iri gözleri boş bakıyordu. Sonunda bana baktığında içimde rahatsız bir his uyandı. "Evde bekleyen biri yok," dedi. Onun nasıl bir aileye sahip olduğunu bilmiyordum. Üzerindeki kıyafetler temiz görünse de kırış kırıştı. Sanki yaşıtları kadar sağlıklı beslenmiyordu. Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Madem bir şekilde kıza yardım etmiştim. Biraz daha yardım etmekte bir zarar yoktu. "Baksana," diye seslendim. "Ailenden birine burada olduğunu söyledikten sonra bizimle yemek yer misin?" Kız gözlerini ardına kadar açtı. "Gerçekten sizinle yemek yiyebilir miyim?" diye sordu hayretle. Telefonumu cebimden çıkarıp kıza uzattım. "Önce ara ya da mesaj at," dedim. Reşit olmayan birini eve alacaksam ailesinden birine haber vermesini sağlamalıydım. Hem onu bizim evden alabilirlerdi. Kız hemen numarayı girerek mesajlaşma uygulamasından mesaj yazmaya başladı. Yazarken bir yandan da konuşuyordu. "Abim garson olarak yarı zamanlı çalışıyor. Ona hangi evde olduğumu söyledim," dedi ve elinde telefon bir süre bekledi. Halindeki değişikliğe bakılırsa onu yemeğe davet ettiğim için heyecanlı görünüyordu. Çok geçmeden telefonumdan bildirim sesi geldi. Mesaja bakan kız gülümseyerek telefonu bana uzattı. Tamam, o evi biliyorum. Seni işten çıkışta alırım. Dikkatli ol. Abisi her kimse profilinde mavi bir gökyüzünün bolca göründüğü, basketbol potasına girmek üzere olan bir basketbol topunun fotoğrafı vardı. Telefonun tuş kilidine basıp yeniden cebime koydum. "O halde gel de seni ailenin daha az sinir bozucu üyeleri ile tanıştırayım." Kızın sırf Yağız için yemeğe katılmak istediğini düşünüyordum ama zayıflığına bakılırsa belki iyi beslenmiyor olabilirdi. Bazen yaşadığım hayatın kıymetini bilmiyordum. Bu kızın yaşlarında onun gibi görünmediğim kesindi. Asla boş bir eve gelmemiştim. Ailem her an etrafımda pervane olurdu. Merdivenlerden çıkarken pes edercesine nefesimi verdim. Belki de sıradanlık en iyisiydi. Kapıyı anahtarla açıp kapıyı araladım. "Ben geldim," diye bağırdım spor ayakkabılarımı çıkarırken. "Yanımda misafir getirdim," diye de ekledim hemen. Yağız'ın yanımdaki kızdan bahsetmediğini tahmin ediyordum. Annem elini mutfak havlusuna silerek koridora çıktı. Kıvırcık saçları yoğun bir halde beline kadar uzanıyordu. Birkaç tokayla onları dizginlemek istese de her yerden saçlar çıkıyordu. Koyu kestane saçları ile benzer tek noktamız aynı rengi paylaşıyor olmamızdı. Benim saçlarım daha dalgalı denilebilecek tarzdaydı. "Merhaba, hoş geldiniz," dedi sıcak yeşil gözlerini yanımdaki kıza çevirerek. "Misafiri her zaman hoş karşılarız," derken bize doğru geliyordu. Yine ayakları çıplaktı ve üzerinde bohem tarzı denilen elbiselerden biri vardı. "Ben Nehire, senin adın ne?" Kız sanki ona daha yakınmışım gibi yanıma doğru yaklaştı. Ürkek bir kızdı. "Adım Arın," derken sesini zor duyduk. Annem gülümseyerek başını salladı. "Arın, ne kadar güzel bir ismin var. Şimdi iki kapı ötede lavabo var orada ellerini yıkarsan hemen yemeğe geçeceğiz," dedi. Arın başını sallayarak annemin gösterdiği kapıya ilerledi. Annem doğrularak onun arkasından baktı. "Eve getirmenin bir nedeni olduğuna eminim." Bana baktığında gözleri merakla bakıyordu. Gözlerini her zaman beğenirdim. Büyüdükçe gözlerimin onunkine benzeyeceğini düşünürdüm ama ela olarak kalmaya devam edince pes etmiştim. Anneme sokakta olanları anlattım. Bahçeye kadar nasıl geldiğimizi ve Berfin'in bir atmaca gibi beklediğinden bahsettim. Annem onaylamaz bir tavırla başını sağa sola salladı. "Bu kızın davranışları hiç normal değil. Umarım kendine zamanla çeki düzen verir." Bunun olacağına ihtimal vermiyordum ama bir şey söylemedim. "Abisine mesaj atmasını sağladım. Evi tarif etti. İş dönüşü onu bizden alacak." Annem başını salladı. O sırada Arın lavabodan çıktı. "Gidip masayı hazırlayalım. Bu çocuk uzun zamandır ev yemeği yememiş gibi duruyor." Hemen ellerimi yıkadıktan sonra annemin mutfakta hazırladıklarını masaya taşıdım. Yağız ve babamda bize yardım etti. Arın'da yardım etmek istediğini söylediğinde ekmek sepetini ve peçeteleri taşımasına izin verdim. Biz konuşup o gün olanları birbirimize anlatırken Arın büyük bir ilgi ile bizi izliyordu. Onun bazen kaçamak bakışlarla Yağız'a baktığını gördüğümde erkek kardeşimin ilerideki yaşlarda fazla hayrana sahip olacağını düşündüm. O annemin kıvırcık saçlarını miras almıştı. Saçlarının rengi babamınki gibi siyah gözleri ise anneminki gibi canlı yeşildi. Çocukken de çok tatlı bir çocuktu. İnsanlar onu sevmeden duramazdı. Şimdi böyle huysuz olması ne kadar kötüydü. Yemeğe oturup annemin yaptığı yemekleri tabaklarımıza almaya başladık. Annem her zaman farklı yemekler yapmayı severdi ya da yeni tarifler üretmeyi. Bu yüzden hafta sonları yemek yeme görevini ben devralmıştım. En azından haftanın iki günü sağlam bir şekilde yemek yiyebiliyorduk. Yine de annem olabildiğinde sıradan yemekler yapmış gibi görünüyordu. Tabi körili pilavı ve yoğurtlu köfteyi saymazsak. Annem Arın'ın tabağını yemekle doldururken bende bardağına meyve suyu koyuyordum. "Nerede oturuyorsunuz Arın?" diye sordu. Arın elinde kaşığı öylece kalakaldı. Anneme bakarken hüzünlü bir sesle. "Mahallenin sonundaki sarı binaya beş ay önce taşındık," dedi. Onun neden mahallenin bu kısmından yürüdüğü düşündüm. Evi okula daha yakın bir yoldaydı. Berfin onu beklediği için yolunu uzatmış olabilir miydi? Eminim kızın evinin bu tarafta olduğunu bilmiyordu. Annem bardağından su içerken Arın hakkında bir şeyler öğrenmek istediğini anlıyordum ama daha fazla soru sormadı. Buna minnettar oldum. Kız soru cevaplarken o kadar çekiniyordu ki kendimi onun yerine konuşmak isterken buluyordum. Babam bize sorular sorarken yemeklerimizi yedik. Sonunda masayı toplarken telefonum titredi. Okuldaki sınıfın grubuna bir şey atıldığını düşünürken tanımadığım bir numaradan mesaj olduğunu gördüm. On dakika sonra seni almaya geleceğim. Numara Arın'ın abisinindi. O sırada bardakları mutfağa taşıyan Arın'a seslendim. "On dakika içinde abin gelecek Arın." Arın başını salladı ve Yağız'a yardım etmeye devam etti. Annemin yanına giderken tabakları üst üste koyup götürdüm. Onun saklama kaplarına artan yemekleri koyduğunu gördüm. "Onlar ne için," diye sorarken o kapaklarını kapatarak bez çantaya koymaya başladı. "Arın evdekilere götürsün diye." Bana bakıp göz kırptı. "O çocuk sağlıklı beslenmediğine göre evde yemek pişmiyor. En azından bunu yapalım," dedi. Masa toplandığında Arın sırt çantasını aldı. "Yemek için teşekkür ederim," dediğinde mahcup bir ifade ile anneme baktı. Sanki gözlerinde özlem vardı. Annem uzanıp saçlarını okşadı. Elindeki bez çantayı bana uzatırken ona bakıyordu. "İstediğin zaman gelebilirsin. Yağız ile de aynı sınıftaymışsınız. Sana ve ailene yemek koydum. Annene söyle yemekleri beş dakika ısıtsın yeter." Arın sanki mümkünmüş gibi daha da soluklaştı. "Benim annem öldü," dedi sanki kelimeler tonlarca ağırlığa sahipmiş gibi dudaklarından zorlukla çıkmıştı. Annemle birbirimize baktık. İnsan annesini kaybetmiş birine ne söyleyebilirdi ki? Eve gelirken hayatımın sıradanlığından şikayet ettiğim için kendimden utandım. Nankör bir insandım. Annem yavaşça yanağını okşadı. "Abinde eminim yemeklere bakabilir. Umarım yine gelirsin," dedi sıcak bir gülümsemeyle. Babam ve Yağız'ın sesleri salondan kapıya kadar geliyordu. Evimizin ne kadar canlı olduğunu düşündüm. Annemi kaybetseydik ne halde olurduk? Bu düşünce bile nefesimin kesilmesine neden oldu. Arın bir an dudaklarını araladı ama sonra kendine hakim olup bir şey söylemedi. Sadece başını salladı. "Ben onu abisine teslim edeyim," dedim. Arın merdivenlerden inerken peşine takıldım. Her ne kadar bahar olsa da hala havalar akşamları serindi. Apartmanın kapısından çıkınca esen serin rüzgar titrememe neden oldu. Arın benden önde yürüyordu. "Abi," diye heyecanla seslenip bahçe kapısına koştu. Genç birinin gülme sesini duydum. O sırada bende gülümseyerek süs ağacının arkasından çıktım ve o sırada kardeşine sarılan genci gördüm. Başını kaldırıp kehribar rengi gözleriyle bana baktığında gördüğüm kişi karşısında şaşkınlıkla adımlarımı şaşırdım. Bir an için tökezlesem de demir kapıya tutunarak kendimi toparladım. Spor Lisesinin en sorunlu öğrencisi Aren Yalazan karşımda duruyordu. |
0% |